İçeriğe geç

Arı Usun Eleştirisi Kitap Alıntıları – Immanuel Kant

Immanuel Kant kitaplarından Arı Usun Eleştirisi kitap alıntıları sizlerle…

Arı Usun Eleştirisi Kitap Alıntıları

İnsan usu bilgisinin bir türünde özel bir yazgı ile karşı karşıyadır: öyle sorular tarafından rahatsız edilir ki, bunları gözardı edemez, çünkü ona kendi doğası tarafından verilirler; ve gene de onları yanıtlayamaz, çünkü insan usunun tüm yeteneğini aşarlar.
Kant’ın felsefesi, tüm kuşkucu örtüsüne karşın, ve bütünüyle açıkta yatan kaçınılmaz öznelciliğine karşın, analitik bir kötüye kullanımına izin vermeyecek denli ussal, ve görgücü her yaklaşıma direnecek denli kurguldur.
Zaman oldu metafizik tüm bilimlerin kraliçesi olarak adlandırıldı, ve eğer istenç edim diye alınacak olursa, nesnelerinin olağanüstü önemi nedeniyle hiç kuşkusuz bu onur sanını hak etmiştir. Şimdi ise çağın modası ona yalnızca küçümseyerek bakmaktır, ve yadsınmış ve vazgeçilmiş nedime tıpkı Heküba gibi yakınır:

Modo maxima rerum,
tot generis natisque potens—
nunc trahor exul, inops*

Hiç kimse yalnızca arı anlak-kavramlarmdan çıkarak bireşimli bir önermeyi tanıtlamayı başaramamıştır—söz gelimi, Olumsal olarak varolan herşeyin bir
nedeni vardır önermesini.
Ahlaksal inanç açısından durum bütünüyle başka türlüdür. Çünkü burada birşeyin olması, eş deyişle, tüm adımlarda törel yasalara uygun davranmam saltık olarak zorunludur. Erek burada yadsınamayacak bir biçimde saptanmıştır, ve, tüm içgörüme göre, bu ereğin tüm başka erekler ile bağlanmasının ve böylelikle kılgısal geçerlik taşımasının tek bir koşulu vardır: Bir Tanrının ve gelecek bir dünyanın olması. Ve yine tam bir pekinlikle bilirim ki, hiç kimse ahlaksal yasalar altında ereklerin aynı birliğine götürecek başka koşulları bilmez. Ama törel buyruk aynı zamanda benim düzgüm olduğu için (çünkü us böyle olmasını bildirir), kaçınılmaz olarak Tanrının varoluşuna ve gelecek bir yaşama inanırım ve bu inancı hiçbirşeyin sarsamayacağından kuşkum yoktur, çünkü böylelikle kendimden tiksinmeksizin yadsıyamayacağım törel
ilkelerimin kendileri yıkılacaktır.
Şimdi eğer arı usun kurgul kullanımında içeriğe göre hiçbir dogma yoksa, o zaman tüm dogmatik yöntemler, ister matematikçiden ödünç alınmış isterse kendilerine özgü bir yolda üretilmiş olsunlar, kendi başlarına uygunsuzdurlar. Çünkü yalnızca eksiklik ve yanlışlıklar gizlemeye yararlar ve gerçek amacı usun her adımını en açık ışıkta ortaya sermek olan felsefeyi aldatırlar. Hiç kuşkusuz yöntem her zaman dizgesel olabilir. , Çünkü usumuzun (öznel olarak) kendisi bir dizge, ama salt kavramlar aracılığıyla yer alan arı kullanımında yalnızca birlik temel ilkelerine göre bir araştırma dizgesidir ki, buna gereci ancak deneyim sağlayabilir.
Anlak us için bir nesne oluşturur, tıpkı duyarlığın anlak için oluşturması gibi. Tüm olanaklı görgül anlak eylemlerinin birliğini dizgeselleştirmek usun bir işidir, tıpkı anlağın da görüngüler çoklusunu kavramlar
yoluyla birleştirmesi ve görgül yasalar altına getirmesi gibi.
Daha da dikkate değer bir olgu olarak belirtmek gerek ki, şeylerin olanağını kategorilere göre anlayabilmek ve böylece bu sonuncuların nesnel olgusallıklarını gösterebilmek için, yalnızca sezgilere değil ama her durumda dış sezgilere gereksiniriz.
Dış nesnelerin varoluşunun kendimizin belirli bir bilincinin olanağı için gerekli olmasından dış şeylerin sezgisel tasarımlarının zamanda bu şeylerin varoluşunu kapsadığı sonucu çıkmaz, çünkü bu tasarımlar pekala yalnızca imgelem yetisinin ürünleri olabilirler (düşlerde olduğu gibi sanrılarda da); bu tasarımlar yalnızca önceki dış algıların yeniden üretimleridir ki, gösterildiği gibi, yalnızca dış nesnelerın edimselliği yoluyla olanaklıdırlar. Burada tanıtlanmış olması gereken tek şey genel olarak iç deneyimin ancak genel olarak dış deneyim yoluyla olanaklı olduğudur. Şu ya da bu sözde deneyimin valnızca imgesel olup olmadığı tikel belirlenimlerine göre ve tüm edimsel deneyimin ölçütü ile bağdaşıp bağdaşmadığına bakılarak saptanmalıdır.
Olan (olmaya başlayan) her şey bir kurala göre ardından geldiği birşeyi öngerektirir.
Salt ardışıklıkta varoluş her zaman yiter ve başlar, ve hiçbir zaman en küçük bir büyüklük bile taşımaz. Bu kalıcı olmadığında öyleyse hiçbir zamansal ilişki de olmaz. Şimdi, zaman kendinde algılanamaz; öyleyse görüngülerdeki bu kalıcı yan tüm zaman belirleniminin dayanağıdır, ve buna göre ayrıca algıların tüm sentetik birliğinin, deneyimin olanağının da koşuludur. Bu kalıcıda zamandaki tüm varoluş ve tüm değişim yalnızca sürekli ve kalıcı | olanın varoluşunun bir kipi olarak görülebilir. Öyleyse tüm görüngülerde kalıcı yan nesnenin kendisidir, tözdür (phaenomenon); ama değişen ya da değişebilen herşey yalnızca bu tözün ya da tözlerin varoluş yoluna, ve dolayısıyla belirlenimlerine aittir.
Tüm görüntüler kalıcı olanı (tözü) nesnenin kendisi olarak, değişebilir olanı onun salt belirlenimi, nesnenin bir varoluş kipi olarak kapsar.
Zamanın üç kipi süreklilik, ardışıklık ve eşzamanlılıktır. Öyleyse görüngülerin tüm zamansal ilişkilerinin üç kuralı olacaktır ki, her bir görüngünün varoluşu tüm zamanın birliği açısından bu kurallara göre belirlenebilir — kurallar ki tüm deneyimden önce gelir ve hiç kuşkusuz onu olanaklı kılarlar.
Böylece duyusal tasarımın (sezgi) çoklusunun bir bilince ait oluş kipi nesnenin tüm bilgisini bu bilginin anlıksal biçimi olarak önceler, ve kendisi tüm nesnelerin genel olarak biçimsel bir a priori bilgisini oluşturur, ama ancak düşünülüyor oldukları sürece (kategoriler). Çoklunun arı imgelem yetisi yoluyla sentezi, tüm tasarımların kökensel tamalgı ile ilişki içinde birlikleri tüm görgül bilgiyi önceler. Arı anlak kavramları öyleyse ancak a priori olanaklıdırlar ve giderek deneyim ile ilişki içinde zorunludurlar, çünkü bilgimiz yalnızca ve yalnızca görüngüler ile ilgilidir ki, bunların olanağı bizim kendimizde yatar, bağlantı ve birlikleri (bir nesnenin tasarımındaki) ile yalnızca bizde karşılaşılır ve öyleyse tüm deneyimi önceleyerek onu biçimsel açıdan olanaklı kılıyor olmalıdırlar. Kategorileri çıkarsamamız tüm zeminler arasındaki bu biricik olanaklı zeminden geliştirilmiştir.
Ama tüm görgül yasalar yalnızca  anlağın arı yasalarının tikel belirlenimleridirler, ve ilkin onun altında ve onun normlarına göre olanaklı olurlar. Onlar yoluyla görüngüle yasal bir biçim kazanırlar, tıpkı tüm görüngülerin, görgül biçimlerindeki türlülüğe bakılmaksızın, gene de her zaman arı duyarlık biçiminin koşullarına uymak zorunda olmaları gibi.
Şimdi, kendiliğindenlik tüm bilgide zorunlu bir yolda bulunan üçlü bir sentezin zeminidir: Anlığın sezgideki değişkileri olarak tasarımların ayrımsanması, bunların imgelemde yeniden üretilmeleri, ve bir kavramda tanınmaları. Bunlar üç öznel bilgi kaynağını gösterir ki, anlağın kendisini ve, onun yoluyla, onun görgül bir ürünü olarak tüm deneyimi olanaklı kılarlar.
Her deneyimde içerilen arı düşünceyi a priori kapsayan bu kavramları kategorilerde buluruz, ve eğer bir nesnenin ancak onlar aracılığıyla düşünülebildiğini tanıtlayabilirsek, bu onların yeterli bir çıkarsaması ve nesnel geçerliklerinin aklanması olacaktır. Ama böyle bir düşüncede yalnızca düşünme yetisinden daha çoğu, eş deyişle anlak etkin olduğu için, ve anlağın kendisi nesneler ile bağıntılı olması gereken bir bilgi yetisi olarak o denli de bu bağıntının olanağı açısından bir açıklamaya gereksindiği için, herşeyden önce deneyimin olanağının a priori temelini oluşturan öznel kaynakları görgül değil ama aşkınsal doğaları açısından irdelemek zorundayız.
Görüngünün yüklemleri, duyumuz ile ilişki içinde, nesnenin kendisine yüklenebilir, örneğin güle kırmızı renk, ya da koku; ama görünüş (yanılsama) hiçbir zaman yüklem olarak nesneye yüklenemez, tam şu nedenle ki, o zaman nesneye yalnızca duyular ile ilişki içinde ait olan şey, ya da genel olarak özneye ait olan şey, kendi için nesneye yüklenmiş olacaktır, örneğin Satürn’e yüklenen iki sap durumunda olduğu gibi. Hiçbir zaman kendinde nesneye değil ama her zaman onunla ilişki içinde özneye ait olan ve birincinin tasarımından ayrılamaz olan şey görüngüdür, ve öyleyse uzay ve
zaman yüklemleri haklı olarak genelde duyuların nesnelerine yüklenebilir ve bunda hiçbir yanılsama yoktur. Buna karşı, kendinde güle kırmızılığı, Satürn’e sapları, ya da tüm dış nesnelere kendinde uzamı yükleyecek olursam, ve bunu bu nesnelerin özne ile belirli bir ilişkisini göz önüne almaksızın ve yargımı bu ilişkiye sınırlamaksızın yaparsam, ancak o zaman yanılsama doğar.
Diyebilirdik ki tüm sezgimiz görüngünün tasarımından başka birşey değildir, öyle ki sezdiğimiz şeyler kendilerinde onları sezdiğimiz gibi değildirler, ne de ilişkileri kendilerinde bize göründükleri gibi oluşmuş tur; ve kendi öznemizi ya da giderek yalnızca genelde duyuların öznel doğasını ortadan kaldıracak olursak, uzay ve zamandaki nesnelerin tüm doğaları, tüm ilişkileri, daha doğrusu uzay ve zamanın kendileri yitecektir.
Zaman iç sezgimizin biçiminden başka birşey değildir. Zaman nesnelerin kendilerine değil ama yalnızca onları sezen özneye bağlıdır.
Zaman herhangi bir deneyimden türetilmiş görgül bir kavram değil dir. Çünkü, eğer zaman tasarımının kendisi temelde a priori yatmıyor olsaydı, ne eşzamanlılığın ne de zamansal ardışıklığın kendileri algıda bulunabilirdi. Ancak zaman varsayımı üzerinedir ki şeylerin bir ve aynı zamanda (eşzamanlı) ya da değişik zamanlarda (ardışık) olduklarını düşünebiliriz.
Bu nedenle inanca yer açabilmek için bilgiy, ortadan kaldırmak zorunda kaldım. Metafiziğin dogmatizmi, arı usun eleştirisi   olmaksızın metafizikte ilerlenebileceği önyargısı ahlaka ters düşen ve her zaman dogmatik olan tüm inançsızlığın gerçek kay nağıdır. — Öyleyse, gelecek kuşaklara kalıt bırakmak üzere arı usun bir Eleştirisinin ölçüleri ile uyumlu dizgesel bir metafizik üretmek çok güç olmasa da, bu hiç de hafife alınamayacak bir beceri gerektirecektir.
.
Kendim hakkında hiçbir bilgim yok, sadece kendime göründüğüm gibi.

.

Keşiş Terrasson’un dediği gibi, insan bir kitabın büyüklüğünü sayfa sayısı ile değil ama onu anlamak için gereken zamanla ölçerse, birçok kitap üzerine şu söylenebilir: Bu kadar kısa olmasaydı daha kısa olurdu.
İnsan usu bilgilerinin bir türünde özel bir yazgı ile karşı karşıyadır: Öyle sorular tarafından rahatsız edilir ki, onları geri çeviremez, çünkü ona usun doğasının kendisi tarafından verilirler; ve gene de onları yanıtlayamaz, çünkü insan usunun tüm yeteneğini aşarlar.
Uzay ve zamandaki sezgi kipini insan duyarlığına sınırlamamız gerekmez; olabilir ki, düşünen tüm sonlu varlıklar bu bakımdan insanlarla zorunlu olarak bağdaşacaklardır (gerçi hiç kuşkusuz bu konuda karar veremeyecek olsak da). Gene de duyarlık bu evrensel geçerlik nedeniyle duyarlık olmaya son vermez, çünkü kökensel (intiutus originarius) değil ama türevseldir (intiutus derivativus) , ve dolayısıyla anlıksal sezgi değildir—bir sezgi ki, yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü yalnızca Kökensel Varlığa ait görünür, hiçbir zaman dışvarlığına göre olduğu gibi sezgisine (ki dışvarlığı tarafından verili nesnelerle ilişki içinde belirlenir) göre de bağımlı bir varlığa değil. Bu son belirtilenler estetik kuramımız üzerine salt bir açıklama olarak görülmelidirler, tanıtlamasının bir zemini olarak değil.
Burada aşkınsal felsefenin genel sorununun—A priori bireşimli önermeler nasıl olanaklıdır?—çözümü için gereken öğelerden biri artık önümüzdedir: arı a priori sezgiler olarak uzay ve zaman. Bunlarda a priori yargı durumunda verili kavramın ötesine geçmeyi istediğimiz zaman, kavramda değil ama ona karşılık düşen sezgide a priori saptanabilen ve onunla bireşimli olarak bağlanabilen birşeyle karşılaşırız. Ama bu yargılar bu zeminden çıkarak duyuların nesnelerinin ötesine ulaşamaz ve yalnızca olanaklı deneyimin nesneleri için geçerli olabilirler.
nesnesinin dışvarlığı onun kendisi yoluyla verilmez (ki böyle bir sezgi anlayabildiğimiz kadarıyla ancak Kökensel Varlığa ait olabilir), tersine, kendisi nesnenin dışvarlığına bağımlı kalır ve bu yüzden ancak öznenin tasarım yetisinin nesne tarafından etkilenmesi yoluyla olanaklıdır.
Uzay ve zamandaki sezgi kipini insan duyarlığına sınırlamamız gerekmez; olabilir ki, düşünen tüm sonlu varlıklar bu bakımdan insanlarla zorunlu olarak bağdaşacaklardır (gerçi hiç kuşkusuz bu konuda karar veremeyecek olsak da).
Doğal Tanrıbilimde yalnızca bizim için bir sezgi nesnesi değil-ama Kendisi için de bir duyusal sezgi nesnesi olamayan bir nesne düşünüldüğü için, Onun tüm sezgisinden (çünkü tüm bilgisi sezgi olmalıdır, her zaman sınırlamaları imleyen düşünce değil) zaman ve uzay koşullarını uzaklaştırma konusunda özen gösteririz. Ama bu hangi hakla yapılabilir, eğer daha önce bu ikisi kendilerinde şeylerin biçimleri yapılmışsa ve şeylerin kendilerinin ortadan kaldırılmasına karşın varoluşlarının a priori koşulları olarak kalacaklarsa? Genelde tüm varoluşun koşulları olarak, o zaman, bunlar Tanrının varoluşunun da koşulları olmalıdırlar.
eğer uzay ve zamanı olanakları açısından kendilerinde şeylere ait olmaları gereken özellikler olarak görürsek, ve eğer o zaman içine düştüğümüz saçmalıklar üzerine düşünürsek—çünkü o zaman birer töz olmadıkları gibi tözlere ilintili edimsel kendilikler de olmayan iki sonsuz şeyin gene de varoldukları, üstelik tüm
şeylerin varoluşlarının zorunlu koşulları olmaları gerektiği, dahası, varolan tüm şeyler ortadan kalksa bile kendilerinin arta kaldıkları kabul edilecektir—, bu durumda cisimleri birer görünüşe, birer yanılsamaya indirgeyen akıllı Berkeley’e içerleyemeyiz.
Eğer uzayda ve zamanda dış nesnelerin sezgisi gibi anın öz-sezgisi de nesneleri ve anı duyularımızı etkiledikleri gibi, e.d. göründükleri gibi temsil eder dersem, o zaman bu nesnelerin salt birer görünüş ya da yanılsama oldukları söylenmiş olmaz. Çünkü görüngüde nesneler, giderek onlara yüklediğimiz özellikler, her zaman edimsel olarak verili birşey gibi görülürler. Ama bu özellikler yalnızca verili nesnelerle ilişkisi içindeki öznenin sezgi kipine bağlı olduğu için, görüngü olarak bu nesne kendinde nesne olarak kendisinden ayırdedilecektir.
bilgimizde sezgiye ait olan herşey (dolayısıyla birer bilgi olmayan haz ve acı duygulan ve istenç dışında) yalnızca ve yalnızca ilişkileri kapsar: bir sezgideki yerlerin (uzam), bu yerlerin değişimlerinin (devim), ve bu değişimleri belirleyen yasaların (devindirici güçler) ilişkilerini.
Leibniz-Wolff felsefesi buna göre duyusal olanın anlıksal olandan ayrımını yalnızca mantıksal olarak görmekle bilgilerimizin doğa ve kökenleri üzerine tüm araştırmayı bütünüyle yanlış bir bakış açısına yöneltmiştir. Çünkü ayrım açıkça aşkınsaldır ve yalnızca duruluk ya da bulanıklık biçimlerini değil ama köken ve içeriklerini de ilgilendirir. Duyarlık yoluyla kendilerinde şeylerin doğalarını yalnızca bulanık olarak bilmemiz gibi birşey söz konusu değildir; tersine, onları hiçbir biçimde bilemeyiz. Ve kendi öznel doğamızı bir yana bırakır bırakmaz, tasarımlanan nesne ona duyusal sezginin yüklediği tüm özelliklerle birlikte hiçbir yerde bulunmaz olur, ne de bulunması olanaklıdır, çünkü tam bu öznel doğadır ki onun görüngü olarak biçimini belirler.
Duyarlık yoluyla kendilerinde şeylerin doğalarını yalnızca bulanık olarak bilmemiz gibi birşey söz konusu değildir; tersine, onları hiçbir biçimde bilemeyiz. Ve kendi öznel doğamızı bir yana bırakır bırakmaz, tasarımlanan nesne ona duyusal sezginin yüklediği tüm özelliklerle birlikte hiçbir yerde bulunmaz olur, ne de bulunması olanaklıdır, çünkü tam bu öznel doğadır ki onun görüngü olarak biçimini belirler.
Nesnelerin kendilerinde ne oldukları onlara ilişkin olarak bize verili tek şey olan görüngülerinin en aydınlık bilgisi yoluyla bile hiçbir zaman bilinemez.
görüngü ki, her zaman iki yanı vardır: bir yandan nesne kendinde olduğu gibi görülürken (onu sezme kipine bakılmaksızın—ki, gene de tam bu nedenle doğası belkili kalır), öte yandan bu nesnenin sezgisinin biçimi göz önüne alınır. Bu biçim kendinde
nesnede değil ama kendisine nesnenin göründüğü öznede aranmalıdır; ve gene de edimsel olarak ve zorunlu olarak bu nesnenin görüngüsüne aittir.
Vargı olarak belirtebiliriz ki, aşkınsal estetiğin uzay ve zaman olarak bu iki öğeden daha çoğunu kapsayamayacağı olgusu duyarlığa ait tüm başka kavramların kendilerinin, giderek içinde iki öğenin birleştiği devim kavramının bile görgül birşeyi öngerektirmelerinden açıktır. Devim devinebilir birşeyin algısını öngerektirir. Ama uzayda, kendinde düşünüldüğünde, devinebilir hiçbirşey yoktur; buna göre devinebilir olan uzayda yalnızca deneyim yoluyla bulunan birşey, ve dolayısıyla görgül bir veri olmalıdır. Benzer olarak, aşkınsal estetik değişim kavramını a priori verileri arasında sayamaz: çünkü zamanın kendisi değil ama zamanda olan birşey değişmektedir. Öyleyse değişim kavramı için herhangi bir dışvarlığın ve belirlenimlerinin ardışıklığının algısı, ve dolayısıyla deneyim gereklidir.
Zamanın yalnızca görüngüler açısından nesnel geçerliği vardır, çünkü bunlar daha şimdiden duyularımızın nesneleri olarak aldığımız şeylerdir; ama sezgimizin duyarlığı ve dolayısıyla bize özgü olan o tasarım kipi soyutlanıyor ve genel olarak §eyler söz konusu ediliyorsa, bundan böyle zaman nesnel değildir. Zaman öyleyse yalnızca bizim (insansal) sezgimizin (ki nesneler tarafından etkilendiğimiz sürece her zaman duyusaldır) öznel bir koşuludur, ve kendinde, öznenin dışında, hiçbir şeydir. Gene de, tüm görüngüler açısından, ve dolayısıyla o denli de deneyimde karşılaşabildiğimiz tüm şeyler açısından, zorunlu olarak nesneldir. Tüm şeyler zamandadırlar diyemeyiz, çünkü genel olarak şeylerin kavramında sezilmelerinin tüm kipleri soyutlanırken, sezgi ise zamanın nesnelerin tasarımına ait olmasının asıl koşuludur.
Yalnızca zamanda iki karşıt olarak-çelişkili belirlenim bir şeyde, eş deyişle, ardışık olarak karşılaşabilirler.
Arı usun asıl sorunu şu soruda kapsanır: A priori bireşimli yargılar
nasıl olanaklıdır?
Metafizik en azından ereğine göre arı a priori bireşimli yargılardan oluşur.
Yüklem hiç kuşkusuz o kavrama zorunlu olarak bağlı olsa da, kavramın kendisinde düşünülmüş olarak değil, ama kavrama eklenmesi gereken bir sezgi aracılığıyla böyledir.
Bir başka deyişle, Tanrı ve öte dünya inancı ahlaki duygularımla öyle iç içe geçmiştir ki, ahlaki duygularımı kaybetme tehlikesi çok az olduğu gibi, Tanrı ve öte dünya inancının benden alınabileceğinden korkmam için de çok az sebep vardır.
Mutlu olmaya yaraşır olmanı sağlayanı yap.
Kendini yasaların uygulamasında ortaya seren çatışkı bizim sınırlı bilgeliğimiz durumunda onları doğuran nomotetik (yasama) için en iyi denektaşıdır.
Cins genelde tasarımdır (repraesentatio). Altında bilinçli tasarım durur (perceptio). Bir algı yalnızca özne ile onun durumunun değişkisi olarak ilişkili olduğunda duyum (sensatio), ve nesnel bir algı ise bilgidir. (Cognitio). Bu ya sezgi ya da kavramdır. Birincisi dolaysız olarak nesne ile ilişkili ve tekildir; ikincisi dolaylı olarak, birçok şeyin ortaklaşa taşıyabilecekleri bir özellik aracılığıyla.
Kendi varoluşumun bilinci aynı zamanda dışımdaki başka şeylerin varoluşlarının da dolaysız bir bilincidir.
Bir filozofa sorulmuştu: Dumanın ağırlığı nedir? Ve yanıtlamıştı: Yanan odunun ağırlığından arta kalan külün ağırlığını çıkar, dumanın ağırlığını bulursun.
Yargı yetisinde yetersizlik aslında aptallık denilen şeydir ve böyle bir eksiklik için hiçbir çıkar yol yoktur.
En katı inakçılara soruyorum, ruhumuzun ölümden sonra sürmesine ilişkin olarak tözün yalınlığından türetilen tanıtlama, ya da evrensel düzenekselliğe karşı istencin özgürlüğünün öznel ve nesnel kılgısal zorunluklar arasındaki ince ama gene de güçsüz ayrımlardan türetilen tanıtlaması, ya da Tanrının varoluşunun en-olgusal bir varlık kavramından türetilen tanıtı, (değişebilir olanın olumsallığının ve bir ilk devindiricinin
zorunluğunun tanıtı,)—tüm bunlar acaba Okullardan çıkıp ta hiç kamuya ulaşmış ve onun kamları üzerinde en küçük bir etki yaratabilmişler midir? Bu olmamıştır, ve sıradan insan anlağının böylesine incelikli kurgular için elverişsizliği göz önüne alınacak
olursa, olması da hiçbir zaman beklenmemelidir.
Ve bundan hiç kuşkusuz usun olanaklı tüm kurgul bilgisinin yalnızca deneyim nesnelerine sınırlı olduğu sonucu çıkar. Ama aynı zamanda belirtmek gerek ki, bu nesneleri gerçi kendilerinde şeyler olarak bilemiyor olsak da, gene de en azından onları düşünebilmemiz gerektiği olgusu saklı kalmalıdır* Yoksa bunu görünecek hiçbir şey olmaksızın görüngü gibi saçma bir önerme izleyecektir. şeylerin bilgisi için hiçbir öğenin olmadığı, buna göre hiçbir nesnenin kendinde şey olarak değil ama ancak duyusal sezginin nesnesi olarak,6 e.d. görüngü olarak bilgisini taşıyabildiğimiz—tüm bunlar Eleştiri’nin çözümsel bölümünde tanıtlanacaklardır. Ve bundan hiç kuşkusuz usun olanaklı tüm kurgul bilgisinin yalnızca deneyim nesnelerine sınırlı olduğu sonucu çıkar. Ama aynı zamanda belirtmek gerek ki, bu nesneleri gerçi kendilerinde şeyler olarak bilemiyor olsak da, gene de en azından onları düşünebilmemiz gerektiği olgusu saklı kalmalıdır* Yoksa bunu görünecek hiçbir şey olmaksızın görüngü gibi saçma bir önerme izleyecektir. Şimdi deneyim nesneleri olarak şeyler ve kendilerinde şeyler olarak aynı şeyler arasında Eleştiri’miz tarafından zorunlu kılınan ayrımın yapılmamış olduğunu varsayalım. O zaman nedensellik ilkesi ve dolayısıyla onun belirlenimi içindeki doğa-düzeneği etker nedenler olarak alındıklarında genel olarak tüm şeyler açısından geçerli olacaktır. Bu durumda bir ve aynı varlık, söz gelimi insan ruhu söz konusu olduğunda, onun istencinin özgür olduğunu ve gene de aynı zamanda doğazorunluğuna altgüdümlü olduğunu, e.d. özgür olmadığını açıkça bir çelişkiye düşmeksizin söylemek olanaklı olmayacaktır; çünkü ruh her iki önermede de bir ve aynı anlamda, eş deyişle genelde şey olarak (kendinde şey olarak) alınmıştır, ve önceleyen bir Eleştiri olmaksızın başka türlü alınamazdı. Ama eğer Eleştiri nesnenin bir görüngü olarak ve
bir kendinde şey olarak ikili bir anlamda alınması gerektiğini öğretmede yanılmıyorsa, eğer anlak kavramlarının çıkarsaması doğruysa, ve buna göre nedensellik ilkesi yalnızca ilk anlamdaki şeyler üzerinde, eş deyişle deneyimin nesneleri oldukları ölçüde şeyler üzerinde işliyorsa (bu nesneler ikinci anlamda alındıklarında bu ilkeye altgüdümlü değillerse), o zaman bir ve aynı istencin görüngüde (görülebilir eylemlerde) zorunlu olarak doğa-yasasına uygun olduğu ve bu düzeye dek özgür olmadığı, ve öte yandan bir kendinde şeye ait olarak o yasaya altgüdümlü olmadığı ve dolayısıyla özgür olduğu hiçbir çelişkiye düşülmeksizin düşünülebilir. Bu son yandan bakıldığında, ruhum kurgul us yoluyla (ve hiçbir biçimde görgül gözlem yoluyla) bilinemez-, ve öyleyse duyulur evrende kendisine etkiler yüklediğim bir varlığın özelliği olarak özgürlük de bilinemez, çünkü böyle birşeyi varoluşuna göre belirlenmiş, ve gene de zamanda belirlenmemiş olarak bilmem gerekecektir ki, kavramımı hiçbir sezgi desteklemediği için, olanaksızdır. Ama
tüm bunlar bir yana, gene de özgürlüğü düşünebilirim, e.d. en azından tasarımı kendi içinde hiçbir çelişki kapsamaz, yeter ki iki tasarım türü (duyusal ve anlıksal) arasındaki eleştirel ayrımımız ve buna bağlı olarak arı anlak kavramlarının ve onlardan doğan ilkelerin sınırları saptanmış olsun. Şimdi, eğer ahlakın zorunlu olarak özgürlüğü (sağın! anlamda) istencimizin bir özelliği olarak öngerektirdiğini kabul edersek, eğer usumuzda yatan kökensel kılgın ilkelere onun a priori verileri olarak götürdüğünü ve bunların özgürlük varsayımı olmaksızın saltık olarak olanaksız olacaklarını kabul edersek, ve aynı zamanda kurgul usun bu özgürlüğün hiçbir biçimde düşünülmesine izin vermediğini tanıtlamış olduğunu kabul edersek, o zaman zorunlu olarak o ilk varsayım—eş deyişle ahlaksal varsayım—karşıtı açık bir çelişki kapsayanın önünde geri çekilmeli ve buna göre özgürlük ve onunla birlikte törellik7 (önceden özgürlük varsayılmadıkça karşıtı hiçbir çelişki kapsamadığı için) yerini doğa-düzeneğine bırakmalıdır. Ama ahlak için gereksindiğim tek şey özgürlüğün yalnızca kendi ile çelişmemesi ve bu yüzden onu daha öte anlamak zorunlu olmaksızın en azından düşünülebilmesine izin vermesi olduğu için, ve böylece doğa-düzeneğine göre yer alan aynı eylemin (bir başka ilişki içinde alındığında) yoluna engel çıkarmadığı için, törellik öğretisi ve doğa öğretisi her biri kendi yerlerini ileri sürebilirler. Ama bu ancak Eleştiri bize daha önce kendilerinde şeyler açısından kaçınılmaz bilgisizliğimizi gösterdiği ve kuramsal olarak bilebileceğimiz her şeyi yalnızca görüngülere sınırladığı için olanaklıdır. Arı usun eleştirel ilkelerinin olumlu yararları üzerine bu tartışma Tanrı ve ruhumuzun yalın doğası kavranılan açısından da geliştirilebilir; ama kısalık uğruna bu noktaların üzerinden atlayabiliriz. Böylece Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlüğü usumun zorunlu kılgın kullanımı amacıyla varsaymam bile olanaksızdır, eğer kurgul us için aynı zamanda aşkın içgörü gibi bir boşsavı yoksaymayacak
olursam; çünkü usun böyle bir içgörüye ulaşabilmek için öyle ilkelerden yararlanması gerekir ki, gerçekte yalnızca olanaklı deneyimin nesnelerine eriştikleri için, eğer bir deneyim nesnesi olamayacak olana uygulanacak olurlarsa, bunu edimsel olarak her zaman görüngüye dönüştürecek ve böylece arı usun tüm kılgın genleşmesini olanaksız kılacaklardır. Bu yüzden inanca yer açabilmek için bilmeyi bir yana atmak zorunda kaldım.
Kendi öznemizi ancak görüngü olarak biliriz, kendinde ne olduğuna göre değil.
Kendimizi yalnızca içsel olarak etkilenirken sezebiliriz.
Ama kurgul usa duyulurüstünün
bu alanında tüm ilerleme böylece yadsındıktan sonra, gene de her zaman usun kılgın
bilgisinde koşulsuza ilişkin o aşkın us-kavramını belirlemek için veriler bulunup bulunmadığını, ve böylece, yalnızca kılgısal açıdan olanaklı a priori bilgilerimizle, metafiziğin
dileğine uygun olarak, olanaklı tüm deneyimin sınırlarının ötesine geçip geçemeyeceğimizi araştırma görevi önümüzde kalır. Böyle bir süreçte kurgul us bize en azından belli
bir genişlik için her zaman bir yer sağlamıştır; ve eğer bunu boş bırakması gerekmişse,
gene de bunu usun kılgısal verileri yoluyla—eğer yapabiliyorsak—doldurma yolu önü-
[B xxıi] müzde açık durmakta, giderek onun tarafından bunu yapmaya çağrılmaktayızdır.**
Usun kurgul alana girmesini önleyecek sınır-polisi olması amaçlanan Eleştiri, ironik olarak, modern felsefi bilince en anlamlı ortaklaşa katkıyı üreten bu idealist [Alman idealizminin isimlerinin] filozofların kurgul çabalarının vazgeçilmez öncülü olmuştur.
Anlak (akıl) hiçbir şey sezemez, ve duyular hiçbir şey düşünemezler. Ancak birleşmelerinden bilgi doğabilir.
Saf aklın bu kaçınılmaz sorunları; Tanrı, Özgürlük ve Ölümsüzlük’tür.
Ama tüm bilgimizin deneyim ile başlamasına karşın, bundan tümünün de deneyimden doğduğu sonucu çıkmaz.
Keşiş Terrasson’un dediği gibi, insan bir kitabın büyüklüğünü sayfa sayısı ile değil ama onu anlamak için gereken zamanla ölçerse, birçok kitap üzerine şu söylenebilir: “Bu denli kısa olmasaydı daha kısa olurdu.”
İnanca yer açmak için bilgiyi kaldırmak zorunda kaldım.
Deneyim hiç kuşkusuz bize neyin varolduğunu söyler, ama zorunlu olarak niçin başka türlü değil de öyle olması gerektiğini değil.Bu tür bilgi üzerinde öylesine direten us onun tarafından doyurulmaktan çok uyarılır.
Matematik ve fizik nesnelerini a priori belirlemeleri gereken iki kuramsal us bilimidir. Ama birincisi bütünüyle arı iken, ikincisi ustan daha başka bilgi kaynaklarına dayanmakla ancak bölümsel olarak arıdır.
Eğer bilimlerin birbirlerinin sınırları ötesine geçmelerine izin verilirse, sonuç genişlemeleri değil ama bozulmaları olacaktır
Tutarlı olmak bir filozofun en büyük yükümlülüğüdür, oysa buna çok ender rastlanır.
Gök cisimlerinin devimlerini bütün bir yıldızlar kümesinin gözlemcinin çevresinde döndüğü varsayımı altında açıklamada iyi bir sonuç alamadığını görünce, Kopernik gözlemcinin kendisini döndürüp, buna karşı yıldızları dingin tuttuğu zaman daha başarılı olup olamayacağını araştırmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir