İçeriğe geç

Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi Kitap Alıntıları – Alan Swingewood

Alan Swingewood kitaplarından Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi Kitap Alıntıları

“İşçi, yaşamını nesne haline getirir ve yaşamı artık kendisine değil, nesneye ait olur. Faaliyetleri çoğaldıkça… sahip olduğu şeyler azalır. Kendi emeğinin ürününde somutlaşmış olan şey artık kendisi değildir. Bu ürün ne kadar büyürse… kendisi o ölçüde küçülür.”
“İmalatla ilgili meslekler, filozofun mesleğinden farklı olarak, insan zekâsını köreltir; iş daha küçük parçalara bölündükçe, fikirler azalır; insanlar daha fazla çalıştıkça, düşünmeye ve araştırmaya ayıracakları zaman azalır. Toplumsal gelişme gerçekten de çift uçludur.”
“Toplumsal olmayan bir insan, doğa durumu gibi, sadece ‘felsefi bir kurgu’dan ibarettir.”
“Anlaşılan, herhangi bir toplumun yapısı, tek bir faktörün değil, çok sayıda faktörün işlemesine bağlıdır; toplum, çok çeşitli öğeler arasındaki bir dengenin ürünüdür.”
“Tarih, bireylerin genellikle çelişkili ve kaotik olan eylemlerini, tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde birbirine bağlamayı başaran bir süreç olarak kavramaktadır.”
Toplum ilerledikçe, diğer işler gibi, felsefe veya fikir yürütme de, yurttaşların belirli bir sınıfının başlıca ya da tek uğraşı ve mesleği haline gelmekte ve bu alan, çok sayıda farklı alt kollara ayrılmaktadır.
De­mokratik toplum, ahlaki yükümlülüğün kaynağının sivil toplum kurumlarından geldiği, toplumsal dayanışmanın kaynağının içkin olduğu, dışsal olarak, yukarıdan dayatılmadığı bir toplum­du.
Gerçek bir anlamanın doğası diyalojiktir.
Habermas’a göre, kapitalist toplum, ileri derecede merke­zileşmiş ve düzenlenmiş bir yapısı olan devlet kapitalizmi sistemine dönmüştür.
Marksizm, ağırlıkla, kapitalist toplumun ve onun bilgi form­larının bir eleştirisiydi. Bu yüzden bilinç, praksis ve insani de­ğerler vurgulanıyordu.
Dil,benim açımdan felsefi yada gramatik düşüncelerin bir alt katmanı değil,niyetlerimi ifade etmenin yada başkalarının niyetlerini anlamanın bir aracıdır.(Schultz)
Schutz’a göre, gündelik dünya öznelerarasıdır.
Dünya özel değildir, başkalarıyla paylaşılır.
Schutz “yaşam dünyası’’nı kesintisiz bir deneyim ve eylem akışı diye tanımlamıştı.
İletişim, “anlamlı jestler”le insani davranışları insani olmayan davranışlardan ayıran bilinçli edimlerle kurulu­yordu .
Freud’a göre, Oidipus kompleksi, tüm insan toplumlarıyla sosyal gruplarda görülen evrensel bir fenomendir.
benlik kavramı Freud’un içgüdüsel dürtülerin bastırılmasına yaptığı vurgudan arındırılmış, insanın cinselliği toplumsal rol ve toplumsal düzenle ilgili bir olay durumuna indirilmiştir.
kişilik tipi ile toplumsal yapı tipi arasında bir uyum olduğunu söyleyebiliriz.
Şu tesisatçılarının sanayi toplumu açısından İlahiyat Profesörleri’ne göre daha işlevsiz oldukları iddia edilebilir mi gerçekten?
Toplumsal eşitsizlik, toplumların kendi halkını gerek prestijli olma gerekse saygı görme temelinde farklılaştırmasını sağlayan ve bilinçsiz biçimde gelişen bir araçtır. (Davis ve Moore)
Kapitalist demokrasiler, sivil topluma dayalı olan güçlü kurumsal yapılarıyla, grup çatışmala­rına karşı “hoşgörülüdür” ve onlardan “yaratıcı biçimde fayda­lanmaktadır”
Parsons, faşizm ile komünizmi, “Batı Dünyası’ndaki tam rasyonalleşme eğilimine karşı “romantik” bir başkaldırının örneği olan hareketler şeklinde analiz etmek­tedir.
Herkesin merdivenin üst basamaklarına çıkması ya da bir orta sınıf hayat tarzı tutturması mümkün değildir.
Toplumlar birer bütündür; birbiriyle ilintili parçalardan meydana gelen sistemlerdir.
Bütün örgütler, ideolojileri bakımından ne kadar demokratik olursa olsun, ister istemez oligarşik ve bü­rokratik bir niteliğe bürünmektedir.
De­mokrasi, “aksine görünümlere ve yönetimin temeli olan tüm hukuksal ilkelere rağmen Fiilen ve etkin biçimde devletin denetimini elinde tutan örgütlü azınlıkların egemenliğiydi. (Mosca)
Hal­kın iradesi -halkın gerçek iradesi- gibi kavramlar benim gö­zümde çoktandır yok olmuştur, bunlar kurgusal şeylerdir.İnsanın insan üzerindeki tahakkümünü kaldırmayı amaçlayan bü­tün fikirler Ütopyacıdır (Mommsen)
Marx bu bürokratik devlet makinesini “Fransız toplumunun vücudunu bir ağ gibi saran ve bütün gözeneklerini tıkayan korkunç bir asalak şeklinde tarif ediyordu.
Devlet, bir hakim sınıfın bireylerinin ortak çıkarlarını dayattık­ları biçimdir (Marx)
Devlet, basitçe, burjuva sınıfının mülkiyetini ve çıkar­larını güvence altına almak üzere kendiliğinden benimsediği örgütlenme biçimi değil, sivil toplumun yabancılaşmış toplumsal ilişkilerinden gelişen bir kurumdu.
İktidar, ekonomik yapının politik toplum içindeki yansımasıdır.
tüm toplumsal ilişkileri ekonomik ilişkilere dö­nüştüren üretim tarzı yalnızca kapitalizmdi.
devrimler, toplumu eski dengesine kavuşturur ve tamamen dağılmasını önlerler.
tarih “aristokrasiler mezarlığıdır.
Sezar’ı anlamak için Sezar olmak gerekmez.
Weber’e göre, ideal tipler analiz araçlarıydı, salt yol gösterici olarak değer taşıyorlardı.
Weber Nietzsche’nin evrensel değerlerin varlığını kabullenmeyi stoacı biçimde reddetmesini izliyordu
Sosyolojinin nesnesi, “toplumun atomları arasındaki etkileşimlerdir.
Kant’a göre, bilgiye ulaşmak, deneyime ve bağlama gönderme yaparak değil, ancak zihnin içkin kategorileri aracılığıyla mümkündü.
Toplumsal ola­nın kaynağı, insan eylemi, insan öznelerin birbirleriyle ilişki kurma niyetleriydi.(Tönnies)
De­mokratik toplum, ahlaki yükümlülüğün kaynağının sivil toplum kurumlarından geldiği, toplumsal dayanışmanın kaynağının içkin olduğu, dışsal olarak, yukarıdan dayatılmadığı bir toplum­du.
Yüksek intihar oranının kaynağı toplumsal ahlakın zayıf olmasıydı. Ahlak da, Durkheim’a göre, dinle yakından bağ­lantılıydı.
Yüksek bir intihar oranı, ev içi da­yanışmasında bir gerileme olduğunu, bencilliğin soğuk rüz­gârının kalpleri soğutup ruhları zayıflattığını gösterebilir (Durkheim)
arzuların sunduğu zengin ödül insanları kışkırtır ve onları çok daha açgözlü ve denetime karşı çok daha tahammülsüz kılar.
Ahlak ile din ayrılmaz biçimde içiçe geçmiştir: “Dinde ahlak, ahlakta dinsel öğeler” her zaman ol­muştu.(Durkheim)
Toplum, ancak, toplumun kendisine bakmasını sağlayan “fikirler” olan ideallerin yaratılmasıyla oluşabilirdi.(Durkheim)
“zafer kazanmayı başar­dığımız zaman bile, karşılaştığımız direniş, bizi uyanık tutmaya, kendimizden bağımsız bir şeyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olmaya yeter”
Marx’a göre, kapitalizmin temelinde yatan eğilim, aktif bireyleri pasif nesnelere dönüştüren, yaratıcı özerkliği her anlamda or­tadan kaldıran, dışsal, kısıtlayıcı bir veri olarak yaşanıp kavra­nılan bir toplumsal dünyayı üreten bir sistem olmasıdır.
Bir yanda işçiler ile öbür yanda kapitalistler ve toprak sahipleri arasında bir yerde ko­numlanan, asıl olarak ve doğrudan gelirle [yaşayan] orta sınıfların sayısının durmadan artması , en üstteki on bin kişinin top­lumsal güvenliğini ve gücünü iyice büyüterek,emeğiyle çalışan sınıf üzerinde ağır bir yük gibi baskı yapmaktadır.” MARX
Bizim çağımız, burju­vazinin çağı, bu ayırt edici özelliğe sahiptir ve sınıfsal uzlaş­mazlığı basitleştirmiştir. Bir bütün olarak toplum,
iki büyük düşman kampa, birbiriyle doğrudan karşı karşıya gelen iki büyük sınıfa ayrılmaktadır: Burjuvazi ile Proletarya
Sınıf mücadelesi,bilimci burjuva ekonomisinin ölüm çanıydı Çıkar gütmeyen araştırmaların yerini ücretli ödül savaşçıları, gerçek bilimsel araştırmaların yerini de vicdanı çiğneyen ve bir tek meş­rulaştırmayı gözeten artniyetlilik almıştı.
İşçi, sanki işgücü sömürülmüyormuş, adil bir işgünü nün karşılığında adil bir kazanç alıyormuş gibi hareket eder. Böylece kapitalist eşitsizlik, toplumun yeterli işlev görmesi açısından doğal ve bu yüzden de temel bir öğe olarak tanımlanmış olur.
Zenginliğin yaratılması, ancak işgücünün sömürülmesiyle, emeğin insani değerlerin bir olumlaması olmaktan çıkıp, reddi haline gelmesiyle mümkündür.
Marx, politik ekonomiyi kavra­yışıyla, emeği, insan kültürünün temeli olarak tanımlamıştır. Kültür, artık tarih-üstü bir gücün ifadesi değil,emek aracılığıyla gerçekleşen insan faaliyetinin ürünüdür.
Kapitalist, işçiyi, fiilen onun olan şeyden yoksun bırakıyordu ve bu, açıkça ahlakdışı, toplumsal açıdan da bölücü bir hareketti.
Comte’un çözümü, otoriter ahlaki liderlik yönündeydi; Saint-Simoncular ise toplumsallaşmış bir üretim sistemi talep ediyorlardı.
Evrenin özelliği, evrim ve çözülme süreçle­rinde maddenin ve hareketin sürekli olarak yeniden dağıtıl­masıdır.
Topluma ilişkin fenomenlerin yasaları, toplum halinde birleşmiş olan insanların eylemleri ile tutkularının yasalarından başka bir şey değildir ve olamaz
Comte, toplumsal bağların özünde dinsel olan niteliğini vurgulayarak, konformist ve ideolojik içerikli ahlaki çözümleri savunuyordu.
İnsanlık, eşitsizliği ve sosyal tabiyetin doğal yasalarını kabul etmeyi öğrenmelidir.(Comte)
Bilimden öngörü , öngörü”den eylem çıkar, çünkü öngörmek amacıyla bakmak, bilimin işidir.
Gözlem ve yasalar ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır (Comte)
Comte, Fransız entellektüel kültüründe, akademik çevrelerde alaya alınan,peri­yodik delilik nöbetleri geçiren, çağdaş bir bibliyografyada mer­hum olarak yer almanın onur kırıklığını yaşayan, marjinal bir kişilik olarak kalmıştı.
Saint-Simon’un toplum teorisi yükselen burjuvazinin bir teorisiydi ve sanayi döneminin sınıfları ile eski feodal sınıflar arasındaki sınıf mücadelesini vurguluyordu.
İnsanlığın asıl inceleme alanı insandır ve başka hayvan­larla benzerlik kurarak onun doğasıyla ilgili hiçbir şey öğrene­meyiz
herhangi bir beklentileri olmadığı için ruh gibi çalışır, gelecekte alacakları paradan, din­lenme ve uykudan başka bir şey düşünmezler.
Toplum ilerledikçe, diğer işler gibi, felsefe veya fikir yürütme de, yurttaşların belirli bir sınıfının başlıca ya da tek uğraşı ve mesleği haline gelmekte ve bu alan, çok sayıda farklı alt kollara ayrılmaktadır.
Toplumsal olmayan bir insan, doğa durumu gibi, sadece felsefi bir kurgu dan ibarettir.
Montesquieu’ye göre, toplum nesnel yapılar yani öğeler etrafında kurulan bir sistemdi; Rousseau’ya göre ise, toplu biçimde sözde-mistik bir genel iradede örgütlenmiş bireysel iradelere dayalı bir organizmaydı.
İnsanlık çeşitli nedenlerden etkilenir: iklim din yasalar hükümetin buyrukları ahlak ve âdetler; ulusların genel ru­hunu oluşturan şeyler bunlardır.
Montesquieu, Roma İmparatorluğu’yla ilgili incelemesinde (1734) şöyle yazıyordu:
Dünyayı tesadüfler yönetmez. Bunu, belirli bir planı izledik­lerinde sürekli başarılar kazanmış, başka bir planı uyguladıklarında ise durmadan yenilgilerle karşılaşmış olan Roma­lılara sorun.Her monarşide, onu yükselten, onu koruyan, ahla­ki ve fiziksel, genel nedenler vardır Bütün tesadüfler, bu ne­denlerin kontrolündedir.
Ben öncelikle insanlığı ele almıştım. Benim düşüncelerimin sonuçları, kafama estiği gibi yön değiştirmiyor, yasaların ve usullerin sonsuz çeşitliliğinden çıkıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir