İçeriğe geç

Mutlak Gücün Yolu Kitap Alıntıları – Gary Zukav

Gary Zukav kitaplarından Mutlak Gücün Yolu kitap alıntıları sizlerle…

Mutlak Gücün Yolu Kitap Alıntıları

Bir bağımlılık doyurulamaz. Örneğin cinsel ilişki bağımlılığı, cinsel ilişki ile doyurulamaz. Bunun ana nedeni, burada cinsel ilişki bağımlılığı gibi görünen dinamiğin, gerçekte cinsellikle ilgili olmayışıdır, çünkü bağımlılık halindeki cinsel çekim ya da itme deneyimleri daha derindeki bir dinamiğe hizmet ederler.
Bütünlük kazanmaya giden yol, kendinize, duygularınızın, algılarınızın, değerlerinizin ve davranış biçimlerinizin ardında yatan dinamiklere dürüstçe, açıkça ve cesaretle bakmanızı gerektirir. Bu, savunma mekanizmalarından geçen ve bu mekanizmaların ötesine uzanan, kişiliğinizin doğasını bilinçle deneyimleyebileceğiniz ve onun yaşamınızda ürettikleriyle yüzleşip, bunları değiştirmeyi seçebileceğiniz bir yolculuktur.
Bir bağımlılıktan, o bağımlılığın altında yatan dinamiği fark edene kadar kurtulamazsınız.
Sözgelimi, iki arkadaş arasında bir anlaşmazlık varsa, bu gerçekte her birinin, düzeltilebilmesi için yüzeye çıkan yönlerinden kaynaklanan bir “anlaşmazlık” olabilir. Eğer ruhları arasında bir anlaşma olmasaydı, onlar zaten hiçbir zaman birlikte olmazdı.
Bir başkasını aldatmanın ruhunuzla bağdaşmadığını fark edebilirsiniz, ama yine de, bir biçimde kazanç sağlamak ya da henüz vazgeçmeye hazır olmadığınız bir ilişkiyi korumak için yalan söylemeye karar verebilirsiniz
Sorumluluk taşıyan bir seçim, sonuçları hesaba katılan bir seçimdir.
Seçmemeyi seçmek, bilinçsiz kalmayı ve böylece, gücü sorumsuzca kullanmayı seçmek demektir.
Yaşamınızı bir yöne yönlendirmek isterken, onun başka bir yöne yönelmiş olduğunu fark edersiniz. Acı veren bir kalıptan (alışkanlıktan) kurtulmak isterken, bu kalıbın tekrar ortaya çıktığını görürsünüz.
Bilimsel başarılarımız, fizik-ötesi dinamikleri madde ve zamanın arenasına, beş-duyulu kişiliğin dünyasına yansıtırlar; bu nedenle bilimde ulaştığımız nokta, bizim insanlık olarak fizik-ötesi dinamikler konusundaki farkındalığımız ölçüsüdür.
Kuantum fiziğinin -yani insanın, fiziksel olayları beş duyulu kişiliğin bakış açısından kavrama konusundaki en derin girişiminin- temelinde, niyetin yaratıcı dinamiği, niyet ve deneyim arasındaki ilişki bulunur.
Gücünüzü nasıl kullanacaksınız? Cennet mi yaratacaksınız? Yoksa cennetten mi kovulacaksınız?
Neye niyet ederseniz, o olursunuz.
Bilincinizin gücünü tanıdığınızda; deyiş uygunsa, gözlerinizin ardında olanın, gözlerinizin önünde belirenlerden daha fazla güç taşıdığını anladığınızda, iç ve dış algılarınız değişir.
Yaşamın güçlüklerine korku ve kuşku yerine, şefkat ve sevgi ile karşılık vermeyi seçerseniz, “Dünya’da cenneti yaratmış” olursunuz – daha dengeli ve uyumlu bir realite düzeyine ait yönleri fiziksel âleme aktarmış olursunuz.
Dünya okulunun fiziksel realitesi, üzerinde bulunanların kararlarıyla biçimlenir.
Her form bilince sahiptir. Evren’de etkin düzeyde bir bilincin bulunmadığı tek bir gezegen bile yoktur; sadece bu, bizim anladığımız, algıladığımız bilinçten farklı olabilir.
Bölünmüş bir kişilik, yaşam koşullarının kendisinden daha güçlü olduklarını hisseder.
Tüm formlar fiziksel değildir. Örneğin bir düşünce, formdur. Düşünceyi oluşturan öz nedir?
Bir dizi sorular sorduğunuzda, önünüze bir dizi kapı açılır, ve başka sorular sorduğunuzda önünüze başka kapılar açılır.
Daha büyük tasarıları üstlenen ruhlar daha fazla yardım alırlar.
Dikey yol farkındalığın yoludur. Bu, bilincin ve bilinçli seçimin yoludur.

Yatay yol, kişiliğinizi tatmin eden yoldur.

Fizik-ötesi bir öğretmen, sizi ruhunuza giderek daha fazla yaklaştırır; dikkatinizi yukarı uzanan(dikey) bir yola yöneltir ve böyle bir yolla yatay uzanan bir yol arasındaki farkı görmenizi sağlar.
Fizik-ötesi ışığın farklı frekans alanlarıyla tanımlanan Yaşam formaları da bizimle aynı ortamı paylaşırlar, ama biz onları göremeyiz. Şu anda oturduğunuz yerde pek çok farklı varlık ya da varlık grubu bulunmaktadır ve her biri kendi realitesi içinde ve kendi yolunda faaldir ve tekâmülünü sürdürmektedir.
Ruhun bir parçası Işık’tan yoksunsa, kişilik bu Işık’tan yoksunluk halini korku olarak hisseder. Korku kişiliğe özgüdür, bu yüzden uzay ve mekana bağlıdır. Koşulsuz sevgi ruha özgüdür, anında yaşanır, Evrensel ve sınırsızdır.
Fizik-ötesi realite sizin yuvanızdır. Siz fizik-ötesi realiteden geldiniz, fizik-ötesi realiteye döneceksiniz; ve sizi oluşturan ana parçanız ise sürekli olarak fizik-ötesi realitede yaşar ve orada tekâmül eder.
Mantık yoluyla alınan bilgi ne Tanrı’nın ne de fizik-ötesi realitenin varlığına kanıtlar getirebilir; çünkü fizik-ötesi realitenin kanıtı, aklın araştırdığı boyutta bulunamaz. Bu nedenle, beş-duyulu kişiliğin bakış açısından “Fizik-ötesi var mı?” diye sorduğunuzda, aslında şunları soruyor musunuz :”Eğer fizik-ötesi realitenin varlığını kanıtlayamıyorsam, bunun saçma olduğuna mı karar vermeliyim? Bu konuda bir kanıt bulunmadığına mı karar vermeliyim, yoksa kendimi yanıtın bulunabileceği bir düzeye kadar genişletilmeli miyim?”
Ruh fiziksel değildir, ama o, varlığınızın güç alanıdır. Yüksek benlik de fiziksel değildir, ancak yüksek benlik tekâmül etmiş insanın, tamamen uyanmış kişiliğin canlı modelidir. Sezgi deneyimi, beş duyunun verileriyle açıklanamaz, çünkü sezgi fizik-ötesi dünyanın sesidir. Bu yüzden, fizik-ötesi realitenin varlığını kabul etmeden, ruhunuzu ya da yüksek benliğinizi veya sezgilerinizi anlamanız mümkün değildir.
Gözünüzün önüne bir fincan, bir galon ve bir su tankı getirin. Su tankı ruhtur. Ruhun bir yönü (veçhesi) bir galon olur. O galon hâlâ ruhtur, ama ruhun tamamı değildir; deyiş uygunsa, ruhun görevdeki bölümüdür. Kişilik ise bir fincandır. Fincan galonla, yani yüksek benlikle bağlantı halindedir ama su tankının bütünüyle doğrudan ilişki kuramaz.
Eğer duygusal yönden engellenmişseniz ve ne hissettiğinizi bilemiyor ya da bilmiyorsanız veya duygularınızı aşırı bastırdığınız için hiçbir şey hissedemeyecek hale gelmişseniz, olumsuz bir insan olursunuz ve ayrıca fiziksel olarak da hasta bir beden yaratırsınız. Ama duygularınızı temiz tutarsanız, içinizde duygusal olumsuzluk barınamaz ve giderek hafiflersiniz. Bu da size sezgisel yolu açar.
Bir başkasının zararı pahasına kazanç sağlamayı tasarlıyorsanız, aklınızı amacına uygun kullanmıyorsunuz demektir.
İşitilmeyen tek bir soru bile yoktur, hiçbir soru yanıtsız kalmaz. Kural şudur:”Dileyin, alacaksınız,” ama nasıl dileyeceğinizi ve nasıl alacağınızı öğrenmeniz gerekir.
Duygularınızı izlemek, sizi o duyguların kaynağına götürür. Sadece duygularınız kanalıyla kendi ruhunuzun güç alanına ulaşabilirsiniz. İşte kısaca, insanın yolu budur.
Kötü bir insan tutuklanabilir, ama kötülük tutuklanabilir mi?
Kötülükten nefret etmek, kötülüğü azaltmaz, arttırır.
Bilinci sınırlı bir kişilik, daha geniş bir farkındalığa sahip olana kıyasla, bizim kötülük dediğimiz şeyi daha çekici bulur.
Vietnam Savaşı’nın sona ermesinden bu yana, burada savaşmış olup da canına kıyan eski asker sayısı, savaş sırasında öldürülen toplam erkek ve kadın sayısından üç kat fazladır.
Bilim, yaşamın bağlantısız görünen yönlerini birleştiren ilişkiler konusunda bilinçlenmeye yönelik Tanrısal dürtüyü yansıtır.
Duygularınızın farkındalığına ulaşmadan saygıyı deneyimleyemezsiniz. Saygı, bir duygu değildir. O, bir varoluş biçimidir, ama saygıya giden yol sizin kalbinizden geçer ve kalbinizi de ancak sizin duygulara yönelik farkındalığınız açabilir.
Beş-duyulu kişiliğin mantık ve anlayışı akıldan kaynaklanır. Bunlar zekâ ürünüdür. Ruhu anlamlı bir biçimde yansıtabilen yüksek mantık ve anlayış ise kalpten doğar. Bu yüzden, yüksek bir mantık ve anlayış oluşturmak için, duygularla yakından ilgilenmek gerekir.
Saygılı bir insan, kendini bir başka insandan ya da bir başka Yaşam formundan üstün görmeyi düşünmez, çünkü saygılı bir insan tüm Yaşam formlarında Tanrısallığı görür ve bu Tanrısallığı yüceltir.
İhtiyacımız olanları başkasının yaşamına mal olacak biçimde öğrenmemiz gerekmez.
Güçsüz bir insan korkmuş bir insandır ve eğer korkmuş bir insan saygı duygusuna sahip değilse, ayrım gözetmeyerek, rastgele zarar verebilir ya da öldürebilir.
Saygılı olma yolunda ilerledikçe, başka insanlara ve Yaşam formlarına zarar verme eğilimleriniz azalır.
Hayvanların birbirlerini yiyerek beslenmelerini acımasızlık olarak algılarız. Halbuki bu ekolojidir: Enerjinin türler arasında doğal biçimde yinelenen dağılımı.
Öznel olarak bir insana saygı duymak, diğerine duymamak mümkündür, ama her insana gerçek anlamda saygı duymadan, bir insana o gerçek saygıyı duymak mümkün değildir.
Öznel saygı, bir yargıdır; kendi beğendiğimiz ya da beğenmemiz gerektiği öğretilen nitelikleri algıladığımızda, bu algıya verdiğimiz yanıttır.

Gerçek saygı bir algıdır, ama kutsal bir algıdır.

Saygı, Yaşam’ı yücelten bir tutumdur.
Saygı, Yaşam ile, form kabuğunun çok ötesinde bulunan öze ulaşacak biçimde ve o derinlikte bağlantı kurmaktır.
Yargısız adalet, yaşamdaki her şeyi farketmenizi mümkün kılan, ama içine olumsuz duygularınızın karışmadığı bir idrak halidir.
Yargısız adalet, gördüklerinizi ve deneyimlediklerinizi, olumsuz bir biçimde tepki vermek zorunda kalmadan görme ve deneyimleme özgürlüğüdür.
Ruhunuza giden yol kalbinizden geçer.
Bir tartışmada araya girer ya da bir kavgayı ayırırsak, bunu tarafları yargılamadan yapmamız uygun olur. Kesinlikle bileceğimiz tek şey, şiddet gösteren birinin derinlemesine yaralı olduğudur, çünkü sağlıklı ve dengeli bir ruh başkalarına zarar vermez.
Bir kişilik, nasıl kendi ötesine bakıp, ruhunun başkalarının ruhlarıyla etkileşim içinde olduğunu görmeye başlayabilir?
Her deneyim ve her etkileşim size bir seçim fırsatı sağlar, ya ruhunuzun görüş noktasından ya da kişiliğinizin görüş noktasından bakmayı seçersiniz.
Henüz sonucunu doğurmamış bir neden, henüz tamamlanmamış bir olaydır.
Ahlak, insanlar tarafından yaratılmış bir kavramdır. Evren yargılamaz. Karma yasası, enerjinin bizim ve komşularımızın ahlak sistemleri içinde denge bulmasını sağlar. Kişisel olmayan evrensel bir öğretmen niteliğiyle sorumluluğu öğreterek insanlığa hizmet eder.
Karma’nın kişiselleştirilmiş ifadesi şöyle olurdu: “Dünyaya ne verirsen, dünyadan onu alırsın.”
Eğer “neden”de pay sahibiysek, “sonuç”ta pay sahibi olmamamız mümkün değildir.
Her eylem, her düşünce, her duygu, bir niyetin dürtüsüyle ortaya çıkar ve bu niyet, sonucuyla birlikte var olan bir nedendir.
Eğer bir kişilik tam denge içindeyse, kişiliğinin nerede sona erdiğini ve ruhunun nerede başladığını fark edemezsiniz. O, bütünlüğe ulaşmış bir insandır.
Ruh vardır. Onun başlangıcı ve sonu yoktur, ama bütünlüğe doğru akar. Kişilik, ruhtan doğal bir güç olarak doğar. O, ruhun fiziksel dünyada görev yapmak üzere uyarladığı, enerjiden oluşmuş araçtır.
Bir insanın kişiliğinde, hem kişiliğini oluşturan bölünme nedeniyle ruhunun çektiği acıyı, hem de kişiliğinin sevgi dolu parçası olan, ruhunun kazanmış olduğu erdem ve inceliği görebilirsiniz.
Bilinçli bir yaşam süresi, değeri biçilemeyecek bir hazinedir.
Ruhun kendisi zamanla sınırlı olmadığı için, bir kişilik korku ve kuşkularından arındığında, onun (kişiliğin) geçmişi ve geleceği de değerlenir.
Beş-duyulu kişilik, ruhunun diğer enkarnasyonunlarının farkında değildir. Çok-duyulu kişilik, bu enkarnasyonların bilincinde olabilir veya onları kendi geçmiş ya da gelecek yaşamları olarak deneyimleyebilir. Bu yaşamlar, deyiş uygunsa, aynı soydan yaşamlardır, ama kişiliğin kendisinin yaşamış olduğu yaşamlar değil, ruhunun deneyimleridir.
Dünya üzerinde deneyimlediğiniz ve deneyimleyeceğiniz her şey, kişiliğinizi, ruhunuzla aynı düzeye gelmeye, uyum içine girmeye teşvik eder.
Bir kişilik tamamen ruhunun enerjisine hizmet eder hale geldiğinde, o kişilik mutlak güçle donanmış olur. İçinde bulunduğumuz tekâmül sürecinin hedefi ve varoluşumuzun nedeni budur.
Ruhunuzu tanımak istiyorsanız, bunun ilk adımı bir ruhunuz olduğunu kabul etmektir. İkinci adım, şu sorular üzerinde kendinize düşünme fırsatı vermektir: “Eğer bir ruhum varsa, ruhum nedir? Ruhum ne ister? Ruhumla aramdaki ilişki nedir? Ruhum yaşamımı nasıl etkiler?”
Ruhunuz, göğüs boşluğunuzun bir yerinde oturan eylemsiz (pasif) ya da kuramsal bir varlık değildir. O, varlığınızın özünde bulunan olumlu, amaca yönelik bir güçtür. O, sizi saran enerji dinamiklerinin kişisel olmayan doğasını anlayan, sınır koymadan seven ve yargılamadan kabul eden parçanızdır.
Biz, insanlık olarak, soruları ifade etme yeteneğini kazandığımızdan bu yana şu soruları soragelmekteyiz: “ Tanrı var mı?” , “Tanrısal Zekâ diye bir şey var mı?” , “Yaşamın bir amacı var mı?” Şimdi bizim için, bu soruların yanıtlanabileceği bilgileri içeren bir çerçeveye doğru genişleme zamanı gelmiştir.
Genel bilgiler çerçevesinde yanıtlanamayan bir soru sorulduğunda, bu soru ya saçma diye sınıflandırılabilir ya da yerinde bir soru değil diye akıldan çıkarılıp atılabilir, veya soruyu soran kişi, bilincini soruya yanıt bulunabilecek bir bilgi çerçevesini kapsayacak biçimde genişletebilir.
Beş duyu ile sezilemeyen, ama diğer insan yetileriyle bilinebilen, keşfedilebilen ve anlaşılabilen bir âlem düşüncesi neleri içerir?
İçinde daha derin anlayış hallerimizin kaynaklarının bulunduğu “görünmez” bir âlemin varlığından söz etmek ne anlama gelir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir