İçeriğe geç

Yokluk Vadisi Kitap Alıntıları – Reyhan Özçelik

Reyhan Özçelik kitaplarından Yokluk Vadisi kitap alıntıları sizlerle…

Yokluk Vadisi Kitap Alıntıları

çünkü yalan her zaman gerçekten kaçardı ama bir gün mutlaka sobelenirdi.
Saniyelerce, dakikalarca baktı; sonsuza kadar da bakacak gibi duruyordu.
Bu dünyada işler iyilikle, güzellikle özürle yürümüyor. Dünya bir savaş alanı. Ülkeler kendi emelleri için nasıl yıllarca savaş yapmışlarsa ve hâlâ da yapıyorlarsa, insan da kendi emelleri uğruna savaş çıkarıyor.
..bakışlarında iyimser duygularının cesedi vardı.
..nefesimden anılarım dökülüyordu.
İnancım felaketim oldu.
oysa bir zamanlar insanları çok iyi hiçleştirirdim.
Bazen gerçeklerin bedeni, nefesi sahtekârlık kokan yalandan bir iskelete bağlıdır. İskelet, kendisine kılıf olan bedene mi adamalı kendini yoksa beden, kendisini ayakta tutan iskelete mi inandırmalı kendini?
Herkes, kendisini bekleyen kadere meydan okumaya çalışır.
Sanki ortadan ikiye bölünmüştüm; bir yanım cennete, diger yanım cehenneme düşmüştü ve ortadan ikiye bölündüğüm yerden akan kan arafa damlıyordu. Cümlelerim, arafa damlayan o kandı.
..ruhu sızlayan birinin sönük çığlıkları gibi.
Kalbim, neden kendini intihar edecekmiş gibi çarpıyordu?
..kendimi ucuz bir duygu dilencisi gibi hissediyordum.
Normal bir zihne sahip değilim.
“ Çok acıyor mu? ”
“ Bu kadar küçük bir yara acıtmaz.”
“ Acıtır. Ufak bir kesik bile bazen fazlasıyla canımızı acıtmıyor mu? ”
İçtenlikle bana yaklaştığını sandığım kişinin aslında ne kadar samimiyetsiz olduğunu bilmek berbattı.
Sızı, sadece olduğu yeri sızlatıyordu. Oysa kalbe bir acı düştüğünde bütün beden acıyordu, zihne keder dolduğu zaman bütün beden kederleniyordu.
O suçlu, fiziksel yaralarımı tedavi edebilecek ilaçları yanıma koyabilmişti. Peki, ruhsal yaralarımı tedavi edebilecek ilaçları da yanıma koyabilecek miydi?
Kalbim, göğüs kafesimi parçalamak isteyen bir hırsla çarpıyordu.
Çünkü bir hissi ya da duyguyu üst seviyelerde yaşamak diğer duyguların ve hislerin farkına varamamaktı.
Gözyaşlarım, yanaklarımı adeta bir zemin kabul ederek orada dans tutuşmuş, acının ve korkunun resitalini veriyordu.
ormanda bir tren yolu vardı ama tren yoktu. Korku vardı ama kâbuslar yoktu. Kâbuslara tren çarptı, varlığın içine iki yokluk düştü. Ölüm vardı ama ruh yoktu. Beden vardı ama hayat yoktu. İki yokluk birbirine çarptı, yaşayan bir ölü doğdu.
İnsanın zihninde bir cehennem varsa cennet gibi yerlerin hiçbir önemi yoktu.
Kan; insanların, Tanrı’nın verdiği hayata yazarken kullandığı mürekkep. Bir yaşamın sembolü. Bir yaşam emaresi.
Bir kötüsün, bir iyisin. Yıllarca geçtikçe kötü biri olduğunu söylemiştin ama arafta kalmış bir ruh gibisin.
Oysa ne kadar basit cümleler kursam da insanlar beni anlamayacaktı çünkü ben ne, nasıl anlatılır hiç bilmiyordum.
Bana bir yaranın nasıl sarılacağını sen hiç öğretmedin.
Bir ruhta kötülük doğum yaparken o doğumun sancısı ve alevi gözlere düşerdi.
Sanki tek bir kelimeye tüm anılarım saklanmıştı.
.. mantığın şu an rotasız bir gemi gibi, sen gideceğin yönü seçmediğin için dalgalar ve rüzgâr onu nereye sürüklerse oraya gidiyor.
Yıllar geçti kötü biri oldum, çok kötü.
Herkes kötülük yapabilirdi, iyinin peşinden koşan bir insan bile ama kötü bir insan olmak bambaşka bir şeydi. Bu, baştan aşağı ateşle yıkanmaktı; belki de ateşin kendisi olmaktı.
Ne mutluydum ne de üzgündüm; daha çok gerçek bir duyguya sahip olmak ister gibiydim.
Eğer zihnimin içinde bir daktilo olsaydı ve düşüncelerim onun kâğıdını yazılıyor olsaydı, muhtemelen o mekanik, şıkırtı dolu sesler hiç durmazdı.
Eğer gerçekler insanların dilinden kolayca dökülebilseydi, böyle bir kelime gerçekten var ola bilir miydi?
..eğlenceler beni hep ağlatıyor, sanırım ben bütün dünyaya aykırı bir eğlence anlayışına sahibim.
Yıldızlar umuttu.
O ve ben farklıydık; onun kalbi buzuldu, benimki kumdu. Belki nihayetinde ikimiz de çöldük ama onun çölü hep soğuktu, benim çölüm ise gökte güneş belirdiğinde sıcaj, kaybolduğunda soğuktu.
“ Geçmişten korkuyordu yoksa? Geçmişin şimdiyi kirletmesinden? ”
“ Şimdi zaten kirli, çünkü sen geçmiş gibi kokuyorsun. ”
.. az önce oturma odasından çıkarken de kolu kolumu sıyırmış, varlığı varlığıma dokunmuştu.
.. mazinin zihnimin dehlizlerinde yol almasına izin verdim.
“ Zarar mı veriyorum? ”
“ Evet ”
“ Düşüncelerine mi, bedenine mi yoksa ruhuna mı? Şu an sadece düşüncelerindeyim. Bedenine ve ruhuna sıçramadan önce düşüncelerinde beni öldürmen gerekecek ama ben, beni öldürmene izin vermeyeceğim. Daima karşısında belirerek gözlerinden içeri, zihninin tam içine dalacağım. ”
insanların düşüncelerinin bana ulaşmaması için önüme bariyer kurabilseydim.
Bir insanın içindeki kiri gördüğünde o insana kılıf olan ten umrunda bile olmuyor.
Gemi yolcusunu bırakıp uzak kıyılara gitti.
“ Kaçmak yerine, dövüşsene. ”

Ruhumu paramparça edersin.

” Neden özür dilemezsin? Kibrin küçülür, yüceliğin alçalır diye mi? ”
Ben, çok az insanla yaşamayı ve onlarda çok az bir parçamın olmasından yanaydım.
Mutluluğu benden esirgediğin ve benim yaşamımı kendi yaşamınmış gibi kullandığın için seni affetmeyeceğim.
Özde var olan gücün belli durumlarda yetersiz kaldığını görmek ise duyguları incitiyordu, yaralıyordu. Ve acı, yaradan besleniyordu.
Bence kalbinde korku duygusunun ayaklanması var ve sen, bunu reddeden cümlelerin ardına saklanarak gerçekten kaçıyorsun.
“ Seni Derin’le tanıştırayım. ”
“ Yaşayan bir ölüyle tanışmak istediğimi de nereden çıkardın? ”
“ Alışıyorsun ” dedim sessizce,
“ insan her şeye alışıyor.”
Çok kısa bir an, birbirimizin gözlerine soluksuzca baktık ancak o bakışın içinde kanlı cümleler, şeytanın kalbinden yükselen duygular ve ateş vardı.
sanki yaşama diri diri gömülmüştüm.
zihnimde her bir harf özenle seçilip işleniyordu.
Ruhumdakı acıların da bedenimdeki acılar gibi herkes tarafından okunamasını istemiyordum, onlar gizli kalmalıydı.
Dış dünya beni korkutuyordu.
İnsanları tanımıyor, bilmiyor ve anlamıyordum.
Ölmek üzereydim ya da doğmak?
Ve ruh ateşi buldu. Kötü insanlar tanımıştım. Herkes kötülük yapabilirdi,ama kötü insan olmak bambaşka bir şeydi. Bu baştan aşağı ateşle yıkanmaktı,belki de ateşin kendisi olmaktı
O, benim yanlışımdı; kabul etsem de etmesem de o benim en güzel hatamdı.
Biri kalbini kırdığında üzülürsün ama ruhunu kırdığında üzülmekten çok daha fazlasını hissedersin.
Her başlangıcın kendi özünde taşıdığı bir son vardır
Herkes, kendisini bekleyen kadere meydan okumaya çalışır.
Ormanda bir tren yolu vardı ama tren yoktu. Korku vardı ama kabuslar yoktu. Kabuslara tren çarptı, varlığın içine iki yokluk düştü. Ölüm vardı ama ruh yoktu. Beden vardı ama hayat yoktu. İki yokluk birbirine çarptı, yaşayan bir ölü doğdu.
Bir başlangıç ne kadar zor olabilirdi ya da bir başlangıcı insan kendisi için ne kadar zorlaştırabilirdi?
Bir yara sarılırdı ama o yaranın acısı ruha miras kalırdı. Bu yüzden ruhumuzda, aldığımız yaralar tarafından çizilen acı haritası vardı.
O an anladım ki, bir hayali gerçekleştirmek için duyulan umut ölünce, o hayal de ölüyordu
O, bu dünyanın topraklarına düşmül cehennem ateşidir.
Özdeki iyilik, sözdeki kötülük.
Güneş dün olduğu gibi bugün de ufukta dağıldı ve yine gökyüzü, ilahi bir fırçayla siyaha boyandı. Bu gökyüzünün siyah tablosuna yıldızlar, aydınlığın tohumları gibi yerleştirildi.
Hala umudun bir yerlerde olduğunu, bir beden de yaşadığını, bir zaman diliminde bulunacağını anlatır gibi yerleştirildi hem de
Yıldızlar umuttu.
Kalbin haritası çizilebilir miydi, bilmiyordum ama ben çoktan kendi kalbimin haritasını çizmiştim.
Hissetmek kalbimin başkentiydi, duygular ise kalbimi meydana getiren toprak parçalarıydı ve her bir duygunun yüzölçümü birbirinden farklıydı. Mesela, kalbimin topraklarında en az yüzölçümüne sahip olan duygu sevgi iken, en fazla yüzölçümüne sahip olan duygu da umutsuzluktu. Belki de bu yüzden umutsuzluğu çokça hissederken, sevgiyi pek hissedemiyordum.
“Bir insanın içindeki kiri gördüğünde o insana kılıf olan ten umurumda olmuyor.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir