İçeriğe geç

Ölüm Kitap Alıntıları – Todd May

Todd May kitaplarından Ölüm kitap alıntıları sizlerle…

Ölüm Kitap Alıntıları

Ölüm trajik, keyfi ve anlamsızdır.
Deyişin de söylediği gibi, doğmuş olmakla ölmek için her zaman yeteri kadar yaşlıyımdır.
Dindar insanlar çoğu inançlarından o kadar emindirler ki, ölümden sonra yaşam yokmuş gibi ölümü sorgulamayı manasız bulurlar.
O yeni takım elbiseyi satın al, o pahalı yemeği ye, işten hastalık bahanesiyle izin al, çünkü geleceğin ne getireceğini bilemezsin. Veya belli antik Romalıların söylediği gibi: Ye, iç ve keyiflen, çünkü yarın öleceğiz.
“Hepimiz bir günlük varlıklarız: Hatırlayan da hatırlanan da.”
“Her güne kendinize şunu söyleyerek başlayın: Bugün sataşmayla, nankörlükle, küstahlıkla, kötü niyetle ve bencillikle karşılaşacağım -tüm bunlar faillerinin iyi ile kötüyü ayırt edemeyecek kadar cahil oluşundan kaynaklanır.”
Ölüm hem yaşama anlamını verir hem de onu geri alır. Ona, yaptığımız şeye zaruret kazandırmasıyla anlam verir: Bir telafi edilemezlik, bir yekparelik ve yaşamlarımızın anları için bir eşsizlik. O, zarureti ve yekpareliği her an yok etme tehdidiyle de verdiği anlamı geri alır.
Her birimiz belirli biyolojik kökenlerle belirli bir tarihsel güzergahızdır.
Yalnızca şimdi vardır. Var olmayan veya kontrol edemediğimiz bir şeyde yaşayamayız.
Dün neyin önemli olduğunu biliyorsun ve yine de bugün ona göre yaşamayacaksın: Ertelenen pek çok yılınızı düşünün; tanrılar tekrar tekrar borcunuzu ödemeniz için fırsat verdiği hâlde sizin kullanamadığınız yıllar.
Marcus Aurelius
Her şey hikâyelenen geçmişe dönüşür ve kısa bir süre sonra unutulmaya yüz tutar. Hayatı zafer parıltılarıyla dolu olanlar için bile böyle olur; geri kalanlar içinse, onlar daha son nefeslerini vermeden, Homeros’un deyişiyle, gözlerden ve sözlerden yitip giderler.
-Marcus Aurelius
İster istemez ölüm ya çok erken ya çok geçtir. EM (Elina Makropoulos, kurgusal ölümsüz karakter) bize onun çok geç olabileceğini hatırlatır ve pek çokları için, Lucretius’a karşı onun erken olabileceğinin hatırlatılmasına ihtiyaç yoktur. Eğer bu bir tür ikilikse, bu ikilik her şey hâlâ olduğu gibiyken ve eğer kişi sıra dışı bir şekilde şanslıysa, çözülebilir, ama bir şeyler yaparak değil, yalnızca o şeyleri yapamayışın dehşeti su yüzüne çıkmadan hemen önce ölerek.
Pek çok antik filozof için, eğer insan yaraşır bir hayat sürmek istiyorsa, o zaman kendisinin temel unsuru olarak ölüm gerçeği ile boğuşmak zorundadır. Ne olursa olsun, yaraşır bir hayat bir yanılsamanın pençesindeki biri tarafından yaşanamaz.
Ölüm bizim için hiçbir şeydir; çünkü gözden kaybolan duyumsanamaz ve duyumsanamayan bizim için hiçbir şeydir.
-Epikuros, Temel Öğretiler
İnsanlar olarak ortaklaştığımız şey, kaçınılmazlığı belirsizliğiyle bütünleşmiş bir ölüm: Deneyimimizi sonlandıracak ve bunu herhangi bir anda yapabilecek bir ölüm. Dahası, bu kaçınılmazlık ve belirsizlik kaçamayacağımız o ölümün veçheleri; biz nihayetinde bizi bekleyen sonun farkında olan yaratıklarız. Ve sonuçta, hiç ölmeyecekmişiz gibi davrandığımız zamanlarda bile -belki de özellikle o zamanlarda- bu farkındalık yaşamlarımızı sürdürme yollarımızı yapılandırıyor.
Ben, benim öleceğimi anlamıştım ( o anda benim için biz diye bir şey yoktu).
şimdide yaşamakla ilgili sorun, onun gerçek anlamda gelecek yokmuş gibi hareket etmek manasına gelmesidir. Bu da ölümü belirsizmiş gibi değil, tam aksine kesinmiş gibi ele almaktır:O YARIN GELECEKTİR
Dün neyin önemli olduğunu biliyorsun ve yine de bugün ona göre yaşamayacaksın
Ölümden sonra bir yaşama sahip olduğunuzda kendi ölümünüzü yenersiniz.Buradaki nokta sadece ölümü yenmek değil.Bunun yanında,onun yenenin siz olduğudur.Ölümden sonra var olan siz bir anlamda yaşam boyunca var olan siz ile aynıdır
.. An için yaşamaktansa anın içinde yaşamak en iyisidir..
Ölüm bir son değilse o gerçekten de bir ölüm değildir.Bir parçanız ölüyor olabilir ama siz gerçekten ölmezsiniz.
Ölmemiz iyidir, ama asla henüz değil.
Ölümsüzlük bir insan yaşamı değildir.
Anlam olmadan ölümsüz yaşam irrasyoneldir.
İnanç ölümü iter ama şüphe ölümün inancı geri itmesine önayak olur.
Ölümden sonra bir yaşama sahip olduğunuzda kendi ölümünüzü yenersininiz.
Tüm insanlar duvarların olmadığı bir şehirde yaşar.
Budistlerin de anladığı gibi, arzu her zaman kendini çoğaltır ve nihayetinde tatmin etmez.
Olmakta olduğum şeyin kavranamazlığı
Sessizlik olan ölüm, benim artık orada olmayışım,
Dünyadan ayrıyım, ama hala oradayım.
İnanç şüpheyle birlikte var olabilir.???
Ölüm, o nelerden bir tanesidir, ama o bir nasıl olarak işler. O, bir ne olduğunda, vuku bulduğunda, yaşamdaki nasıllar yoktur. Ama vuku bulmadan önce, o yaşam üzerinde bir nasıl olarak çalışır: İnsan yaşamını oluşturan en önemli Nasıl!
Hayatı her daim öleceğimiz gerçeği altında yaşarız. Ne yaptığımız, onu nasıl yaptığımız, ona karşı takındığımız tavır her birimizin ölümlü olduğu arka plan bilgisine karşı ortaya çıkar.
Her birimiz için ölüm hakkındaki çarpıcı gerçek kendi ölümümüzdür.
Ölüm trajik, keyfi ve anlamsızdır.
Çoğumuz için, hakkımızda tek önemli gerçek olan bir gerçek yoktur. Ölüm de bizim için tek önemli gerçek değildir. Ama en önemlisidir.
Neden?
Çünkü o bizim hakkımızdaki tüm diğer gerçeklerin sonudur.
Ölüm ve ölümlü olduğum gerçeği o gün iyi bir şeye dönüşmüş gibi görünebilir. Hiç yoktan, eğer ölümsüz olsaydım ne hayatım üzerine derinlemesine düşünme fırsatım olacak ne de bu hayatı yaşamış olmanın benim için ne demek olduğunu bilecektim. Bunların hiçbiri önemli olmayabilirdi. Ne hata yapmış olursam olayım, dünyadaki tüm zamanlar onları düzeltmek için kullanılabilirdi. Hangi mutluluğu yaşamış olursam olayım, bu mutluluklar onları sonsuz defa yaşayabileceğim bilgisiyle parıltısını yitirebilirdi.
Şahsiyet, kişi nirvanaya eriştiğinde dağılan bir yanılsamadır.
Büyük resme bakarsak başka birinin ölümü kendi ölümümüzden daha önemli değildir. Başka birinin ölümünü kabullenerek kişi kendi ölümünü anlayamaz.
Bu kitabın argümanı eğer bu zorluğu anlarsak, eğer ölümle yanılsama veya kaçma olmaksızın dürüst bir şekilde yüzleşmek istiyorsak, onun iktidarını kendimizi pişman olmayacağımız bir şey haline getirmek için kullanabileceğimizdir.
İnsan olmak ölmektir ve daha da önemlisi yaşam boyu öleceğini bilmektir, bu bilgiden kaçınmak için her türlü çareye başvurduğumuzda bile (veya özellikle o zaman).
Ölüm bir insan yaşamının hem trajedisinin hem de güzelliğinin nihai kaynağıdır.
Her iş kendi siyasetine sahiptir ve pek çoğumuz er ya da geç ona kapılıp gideriz.
Aurelius şunu yazar: Her güne kendinize şunu söyleyerek başlayın: Bugün sataşmayla, nankörlükle küstahlıkla kötü niyetle ve bencillikle karşılaşacağım -tüm bunlar faillerinin iyi ile kötüyü ayırt edemeyecek kadar cahil oluşundan kaynaklanır (2. Kitap, § 1).

Bir Stoacı olarak Aurelius diğer insanların davranışlarıyla yönlendirilmek istemez. O kendisiyle huzur içinde kalmak ister. Bu yüzden de kendisini o huzuru kaçırma ihtimali olan şeylere karşı hazırlar.

Ne zaman fırsat olsa sık sık öğleden sonra şekerlemesi yaparım. Bunu severim, ama uyanma anını da severim. Yatağımda uzanırken pencereden bakıp göğü kesen bir ağaç görebilirim. Çoğunlukla uykumdan uyandığımda göğün çerçevelediği bir ağaç görebileceğim yerlerde yaşadım. Göğün mavisinin karşısındaki yaprakların yeşiline baktığımda, bazen kendimi hem minnettar hem de hüzünlü hissederim. Bütünüyle anlayamadığım sebeplerden ötürü, bazen kendime öldüğümde bunu özleyeceğimi söylerim
Kişinin yaşamın odağı olan bir aşk Dünyanın merkezini sevilen insan yapabilir
Akıldan çıkmayan ölüm korkusu kişiyi ölümsüzlüğe imrendirebilir.
Peşimizde olan ölüm yaşamlarımızın bizim için önem taşımasına olanak tanıyan şeydir.
Ölüm yaşama bir bütünlük kazandırmaz. O bir hedefi gerçekleştirmek; sadece vuku bulur.
Olacak olmasına rağmen, ölümün ne zaman geleceğinde hiçbir adalet yoktur.
Öldüğümüzde, deneyim kapasitemiz yoktur artık. Ya varızdır ya da yok. Varsak, ölüm yoktur ve ondan korkacak hiçbir şey yoktur. Eğer yoksak, o zaman zaten ölmüşüzdür ve ondan korkabilecek hiçbir şey kalmaz geriye.
Arzu her zaman kendini çoğaltır ve nihayetinde tatmin etmez.
Başka birinin ölümünü kabullenerek kişi kendi ölümünü anlayamaz.
Kişi sadece yaşamının sonunda değil, bütün ömrü boyunca ölümlüdür.
Ölüm de bizim için tek önemli gerçek değildir. Ama en önemlisidir.
Öleceğimiz gerçeği hakkımızdaki en önemli gerçektir.
“İnsan yaşamı ölüm karşısında kırılgandır. Ölüm tarafından her an kırılabilir. Tam da bu yüzden, yaşam yalnızca sonunda değil, varoluşu boyunca kırılgandır. Aynı zamanda bu kırılganlık, eğer kırılgan olmasaydı asla olamayacağı bir şekilde yaşamı değerli kılan şeydir.Yaşamımız kırılgan olmasaydı asla yapamayacağımız bir şekilde onunla ilgileniriz, ona bakarız ve onunla ilgili endişelere sahip oluruz.”
“Marcus Aurelius Meditasyonlar’ında şöyle yazar:

‘Her şey hikayelenen geçmişe dönüşür ve kısa bir süre sonra unutulmaya yüz tutar. Hayatı zafer parıltılarıyla dolu olanlar için bile böyle olur; geri kalanlar içinse, onlar daha son nefesini vermeden, Homeros’un deyişiyle, gözlerden ve sözlerden yitip giderler.’”

“Eylemlerimize önem kazandıran, onları mühim kılan ve mesele haline getiren tam da bizim ölümlülüğümüzdür.”
“Pek çok antik filozof için, eğer insan yaraşır bir hayat sürmek istiyorsa, o zaman kendisinin temel unsuru olarak ölüm gerçeği ile boğuşmak zorundadır. Ne olursa olsun, yaraşır bir hayat bir yanılsamanın pençesindeki biri tarafından yaşanamaz.”
Ölümde dünya artık orada değildir.
Farklı görünmez.
Yok olur.
Ölüm de bizim için tek önemli gerçek değildir.
Ama en önemlisidir.

Neden? Çünkü o bizim hakkımızdaki tümm diğer gerçeklerin sonudur.

Hemen burada en başında cüretkar bir iddiada bulunmak
istiyorum: Öleceğimiz gerçeği hakkımızdaki en önemli gerçektir. Yaşamlarımızda bundan daha ağır hiçbir şey yoktur.
Ölümün yokluğunda, çok az şeyin ehemmiyeti vardır. Varlığındaysa pek çok şeyin.
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir