İçeriğe geç

Tefhimul Kur’an 2. Cilt Kitap Alıntıları – Ebu’l A’lâ el-Mevdudi

Ebu’l A’lâ el-Mevdudi kitaplarından Tefhimul Kur’an 2. Cilt kitap alıntıları sizlerle…

Tefhimul Kur’an 2. Cilt Kitap Alıntıları

Çağdaş medeni devletlerin ordularının ahlaki durumu Mekkeli müşriklerinkiyle aynıdır. O Kibirliliklerine gelince, ordularının her askerinin bir kendini beğenmişlik ve gurur abidesi olduğunu söylemek yeteridir. Bu ülkelerin siyaset adamları da şöyle söylemekten kesinlikle bıkmazlar: Bu gün bizi hiç kimse yenemez, çünkü bizden güçlü
kimse yok. Savaş gayeleri ise bundan da berbattır. Bu ülkelerin liderlerinden her biri tüm ciddiyetiyle, dünyayı tek amaçları insanların mutluluğu olduğu konusunda temin ederler. Oysa onların
gerçek amacı herşey olabilir, ama asla bu söyledikleri olamaz. Bu ülkeler, Allah’ın tüm insanlar için yarattığı yeryüzünün tüm kaynaklarını ele geçirmek, bunları kendi ülke ve milletlerinin yararına, tekellerine almak ve diğer insanları kendilerine bağımlı birer köle kılmak için savaş yaparlar, İşte bu nedenle Kur’an müslümanların bu kötü insanların yoluna uymalarını yasaklar ve onlara hayatlarını ve servetlerini, bu insanların çaba harcadığı gaye uğrunda harcamaktan sakınmalarını emreder.
Ne gariptir ki, çağdaş liderlerin iki tür adalet ölçüsü var! Ihanet ve yasaları ihlali uluslararası arenada hakli gösterip desteklerken, ayni kuralı kendi ulusal arenalarında uygulayamiyorlar.
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?
Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum. **
De ki: «Allah hakkında yalan uydurup iftira edenler, kurtuluşa ermezler.» (Onlar için) Dünyada geçici bir meta (vardır). Sonra dönüşleri bizedir; sonra da küfre sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azabı tattıracağız. **
Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup sakınanlardır. **
Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi. **
Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendilerine kendileri zulmediyorlar. **

O, insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip, akledecek kalbler vermiştir. Hak ile batıl, doğru ile yanlışın arasını ayırmalarını sağlayacak her şeyi Aksine onlar doğru davranmayı ve melekelerini gerektiği şekilde kullanmayı reddetmek ve şehvetlerini, dünya lezzetlerini izlemek suretiyle kendi kendilerine zulmederler. Tabiatıyla bu davranışları onların gözlerini kör, kulaklarını sağır eylemiş ve kalblerini öldürmüştür

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; onda ebedi olarak kalacaklardır. **
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir (hidayet eder) .
Oradaki dualar: «Allah’ım, Sen ne yücesin» dir ve oradaki dirlik temennileri: «Selam»dır; dualarının sonu da: «Gerçek, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.» **
Onlar nasıl yaptılar da her adımda, her dönüm ve kavşak noktasında, doğru ile yanlış, hak ile batıl, hidayet ile dalalet arasını ayırırken sahih kriterler kullanabildiler? Ayrıca basiretlerini kullanıp yanlış yollardan titizlikle kaçınarak sürekli Sırat-ı Müstakim üzere kalabilme gücünü nereden aldılar? Bu gücün kaynağı, her şeyin asıl kaynağı olan Rabb’leriydi; onlara hidayet ve her kritik durumda salih ameller işleme gücü veren Rabb’leri
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazanmakta olduklarından dolayı barınma yerleri ateştir. **
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden işleri de evirip çeviren Allah’tır **

Bu kainatın yaradılışından sonra, Allah onunla ilişkisini kesmeyip Zat’ıyla Kendi Arş(tahtı)ına oturduğunu ve kainatın her bir cüz’ünü yönlendirmek, idare etmek ve her bölümüne hükumet etmekte bulunduğunu vurgulamaktadır. Düşüncesi kıt insanlar Allah’ın kainatı yarattıktan sonra kendi başına bıraktığını veya nasıl isterlerse öyle kullansınlar diye başkalarına devrettiğini düşünürler. Ancak Kur’an, bu düşünceyi reddetmekte ve demektedir ki; Kendi yarattıklarını bizzat Allah yönetmektedir, kainatta mekan tutmuş her ne varsa kendi yed-i kudretine almıştır ve kainattaki her hadise, O’nun emri ve izniyle vuku bulmaktadır. Kısaca O, Yalnızca Halik (yaratıcı) değil, aynı zamanda kainatın Müdebbir’i (yöneticisi), Musavvir’i (suret vereni) ve Kayyum’u (kainat varlığının temeli)dur; kainat O’nun iradesine göre işler.

Andolsun, size içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere de şefkatli ve esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir. **
Gerçek şu ki göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. **
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü’minleri müjdele. **
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. **
Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur. **
Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. **
Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. **
Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz. **
Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir. **
Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. **
Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resul’e icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz gerçekten O’nun huzurunda toplanacaksınız. **
Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. **

İmanın büyüyüp gelişmeyen ve bir konumda donup kalan bir yapıda olmadığını, bilakis gelişme ve gerilemeye müsait bir yapıda olduğunu gösterir. Hakk’ın her inkar edilişi onun niteliğini düşürür, her kabul ve tasdik de onu geliştirir

Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. **
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. **
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık.) Kalbleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. **

Bu ayet, Bir çok cin ve insan vardır ki biz onları sadece cehenneme göndermek ve cehenneme yakıt yapmak için yarattık diye bir manaya gelmez. Fakat ayetin ifade ettiği mana şudur: Biz onları yarattık ve onlara kalb, akıl, göz ve kulaklar verdik fakat bu kötü insanlar o yetenekleri Hakk’ı batıldan ayırdetmek için kullanmadılar ve kötü amelleriyle kendilerini Cehennem için yakıt yaptılar.

Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi de şaşırtıp saptırırsa artık onlar da hüsrana uğrayanlardır. **
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, kuşkusuz biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz. **
Yüce Peygamber(s.a.v) şöyle der:
Yapabilme ve engel olabilme durumunda olmalarına rağmen, gözleri önünde açıkça işlenen günahlara göz yumdukları ve bunlara hiçbir hoşnutsuzluk tepkisi göstermedikleri sürece, günahkarların günahı yüzünden Allah bütün bir toplumu cezalandırır. İnsan topluluğu böyle bir duruma düştüğü zaman Allah, suçlularla beraber bunlara göz yumarak müsamaha gösterenleri de aynı muameleye tabi tutar.
Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. **

Allah’ın mevcudatı idaresindeki üslubu gazaba ve hiddete değil merhamete dayanır. O, yarattıklarına daima rahmet gösterir, gazab ve hiddetini ise, sadece kullarının isyan ve küstahlıkları, konulan sınırı aşarsa izhar eder.

Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslümanlar olarak öldür. **
O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır **

Korkarak ve umarak dua etmek ile insanın sadece Allah’tan korkması ve yine umduğunu sadece O’ndan beklemesi gerektiği kastolunuyor. İnsan refah saadetinin tamamen Allah’a bağlı olduğu inancı ile dua etmelidir. Aksi takdirde sonuç hüsran ve felaketten başka birşey olmaz.

Kur’an’a göre, dünyadaki karışıklık ve düzensizliğin ana kaynağı, insanın Allah’a ibadetten ayrılıp başkalarına ve nefsine kulluk etmesi Allah’ın yol gösterici hidayetini bırakıp ahlaki, içtimai ve kültürel yapısını inşa etmesi için başkalarının kılavuzluğu altına girmesidir.
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. **
Andolsun, biz onlara ilme dayalı açıklamalar veren bir Kitap verdik ki bu kitap iman edenler için bir hidayet ve rahmettir. **

Ku’ran irşad’dır. Tebliği öyle nettir ki üzerinde düşünenen herkesi doğru yola iletir. Ve bir ‘Rahmet’tir. Çünkü onu kabullenen ve hayatını ona uyduran kişinin zihinsel dünyasında, ahlaki yapısında ve karakterinde hayırlı bir inkılab meydana getirir. Bunun doğruluğu yüce Peygamberin ashabının hayatında meydana gelen fevkalade değişikliklerle ispatlanmıştır.

Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi ’yok sayarak tanımadıkları’ gibi, biz de bugün onları unutacağız. **
Allah’ın gerçek kulları, dünyalık bütün başarıların O’nun yardımıyla olduğunu düşünür ve Allah’a şükredip hamdederler. Allah’tan ne kadar çok yardım görürlerse o derece mütevazi, lütufkar ve merhametli olurlar. İyi amellerine güvenip de, Hiç kuşkumuz yok ki kurtuluşa ereceğiz demezler. Onun yerine kusurlarından dolayı Allah’tan özür diler, O’nun yardım ve merhametine güvenir ve hesaplarının kendi aleyhlerine dönmesinde her an korku ve endişe içinde olurlar.

Buhari ve Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerif yukarıda zikredilen hususu teyit etmektedir. Allah’ın Resulü, bir gün ashabını, Sadece amellerinizin sevabı ile ahirete giremeyeceğinizi kesinlikle bilmelisiniz diyerek uyarmıştı. ‘Bu sizin için de söz konusu mu?’ diye sordular. Evet, Allah’ın yardımı ve merhameti olmazsa benim için de diye cevap vermişti.

Allah’tan başka tapmakta olduklarınız nerede? ‘Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp kayboldular’ diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. **
Eğer İnsanlar kendilerine tanınan sınırlı vakti kayıtsızlık içinde geçirir ve kendilerini Hakk’a davet eden kimsenin ikaz ve tavsiyelerine karşı kulaklarını kapatırlarsa fert ve toplum olarak tam bir akılsızlık göstermiş oldukları apaçık ortaya çıkar. Tavırlarının ne kadar korkunç olduğunu ancak Allah’ın azabı onları kuşattığı zaman anlarlar.
Rabbinizden size indirilene uyun, O’nu bırakıp da başka velilere uymayın. Ne kadar az da öğüt alıyorsunuz? **

Ayet, insanları Allah’ın elçisi aracılığıyla göndermiş olduğu hidayetine kabule davet ediyor. Çünkü insanın kendisi hakkındaki ve alem hakkındaki gerçek bilgiyi yalnızca bu verebilir, hayatının gerçek amacı ve konusunu ona yalnız bu anlatır ve ahlakını, toplumsal hayatını, kültür ve medeniyetini üzerine bina edeceği prensipleri ona, ancak bu kılavuz öğretebilir. İnsan, kendisine rehber olarak yalnız Allah’ı tanımalı ve kılavuz olarak da peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu irşadı takip etmelidir. Ayet, irşad için Allah’tan başkasına yönelmenin temelde yanlış olduğu, çünkü bunun her zaman hezimetle sonuçlandığı ve kaçınılmaz olarak hüsrana götüreceği konusunda ikazda bulunur.
Burada evliya (veliler) kelimesi, insanoğlunun ister övsün, isterse yersin veya ister veli olarak kabul ettiğini, isterse etmediğini söylesin, Allah’ın yerine kendisine tabi olduğu herkes için kullanılmıştır

Sûrenin ana konusu, dikkat çekici bir üslupla, Hz. Muhammed’e (s.a.v) gönderilen ‘İlahi tebliğ’e çağrıdır. Bu, Hz. Peygamber’in Mekkelilere yaptığı uzun süren nasihatleri neticesinde, onlar üzerinde bir tesir görülmemesi nedeniyledir. Hatta onlar, Peygamberin(s.a.v) davetine karşı adeta sağır bir kulak kesilmişler ve o kadar inatçı, o kadar vurdumduymaz olmuşlardır ki neticede Hz. Peygamber’e, yalnızca Mekkelilerle uğraşmayı bırakıp başka insanlara da yönelmesi emrolunmuştu Sûrenin sonunda, Hz. Peygamber ve ona uyanlara, İslâm’ın tebliğ vazifesini hikmetlice yapabilmeleri için bazı talimatlar verilmektedir. En önemlisi; muhaliflerin tahriklerine karşılık verme konusunda, kendilerini tutma ve sabretme hususuydu. Ayrıca, hislerin etkisiyle hedeflerine zarar verecek herhangi bir yanlış adımın atılmaması tavsiye edilmektedir.
97 Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.

98 Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.

99 Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.

55 Dediler ki: Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma.

56 Dedi ki: Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?

Ona Ruhumdan üflediğim (zaman) .
Ona ilahi özelliklerimin bir yansımasını verdiğim (zaman) Bu, insan ruhunun hayat,
bilgi, kudret, istek, basiret ve ortalama tüm diğer insani özelliklere sahip olduğunu
gösterir. Bunlar gerçekte, kurutulmuş balçıktan yaratılan insana ilahi özelliklerin hafif bir
yansımasıdır. İnsanı, Allah’ın halifesi olma konumuna yükselten ve onu meleklerin ve bütün
dünyevi varlıkların secde edeceği bir yüceliğe eriştiren işte Allah’ın ruhunu insana
üflemesi olayıdır.
İlahi davete karşı sadakatsız, inançsız ve isyankar olanlar ve peygamberlerin
davet ettikleri yola uymayı kabul etmeyenler, sonunda hayatları boyunca kazandıklarının
ve yaptıkları işlerin bir yığın kül kadar değersiz olduğunu göreceklerdir. Uzun yıllar
boyunca biriken büyük bir kül tepeciği nasıl fırtınalı bir günde rüzgar tarafından
darmadağın ediliyorsa, aynı şekilde onların bütün büyük işlerinin o fırtınalı kıyamet
gününde bir yığın külden başka bir şey olmadığı görülecektir. Onların göz kamaştırıcı
kültürleri, büyük medeniyetleri, muhteşem krallık ve devletleri, büyük üniversiteleri,
bilimleri, edebiyatları ve ikiyüzlüce yapılan ibadetleri, fazilet dedikleri davranışları, dünya
hayatında övündükleri yararlı ve ıslah edici hareketleri, o gün bir yığın kül kadar değersiz
olacak ve kıyamet gününün fırtınası tarafından etrafa saçılacak. O denli ki o gün ilahi
teraziye koymaya değecek en ufak bir yararlı iş bile bulamayacaklar.
İnsanlar Allah karşısında hesap vereceklerini yüreklerine nakşetmedikçe bu dünya hayatına yönelik doğru davranışlar sergileyemezler.
Sizinle muâmelesinde Allah’tan korkmayan kimseyi cezalandırmanın en iyi yolu, onunla olan muâmelenizde Allah’tan korkmanızdır.
Eğer birisi putlara tapsa deriz ona kafir
Allah’a oğul isnat etse ona da deriz kafir

Eğer birisi ateşin önünde başını eğip secde etse o da kâfir
Yıldızlarda bir güç görse o da kâfir

Ama bize gelince, bütün yollar açıktır
Heyhat, dilediğine kul ol!

Kâh gelir Nebi’yi tanrı yaparız.
Kâh gelir İmamları Nebiden üstün tutarız

Kabirlere gider, adaklar eder
Şühadanın ruhlarından yardım dileriz,

Ve, ne Tevhid inancımıza bir halel gelir
Ne İslam’ımıza bir kusur ne de imanımıza futür!

Putperestler, bir çocuk için Allah’a duada bulunmalarına rağmen, çocuğun doğumundan sonra O’na şirk koşmaktaydılar. Fakat tevhid inancına şehadet getirdiklerini iddia eden günümüz müslümanları ise bundan daha da ileri gitmekteler. Bu zavallılar, çocuğun doğması için bile başka şeylere dua ediyor, hamilelik süresince başka şeylere adak adıyor ve çocuğun dünyaya gelişinden sonra da Allah’a eş koştukları şeylere şükranlarını yöneltiyorlar. Üstelik de bu kimseler, bu Arapları cehennemlik putperestler olarak görürken, heyhat kendilerini de maşaAllah cenneti garantilemiş müminler olarak görüyorlar.
Gerçekten Allah, kendi nefis(öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz.
3. Ve O, yeri yayıp uzatan onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her
birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda
düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.

4. Yeryüzünde birbirine yakın-komşu olan kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve
çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde
ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir
topluluk için gerçekten ayetler vardır.

5. Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: Biz toprak iken mi,
gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız? İşte onlar Rablerine karşı küfre sapanlar, işte
onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları-
ateşin arkadaşları olanlardır.

Açıklama:Boyuna geçirilmiş demir tasma mahpusluk alameti olduğu için boyunlarında demir
laleler tabiri burada onların cehaletin, inadın, nefislerinin köleleri olduğunu ve atalarını
körü körüne izlediklerini göstermek üzere mecazen kullanılmıştır. Yani, düşünceleri
önyargıları tarafından etkilendiğinde, inanmayı kaçınılmaz kılan ne kadar sebep olursa
olsun, ahiret’e inanmazlar, onu inkar ederler.

1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak
insanların çoğu iman etmezler.

2. Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa
istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp
gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki,
Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.

Açıklama:
Önceki ayetler iki şeyi ispat etmek üzere zikredilmişlerdir: a) Alemin tek bir Halıkı,
tek bir Müdebbiri vardır. b) Herkesin ilahi mahkemesinde yargılanacağı, mükafat ve
mücazat göreceği bir Ahiret hayatı olacaktır. Birincisi gayet açıktır, zaten kevni ayetler
fazla düşünülmeye ihtiyaç hissettirmeksizin bu sonuca götürdüğünden burada
zikredilmiştir. Oysa ikincisi yani ahiret hayatı burada hassaten zikredilmiştir. Çünkü bu
hayat müşahade edilmenin ötesindedir. Bu yüzden şu özellikle vurgulanmıştır ki, bu ayetler
Ahirette Rabbinize mülaki olacağınıza ve bu dünyada yaptıklarınızın hesabını vereceğinize
yakınen kanaat edersiniz belki diye tafsil edilmiş ve bir bir açıklanmışlardır.
Şimdi bu kevni ayetlerin ahiret hayatını nasıl ispat ettiğini mütalaa edelim. Bunlar iki
şekilde konuya delil oluştururlar:
1) Güneş gibi, ay gibi büyük gök cisimlerinin tamamiyle Allah’ın iradesine nasıl boyun
eğdiklerini düşündükçe kalplerimiz bunları yaratan, hareketlerini düzenleyerek
yörüngelerine oturtan Allah’ın, kuşkusuz ki, tüm insanlığı öldükten sonra tekrar diriltmeye
kadir olduğunu yakînî biçimde kavrayacaktır.
2) Yeryüzündeki nizam da yaratıcısının hikmet sahibi olduğunu ispatlamaktadır. Bu
yüzdendir ki, hikmet sahibi bir yaratıcının insanı yaratıp, onu akıl ve hikmetle donatıp güç
ve kuvvet bahşedip sonra onu hiçbir sorumluluk taşımadan, iyi ya da kötü yaptıklarının
hesabını vermeden istediğini yapmakta serbest bırakacağı düşünülemez. Çünkü insanın bu
dünyada işlediği tüm iş ve amellerin hesabını kesinlikle görecek olması yine O’nun
hikmetinin bir gereğidir. Bu ise, O’nun azgınlık edenlere haddini bildirip gadre
uğramışların kaybını tazmin etmesini, iyi amellerde bulunanlara mükafat, kötü amellerde
bulunanlara ceza verilmesini icap ettirir. Kısaca O’nun hikmeti icabı, herkes hesap vermek
üzere huzura çağrılacak ve kendisine şöyle denecektir: Çeşitli yeryüzü kaynakları ve
harika yetenekler ve bu mükemmel vücudun taşıdığı sen; ellerine verilmiş olan emaneti
nasıl kullandın?
Kafasız ve zalim bir dünya yöneticisinin memleket işlerini adamlarına emanet edip sonra
hesap sormayı unutması düşünülebilir. Fakat böyle bir şey Hakim ve Alim olan Allah’tan
asla beklenemez.
İşte, gök cisimleri üzerinde, bizi ahiret hayatının hem mümkün hem de zaruri olduğuna
ikna edecek şekilde düşünmenin ve müşahadelerde bulunmanın yolu ve delili budur.

67. Ve dedi ki:Ey çocuklarım! Tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler.

68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub’un
nefsindeki dileği açığa çıkarması dışı onlara Allah’tan gelecek olan hiç bir şeyi
(gidermeyi) sağlamadı. Gerçekte o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak
insanların çoğu bilmezler.

Peygamberin kendi kıssası bize öyle bir hisse vermektedir ki, tek bir müslümanın bile yalnız başına, İslâmî safvetiyle imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede İslâmî bir inkılâb oluşturabileceğini; gerçek bir mü’minin, ahlâkî seciyesini gerektiği gibi kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanmasız fethedebileceğini öğretmektedir.
Aslında bu, Hz.Yusuf’un (a.s.) eğitimi için oldukça kritik ve önemli bir dönemdi; bu sıkı imtihan o zamana dek kendisinin bile farkında olmadığı bilkuvve (potansiyel) halindeki erdemleri bilfiil hale getirmişti. Bütün bunlardan sonra anladı ki, Allah kendisine tevazuun, sadakatin, takvanın, izzetin, adaletin, murakabenin ve ruhi dengenin en mükemmel niteliklerini bahşetmiştir ve O da bu niteliklerini Mısır’da iktidarı ele geçirdiğinde tam tekmil kullanmıştır.
Kur’an bu kıssayı bir başka gerçeği daha gündeme getirmek için kullanmaktadır: Allah ne
dilerse o olur; insan hiçbir karşı-planla O’nun stratejisini (mekr) altedemez, olmasını
engelleyecek yahut oluşumunu değiştirecek herhangi bir önlem alamaz. Aksine, hep olan
odur ki, insan kendi amacı için devreye soktuğu ve kendi amacına hizmet edeceğine
inandığı bir çok vasıtanın sonunda kendi amacı aleyhine işlediğini, ilahi amaca hizmet
ettiğini anlayıverir. Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya attıkları zaman, alınabilecek en
köklü tedbiri aldıklarını düşünüyorlardı. Oysa aslında Hz. Yusuf’u (a.s) Mısır’a yönetici
yapacak olan ilahi planın yolunu döşemekteydiler ve sonunda onun huzurunda boyun
bükeceklerdi. Aynı şekilde Aziz’in karısı da intikam almak düşüncesiyle Hz. Yusuf’u(a.s)
zindana göndermişti, fakat aslında ona Mısır’ın yöneticisi olma fırsatını sağlamış
olmaktaydı ve sonunda kendi apaçık günahını itiraf etmenin utancını yaşayacaktı.
Kendileri salih ameller işlemeye çalışan birkaç kişi dışında herkese ve her şeye müsamaha eden bir toplum kendi fermanını imzalamış ve helâkını davet etmiş demektir.
Hz. ‘Şuayb’ın (a.s) kavminin sahip olduğu şeyleri keyfince
tasarruf edebilme talebi, hayatın dini ve dünyevi şeklinde iki ayrı bölmeye ayrılması
teorisine yeni bir şey eklenmediğini göstermektedir. Aşağı-yukarı 3500 sene önce Şuayb
kavmi, bugün batılının ve batılılaşmış toplulukların ısrar ettikleri bölünmede (din-dünya)
ısrar etmişlerdi. Dolayısıyla batılı(laşmış)ların bu tür bir ayrımı evrimsel bir sürecin
sonucu olarak insan tarafından gerçekleştirilmiş zihni ilerleme fikriyle insanlığın
aydınlanma sının bir sonucu olarak görmeleri yanlıştır, batıldır. Çünkü ortada aydınlanma
yok, karanlık vardır; bugünün karanlığı da yine binlerce yıl öncesinin karanlığı kadar
yoğundur ve İslam geçmiş devirlerde olduğu gibi şimdi de bu karanlığın karşısındadır.
Amel-i gayr-i salih ibaresinin Nuh’un oğlu için özellikle kullanılmış olması çok manidardır. Bu kullanış, ailelerin çocuklarını yetiştirirken gözönünde bulundurmaları gereken hedeflere atıfta bulunmaktadır. Meseleye yalnızca yüzeyinden bakan aileler çocuklarını, salih bir insan olarak yetişip yetişmediklerine bakmaksızın sırf kendi zürriyet ve rahminden oldukları için büyütmektedirler. Fakat, ayette geçen ibare, müminlerden çocuklarına bir iş , bir amel gözüyle bakmalarını istemektedir. Çocuklar ailelerine, Allah’ın insan için öngördüğü gayeye ulaşacak şekilde potaya dökülsünler, bu gayeye hazırlansınlar diye hazır bir fıtratla emanet edilmişlerdir. Bu yüzden bir aile çocuklarını, Allah’ın insan için öngördüğü hedefler doğrultusunda yetiştirmek için verdiği tüm çaba boşa gider de, çocuk daha sonra Allah’ın değil, şeytanın kulu-kölesi olursa, ebeveyn tüm bu çabalarına boşa çıkmış gayretler (Kur’an’daki tabiriyle amel-i gayr-i salih ) gözüyle bakmak durumundadır artık. Bu durumda ebeveynin boşa gitmiş emekler üzerinde daha fazla durmaması gerekir.
Hz. Nuh (a.s) kendi canından, kanından olan çocuğuna niye şefaat edemiyordu? Cevap şudur: Eğer insan vücudunun bir parçası çürümüş kangren olmuşsa cerrah, vücudun kalan kısmının selameti uğruna o parçayı kesme kararı vermek durumundadır.
Muhatabı kesmemesi için ricada bulunuyor diye, kesmemezlik edemez; aksine şunu söyler: Bu organ artık senin vücuduna ait değil, çünkü çürümüş. Tabii bu söz, çürümüş organ fiilen o vücuda ait değil anlamına gelmez, ancak şunu içerir. Bu organ vücudun bir parçası olarak artık fonksiyonunu icra edemiyor. Görevlerini yerine getiren sağlıklı organlara bakarak, çürümüş organın artık bu vücuda ait olduğu söylenemez. İşte aynı şekilde Hz. Nuh’a (a.s) O senin ehlinden değil dendiğinde, oğlunun kendi öz sulbünden olmadığı söylenmek istenmemiştir. Bozuk ahlak ve muamelatı yüzünden artık senin salih ehlinden sayılamaz. Küfür ve iman çatışmasında kafirlerin safında yer alanları cezalandırmak üzere tufan geldiğinde, senin oğlun müminlerle beraber kurtulmayı reddetti. Bu, senin zürriyetinle kafirler arasında bir çatışma olsaydı durum farklı olurdu fakat bu salihlerle salih olmayanlar arasındaki bir çatışmadır ve tufandan salihler kurtulacaktır. İşte kastedilen şey budur.
Rivayet edilir ki, bu surenin nüzulundan sonra bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a) Rasulullah’a (s.a) söyle dedi: Son zamanlarda senin daha hızlı yaşlanıyor olduğunu görmekteyim. Bunun sebebi nedir? Rasulullah (s.a) cevapladı: Hud suresi ve benzeri sureler beni ihtiyarlattı. Bu gösterir ki, zaman Rasulullah (s.a) için çok çetin zamandı ve İslam’ın davetini baltalamak için elinden geleni yapan Kureyş’in azaba uğratılmasından duyduğu endişelerine, bu sert uyarılar da eklenmiş bulunmaktaydı. Çünkü artık Rasulullah (s.a) için Allah tarafından tanınan mühletin son sınırına giderek yaklaşıldığı ayan beyandı. Mühletin son demlerini yaşadığından ve kavminin azaba uğratılacağından korkmaktaydı.
61. Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi
bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin
üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey
Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık
bir kitapta (kayıtlı) olmasın.
Ahlak mutlak olduğunda ahlaktır. Aksi halde politikadır, makyavelizmdir.
Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir.

Hûd- 10

Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

Hûd – 5

Azabı geciktiriyor olması sizi aldatmasın.
Bu Allah’ın yollarınızı düzeltin diye
size lütfuyla tanıdığı mühletten ibarettir.
ne yapsalar ölümü başlarından
savamamışlardır.
Kalbleri mühürlenen haddi aşmış kimseler
inatçı ve dik kafalı kimselerdir.
Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük
ihsân (fazl) sahibidir;
ancak onların çoğu şükretmezler.

Yûnus- 60

onlar, kendilerine söylenen sözlerin
yalnızca seslerini işitiyorlar,
tıpkı hayvanlar gibi kelimelerin seslerini
duyuyorlar; fakat kendilerine söylenene
kulak kabartmıyor, dikkat etmiyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir