İçeriğe geç

Bu da Geçer Kitap Alıntıları – Ece Temelkuran

Ece Temelkuran kitaplarından Bu da Geçer kitap alıntıları sizlerle…

Bu da Geçer Kitap Alıntıları

Biz çoktan öğrendik ki otoriter rejimler sadece siyasal baskı yaratmıyor, aynı zamanda insanları onursuzlaştırıyor. Korkuya yenik düşüp onursuzluğa meyledenler çoğaldıkça onurlu kalmaya çalışanlar yalnızlaşıyor.
Bu yazıyı gençler için yazıyorum daha ziyade. Donanın arkadaşlar. Kendinizi donatın. Birkaç dilde donatın. Çünkü dünya zor ve dünya sizi geldiğiniz yere geri göndermek için elinden geleni yapar, olduğunuz kadar kalmanız için. Ama siz, biz, hepimiz bundan çok daha iyiyiz. Ve iyi olmak zorundayız. Evimizin tatlı, dip dili bizde kalsın, ama dünya O başka. O çok dilli.
Sevmemek için harcadığın enerji sevmek için harcadığından hep daha çok.
“Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez”
Yeni politik ayaklanmaya kadınlar damga vuracak, çocuklarla birlikte. Gemi batarken önce kadınlar ve çocuklar yüzmeye başlayacak.
Ne aile ne de ülke seçebildiğimiz ilişkiler barındırır.Bir ülkeye, bir aileye, bir çevreye doğarız ve bu seçmediğimiz şeylerle ilişkimizi çoğu kez sanki kendimiz seçmişiz gibi savunur, severiz ve onlara ait hissederiz.
Becerip becerememek başka bir mesele, ama böyle olmayı seçebiliriz. Çağın egemen değerlerine ayak uydurup sıvı ruhlu olmayı seçebiliriz; içinde bulunduğu kabın şeklini alabilen, oradan oraya akabilen, içinde bulunduğu kabın hesabını vermek zorunda hissetmeyen.
Ve ilahi bir adalet olduğuna inanmıyorsanız, bu sıvılaşmanın cezası da yoktur; ne bu ne “öteki dünyada
Beklemek insana göre değil, bu yüzden var dualar, zaman geçsin, zaman güzel olanı getirene kadar, acıyı geçirene kadar zaman, hayatı değiştirene kadar, delirmeyelim diye. Bir gün yüzü göstersin hayat diye; dualar. Her şey söylenip, her şey yapılıp bittikten sonra geriye hiçbir şey kalmadığında dualar. Bir adalet inancı olarak var onlar. Adalet duygumuzun çekirdeğinde duruyor, oradan yükselip dilimize varıyorlar.
Hiçbir dil birbirine eşit değil, çünkü konuşanların tarihleri bambaşka, dolayısıyla kalpleri bambaşka biçimlenmiş.
Her evin bir dili var.Bir dip dili;
“Biz çoktan öğrendik ki otoriter rejimler sadece siyasal baskı yaratmıyor, aynı zamanda insanlar onursuzlaştırıyor. Korkuya yenik düşüp onursuzluğa meylederler çoğaldıkça onurlu kalmaya çalışanlar yalnızlaşıyor.”
Öfkeyle bağıran, polisten dayak yiyen, kelepçelenen kadınlara bakıp sakın sanmayın ki o kadınlar farklı. Siz daha akıllı, daha becerikli veya daha güçlü değilsiniz. Bilin ki sadece sıra henüz size gelmedi. Ama susarsanız gelecek. Bağırın, dans edin ve kız kardeşlerinize destek verin. Korkmayın. Çünkü kadınlar varsa korku yoktur. Kız kardeşlik varsa gerisi kolay.
Hapishanede bir adam kapanmış bir formika masaya, omurgası bir soru işareti biçiminde, yazıyor. Sıraya gir, dik dur, diyorlar ona, şöyle bir bakıyor dalgın, gülümsemek gibi bir şey yapıyor. Aldırmıyor. Seher e bakıyor, Seher adıyla yazdığı o kitaba. Gün aydınlanıyor yine, Ne garip diye düşünüyor. Hapishanede bir adam kendi gövdesinin biçimi alıyor, öteki bütün biçimlerin canı cehenneme!
Hayat hep yeniden aldanmak meselesi
Muhim olan iyinin ,güzelin,doğrunun taraftarı olmayı bırakmamakta.
Öyle bir yaştayım ki öğrenmişim gidenler korkuyla değil, anlatılması zor bir yılgınlıkla gitmişler
“Biraz talihsiz oldu elbette, ömürlerimizin dünyanın tepetaklak olduğu, içinin dışına çıktığı zamanlara denk gelmesi.
Binlerce evde, sayısız uzun ilişkide kış uykusuna yatıyor sevmek, hayatın eften püften meşguliyetlerinden bir battaniyeyi üzerine çekerek. O kadar derin uyuyor ki bazen, öldü sanıyorsun.
Ne şiiri tanır açlık ne kırılan onur selam verir ince söze.
Daha önce hiç yan yana gelmemiş sözcükleri bir araya getirme imkanını zorlamaktır yazmak.
Zaman yoktur, hatırlamak diye bir şey olmasa.
Düşünmek zorundayız. Parça parça olmamak için.
Bu utancın sonu gelecek, değil mi? Gelecek deyin. Çünkü böyle yaşanmaz. Çünkü yüzümüzü indirerek boynumuz böyle bükük yürünmez. Ensemize hep yağmura, soğuğa açık. Olmaz.
Binlerce evde, sayısız uzun ilişkide kış uykusuna yatıyor sevmek, hayatın eften püften meşguliyetlerinden bir battaniyeyi üzerine çekerek. O kadar derin uyuyor ki bazen , öldü sanıyorsun. Sevgiyi de dürtmek gerek demek. Bazen, evet, evhamlı teyzeler gibi dinlemek lazım nefes alıyor mu diye. Ruhun kasları da alışır çünkü miskinliğe. Kalp tembelliği olur bazen.
Bir arkadaşım var, kızını ayıp sözcüğünü kullanmadan büyütmeye çalışıyor. Fikirlerinden söz ederken eteğinin boyuna kafayı takmasın , çok güldüğü zaman kendini suçlu hisstmesin ve canı yandığı zaman bağıra bilsin diye.
Bütün merhametimiz, bütün sevgimiz, insan yanımızda acıyan ne varsa yığıoruz biz de kedilerin köpeklerin üzerine. İnsana yakışan şekilde yaşamak için biriktirdigimiz ne duygumuz varsa yüklüyoruz kedilerin ve köpeklerin sırtına.
Bunları anlatacağız yıllar sonra çocuklarımıza. “İnsan kalabilmek için kedilere bakıyorduk”, diyeceğiz, “köpekleri kurtarıyorduk.”
Seslerimizden daha yüksek yaptılar sarayların duvarlarını.
Gürültü hiç durmuyor. İnsan kulağını tıkamak istiyor. Denizin dibine dalmak ve kendi kalp atışını duymak istiyor. Ama ne kadar durabilirsin ki öyle? Bir başına.
Utanç bizi insan yapan şey. Her utanç değil, ama vicdanın utanması, bizi iyi insan yapan şey.
Cüret ediniz, çünkü düşünmeye, söylemeye, yaratmaya, sevmeye, yaşamaya da cüret edilir. Kimse gibi olmamaya cüret edilir. Ancak böyle genişler hayatın sınırı, sınır diye bize gösterdikleri o çizgi.
Sızıyorum şimdi zamana. Sen okuyorsun ya, sen de yayılıyorsun şimdi toprağa. Sonra sök söke bilirsen.
Kendimden başka evim yok artık,
Issızlığın bedeli nedir. Kim ödüyüyor. Bazı soruların sonuna soru işareti koymak gerekmiyor.
Binlerce evde, sayısız uzun ilişkide kış uykusuna yatıyor sevmek, hayatın eften püften mesguliyetlerinden bir battaniyeyi üzerine çekerek. O kadar derin uyuyor ki bazen, öldü saniyorsun. Sevgiyi de dürtmek gerek demek. Bazen, evet, evhamlı teyzeler gibi dinlemek lazım nefes alıyor mu diye. Ruhun kasları da alışır çünkü miskinliğe. Kalp tembelliği olur bazen. O zaman hop hop, ani ve kesin bir kararla yeniden sevmek hareketlerini yapmak gerek. Baştan bir ağrı yapar, o da bir kas nihayet. Fakat ağrı iyidir, ruhun kaslarının varlığını hatırlatır insana. Neticede, sevmek de bir idman meselesi.
Hesaplama artık, bırak. Olacağına varsın namussuz hesap. Dünyaya bak, dünyanın derdinin dermanı dünyada. Aç pencereyi, saygıyla sus hayatın resimlerinin önünde, izle bak.
İçine ağlıyor yüzün, yüzünü gösteremeyecek kadar utanıyor için.
Arkadaşlar kendini cezalandırdığın kırbacı bazen elinden alıp sonra da oturup yaralara beraber bakıp gülmek için değil midir! Kimse kimseyi iyileştirmez, sadece beraber gülmek diye bir şifa vardır.
Hangimiz öfkeden çıldıracakken gülümsemek zorunda kalmadık ki!
Bak şimdi dünyaya. Kuş uçtukça genişliyor gökyüzü demişti Rilke. Belki hayat da yaşadıkça. Böyle şeyler düşün. Delirme. Kimse duymaz çünkü bu gürültüde.
Bu gürültüde, öyle bir şey söyleyeyim ki sebebin ben olayım; pes etme.
Yaşıyoruz sonuçta. Hiçiz ikimiz de. Ama her şeyiz bir arada.
Bana sorarsan, ben sanki sonra birileri okuyacakmış gibi bir hikâye olarak yaşıyorum zamanı.
Ömür,, aslında sondan başa yazılan bir hikâye. Zaman yoktur, hatırlamak diye bir şey olmasa.
Oysa bu insanoğlunun en son savunma hattıdır. Bu savunma hattı parçalandıktan sonra geriye ne savunulacak bir şey kalır ne de kaybedilecek bir şey.
Birileri –hep öyle oluyor bu, hep aynı şekilde- “O kadar insan ölürken nasıl olup de kediler ve köpekler oluyor meselemiz! Önce insanlara yardım etmeliyiz.” Öte yandan kimsenin gücü yetmiyor kimseye… yardım etmeye. Güçsüzlüğümüzün albümü gibi kedi ve köpek fotoğrafları çoğalıyor ekranda. “Ev buldu” diye müjdeliyor biri. Seviniyoruz demek iyi bir şey oldu gürültüde. ( )
Gürültü, her şeyi yasakladı. Acımayı, merhamet etmeyi, kardeşliği, dayanışmayı, sevmeyi… Artık yasak bazı insanları insandan saymak, bıraktım onları kardeşçe sevmeyi. Aşktan –elbette en bayağı olanından- bahsetmek yasak değil bir tek ve bir de kedilere merhamet etmemize izin veriyorlar hâlâ, köpeklere. Ama fazla da abartmadan elbette! Bütün merhametimiz, bütün sevgimiz, insan yanımızda acıyan ne varsa yığıyoruz biz de kedilerin, köpeklerin üzerine. İnsana yakışan şekilde yaşamak için biriktirdiğimiz ne duygumuz varsa yüklüyoruz kedilerin ve köpeklerin sırtına. Çünkü insan sevmek zorundadır; öyle ya da böyle.

Bunları anlatacağız yıllar sonra çocuklarımıza. “İnsan kalabilmek için kedilere bakıyorduk” diyeceğiz, “köpekleri kurtarıyorduk.”

Onlar da soracak bize, “Peki kurtuldunuz mu sonunda?”

Dil bir bina gibi korunmaz; destekler inşa ederek. Bir ağaç gibi de değil, etrafına çitler çekerek. Dil, bir insanı sever gibi korunur; emekle, sabırla ve konuşa konuşa. Düzgün Türkçe konuşmak diye bir disiplini benimseyerek. Şekilci bir saplantı değil bu; dilden başka yurdumuz olmadığını anladıktan sonra benimsemek gereken bir savunma hattı. Türkçe bir bütündür, bölünemez deme zorunluluğu.
Tek başına ‘merhaba’ diyemezsin kimseye, eğer büsbütün delirmemişsen. Ve ancak bir merhaba ile başlar dünya değişmeye. ( ) Merhabanın anlamının içinde bir ferahlık olduğu kesindir. Gel buyur da var içinde o sözcüğün, Benden sana zarar gelmez de. Barış da muhabbet de. Bir ihtimal var o sözcükte, iyi bir ihtimal, ihtimallerin en iyisi hatta.
İnsanı pişman ederler. İnsanı güzel şeyler yaptığına pişman ederler. Ortadoğu’nun kötü bir huyudur: Kimse daha güzel şeyler yapmasın, herkes aynı çamurun içinde onlarla birlikte debelensin isterler. Güzel olan her şeye saldırırlar ki herkes onlar kadar çirkin olsun. Çirkin olmazsan kendilerinden saymazlar. Saymazlarsa saymasınlar da diyemezsin, köysüz bırakırlar, yurtsuz bırakırlar. Sonra sen küsüp çekip giderken Niye gitti ki bu şimdi? diye sorarlar.
Kuş uçtukça genişliyor gökyüzü demişti Rilke. Belki hayat da yaşadıkça.
Dünyaya bak, dünyanın derdinin dermanı dünyada. Aç pencereyi, saygıyla sus hayatın resimlerinin önünde, izle bak. Bir kavga sürüyor, kimse bırakmıyor ipin ucunu delirmedikçe.
Baskı rejimleri şeytani insanların aniden sokaklara inerek iyi insanları kıyıma uğrattığı bir gecelik ani darbelerle başlamıyor. Toplumun mahremine bile alenen ve hiç aceleci davranmadan sızıyor. Toplumsal ve politik hayat üzerindeki egemenliğini kurmak için dirsek darbeleriyle kendine açtığı alanı yavaş yavaş büyütüyor. Varsatlığın baş tacı edilmesi giderek normalleşiyor, rejim ağır ağır kutsallaştırılarak sorgulanamaz hale getiriliyor.
Kız kardeşlerim,

Öfkeyle bağıran, polisten dayak yiyen, kelepçelenen kadınlara bakıp sakın sanmayın ki o kadınlar farklı. Siz daha akıllı, daha becerikli veya daha güçlü değilsiniz. Bilin ki sadece sıra henüz size gelmedi. Ama susarsanız gelecek. Bağırın, dans edin ve kız kardeşlerinize destek verin. Korkmayın. Çünkü kadınlar varsa korku yoktur. Kız kardeşlik varsa gerisi kolay.

Faşizm ve tutucu dindarlık kadın düşmanıdır. Faşizmin ve tutucu dindarlığın yanında saf tutan kadınlar, kız kardeşlerine, gelecekte doğacak bütün kız çocuklarına, dolayısıyla da kendine ihanet içindedir. Kendine ihanet ihanetlerin en büyüğüdür. Ve sonucu sizi, ta kendinizi öldürür.
Ortadoğu’nun kötü bir huyudur: Kimse daha güzel şeyler yapmasın, herkes aynı çamur içinde onlarla birlikte debelensin isterler. Güzel olan her şeye saldırırlar ki herkes onlar kadar çirkin olsun. Çirkin olmazsan kendilerinden saymazlar.
Seçimlerimizi kerelerce değiştirdiğimizde, bu değişimleri bizden çağın, ülkenin, etrafın beklediği şekilde devam ettirdiğimizde, evet, benliğimiz patlayabilir. Ve biz kendimizi benliğimizin harabesinin ortasında bulabiliriz. Ömrümüzün sonuna kadar bir harabede yaşamaya mecbur kalabiliriz.
Önce ekmekler bozulmuyor. Yok. Önce insanın hamuru çürüyor bu delilik cehenneminde. Ekmeğin tadı da öyle öyle kaçıyor zaten; arkadaşınla bölüşemeyince.
Bu gürültü geçecek, geriye seninle benim fısıldadıklarımız kalacak.
Dil bir bina gibi korunmaz destekler inşa ederek. Bir ağaç gibi de değil etrafına çitler çekerek. Dil, bir insanı sever gibi korunur emekle sabırla ve konuşa konuşa. Düzgün Türkçe konuşmak diye bir disiplini benimseyerek. Şekilci bir saplantı değil bu bu dilden başka yurdumuz olmadığını anladıktan sonra benimsemek gereken bir savunma hattı. Türkçe bir bütündür, bölünemez, deme zorunluluğu.
Bugün dünyada bize ne olup bittiğini sonsuz bir özgüvenle açıklayanlar sadece cahiller ve onlara liderlik eden güç saplantılı çılgınlar. Geri kalan herkes mütereddit bir şekilde bekliyor, anlamaya çalışıyor, korkmamaya gayret ediyor. Ve düşünüyorlar, acaba böyle bir zamanda sosyal adalet kavramından uzaklaştığı için sakatlanmış demokrasilerimizi nasıl koruyabiliriz ? İtaatkar olmayanın yok edileceğini söyleyen güç takıntılı çılgın liderler farklı olanı yok etmeye karar vermeden önce onların söz hakkını, insan hakkını nasıl koruyabiliriz.
Kimse kimseyi iyileştirmez sadece beraber gülmek diye bir şifa vardır.
Kimse kimseyi iyileştirmez, sadece beraber gülmek diye bir şifa vardır.
Korku dağları beklerken, korku kanun olmuşken sokaklara kadınlar çıkar. İnsanlık tarihi boyunca böyledir bu.
Bu gürültü geçecek, geriye seninle benim fısıldadıklarımız kalacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir