İçeriğe geç

Atalarımızın Gölgesinde Kitap Alıntıları – Carl Sagan

Carl Sagan kitaplarından Atalarımızın Gölgesinde kitap alıntıları sizlerle…

Atalarımızın Gölgesinde Kitap Alıntıları

Ölüm gizlenmiş bir kaplan gibi, şüphelenmeyeni vahşice öldürmek için pusuda beklemektedir.
Duygusallaştırmadan, mitleştirmeden ve onları mükemmel olmadıkları için haksız yere suçlamadan ebeveynlerimizin gerçekte kim olduğunu anladığımızda biraz olsun yetişkinliğe ereriz. Olgunluk hazır olmayı gerektirir, ne kadar acı ve yürek parçalayıcı da olsa karanlık köşelere, korku veren gölgelere bakabilmeyi gerektirir. Atalarımızı anımsar ve kabullenirsek belki çocuklarımızın yolunu aydınlatabilir eve güven içinde dönmelerini sağlayabiliriz.
Aziz Thomas Aquinas, Summa Theologia adlı eserinde şöyle yazıyordu: ‘İnsan eylemlerine hakim olduğu için diğer irrasyonel yaratıklardan ayrılır.’ Peki biz gerçekten her hal ve şartta altında hareketlerimizi kontrol edebiliyor muyuz?
Dünyadaki canlılar birbirlerine bağımlıdır. Yaşam karmaşık şekilde dokunmuş bir kumaşa benzer. Birkaç ipliği çekerseniz her şey eskisi gibi mi kalır yoksa bütün kumaş sökülür mü kimse bilemez.
Alev sanki başka bir dünyadan gelmiş gibidir. Ama kozmosun bu yakasında gerçekten de Dünya’ya özeldir. Güneş sistemimizdeki bütün gezegenler, aylar, asteroitler ve kuyruklu yıldızlar arasında yalnızca Dünya’da ateş bulunur, çünkü bolca oksijen bulunmaktadır. Ateş daha sonraları yaşam ve zeka ile ilgili büyük sonuçlar doğuracaktı. Bir şey daima başka bir şeye yol açar.
Eğer sonsuza kadar yaşasaydık, Adashino’nun çiyleri hiç kaybolmasaydı, eğer Toribeyama’nın üzerindeki krematoryumun dumanı hiç azalmasaydı, insanlar acıdan anlamazdı. Yaşamın güzelliği geçici olmasından ileri gelir. İnsanlar canlılar arasında en uzun yaşayanlardandır ve barış içerisinde yaşanmış bir sene bile oldukça uzun bir zaman gibi gelir. Ama aşk olunca Dünya’da bin sene bir rüya gibi geçip giderdi.
Yaşam savurgan ve kördür, bu seviyede adalet fikri ile ilgilenmez. Yığınları kaybetmek umurunda değildir.
İnsan gözüyle bakıldığında şempanzelerin sosyal hayatı pek çok açıdan kâbus gibi görünür. Ama aşırılıklarına rağmen rahatsız edici bir biçimde insan sosyal hayatıyla benzerlikler taşır. Erkek gruplarının yaşamında hiyerarşi, kavga, dövüş, savaş ve aşksız seks belirleyici rol oynar. Dominant erkeklerle uysal dişiler, entrikacı astlar, hiyerarşinin her basamağına egemen olan saygı açlığı, gelecekte sadakat temin etmek için bugün yapılan iyilikler, pek gizli kalmayan şiddet, koruma vaadi / ölüm tehdidi ve şantajla sekse zorlama, el sürülebilen yetişkin dişilerin cinsel açıdan sistematik istismarı vs. ile kralların, diktatörlerin, büyük patronların, bürokratların, gangsterlerin ve büyük adam olduğu düşünülen pek çok tarihsel kişiliğin hayat tarzı arasında benzerlikler görülecektir.
Bir sineğin ya da hamamböceğinin bilinçliliği hakkında sorular sorulduğunda pek çok bilimcinin asabı bozulur. Ama bazen (doğa tarafından kodlanmış) programları, (öz) farkındalıktan ayıran parçacıkların yalnızca ince değil ama neredeyse saydam olduğu gibi tüyler ürpertici bir duyguya kapılırsınız.
Hayvanlar yakın akrabaları için gerçek fedakârlıklar yapmak isteyebilir ama uzak akrabaları için fedakârlık yapmak istemeyeceklerdir. Şöyle düşünün: Çocuklarınızın aç, evsiz veya ölümcül bir hastalığın pençesinde olduğunu bile bile akşamları rahat rahat uyuyorsunuz. Böyle bir şey çoğumuz için mümkün değildir. Ama her gün kolaylıkla önlenebilecek bir neden olan açlıktan, ihmâlden ve hastalıktan dolayı kırk bin çocuk ölüyor. Birleşmiş Milletler’in kaynakları bu çocukları kurtarmak için yeterli. Hastalıklara karşı aşı yapılabilir ve çocukları doyurmak için günde bir kaç sent harcanabilir. Ama para bu tür bir kullanıma açık değildir. Önceliği ağır basan ihtiyaçlar vardır. Çocuklar ölmeye devam eder ve biz de rahat rahat uyuruz. Onlar uzaklardadır. Bizim çocuklarımız değillerdir. Şimdi akraba seçiliminin gerçekliğine inanmadığınızı söyleyebilirseniz, söyleyin.
Eskiden Evrenin Kralı idik; ama şimdi bizden, aşağının da aşağısı, çamurumsu, sümüksü, gözle görülemeyecek kadar küçük ve beyinsiz yaratıkların soyundan
geldiğimizi kabul etmemiz isteniyor.
Zaten bir zamanlar bir kız ve bir oğlandım, bir çalı ve bir kuştum ve denizde sessiz bir balıktım.

—Empedokles

Medeniyetin cilalı yüzeyi kaldırıldığında sanki bir şempanze dışarı çıkmaya çalışıyor gibidir.
Eğer ürüyorsanız, mutasyona uğruyorsanız ve mutasyonlarınızı da üretiyorsanız evrilmek zorundasınız. Bu konuda başka bir şansınız bulunmamaktadır. Yaşam oyununu oynamaya devam etmeniz gerekmektedir ve eğer kazanıyorsanız bu, yakın akrabalarınızdan ve atalarınızdan ayrıldığınız anlamına gelir. Kuşaklar boyunca olaysız geçen bir süreçten sonra tek bir tren kazası sizin ve kendinize has DNA’ nızın yok olması için yeterlidir.
Dünyanın nasıl oluşduğunu daha iyi anladıkca, tanrıyı ve ya tanrıları yaratma ihtiyacımız azalıyor.
İnsanın en yakın akrabası şempanzedir. Şempanzenin en yakın akrabası da orangutanlar değil insanlardır. Farelerin sıçanlarla, hindilerin tavuklarla ya da develerin lamalarla olduğundan daha yakın akrabayız.
Yanlışın düzeltilmesine duyulan saygı, ideallerine sadık kaldığı sürece bilimin bir özelliğidir.
Kilise Giordano Bruno ‘yu kendi kendine düşünüp, düşüncelerini yüksek sesle söyleyip, sözlerini de geri almadığı için yakmıştı.
Doğa duygusallıktan uzaktır. Ölüm doğanın içindedir.
Ruhun Latincesi anima’dır. Bu sözcüktense birçok modern dilde bir kelime türemiştir, o da animal yani hayvandır.
DNA’nın normalde sessiz olan bölgelerinde düzenli olarak biriken ve tamir edilmeyen mutasyonlar, başka nedenlerle beraber kansere ve başka hastalıklara yol açar
İnsanlar gibi uzun yaşayan organizmalar bu sessiz bölgeleri tamir etmek için büyük dikkat harcar ama fare gibi kısa ömürlü organizmalar bunu yapmaz ve çoğunlukla tümörlerle dolu olarak ölür.
Yaşam nereye gittiğini bilmiyor. Uzun vadeli bir planı yok. Aklında bir sorun yok. Aklında bir son yok. Bir son olabileceğini düşünecek bir aklı yok. Süreç teolojinin tersine işler. Yaşam savurgan ve kördür,bu seviyede adalet fikriyle ilgilenmez. Yığınları kaybetmek umurunda değildir.
Darwin’in, ölmeden önce, son nefesini verirken evrime dair düşüncelerinin dine aykırı olduğunu söyleyip tövbe edeceğini düşünerek içini rahatlatmaya çalışanlar vardı. Ama Darwin ölümü sakinlikle ve hiçbir pişmanlık duymadan karşıladı ve ölmekten hiç korkmadığını söyledi.
Kızlar ya erkeklerin altında olmak, köle veya oyuncak olmak;ya da erkeklerin üzerinde olmak, bir tür ilahi yaratık, bir melek olmak üzere yetiştiriliyordu.Kadınların erkeklerin yoldaşı ve eşiti olma ihtimaline doğanın hiçbir itirazı yokken bu eğitim sistemini yönetenlerin aklının ucundan bile geçmiyordu. Huxley daha iyi bir dünya için atılacak ilk adımın kadınları özgürleştirmek olduğunu söyledi.
Tüm kanıtların gösterdiğine göre insanın en yakın akrabası şempanzedir. Şempanzenin en yakın akrabası orangutanlar değil insanlardır. Benzerlik ne kadar azsa, dizilerde oran farklılaşacaktır.
Kadim Mayalara ait Popol Vuh adlı metinde maymunlardan tanrıların bizi yaratmayı başarmadan önceki son deneyi olarak söz edilir. Tanrıların niyeti iyiydi fakat mükemmel zanaatkarlar değillerdi. İnsan yapmak hiç kolay değildi. Afrika’da Orta ve Güney Amerika’da ve Hindistan’da her zaman maymunların insanlarla sıkı bir bağlantısı olduğu düşünülmüştür. Onlara ya insan olmaya aday ya da insan olmayı başaramamış canlar şeklinde yaklaşılmıştır. İlahi yasayi çiğnedikleri için rütbeleri indirilerek cezalandırılmışlardır ya da medeniyetin gerektirdiği özdisiplinden gönüllü olarak kaçan sürgünlerdir.
Farklılıkların ne kadar küçük ve az, benzerliklerin ne kadar çeşitli ve çarpıcı olduğunu görmek bizi şaşkına çevirir.
Kendi bulanık kopyalarıyla yüz yüze geldikten sonra, derin düşünmeyen bir insan bile bunun çok şaşırtıcı bir şey olduğunun bilincine varır. Şaşkınlığının nedeni aşağılayıcı karikatürün verdiği iğrenme hissinden çok, zamana duyulan ani ve yoğun güvensizlik, kendisinin doğanın içindeki ve yeraltı dünyasındaki konumunu anlatan çok ciddiye alınmış teorilerin yitip gitmesi ve güçlü temellere sahip ön yargıların sarsılmasıdır. Bu, fazla düşünmeyenlerin zihninde belli belirsiz bir şüphe yaratır; bilimin son dönemdeki gelişmelerinden haberdar olanlarsa bunu büyük bir sav olarak görür ve ileride doğuracağı sonuçlardan endişe duyar.
İçimizde bilincin tüm halleri hayvanlarda da olduğu gibi beyin maddesindeki moleküler değişimler yoluyla olur. İnsanda da hayvanlarda olduğu gibi bir bilinç halinin organizmanın maddesinin hareketini değiştirdiği konusunda bir kanıt yoktur. Eğer bu görüşler iyice temellendirilirse, zihinsel durumumuz organizmada otomatik olarak gerçekleşen bilinç değişimlerinin sembolleridir ve aşırı bir örnekleme yaparsak istem dediğimiz duygu gönüllü eylem sonucu değil beynin durumunun sembolüdür, bu da eylemin dolaysız nedenidir. Biz bilinçli otomatlarız
Bir dizi olağanüstü karmaşık bilgisayar programlarından öte bir şey olduğumuzu biliyoruz . İç gözlem bize bunu söylüyor. Böyle olduğunu hissediyoruz Descartes da neden bir şeylere inanmamız gerektiğini dair şüpheci bir inceleme yaparak ünlü önermesiyle çıkageldi. Cogito, ergo sum (“Düşünüyorum o halde varım ) dedi ve bunu söyleyerek Dünya’da yalnızca insanlara ölümsüz ruhlar verdi.
Sonsuza kadar hem ayrı hem yan yanalar!
Anı ve düşünce nasıl da müttefik!
Duyguyu düşünceden yalnızca ince bir paravan ayırır!
Hayvanlar yakın akrabaları için gerçek fedakarlıklar yapmak isteyebilir ama uzak akrabaları için fedakarlık yapmak istemeyeceklerdir. Şöyle düşünün: çocuklarınız aç, evsiz veya ölümcül bir hastalığın pençesinde olduğunu bile bile akşamları rahat uyuyorsunuz. Böyle bir şey çocuğumuz için mümkün değildir. Ama her gün kolaylıkla önlenebilecek bir neden olan açlıktan, ihmalden ve hastalıktan dolayı kırk bin çocuk ölüyor. Birleşmiş Milletler’in kaynakları bu çocukları kurtarmak için yeterli. Hastalıklara karşı aşı yapılabilir ve çocukları doyurmak için günde birkaç sent harcanabilir. Ama para bu tür bir kullanıma açık değildir. Önceliği ağır basan ihtiyaçlar vardır. Çocuklar ölmeye devam eder ve biz de rahat rahat uyuruz. Onlar uzaklardadır. Bizim çocuklarımız değillerdir.
17. yüzyılda Hollanda’dan Batı Afrika’daki Altın Kıyıya gelen köle tacirleri çok sayıda köle satın aldılar ya da yakaladılar ve Karayipler’deki Curaçao’ya ve güney Afrika’daki Surinam kolonilerine götürdüler. Curaçao’da sıtma olmadığından orak hücre özelliği anemiye yol açmaya devam etti ama oraya götürülen kölelere bir avantaj da sağlamadı. Ama Surinam’da sıtma yaygındı ve orak hücre özelliği de genellikle yaşamla ölüm arasındaki sınırı belirliyordu.
Bundan üç yüz yıl sonra kölelerin soyunu incelediğimizde Curaçao’dakilerin özelliği kaybettiğini ama Surinam’da orak hücrenin hala iş başında olduğu anlaşıldı. Curaçao’da orak hücre özelliği seçilime uğramış, Surinam’daysa sürdürülmüştü. Böylelikle doğal seçilimin insanlar gibi yavaş evrilen yaratıklarda bile kısa dönemde işlev gördüğü sonucuna varıyoruz.
Doğa, görünüşü hiç umursamaz, yalnızca görünüşün herhangi bir varlığa yararlı olup olmadığına bakar. Tüm yaşam makinesinin içindeki her organı, her yapısal farklılığı değiştirebilir. İnsanlarsa yalnızca kendi iyilikleri adına seçim yapar: Doğa ise bunu hizmet ettiği varlık adına yapar.
Darwin, seçilime devam edebilecek bir varlığı hayal etmemizi istiyor. Şaşmaz bir dikkatle, istenen tek bir karakteristik özellik için milyonlarca yıl boyunca bunu yapabilecek bir varlık. Doğal seçilimin aslında ima ettiği böyle bir varlığın mevcut olduğudur. Darwin evrim için neredeyse sınırsız zamanımız olduğunu yazmıştır
Dünya’nın nasıl oluştuğunu daha iyi anladıkça, Tanrı’yı veya tanrıları yaratma ihtiyacımız azalıyor; herhangi bir ilahi müdahale zaman ve nedensellik bağlamında artık git gide uzaklaşıyor.
Tanrı bir insan buluşudur. O yüzden Tanrı’nın doğası yüzeysel bir gizemdir. Asıl büyük gizem insanın içinde yatmaktadır.
Kim olduğunu anlamaya çabalayan her kültür kendi mitini yaratmıştır. Kendi içimizdeki çelişkiler; birbirleriyle eşit olsalar da çekişip durmaktan geri kalmayan tanrılara ya da mükemmel olmayan bir Yaratıcı’ya; veya asi bir melek ve her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya veyahut da bu Tanrı’yla ona itaat etmeyen insanlar arasındaki eşitsiz mücadeleye yorulmuştur.
İnanmak İstemiyorum, Bilmek İstiyorum!
Dinde yaratılış efsanesi doğayı bastırmamıza yol açmaktadır ve her hayvanın bizden korkacağını ve çekineceğini söylemektedir. Bu dini hükümler çevrenin insan saldırısına uğramasıyla ilgili pratik sonuçlara yol açmaktadır. Dini liderlerin ya da kendini dinle ifade eden politik liderlerin hiçbiri çevreyi korumak yönünde politik hareketlerde bulunmamıştır ve bu konuda bir duruşa sahip değildir.
Platon rüyalarda aklın kontrolünün yitirilerek ruhun nazik tarafının uykuya daldığını, içimizdeki Vahşi Hayvan’ın şahlanarak, utancı ve aklı bir kenara atıp hiçbir engel tanımadığını söyler. Buna ensest, cinayet ve yasak meyve de dahildir. Sigmund Freud içimizdeki hayvanı id olarak adlandırmıştır. İd, İngilizce it in ( o ), Latince karşılığıdır.
İnsan kibrini ve gururunu dengelemeleri için dünyada hala kuyruksuz maymunların yaşıyor olması gerçekten yararlıdır.
Şempanzeler ve bonobolar insanın sözde farklarını içeren listedeki tüm maddeleri silip atmıştır! Özfarkındalık, dil, fikirler ve çağrışımları, mantık, ticaret, oyun, seçim, aşk, fedakârlık, kahkaha, gizli yumurtlama, öpüşme, yüz yüze sevişme, dişi orgazmı, işbölümü, yamyamlık, sanat, müzik, politika, iki ayak üstünde yürüme, alet kullanımı, alet yapımı ve daha pek çok şey.
Şempanzeler akıllıdır. Alanlarının mükemmel zihinsel haritasını kafalarının içinde her yere taşırlar. Bitkilerin mevsimsel döngüsünü bilirler ve yaşadıkları bölgede olgunlaşan sebze ve meyveleri toplamak için biraraya gelirler. İlkel kültürleri, ilaçları ve teknolojileri vardır. Dile karşı şaşırtıcı bir kapasiteye sahiptirler. Gelecek için plan yapabilirler.
Şempanzeler belki yağmurdan kaçıp içeri girmeyi bilmez ama alet kullanmayı bilir. Yalnızca bu kadarıyla da kalmaz, bir aleti önceden tasarlayabilirler; daha sonra planladıkları bir eylem için gerekli aleti edinirler. Doğru taşı veya sopayı bulmak için uzun mesafeler kat ederler ve bulunca da eve getirirler. Aletin ne için kullanılacağını kafalarında uzun süredir kurmuş görünürler.
Zekâ ve teknoloji olmadan bir medeniyet yaratamayacağımız kesindir. Ama medeniyeti türümüze özgü olarak tanımlamak ya da zekâ seviyemiz üzerinden bir tanım oluşturmak anlamsızdır çünkü insanların Dünya’da geçirdiği zamanın yüzde 99’unda bir medeniyet söz konusu değildi. Bugün olduğu gibi o zamanlar da insandık ama bir medeniyet kurmayı henüz düşlemiyorduk.
Sadakat söz konusu olduğundaysa yeryüzünde insan kadar güvenilmez başka bir varlık yoktur, der Montaigne. Ama ateşböcekleri, rakiplerinin dişilere gönderdiği eşleşme mesajlarının uygunsuz kaçması için kendi sinyallerini büyük bir beceriyle araya sokar. Bazı şempanze dişileri, gruplarındaki genç anneleri vampir gibi takip eder ve bebeklerini yakalayıp yemek için fırsat kollar.
İnsanlar ve hayvanlar arasında keskin bir farklılık ortaya konmalıdır ki suçluluk veya pişmanlık duymadan onları irademize göre şekillendirebilelim, kendimiz için çalıştıralım, derileriniz yüzüp giyelim ve onları yiyebilelim. Bu meseleleri sorun etmeden, vicdanımız sızlamadan, kısa vadeli amaçlarımıza ulaşmak için ya da dikkatsizliğimizden ötürü tüm türleri tüketebiliriz. Onların yok olması çok da önemli değildir: Sonuçta bu varlıklar bizim gibi değildir. İnsan egolarının okşanması için bu kapatılamaz mesafe yaratılmıştır. Darwin şu sonuca ulaşmıştır: Kölelerimiz yaptığımız hayvanları, eşitlerimiz olarak görmekten hoşlanmayız.
65 milyon yıl önce küçük bir gezegen Dünya’ya çarptı ve çevreyi tamamen değiştirerek dinozorları ortadan kaldırdı. O zamana kadar önemsiz görünen memeliler ön plana çıkarak, gelişmeye ve yayılmaya başladı. O dönem primatların olup olmadığını ya da memeli türlerinden birinin primat olarak evrimleşip evrimleşmediğini bilmiyoruz. Bugün ABD eyaleti Wyoming’e ait topraklarda 50 milyon yıl önce ağaçlarda yaşayan primatlar vardı.
Primat doğamızı ve gelişimini daha iyi anlayabilmek için 100 milyon yıl önceye, Mezozoik çağın sonlarına bir bakalım. Bu insan yaşıyla ölçülecek olsa, orta yaşlı bir insanın bir sene öncesine gitmek gibi olurdu. Memeliler o zaman da vardı ama bulunmaları kolay değildi. Gündüz saatlerine dinozorlar hükmediyordu ve aralarında gelmiş geçmiş en dehşet verici ölüm makineleri vardı. Memeli atalarımızın utangaç, zayıf, küçük hatta bir fare büyüklüğünde olduğu düşünülüyor.
Kimileri bunu onun dehasına atfeder, diğerleriyse ulaşılması kolay görünen bu sonuçları almak için inanılmaz bir çaba ve emek gerektiğini düşünür. Ne kadar araştırma yaparsanız yapın onun keşfettiği şeyi siz keşfedemezsiniz, ama yine de o görür görmez bunu ben de keşfederdim dersiniz; o sizi sonuca pürüzsüz ve kestirme bir yol izleyerek götürür İşte böyleydi Arşimet.
Cape of Good Hope’da bir yetkili, babunlardan birini sıkça rahatsız ediyormuş. Bir pazar günü geçit töreni sırasında yetkilinin geldiğini gören babun bir çukura su dökerek hızla çamur yapmış ve çamuru adam geçerken üstüne fırlatmış. Bu olaydan sonra babun kurbanını her gördüğünde neşelenerek, zaferini kutlamaya devam etmiş.
Jibonlar istisnasız tek eşlidir. Evlilikleri hayat boyu sürer. Kilometrelerce öteden duyulan içli şarkılar söylerler. Yetişkin erkekler genellikle güneş doğmadan önce karanlıkta uzun solo şarkılar söyler. Bekarlarsa, uzun zamandır evli olanlardan daha içli ve uzun şarkılar söyler ve bunu günün başka bir saatinde yapar. Karı koca beraber düet yapmaya bayılırlar. Dul kalanlar sessizce yas tutar ve bir daha hiç şarkı söylemez.
Şempanze toplumu, üyelerinin çoğunun uyduğu, belirli kurallar dizisine sahiptir. Üst rütbelilere itaat edilir. Dişiler erkeklere saygı gösterir. Ebeveynlere değer verilir. Çocuklara bakılır, özen gösterilir. Şempanzeler bir çeşit vatanseverlik duygusuna sahiptirler ve gruplarını yabancılara karşı korurlar. Yiyeceklerini paylaşırlar. Ensestten nefret ederler. Ama bilindiği kadarıyla kanun yapıcıları yoktur. Taş tabletleri ve kılavuz olacak kutsal kitapları da yoktur. Yine de ahlak kuralları kendilerince işler görünmektedir. Arasında insanlara gayet tanıdık gelen ve sempatik olan kurallar da vardır.
İnsan gözüyle bakıldığında şempanzelerin sosyal hayatı pek çok açıdan kabus gibi görünür. Ama aşırılıklarına rağmen rahatsız edici bir biçimde insan sosyal hayatıyla benzerlikler taşır. Erkek gruplarının yaşamında hiyerarşi, kavga, dövüş, savaş ve aşksız sex belirleyici rol oynar. Dominant erkeklerle uysal dişiler, entrikacı astlar, hiyererşinin her basamağına egemen olan saygı açlığı, gelecekte sadakat temin etmek için bugün yapılan iyilikler, pek gizli kalmayan şiddet, koruma vaadi/ ölüm tehdidi ve şantajla sekse zorlama, el sürülebilen yetişkin dişilerin cinsel açıdan sistematik istismarı vs.ile kralların, diktatörlerin, büyük patronların, bürokratların, gangsterlerin ve büyük adam olduğu düşünülen pek çok tarihsel kişiliğin hayat tarzı arasında benzerlikler görülecektir.
Maymunlar büyürken tımar edilmezse ve sarılma gibi deneyimler yaşamazsa sosyal, duygusal ve cinsel bakımdan eksik kalırlar.
Darwin 1838 yılında M başlıklı defterine şöyle yazıyordu: İnsanın kökeni artık kanıtlanmıştır. Babunları anlayan biri metafiziğe (filozof John) Locke’tan daha fazla katkı yapabilir.
Kadim Mayalara ait Popol Vuh adlı metinde maymunlardan tanrıların bizi yaratmayı başarmadan önceki son deneyi olarak söz edilir. Tanrıların niyetleri iyiydi ancak mükemmel zanaatkarlar değillerdi. İnsan yapmak hiç kolay değildi. Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da ve Hindistan’da her zaman maymunların insanlarla sıkı bir bağlantısı olduğu düşünülmüştür. Onlara ya insan olmaya aday ya da insan olmayı başaramamış canlılar şeklinde yaklaşılmıştır.
Soy içi üreme bebek ve çocuk ölümlerine yol açan genetik sorunları beraberinde getirir. Bu durum hayvan ve bitki topluluklarında da gözlemlenebilir. Seksüel mikroorganizmalarda bile ensest geçlerin ölümüne yol açmaktadır. Hayvanat bahçelerinde ensest sonucu doğan kırk ayrı memeli türünün yavrularında ölümlerin arttığı ve bazı türlerin diğerlerine oranla ensestin zararlarına daha açık olduğu gözlemlenmiştir. Meyve sineklerinde başarılı kız ve erkek kardeş eşleşmelerinde, yedinci kuşakta yalnızca birkaç yavru hayatta kalabilmiştir. Babunlarda birinci kuzenler arasındaki çiftleşmeler sonucu doğan yavrular yaşamlarının ilk ayı içerisinde ölmüştür. Bitkilerde özellikle mısır sürekli soy içi üreme sonucu bozulmakta, küçülerek sıskalaşmakta ve solmaktadır. Bu yüzden bugün yediğimiz mısır melezdir. Primatlar dahil olmak üzere pek çok hayvan türü yakın akrabalarla çiftleşmeyi engelleyen tabulara sahiptir.
Müzik kayıtlarınızın yavaş yavaş bozulmasını nasıl durduramazsınız, zararlı mutasyonları da öyle durduramazsınız, ama türe yayılmasını engelleyebilirsiniz. Doğal seçilim kalabalığı elekten geçirir, işe yaramayanlardan kurtulur. Mutasyonun ilerde kazara işe yarayacağı düşünülmez. Darwin’in seçilimi kürsüye çıkar, hükmünü verir, kılıcını savunur.
Dişi farelerin yumurtalıkları ameliyatla alındıklarında ve testesterona maruz bırakıldıklarında saldırganlaşırlar, kadınsı cinsel davranışlarının yanı sıra eril eğilimler gösterirler. Erken dönemde testesterona maruz bırakıldıklarıdaysa yetişkin erkekler onları diğer dişiler kadar çekici bulmaz.
Aristoteles’in (bin yıl sonra Sigmund Freud’da yankı bulan) dişi sakatlanmış erkektir şeklindeki bakış açısı yanlıştır. Erkek de testesteronla değişmiş bir dişi değildir; fakat bu yine de gerçeğe daha yakın bir ifadedir.
Yeni oluşturulan erkek maymun gruplarında bir maymun hiyerarşinin ne kadar tepesindeyse, kan dolaşımındaki testesteron oranı da o kadar fazladır.
İnsana gelince, ota benzer ömrü,
Kır çiçeği gibi serpilir;
Rüzgâr üzerine esince yok olup gider,
Bulunduğu yer onu tanımaz.
Tüm dünya insanla dolup taşarsa, son çare savaş olur
Örümceklere LSD veya bilinç değişimi yaratan başka ilaçlar verildiği zaman ağlarının simetrisinde bozulma gözlenir, daha düzensiz, daha az saplantılı ve daha özgür biçimli ağlar örmeye başlarlar ama aynı zamanda ağın böcekleri yakalamaktaki işlevselliğinde azalma görülür. Tribe girmiş bir örümcek neyi unutmuştur?
Bir bal arısı öldüğünde ölüm feromonu salgılar, bu karakteristik koku hayatta kalanların kovandan ölüyü çıkarmaları gerektiğinin işaretini verir. Bu üstün bir sosyal sorumluluk davranışı gibi görülebilir. Ceset acilen kovandan dışarı sürüklenebilir. Ölüm feromonu karmaşık bir molekül olan oleik asittir. Peki, bir canlı bir arıya bir damla oleik asit sürülürse ne olur? Ne kadar güçlü kuvvetli, sağlıklı olsa da, bağırıp çağırsa da, kovandan dışarı atılır. Kraliçe arı bile olsa oleik aside batırılsa aynı şekilde küçük düşürülecektir.
Yaşama ve seks yapma tutkusu içimize yerleşmiştir ve önceden programlanmıştır. Biraz farklı genetik özelliklere sahip yavrular yapmak için uzun bir yol gidilir. Bu doğal seçilimin işini yapmak için gereken ilk adımdır. Dolayısıyla biz doğal seçilimin en bilinçsiz ve en istekli araçlarıyız. Duygularımızı derinlemesine değerlendirdiğimizde alttan yatan nedeni fark etmeyiz.
Yaşam bir ayrıcalık, bir armağandır; bu ayrıcalık, Dünya sahnesine çıkmamış ama çıkması mümkün olağanüstü sayıda mahlukun küçük bit bölümüne tanınmıştır. En umutsuz koşulların dışında kimse gönüllü olarak vazgeçmez, en azından belli bir yaşa gelene kadar bunu yapmaz.
Doğa duygusallıktan uzaktır. Ölüm doğanın içindedir.
Cinselliğin nihai amacını bilmiyoruz; neden varlıklar iki cinsel öğenin birleşmesiyle oluşmalıdır? Bu konu tamamen karanlıkta kalmıştır.
Ölüm yaşama isteğinin ağır şekilde cezalandırılması, kınanması ya da temeli buna dayanan egoizmin doğa yoluyla elde edilmesi ve varoluşumuz için bir ceza olarak düşünülebilir. Kuşağın eyleminin bağlamış olduğu düğümün acıyla çözülmesidir ölüm.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir