İçeriğe geç

Rîsaleya Nexweşan Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Rîsaleya Nexweşan kitap alıntıları sizlerle…

Rîsaleya Nexweşan Kitap Alıntıları

Evet ehl-i imân için ölüm,rahmet kapısıdır. Ehl-i dalâlet için zulümât-ı ebediye kuyusudur.
Aziz kardeşlerim! Üstadiniz lâyuhtî değil. Onu hatâsız zannetmek hatâdır.
Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez . Bir hazinede silik para bulunmakla ,hazineyi kıymetten düşürmez “, Bâkî bir hakîkat ,fânî şahsiyetler üstüne binâ edilmez. Edilse , hakîkata zulümdür.
Her cihetle kemâlde ve devâmda bulunan bir vazife,çürümeye ve çürütülmeye ma’ruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz ; bağlansa,vazifeye ehemmiyetli zarardır.
Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a’malara bak! Allah’a şükret.
Zira hastalık, duanın vaktidir.
Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir.
Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı; sen, başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlahiyeyi hissedip şükreder miydin? Elbette şükür değil, belki düşünmeyecektin; şuursuz o sıhhatı gafletle belki sefahete sarfederdin.
Gururu bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren!
Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder. Çünkü insanı vahşete ve merhametsizliğe sevkeden istiğnadan kurtarıyor.
Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil.
ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur.
Evet Allah’ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder.
Şu dar-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dar-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükafat yeri değildir.
Ey ahiretini düşünen hasta! Hastalık, günahların kirini sabun gibi yıkar, temizler. Hastalığın günahlara kefaret olduğu sahih hadislerle sabittir. Hadiste buyrulmuş ki: “Bir ağacı silkmekle ermiş meyveleri nasıl düşerse, imanlı bir hastanın titremesi de günahları öyle döker.”

Buhârî, merdâ 1, 2, 13, 16; Müslim, birr 14; Dârimî, rikak 57.

Ey halinden şikâyet eden hasta! Senin hakkın şikâyet değil, şükür ve sabırdır. Çünkü bedenin ve uzuvların, kendi mülkün değildir. Onları sen yapmadın, başka tezgâhlardan satın almadın. Demek ki, onlar başkasının mülküdür. Onların Mâlik’i, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.
{{ Mevcudat içinde en kıymetdar, hayattır.
Ve vazifeler içinde en kıymetdar,
hayata hizmettir.}}
Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır.
Yarın, öbür gün aç olacağım,susuz olacağım diye bugün mütemadiyen su içmek,ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
İnsan;
Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir.
Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar.
Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var.O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.
“Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe
Rahmet-i İlahiyenin en latif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat;
bir iksir-i nuranîdir.Aşktan çok keskindir.
Madem o var, sana bakar, sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki; iman ve teslimiyetle ona intisab etmesin veya intisabina ehemmiyet vermesin.
Evet nasılki şükür nimeti ziyadeleştirir.. öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder.
Eğer hastalık olmazsa,sıhhat ve âfiyet gaflet verir,dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur.Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor,sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor.
Hastalık ise,birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: Lâyemut değilsin,başıboş değilsin,bir vazifen var. Gururu bırak,seni yaratanı düşün,kabre gideceğini bil,öyle hazırlan. İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir.
insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatlla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir.Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan,burada ticaret ile, ebedî daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.
Ömür bir sermayedir, gidiyor.Meyvesi bulunmazsa zayi’ olur.
Senin hakkın şekvâ değil şükürdür, sabırdır. Çünkü; senin vücûdun ve âza ve cihâzâtın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların Mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.
Evvelâ bil ve kat’î îman et ki: Ecel mukadderdir, tegayyür etmez.
Ey âhiretini düşünen hasta!

Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; îmânlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları silker.

Bilirsin ki ömür kısadır, lüzûmlu işler pek çoktur.
Maddi musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür.
Hem merakın kendisi de bir hastalıktır.
Allah’ı tanıyanın dünyâsı nûrla ve ma’nevi sürûrla doludur.
Onun eline verilen sermeye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve ‘âfiyet gaflet verir, dünyâyı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hâtırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i hevâ boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise birden gözünü açtırır.
İnsân bu dünyâya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemâdiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyârlaşma ve mütemâdiyen zevâl ve firâkta yuvarlanması şâhiddir.
Musibet zamanı çok uzundur, safâ zamanı pek kısa oluyor.
Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nev’i dermândır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zâyi’ olur.
Musibet zamanı çok uzundur, safâ zamanı pek kısa oluyor.
İnsan, hayatın en mükemmeli en yükseği ve cihazatça en zengini belki hayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede ancak kederli, meşakatli bir hayat geçiyor.
Ecel mukadderdir, Tegayyür etmez.
Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur.
Lâyemût değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.
Bâki bir hakîkat, fâni şahsiyetler üstüne binâ edilmez.
Bilirsin ki; ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur.
Nasıl şükür, ni’meti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştirir hem merhamete liyakati selbeder.
Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül
Her şey zıddıyla bilinir.
Mesela, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa harâret anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harâreti olmazsa su içmesi zevk vermez. ‘İllet olmazsa ‘âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.
Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki dâima ayrılmaya müsâ’id muhtelif mâddelerden terkîb edilmiştir. Gurûru bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazîfeni bil, dünyâya ne için geldiğini öğren!
Evet, Allah’ ı tanımayanın, dünya dolusu başında bela vardır. Allah’ ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevi sürur ve şifa ve lezzet altında, cüzi maddi hastalıkların elemi erir, ezilir.
”Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılamaya müsa’ id muhtelif maddelerden terkib edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, malikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren! ”
”Senin bir kısım emsalin sıhhat belasıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zahiri keyfi ile hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler belki de harap eder. Sen hastalık sebebiyle bu halde gidebileceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevi menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek ki hastalık ,senin için bir sıhhattir. Bir kısım emsalindeki sıhhat, bir hastalıktır. ”
” Layemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan. ”
Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve sefa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki ‘ azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.
Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır.
Madem o var, sana bakar, sana her şey var.
Senin elin kırık ise kesilmiş ellere bak! Bir gözün yoksa iki gözü de olmayan âmâlara bak! Allah’a şükret.
Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın.
Hastalık sırrıyla hulusiyet kazanan, hususan zaaf ve aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua, kabule çok yakındır.
Hastaların kalbini hoşnut etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer.
“Hastaların duasını alınız, onların duası makbuldür.”
Şükret, hayratın en hâlisinin kapısını sana açan, hastalıktır.
En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler.
Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır.
Evet Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur.
“Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.”
Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler.
“Her şey zıddıyla bilinir.”
Çünkü bir şey devam etse tesirini kaybeder.
Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren!
Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve içyüzündeki sevabı düşün “Bu da geçer yahu!” de, şekva yerinde şükret.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir