İçeriğe geç

The Black Swan Kitap Alıntıları – Nassim Nicholas Taleb

Nassim Nicholas Taleb kitaplarından The Black Swan kitap alıntıları sizlerle…

The Black Swan Kitap Alıntıları

The überpsychologist Danny Kahneman has given us evidence that we generally take risks not out of bravado but out of ignorance and blindness to probability!
In medio stat virtus virtue lies in moderation fazilet ölçülülükte yatar.
Plato believed that we should use both hands with equal dexterity. It would not make sense otherwise. He considered favoring one limb over the other a deformation caused by the folly of mothers and nurses. Asymmetry bothered him, and he projected his ideas of elegance onto reality. We had to wait until Louis Pasteur to figure out that chemical molecules were either left or right-handed and that this mattered considerably.
History doesn’t crawl; it jumps.
Tarih emeklemez; zıplar.
Anyone looking for confirmation will find enough of it to deceive himself, and no doubt his peers.

Onay arayan herkes, kendisini ve şüphesiz akranlarını aldatmaya yetecek kadarını bulacaktır.

Bir treni kaçırmak ancak peşinden koşarsanız acı verici olur! Benzer şekilde, başkalarının sizden beklediği başarıyı gösterememeniz, ancak aradığınız şey buysa acı verici olur.
Bellek daha çok kendi kendine hizmet eden dinamik bir revizyon makinesidir: Bir olayı son anımsadığınız zamanı hatırlarsınız ve farkına varmadan daha sonraki her hatırlayışınızda hikayeyi değiştirirsiniz.
İnanın bana, sürekli bir başarısızlık görüntüsünün sosyal yaşamdaki sonuçlarıyla uğraşmak gerçekten de zordur. Bizler sosyal hayvanlarız; cehennem diğer insanlardır.
Çoğu çatışmanın kökeninde şöyle bir önyargı yatmaktadır: Araplar ve İsrailliler haberleri izlerken aynı olaylar dizisinde farklı hikayeler görürler. Aynı şekilde, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler aynı verinin farklı yönlerine bakar ve asla ortak noktada buluşmazlar. Zihnimize belirli bir bakış açısı yerleştiğinde, yalnızca haklı olduğunuzu ortaya koyacak örnekleri düşünmeye başlarsınız. Paradoksal olarak, ne kadar çok enformasyon edinirseniz görüşlerinizin o denli doğrulandığını hissedersiniz.
Öğrenmediğimizi öğrenmiyor olduğumuzu kendiliğimizden öğrenmiyoruz
Taklit ederek başkalarına, yani başka taklitçilere yakınlaşırız. Bu da bizi yalnızlıktan uzaklaştırır. 
Yukarıya giden yolda karşılaştığın insanlarla aşağı inerken de karşılaşırsın.
Çok sayıda veri doğrulama getirmez, ama tek bir veri yanlışlayabilir.
Bir insan, tümüyle rastlantısal nedenlerden ötürü bir parça öne geçebilir; bizler de birbirimizi taklit etmeyi sevdiğimiz için peşine takılırız. Dünyadaki bulaşıcılık o kadar hafife alınıyor ki!
Nihayetinde rastlantısallık yalnızca bilgi yokluğudur. Dünya pusludur ve görünümler bizi yanıltır.
Ölçebileceğiniz riskleri almak, aldığınız riskleri ölçmekten daha akıllıcadır
Gelecek artık eskiden olduğu gibi değil.
Kriterlerinizi kendiniz belirlediğinizde hayatınız üzerinde çok daha fazla kontrol sahibi olursunuz.
Etrafımızda gördüğümüz keşifleri birilerinin hücre gibi odalara kapanarak bir program dahilinde yaptığını sanıyorsanız tekrar düşünün: önemli olan hemen her şey, rastlantı sonucu fark edilmiştir.
Diğer bir deyişle aslında hiç aramadığınız bir şey bulursunuz, bu da dünyayı değiştirir; keşfin ardından, bu denli ortada olan bir şeye ulaşmanın nasıl olup da “bu kadar zaman aldığına” hayret edersiniz.
Doğru, bilgimiz artmaktadır, ama bu artışı aynı zamanda zihin karışıklığının, cahilliğin ve kendini beğenmişliğin de artışı haline getiren daha büyük orandaki güven artışının tehdidi altındadır.
Olasılıksız görünen bir olayın gerçekleşmesi, olasılıklı görünen bir olayın gerçekleşmemesine denktir.
Başkalarının kusurlarını görür, kendimizinkileri görmeyiz.
Biz insanlar rastlantısal olguların algılanmasındaki asimetrinin kurbanlarıyız. Başarılarımızı yeteneklerimize, başarısızlıklarımızı kontrolümüz dışındaki dış olaylara, yani rastlantısallığa atfederiz. Kendimizi kötü şeylerden değil, yalnızca iyi şeylerden sorumlu tutarız.
Ayın karanlık yüzünü görmek daha zordur, buna ışık tutmak enerji gerektirir. Aynı şekilde görülmeyene ışık tutmanın da hem düşünme hem de hesaplama bazında maliyeti vardır.
Tek bir ölüm trajedidir, bir milyon ise istatistik. İstatistiklere suskun kalırız.
Zihninize belirli bir bakış açısı yerleştiğinde, yalnızca haklı olduğunuzu ortaya koyacak örnekleri düşünmeye başlarsınız. Paradoksal olarak, ne kadar çok enformasyon edinirseniz görüşlerinizin o denli doğrulandığını hissedersiniz.
Yanlış olanı, doğru olandan çok daha emin bir biçimde bilirsiniz.
Başka etkinliklerin eksikliği yüzünden okuma zorunluluğu, insanın kendi iradesi ile okuması kadar keyifli değildir.
Kütüphaneniz, mali imkânlar, ipotekli kredi faizleri ya da bu aralar sıkışık olan gayrı menkul piyasası elverdiği ölçüde bilmedikleriniz i içermelidir. Yaşınız ilerledikçe edindiğiniz bilgiler ve okuduğunuz kitaplar da artar ve raflardaki okunmamış kitaplar size tehditkar bir biçimde bakmaya başlar. Aslında ne kadar çok bilirseniz okumadığınız kitapların sayısı da o kadar çoğalır.
Zaten bildiğiniz bir şey size fazla acı veremez.
Bir organizmayı stresörlerden ( stres yaratan etkenler) mahrum ederseniz, epigenetiğini ve gen ifadesini etkilersiniz; çevreyle temastan ötürü bazı genlerin ifade düzeyi daha yüksektir ( ya da düşük). Stresörlerle yüz yüze gelmeyen biri, onlarla karşılaşması durumunda bunu atlatamaz. Bir yılını yatakta geçiren, ya da steril bir ortamda büyüyüp, günün birinde yolcuların sardalye gibi sıkıştığı bir Tokyo metrosuna binen birine ne olacağını düşünün.
Epistemik kibri düşük olanlar kokteyl partilerindeki utangaç insanlara benzer, fazla göze çarpmazlar. Nitekim bizler hüküm vermeyi ertelemeye çalışan, mütevazı insanlara saygı göstermeye yatkın değiliz. Şimdi epistemik tevazu meselesini düşünelim. Son derece derin ve ayrıntılı düşünen, kendi bilgisizliğinin farkındalığıyla acı çeken birini düşünün. Aptalın cesaretinden yoksun ama nadir görülebilecek bir cesarete sahip: Bilmiyorum diyebiliyor. Bir aptal ya da daha kötüsü bir cahil gibi görünmeyi umursamıyor. Duraksıyor, hata yapmayacak, hatalı olmanın sonuçları ona acı veriyor. Düşünüyor, düşünüyor, fiziksel ve sinirsel anlamda bitkin düşene dek içinden düşünüyor.
Geçmiş deneyimlerin faydalarına kayıtsız şartsız inananlar, söylendiğine göre ünlü bir geminin kaptanı tarafından dile getirilmiş şu sözleri kulaklarına küpe etmelidirler:

Fakat tüm hayatım boyunca sözünü etmeye değecek herhangi bir kaza hiç yaşamadım. Denizlerde geçen bunca yıl içinde zor duruma düşmüş yalnızca bir gemi gördüm. Hiç kaza geçirmiş bir gemi görmediğim gibi kazazede de olmadım, hatta felaketle sonuçlanma ihtimali olan bir durum dahi yaşamadım.
Kaptan E.J.Smith,1907,RMS Titanik

Kaptan Smith’in gemisi 1912’de battı. Tarihte en çok sözü edilen gemi kazasıydı bu.

Bir treni kaçırmak ancak peşinden koşarsanız acı verici olur.
Eğer bir arkadaşınızın karakteri,ahlaki değerleri ve meziyetleri hakkında fikir sahibi olmak istiyorsanız, gündelik yaşamın güllük gülistanlık koşullarında değil, zor koşullar altında neler yaptığına bakmanız gerekir.Bir suçlunun yaratabileceği tehlikeleri, yalnızca sıradan bir günde neler yaptığına bakarak algılayabilir misiniz? Ağır hastalıkları ve salgınları hesaba katmadan sağlığın ne olduğunu anlayabilir miyiz? Aslında normal olan çoğu zaman önemsizdir.
Öğrenmediğimizi öğrenmiyor olduğumuzu kendiliğimizden öğrenmiyoruz.
Sıradışı olayları öngörememek, tarihin akışını da öngörememek demektir; bu olayların tarihsel olayların dinamiklerindeki payı ortadadır.
Olmamasına büyük ihtimal verilen şey de bir Siyah Kuğu’ dur. Simetrik olarak, olasılıksız görünen bir olayın gerçekleşmesi, olasılıklı görünen bir olayın gerçekleşmemesine denktir.
Öyle insanlar vardır ki, zaten bilmiyorlarsa onlara anlatamassınız.
İnsanlar bilginin gözlerini kamaştırmasını isterler. İnsanları bir araya getirebilecek liderlerin peşinden gitme eğilimi gösteririz, çünkü grup halinde olmanın avantajları, yalnızlığın dezavantajlarına baskın gelir. Hep birlikte yanlış yolda yürümek, yalnız başına doğru yolda gitmekten daha fazla işimize gelmiştir.
Biz insanlar geriye bakmaya ayarlı birer makineyiz ve kendimizi kandırmada son derece başarılıyız.
Taklit ederek başkalarına, yani başka taklitçilere yakınlaşırız. Bu da bizi yalnızlıktan uzaklaştırır. 
Siyah kuğuların etkisini göstermesi zaman alırken olumsuz olan çok çabuk gerçekleşir; yıkmak ,yapmaktan çok daha kısa sürer ve çok daha kolaydır.
Beklenti Kuramı, kayıpla baş etmek ve kayıplar karşısındaki hoşnutsuzluğumuzun üstesinden gelmenin yollarını —sahip olduğunuz şeylere daha az bağımlı olmanın yolunu— bulmakla ilgilidir. Kendinize güzel bir ev ve bir Lamborghini aldıysanız, banka hesabınıza bir milyon dolar yatırdıysanız ve bir sosyal ağ kurduysanız, birkaç ay sonra her şeyi bir kenara bırakırsanız, en başında hiçbir şey olmasaydı içinde bulunacağınız durumdan daha kötü halde olursunuz.
İki ayrı insan grubuna bir yangın musluğunun bulanıklaştırılmış resmini gösterin; resim ne olduğunu anlayamayacakları denli bulanık olsun. İlk grupta çözünürlüğü yavaş yavaş, on adımda artırın. İkinci grupta ise daha hızlı, beş adımda artırın. Gösterilen resmin her iki grupta da aynı olduğu noktada işlemi durdurun ve her birinden gördükleri şeyi tanımlamalarını isteyin. Daha az ara adım görmüş olan gruptaki kişiler muhtemelen musluğu çok daha çabuk tanıyacaktır. Nasıl mı? Birine ne kadar çok enformasyon verirseniz, süreç boyunca o kadar çok varsayım üretecek ve durumu kötüleşecektir. Daha fazla rasgele sinyal alacak ve bunu enformasyon sanacaktır.
Bakın sizin için ne yaptım”ı pazarlamak, Bakın sizin için neye engel oldum”u pazarlamaktan çok daha kolaydır.
İki bin yıldan fazla bir zaman önce, Romalı edebiyatçı, hatip, düşünür, Stoacı, manipülatör-siyasetçi ve (genel olarak) erdemli bir beyefendi olan Marcus Tullius Cicero şu hikâyeyi anlatmıştır: Tanrı tanımaz Diagoras’a birtakım resim tabletleri gösterilir; üzerlerinde, dua eden ve ardından meydana gelen gemi kazasından sağ salim kurtulan müminlerin resimleri yer almaktadır. Diagoras sorar: Peki dua edip, sonra boğulanların resimleri nerede?”

Boğulmuş müminler öldüklerinden, denizin dibinden kendi deneyimlerinin reklamını yapmakta epeyce zorlanmış olmalıdırlar. Bu, dikkatsiz bir gözlemciyi yanıltıp mucizelere inandırabilir.

Servetimiz artarken parayı ciddiye almaya başladığımızda hepimiz cimrileşip hesapçı oluyoruz
Taklit ederek başkalarına, yani başka taklitçilere yakınlaşırız. Bu da bizi yalnızlıktan uzaklaştırır. 
Bağımsızlık kişiye özgüdür: Çok sayıda İnsanın, aşırı yüksek bir gelirle ve daha da fazla para kazanmaya gitgide bağımlı hale geldikçe müşterilerine ve patronlarına karşı iyiden iyiye dalkavuklaşması beni her zaman şaşırtmıştır.
Eğer bir arkadaşınızın karakteri, ahlaki değerleri ve meziyetleri hakkında fikir sahibi olmak istiyorsanız, gündelik yaşamın güllük gülistanlık koşullarında değil, zor koşullar altında neler yaptığına bakmanız gerekir. Bir suçlunun yaratabileceği tehlikeleri, yalnızca sıradan bir günde neler yaptığına bakarak algılayabilir misiniz? Ağır hastalıkları ve salgınları hesaba katmadan sağlığın ne olduğunu anlayabilir miyiz? Aslında normal olan çoğu zaman önemsizdir.
bilinmeyeni hiçbir zaman Bilemeyeceğim Çünkü o Adı üzerinde bilinmeyendir ancak beni nasıl etkileyebileceğini her zaman Tahmin edebilirim Dolayısıyla kararlarımı da Bu çerçevede vermeliyim
“Yarına dek hayatta kalırsanız; bu ölümsüz olma ihtimalinizin daha fazla olduğu ya da ölüme daha yakın olduğunuz anlamına gelebilir.” Siyah Kuğu – Nassim Nicholas Taleb
Bir olayın tam da olmasına ihtimal verilmediği için gerçekleştiğini görmek tuhaf değil mi?
Genelde ileriyi görebilen kimseler “Bilge” olarak adlandırılır. Belki de asıl Bilge, geleceği göremeyeceğini bilen kişidir. Siyah Kuğu – Nassim Nicholas Taleb
Olasılıksız görünen bir olayın gerçekleşmesi, olasılıklı görünen bir olayın gerçekleşmemesine denktir.
Şansın kendisine hazırlıklı olanın yanında olduğunu ileri süren büyük kaşif Pasteur , her sabah özel bir şeyi aramak için değil, beklenmedik olayların çalışma hayatına girebilmesi için çok çalışması gerektiğini anlamıştı.
Wittgenstein’a her zaman başvurabilirsiniz, öylesine muğlaktır ki her seferinde konuyla ilgili görünecektir.
Biz bu gezegende daha fazla seyahat ettikçe, salgınlar daha ağır olacak; az sayının hükmettiği bir bakteri topluluğuna sahip olacağız ve başarılı katil virüs çok daha etkili bir biçimde yayılacak. Kültür hayatında daha az kişi baskın olacak: okuyucu başına düşen İngilizce kitapların sayısı İtalyanca kitapların sayısından daha az olacak (kötü kitaplar da buna dahil). Şirketlerin büyüklüğü daha eşitliksiz olacak. Ve geçici moda çılgınlıkları daha ağırlaşacak. Bankalardan para çekmek için yapılan hücumlar da öyle, elbette.
Kendinizin kurduğu bir oyunda kaybeden olmak daha zordur.
Bir treni kaçırmak ancak peşinden koşarsanız acı verici olur!
Vahşi hayvanların nerede olduğunu bilirseniz kendiniz çok daha güvende hissedersiniz.
İnsanlar katı bir biçimde yeteneklerine göre ödüllendirilseydi, dünya yine de adaletsiz olurdu; çünkü insanlar yeteneklerini seçme şansına sahip değildir. Oysa raslantısallık, topluma iskambil destesini yeniden karıştırma ve büyük adamı alaşağı etme imkanı sunar.
Dünya her sabah bana bir gün öncesinden daha fazla rastlantısal görünüyor; insanlar da bu yüzden her geçen gün daha fazla yanılgıya düşüyor.
Kaybetmeyi sevmelisiniz
İnsanları bir araya getirebilecek liderlerin peşinden gitme eğilimi gösteririz, çünkü grup halinde olmanın avantajları, yalnızlığın dezavantajlarına baskın gelir. Hep birlikte yanlış yolda yürümek, yalnız başımıza doğru yoldan gitmekten daha fazla işimize gelmiştir.
ignoramus et ignorabimus – cahiliz ve cahil kalacağız
Oyuncaklar yapıyoruz ve bunların bazıları dünyayı değiştiriyor.
Genelde, ileriyi görebilen kimseler “bilge” olarak adlandırılır. Belki de asıl bilge, geleceği göremeyeceğini bilen kişidir.
Biz insanlar rastlantısal olguların algılanmasındaki asimetrinin kurbanıyız. Başarılarımızı yeteneklerimize, başarısızlıklarımızı kontrolümüz dışındaki dış olaylara, yani rastlantısallığa atfederiz. Kendimizi kötü şeylerden değil, yalnızca iyi şeylerden sorumlu tutarız. Bu da neyle uğraşıyorsak o konuda diğerlerinden daha iyi olduğunuzu düşünmemize yol açar.
Yaşamımın büyük bölümünü, “çok olan daha iyidir” şeklindeki yaygın kanıyla mücadele ederek geçirdim; çok olan her zaman değil, bazen daha iyidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir