Attila İlhan kitaplarından Tutuklunun Günlüğü kitap alıntıları sizlerle…
Tutuklunun Günlüğü Kitap Alıntıları
yankılı bir boşluğa düşersin
nedendir bilmezsin
gizler çatlayan tohumu serpilen tomurcuğu
bir yalnızlıktan bin yalnızlığa kalkar
ne çıkar uykusuz da kalırım
günlerden cuma mı cumartesi mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım
sandığımız
o mahûr beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
bitirdim sandığın başlar
buğulu camlar gibi serin
alaca karanlığında korkunun ve çirkinliğin
eğilip kim bulacak olsa boğulur
başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü
vahim yanılmaların ürpertici çığlıkları
birden yoğunlaştırırdı yalnızlıkları
ay boğulurken bulutlardan bir perde
Koyu bir dalgınlıktır artık yaşadıkları
Bitirdim sandığın başlar
Bitirdim sandığın başlar.
Boşlugu tırmanır gördüm mor sarmaşıkları
Sazlar kırılmış bir korku salmış aşıkları
İçten anlaşılınca ölmeye alıştıkları )
Ellerinden tutan bir beyaz olmaz.
özgürlükte varolmaktır/en bağışlanmaz suçları
ölerek ölümü yenmek/umutların en umutsuzu
sonra sokak lambaları daha solgun görünür
yaprak düşer sürahi üşür camlarda ilk yağmur damlaları
günler kısalıyor diye aldatma kendini
günler değil kısalan aslında senin ömründür
mevsimlerin dönme dolabıyla belli etmesi geçtiğini
tutmuş ellerinden yalnızlıklarını henüz doğmamış çocuklar
bir çığ düşer kul cıvıltılarından bütün haziran
başladım sandığın şarkı biter ansızın
bitirdim sandığın başlar
uzay avcında küçülür evren sana dar gelir
çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
gün döndü geceler uzar hazırlık sonbahara
kıramaz hücre yalnızlığının sanki yok kapılarını
yaşadığı eski yazlar hep eski sabahlardır
kimin bu karanlık kimler sürgülemiş kapıyı
insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı
gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır
başlıbaşına bir dünya gökte sevdâlı bulutlar
ne bardakta şarap kalmış ne o eski umutlar
koyu bir dalgınlıktır artık yaşadıkları
İçimde özlemlerin boğuk gramofonları.
elden giden dostları andım birer birer
bilmem ki nerdeler diye sordumdu onları derhal makbere dedi bilmem ki nerdeler
uyusam bir tokatla uyandırılmış bulurum kendimi
dağılır rüzgârıyla içimde geliştirdiğim soğuk gül
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
Ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü.
nedendir bilmezsin
Ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü
Gittiler; akşam olmadan ortalık karardı
gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır
en sapa nehirler denizlere kavuşur
nasıl olsa öleceksin kendi yanlışlarının doğrusunda
günler değil kısalan aslında senin ömründür
bir komünist kendini asıyor
zenciler zenci diye sokakta kalır
endüstri krallarını takdis eder rahipler
darağaçlarına irkilmeden bakabilmek
ellerin kelepçeli götürülürken
bin başlı on bin ayaklı sanki bir devdiler
grev oylamasında bir ağızdan grev dediler
insan özlemle hatırlar gerçekleştiremediği intiharları
ölerek ölümü yenmek / umutların en umutsuzluğu
gelecek kuşaklara yansımasıyla avunur insan
iş ağaçta değil onu böyle büyüten toprakta
bilmek önemli gerçi asıl iş anlamakta
gerçeklerin en yalnızı
en katlanılmazı ve en kemiklisi
şu çıplak doğanla şu ölen çıplakta
nereye kaydıysa sonbahar oraya yöneldi aklımız
gitmekle kalmak arasında oldum olası kararsız
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahûr beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
bir başkasının yasantısıdır dönüp arkamıza baksak
çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak
belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
ne haydut bir akşamdı
nâzım hapiste dinamo sürgün
uyumamak fazladan yaşamak değil
kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da
bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı
tutsak serçeler nasıl çarpar kendini duvarlara
nasıl aydınlığa büyür kuytudaki bitkiler
özgürlük diye titrer varlığının her zerresi
varsa da yoksa da tutuklunun
burnunda mithat paşa’nın gözlükleri
namık kemal büyür sakalların suratında
fosforlu arılar gibi vızır vızır
gelir mısra sonlarını bulur
erkek kafiyeleri nâzım hikmet’in
nedendir bilmezsin
elektrik elletirler kıvılcım yalatırlar
tuzruhu damlatırlar kulak boşluğuna
çekip alırlar kerpetenle tırnaklarını
öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir
geceleri rüyalarına girip uykularını kaçıran
insanın insanı soyduğu derisini yüzdüğü
toplumcularız karakollarda açtık gözümüzü
kim çalar kapımızı kim görür yüzümüzü
gizli duruşmadayız 3. ağırceza’da
mübaşirler koridorlarda birer insan avcısıdır