İçeriğe geç

On Liberty Kitap Alıntıları – John Stuart Mill

John Stuart Mill kitaplarından On Liberty kitap alıntıları sizlerle…

On Liberty Kitap Alıntıları

Sokrat öldürüldü, fakat Sokrat’ın düşünceleri gökteki güneş gibi yükseldi ve ışığını herkese yaydı. Hristiyanlar aslanlara yem edildi, ama Hristiyanlık büyüdü ve dalları her yere yayıldı, kendinden daha zayıf bitkilerin tepesinde yükselerek onları gölgede bıraktı. Toplumsal hoşgörüsüzlük kimseyi öldüremez, hiçbir düşünceyi kökünden sökemez; ancak insanları düşüncelerini gizlemeye veya bu düşünceleri yaymamaya itebilir.
Bir fikrin doğruluğunun anlaşılmasını sağlayan en önemli etken olan fikir ayrılıklarının zamanla yok olması, o fikrin herkesçe kabul edilmesi sayesinde oluşacak yararı bastıracak kadar zararlı değilse de, bu yarara gölge düşürecek kadar büyük bir zarara sahiptir.
Devlet, her bireyin kendini ilgilendiren konularda istediği gibi davranma özgürlüğünü korumalı ancak başkalarına cebir uygulayan kimselere de müdahale etmelidir.
Devlet okullarında verilen eğitim, insanları şekillendirerek kuklalara çevirmeye yarayan bir araçtır.
İİnsanların kötü davranmaları, arzuları güçlü olduğu için değildir, çünkü vicdanları zayıftır.
“Doğrudan geleneği uygulayan bir kişi, aslında seçim yapmamıştır. Bu durumda birey, onun için neyin en iyi olacağını ayırt etme yeteneğini geliştiremez. Zihinsel ve ahlaki yetenekler de kaslar gibi kullanıldıkça gelişirler. Bir şeyi başkası yapıyor diye yapmak, başkaları bir şeye inanıyor diye inanmakla yetenekler kullanılmaz. Bir kişi, ikna edici bulmadığı bir fikri kabul ettiği takdirde, o kişimin muhakeme yeteneği gelişmez, hatta aksine zayıflar. Bireyi eyleme iten sebepler, bireyin kendi hislerine ve karakterine ait değilse, bireyin hisleri ve karakteri zayıflayacaktır ve pasif kalacaktır.”
İnsanlar, yeteneklerini daha iyi kullanabilmek için birbirini teşvik etmeli; duygularını ve çabalarını, akıllıca ve insanca konulara yöneltebilmek için birbirini yönlendirmelidir.
Ancak inanç ne zaman babadan oğula geçmeye başlarsa, aktif olarak değil de pasif olarak kabul edilirse; insanlar o inancı neden kabul ettiğini aktif bir şekilde sorgulamazsa işte o zaman inancın içi boşalmaya başlar ve sonunda insanoğlunun vicdanında bir mesele olmaktan çıkar.
İnsanın, hatalarını tartışma ve deneyim yoluyla düzeltme becerisi vardır. Sadece deneyim de yetmez. Bunun nasıl yorumlanacağını göstermek için, tartışma da olmalıdır.
Her tartışma yasaklama, bir yanılmazlık taslamadır.
Özgürlük denmeye değer biricik özgürlük, başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya veya onların mutlu olma çabalarına engel olmaya kalkışmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür.
Medeni bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun arzusuna rağmen, gücün haklı olarak kullanılabileceği tek amaç, başkalarına gelecek zararı önlemektir.
Hakikâtin yasaklanması ,hakikâtten bir şey eksiltmez.
.
Dünyaya ya da kendi payına kendi yaşam planını seçmesine izin verenin, maymun benzeri taklit yeteneğinden başka bir yetiye ihtiyacı yoktur.

Planını kendisi için seçen, tüm yeteneklerini kullanır.

Yaşamayı her insan için değerli kılan her şey, diğer insan edimleri üzerine bazı kısıtlamalar konulmasına bağlıdır.
Acaba bir yaşama uymak bir cekete uymaktan daha mı kolaydır? Yoksa insanların ruh ve beden suretleri, ayaklarının şekillerinden daha mı fazla birbirine benzer? İnsanların zevklerinde dahi bu kadar farklı olmaları bile, onları tek bir kalıba göre şekillendirmemek için yeterli bir nedendir.
İnsanlığın en ölümcül eğilimi, artık şüphe götürmeyen birşeyi düşünmeyi bırakmasıdır; hatalarının yarısı da bundan kaynaklanır.
Bir devletin değeri, uzun vadede onu oluşturan bireylerin değeri ile ölçülür. Eğer bir devlet daha iyi yönetmek adına kendisini oluşturan bireylerin çıkarlarına ve gelişimine ket vuruyorsa, kendi insanlarını faydalı işler yaptırabileceği kuklalar olarak görüyorsa, eninde sonunda kuklalarla büyük bir işe kalkışılamayacağını anlayacaktır
Nüfusu fazla olan ya da fazla olma tehlikesi olan ülkelerde çok sayıda çocuk yaparak iş gücünün değerini düşürmek, bütün emektarlara karşı işlenen bir suçtur…
Bir çocuğu dünyaya getirmek, dünyadaki en büyük sorumluluklardan biridir. Bakılamayacak, düzgün şartlarda yaşatılamayacak bir çocuğun dünyaya getirilmesi çocuğa karşı işlenen bir suçtur…
Devlet okullarında verilen eğitim, insanları şekillendirerek kuklalara çevirmeye yarayan bir araçtır
Bakamayacağı, doyuramayacağı ve eğitemeyeceği çocuğu dünyaya getirenler, hem şanssız çocuğa hemde topluma karşı ahlaki bir suç işlemektedirler…
Devlet, her bireyin kendini ilgilendiren konularda istediği gibi davranma özgürlüğünü korumalı ancak başkalarına cebir uygulayan kimselere de müdahale etmelidir…
İlerlemeci anlayış ve gelenekçi anlayış arasındaki mücadele dünyanın başından beri devam etmektedir. Açıkça konuşmak gerekirse geleceği olan ülkelerin tarihi yoktur. Neredeyse bütün Doğu’da durum böyledir…
Toplumdaki dahilerin, zihinsel açıdan yetenekli insanların ve ahlaken güçlü kişilerin oranı; insanlar birbirinden ne kadar farklıysa o kadar artmaktadır. Dolayısıyla günümüzde ki tehlike; çok az insanın toplumdan farklı olmaya cesaret edebilmesidir…
Eğer bir kişi yeterli dereceden deneyime ve sağ duyuya sahipse, kişinin kendi iyiliği için kendi istediğini yapmaya karar vermesi makul bir şeydir. Bu durum kişinin kendi istediklerini yapması en iyi yol olduğu için değil, kişinin kendi yolu olduğu için savunulmaktadır…
Özgür olmayı ve özgürlükten yararlanmayı istemeyenler bilmelidir ki; kendileri kullanmasa dahi bir gün insanların özgür olmasının onlara faydası olacaktır. Bu kişilerin özgürlüğe sahip olanlardan öğrenmesi gereken çok şey vardır…
İnsanın amacı ya da sonsuz aklın insana yakıştırdığı; insanın bütün gücüyle tutarlı ve bütün bir varlık olarak kendini gerçekleştirmesidir.
İnsanın amacı ya da sonsuz aklın insana yakıştırdığı; insanın bütün gücüyle tutarlı ve bütün bir varlık olarak kendini gerçekleştirmesidir…
Bir inanç ya da öğreti; ne zaman üstünlük kazanır ve toplumun genel inancı haline gelirse, işte o zaman anlamını yitirmeye başlar ya da yayılması durur. Konu üzerinde tartışmalar azaldıkça öğretiler ve inaçlar da yavaş yavaş anlamını kaybeder. Artık üzerinde düşünülüp tercih edilen bir inanç olduğu günler geride kalmıştır. O andan itibaren artık insanların kabul ettiği bir inançtan, ana babadan miras yoluyla aldığı ve tercih etme özgürlüğünün olmadığı bir inanca dönüşür.

Halkın bir inançtan diğerine geçme tehlikesi azaldığı için ruhban sınıfı da rehavete kapılır; kendilerini başkalarına karşı savunmak ya da başkalarını kendi dinine inanmaya ikna etmek için tetikte bekledikleri günler son bulmuştur. Başkalarını dinlemeye pek tahammülleri kalmamıştır. Kendi inançlarına karşı başka inaçların argümanlarını umursamazlar bile.

Bir inanç İşte, genellikle böyle böyle anlamını yitirir

Gerçek şudur ki; tartışmanın yasak olduğu bir yerde, bir fikrin dayanakları bilinmemekle kalmaz aynı zamanda o fikrin anlamı yok olur. Bir fikri ifade eden kelimeler artık o fikri aktarmaz hale gelirler ya da eski anlamını kaybederler. Gerçekten canlı bir kavrayış ve inanışın yerini, anlamını yitiren sözlerin papağan gibi tekrarlanması alır. Bu gerçeğin insanlık tarihinde kapladığı yer üzerinde ne kadar durulsa azdır.

Neredeyse tüm ahlaki öğretiler ve dini inançların tarihi bu örneklerle doludur

“Hakikat zulüm görse de hakikattir” sözü hoş bir yalandan ibarettir. İnsanlar bu sözü tekrarlayarak beylik bir laf haline getirse de bütün yaşananlar bu sözün yalan olduğunu kanıtlamaktadır.

Tarih zulümlerle susmak zorunda bırakılmış doğrularla doludur…

Hakikatenin yasaklanması, hakikatten bir şey eksiltmez…
Özgürlük başkalarının kötülüğüne sebebiyet vermeden bireyin iyi olmasıdır
İnsanlar kötülüğü, arzuları güçlü olduğundan dolayı değil, vicdanları zayıf olduğundan dolayı yaparlar
Tarihteki en unutulmaz olaylar, kanunların en yüce insanları yok etmek ve en önemli öğretilerin kökünü kazımak amacıyla kullanıldığı çağlarda yaşanmıştır
Zeki ve çalışkan kimselerin çoğu, düşüncelerinin ilkelerini ve temellerini kendilerine saklarlar ve halkla konuşurlarken aslında içten içe reddettikleri fikirleri savunuyormuş gibi görünürler.
İnsanlar kötülüğü, arzuları güçlü olduğundan değil, vicdanları zayıf olduğundan yaparlar.
insanı en kıymetli yapan şey, orjinalliğidir. Yeni gerçekleri keşfedecek insanlara ihtiyacımız olduğu gibi, inandığımız gerçeklerin geçerli olmadığını bizlere anlatacak insanlara ihtiyacımız vardır
Devletin insanları bilgilendirip, onlara tavsiyeler vermek yerine bireylerin elini ayağını bağlaması, bireylerin ve toplulukların yerine her işi kendisi yapması sakıncalıdır. Bir devletin değeri, uzun vadede onu oluşturan bireylerin değeriyle ölçülür. Eğer bir devlet daha iyi yönetmek adına, kendisini oluşturan bireylerin çıkarlarına ve gelişimine ket vuruyorsa; kendi insanlarını faydalı işler yaptırabileceği kuklalar olarak görüyorsa, eninde sonunda kuklalarla büyük bir işe kalkışamayacağını anlayacaktır! Devlet, yaratmak uğruna her şeyi feda ettiği bu mekanizmanın hiçbir işe yaramadığını öğrenecektir; çünkü bu mekanizmanın daha iyi çalışmasını isterken, mekanizmayı oluşturan bireyleri yok etmiş olacaktır.
Kötülük nasıl ve ne zaman mi başlar? Hükümetin, bireylerin ve bireysel oluşumların eylem ve güçlerini devinime geçireceğine bunların yerine kendi eylem ve gücünü geçirmesiyle; bilgi ve öğüt verecek ve ara sıra da, uyarmalarda bulunacak yerde, onları ellerini kollarını bağlayan kayıtlar altında çalıştırınca ya da onlara kenara çekilmelerini buyurup onların işlerini onların yerine kendisi yapınca başlar.
Daha ileri medeniyete ya da daha isyankâr ruhlu ülkelerde, her şeyin kendileri için Devletçe yapılmasını beklemeye ya da hiç değilse bir işin ya pılması için Devletten yalnızca izin istemekle kalmayıp, aynı zamanda onun nasıl yapılacağını da során ve bunu sorma dan kendiliklerinden hiçbir şey yapmaya alışmamış olan halk, pek doğal olarak, başlarına gelen her kötülükten Dev leti sorumlu tutar ve kötülük sabırlarını aşan bir sınırı bulun ca da, Hükümete karşı ayaklanıp, ihtilal denilen şeyi yapar lar; bunun üzerine bir başkası çıkar, milletten yasal yetki al mış olarak ya da almayarak Hükümet koltuğuna sıçrayıp otu rur, başlar bürokratlara buyurmaya ve iş, yine eskisine çok benzeyen bir yolda devam eder gider; çünkü bürokratlar si nifi değişmeden kalır ve başka hiç kimse onların yerini almak yeteneğinde değildir.
Dünyaya getirilecek çocuğa istenir bir yaşantının hiç değilse olağan gerçekleştirme olasılıklarını bile sağlamadan bu sorumluluğu yüklenmek -yani çocuk için bir bela mı, yoksa bir iyilik mi olacağı belirsiz bir hayat vererek onu dünyaya getirmek- o çocuğa karşı bir cinayettir.
Toplumun kendisine karşı işlenen suçları aldığı önlemlerle önlemesi, onun doğasındaki haklarındandır; toplumun bu hakkı, «bireyin ancak kendisini ilgilendiren kötü eylemlerini, önleme ya da cezalandırma yoluyla, karışması uygunsuzdur» ölçütüne karşı kabulü açık olan sınırları akla getirir.
Kendimize karşı görevlerimiz denen şeyler, durum ve koşullar bunları aynı zamanda başkalarına karşı da birer görevimiz durumuna getirmedikçe, toplumsal bakımdan zorunlu değillerdir.
Herkesin kendisine ait erdemleri ancak yetinme ve inandırmayla akıl lara sokulmalıdır, insanlar iyiyi kötüden ayırt etmek için birbirlerine yardım etmekle ve iyiyi seçip kötüden kaçınmaya bir birlerini özendirmekle yükümlüdür. Birbirlerini sürekli yüksek huylarını gittikçe daha çok kullanmaya, duyguları ile amaçlarını, akılsızca ve aşağılatıcı konular yerine, bunların akılcı ve yükseltici olanlarına gittikçe daha fazla yöneltmeye özendirmelidir.
İnanç ne zaman babadan oğula geçmeye başlarsa, aktif olarak değil de pasif olarak kabul edilirse; insanlar o inancı neden kabul ettiğini aktif bir şekilde sorgulamazsa işte o zaman inancın içi boşalmaya başlar ve sonunda insanoğlunun vicdanında bir mesele olmaktan çıkar. Bugünlerde de sıkça rastladığımız üzere, inanç zihnin dışında kalır ve bizi ilgilendiren meselelerde aklımızı kullanılmaz hale getirir. İnanç, artık sadece ondan vazgeçmememiz için uğraşır.
Özgünlük, özgün olamayan kafaların, yararını anlayamayacakları bir şeydir.
Gelişmenin bireysellikle aynı şey olduğunu ve iyi gelişmiş insanları ancak bireyselliğin işlenmesinin oluşturduğunu ya da oluşturabileceğini söylemiş bulunmakla, konuyu burada noktalayabilirdim.
İnsanlar kötülüğü, arzuları güçlü olduğundan dolayı değil, vicdanları zayıf olduğundan dolayı yaparlar.
görenekler hem görenek olarak iyi hem de bireye uygun olurlar da, âdeta yalnızca görenek olduğu için uymak, yine de bireye hiçbir şey öğretmez ya da onda bir insan yaradılmışı diğer yaradılmışlardan ayırt eden Allah vergisi özelliklerden hiçbirini geliştirmez.
Başkalarını öncelikle ilgilendirmeyen konularda, bireysellik, ben varım demelidir.
lt; lt;Resmi bir makam için kendi ülkesinde daha yeterli biri var ken oraya başkasını atayan bir hükümdar Allaha ve Devlete karşı günah işlemiş olur» ölçütünü, Yeni Ahit’te değil Kuran’da okuyoruz.
Köklü düşünceleri olan bir kimse düşündüğünün yanlış olabileceği ihtimalini gönülsüzce de kabul etse, şu anlayışla hareket etmelidir ki, kendi düşüncesi ne denli doğru olursa olsun, eğer o düşüncesi tamamen, sık sık ve korkusuzca tartışılmazsa, ona canlı bir hakikat olarak değil, ölü bir dogma (nas) olarak inanılır.
Tarih, zulmün susturduğu hakikat örnekleriyle doludur.
Özgürlük denmeye değer biricik özgürlük, başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya veya onların mutlu olma çabalarına engel olmaya kalkışmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür.
özgürlüklerin mutlak biçimde ve koşula bağlı olmaksızın var olmadığı hiçbir toplum tam özgür değildir.
Özgürlüğün, bir ilke olarak, insanların serbest, eşit tartışma ile iyileştirilebilir duruma gelmelerinden önceki herhangi bir durumunda asla uygulanma yeri yoktur.
Medeni olmayanların yönetiminde zorbalık yasal bir hükümet tarzıdır.
Ortaklaşmacı düşüncenin birey bağımsızlığına yasal olarak karışmasının bir sınırı vardır: Bu sınırı bulmak ve onu saldırıdan korumak, insan işlerinin iyi bir durumda bulunması için, siyasi zorbalığa karşı korumak kadar gereklidir.
Ancak akbabaların en büyüğünün bile, sürünün üzerine çullanmaya, küçük çaylakların herhangi birinden daha az heveslenir olamayacağı nedeniyle, onun gagasına ve pençelerine karşı da mutlaka ve sürekli savunma durumunda bulunması gerekti.
Bakamayacağı,doyuramıcağı ve eğitemiceği çocuğu dünyaya getirenler, hem o şansız çocuğa hem de topluma karşı ahlaki bir suç işlemektedir
Özgürlük denmeye değer biricik özgürlük, başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya veya onların mutlu olma çabalarına engel olmaya kalkışmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür
.
İnsanların özgür tartışma için argümanların geçerliliğini kabul etmeleri, ancak onların aşırıya itilmesine itiraz etmeleri gariptir.

Bunu görememek, aşırı bir durum için gerekçeler iyi olmadıkça, hiçbir durum için iyi değildir.

Bakamayacağı, doyuramayacağı ve eğitemeyeceği çocuğu dünyaya getirenler; hem o şanssız çocuğa hem de topluma karşı ahlaki bir suç işlemektedirler
First, if any opinion is compelled to silence, that opinion may, for aught we can certainly know, be true. To deny this is to assume our own infallibility.

Secondly, though the silenced opinion be an error, it may, and very commonly does, contain a portion of truth; and since the general or prevailing opinion on any subject is rarely or never the whole truth, it is only by the collision of adverse opinions that the remainder of the truth has any chance of being supplied.

Thirdly, even if the received opinion be not only true, but the whole truth; unless it is suffered to be, and actually is, vigorously and earnestly contested, it will, by most of those who receive it, be held in the manner of a prejudice, with little comprehension or feeling of its rational grounds.

And not only this, but, fourthly, the meaning of the doctrine itself will be in danger of being lost, or enfeebled, and deprived of its vital effect on the character and conduct: the dogma becoming a mere formal profession, inefficacious for good, but cumbering the ground, and preventing the growth of any real and heartfelt conviction, from reason or personal experience.

Bir bireye, meşru bir şekilde müdahalede bulunulması için, o bireyin eylemlerinin başkalarına zarar veriyor olması gerekir. Bir kişinin topluma karşı sorumluluğu, davranışları başkasını etkilemeye başladığı anda ortaya çıkar. Birey, kendisinden başka kimseyi ilgilendirmeyen bütün konularda özgürdür, kendi kendinin kralıdır.
Eski toplumlar devletin kendi uyruklarından her birinin bütün bedensel ve anlıksal disiplininde derin bir ilgisi bulunduğu düşüncesine dayanarak, kendilerinin, toplum yetkesi yoluyla bireylerin özel devinimlerinin her bölümünü düzenlemeye hakları bulunduğu düşüncesindeydiler; eski filozoflar da bunu iyi karşılıyorlardı. Bu, çevresi güçlü düşmanlarla çevrili, sürekli dış saldırı ya da iç sarsıntı ile yıkılmak tehlikesi içinde bulunan küçük cumhuriyetlerde eskiden kabule uygun olabilen bir düşünce tarzı. Oralarda güç ve yetkeyi de çok kısa bir dönem için gevşetmek bile, kolayca onların hayatına mal olabiliyordu; bu yüzden o cumhuriyetler, özgürlüğün hayırlı ve sürekli sonuçlarını beklemeyi göze alamazlardı. Günümüz dünyasında, siyasi toplulukların hacimlerinin daha büyük oluşu ve özellikle -insanların vicdanlarının sürdürülmesini onların dünya işlerini de netleyen ellerden başka ellere veren- ruhsal ve somut yetkilerin birbirinden ayrılması durumu, özel hayatın ayrıntısına yasaca bu derece büyük bir karışmayı önlemiştir; ama her birey kendisine ait konularda egemen düşünceden ayrılmasına karşı içsel baskı aletleri kullanılmıştır, dahası toplumsal sorunlarda olduğundan bile, daha güçlü kullanılmıştır. Törel duygunun oluşumuna giren unsurların en güçlüsü olan din hemen daima ya insanın yapıp eylemelerinin her bir bölümünü denetimine alma peşinde koşan bir hiyerarşinin hırsına ya da Püritanizm anlayışına bağlı kalmıştır.
Parlak bir geleceği olsa da, kafir ya da sapkın damgası yemekten korktuğu için bağımsız bir şekilde düşünmekten korkan aydınlardan oluşan bir dünya ne büyük kayıplar vermektedir, kim bilebilir ki?
Eski toplumlar devletin kendi uyruklarından her birinin bütün bedensel ve anlıksal disiplininde derin bir ilgisi bulunduğu düşüncesine dayanarak, kendilerinin, toplum yetkesi yoluyla bireylerin özel devinimlerinin her bölümünü düzenlemeye hakları bulunduğu düşüncesindeydiler; eski filozoflar da bunu iyi karşılıyorlardı. Bu, çevresi güçlü düşmanlarla çevrili, sürekli dış saldırı ya da iç sarsıntı ile yıkılmak tehlikesi içinde bulunan küçük cumhuriyetlerde eskiden kabule uygun olabilen bir düşünce tarzı. Oralarda güç ve yetkeyi de çok kısa bir dönem için gevşetmek bile, kolayca onların hayatına mal olabiliyordu; bu yüzden o cumhuriyetler, özgürlüğün hayırlı ve sürekli sonuçlarını beklemeyi göze alamazlardı. Günümüz dünyasında, siyasi toplulukların hacimlerinin daha büyük oluşu ve özellikle (insanların vicdanlarının sürdürülmesini onların dünya işlerini de netleyen ellerden başka ellere veren), ruhsal ve somut yetkilerin birbirinden ayrılması durumu, özel hayatın ayrıntısına yasaca bu derece büyük bir karışmayı önlemiştir; ama her birey kendisine ait konularda egemen düşünceden ayrılmasına karşı içsel baskı aletleri kullanılmıştır, dahası toplumsal sorunlarda olduğundan bile, daha güçlü kullanılmıştır. Törel duygunun oluşumuna giren unsurların en güçlüsü olan din hemen daima ya insanın yapıp eylemelerinin her bir bölümünü denetimine alma peşinde koşan bir hiyerarşinin hırsına ya da Püritanizm anlayışına bağlı kalmıştır.
.
Karakter gücünün bol olduğu zaman ve yerde eksantriklik her zaman bol olmuştur; ve bir toplumdaki eksantriklik miktarı genellikle içerdiği deha, zihinsel canlılık ve ahlaki cesaret miktarıyla orantılı olmuştur.

Bu kadar az kişinin eksantrik olmaya cesaret etmesi, zamanın en büyük tehlikesine işaret ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir