İçeriğe geç

Tutuklunun Günlüğü Kitap Alıntıları – Attila İlhan

Attila İlhan kitaplarından Tutuklunun Günlüğü kitap alıntıları sizlerle…

Tutuklunun Günlüğü Kitap Alıntıları

︎gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır ︎
sağın soluna karışır
yankılı bir boşluğa düşersin
nedendir bilmezsin
bir siyah mendildir ölüm kuşatmış gözlerini
gizler çatlayan tohumu serpilen tomurcuğu
o kanlı akşamüstleri içimdeki son katar
bir yalnızlıktan bin yalnızlığa kalkar
yağmura soğuğa dayanıklıyımdır
ne çıkar uykusuz da kalırım
günlerden cuma mı cumartesi mi
bunlar beni söyletemezler
daha gecelerce dayanırım
bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı
sandığımız
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahûr beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
başladım sandığın şarkı biter ansızın
bitirdim sandığın başlar
︎ne güneşler doğar geceyarıları︎
düşünceli sevda çiçekleri hangi uzak ölülerin dudaklarıyla uzattıkları
buğulu camlar gibi serin
yeniden başlamak mı aynı yanılgılara düşmek için
alaca karanlığında korkunun ve çirkinliğin
bazıları koyu bir yalnızlıkla doludur
eğilip kim bulacak olsa boğulur
günler dağılır altüst olmuş zamanlar gelir
başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü
eskiden puhu kuşları gizemli bahçelerde
vahim yanılmaların ürpertici çığlıkları
birden yoğunlaştırırdı yalnızlıkları
ay boğulurken bulutlardan bir perde
Ne bardakta şarap kalmış ne o eski umutlar
Koyu bir dalgınlıktır artık yaşadıkları
O mahûr beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
Başladım dediğin şarkı biter ansızın
Bitirdim sandığın başlar
Başladım sandığın şarkı biter ansızın
Bitirdim sandığın başlar.
(Yapraklarında tel tel yıldız bulaşıkları
Boşlugu tırmanır gördüm mor sarmaşıkları
Sazlar kırılmış bir korku salmış aşıkları
İçten anlaşılınca ölmeye alıştıkları )
Zenciler zenci diye sokakta kalırlar
Ellerinden tutan bir beyaz olmaz.
imgelem kuşlarıdır ki tutulmaz toz olur dağılırlar
özgürlükte varolmaktır/en bağışlanmaz suçları
eylemi anlamından çözer hiçe indirger tutkusunu
ölerek ölümü yenmek/umutların en umutsuzu
önce deniz yaşlı bir güzelliktir bulur örtünür
sonra sokak lambaları daha solgun görünür
yaprak düşer sürahi üşür camlarda ilk yağmur damlaları
günler kısalıyor diye aldatma kendini
günler değil kısalan aslında senin ömründür
zamanın geçmesinden çok belki de bizi böyle yıkan
mevsimlerin dönme dolabıyla belli etmesi geçtiğini
eski begonyalar da ağlamaktadır güneş de batar
tutmuş ellerinden yalnızlıklarını henüz doğmamış çocuklar
bir çığ düşer kul cıvıltılarından bütün haziran
başladım sandığın şarkı biter ansızın
bitirdim sandığın başlar
öyle gezegenler savrulur ki imgeleminde
uzay avcında küçülür evren sana dar gelir
bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
gün döndü geceler uzar hazırlık sonbahara
bir şehir biriktirse tutuklu içine insan yığsa
kıramaz hücre yalnızlığının sanki yok kapılarını
çoğaltır kendini tutuklu azaltmak için yalnızlığını
gün doğmayınca sabahın hükmü mü vardır
yaşadığı eski yazlar hep eski sabahlardır
bir güler gülüşü siler büyük dargınlıkları
kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı
kimin bu karanlık kimler sürgülemiş kapıyı
insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı
sanık olmasın kişi ömrü bir duruşmadır uzar
gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır
nasıl damlardı mayıs akşamlarına utlar
başlıbaşına bir dünya gökte sevdâlı bulutlar
ne bardakta şarap kalmış ne o eski umutlar
koyu bir dalgınlıktır artık yaşadıkları
Çocuktum/ıslıklarım ne kadar hürdü
İçimde özlemlerin boğuk gramofonları.
Yeni bir bileşim denemesi toplumsal gerçekçi yöntemle Garip’çilere karşı yapılmak istenmiş, yeni ozanların katılmasıyla başlangıçta başarılı da görülmüş, ne var ki sanat dışı baskıların işe karışması, Türk şiir tarihinde hiç görülmemiş bir yozlaşma dönemi demek olan İkinci Yeni döneminin başlaması sonucunu vermiştir.
göz yaşlarımla makbere girdim de çağladım
elden giden dostları andım birer birer
bilmem ki nerdeler diye sordumdu onları derhal makbere dedi bilmem ki nerdeler
her şeyi müslümanlığın taze ışığında gören bir ulu ozan ‘bir hilâl uğruna yârap ne güneşler batıyor’ diyordu. onun yüreğindeki müslümanlık taze ve sıcaktı. fakat ordan alıp, onu kara yüreklerinde tutanlar kirtletmişlerdi.
gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır
uyumasam hatıralar bir türlü bırakmaz yakamı
uyusam bir tokatla uyandırılmış bulurum kendimi
gizli bir ürpermedir solgun ağaçlarıyla eylül
dağılır rüzgârıyla içimde geliştirdiğim soğuk gül
beyaz saray açıkladı/dolar dalgalanmaya bırakılıyor
ne zaman aynaya baksa sakalsızlığına üzülür
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu
Ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
günler sayılır altüst olmuş zamanlar gelir
başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü.
Sen ise çoktandır kurşuna dizilmişsin
nedendir bilmezsin
Çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocukçadır
Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
Ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı,
Gittiler; akşam olmadan ortalık karardı
sanık olmasın kişi ömrü bir duruşmadır uzar
gecesi gündüzünün gündüzü gecesinin yargıcıdır
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
ne güneşler doğar geceyarıları
en sapa nehirler denizlere kavuşur
bazıları koyu bir yalnızlıkla doludur
bir âh ile bu âlemi viran ederim ben
şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
başkasının doğrularına ne kadar sahip çıkayım desen de sen
nasıl olsa öleceksin kendi yanlışlarının doğrusunda
“bir âh ile bu âlemi viran ederim ben ”
günler kısalıyor diye aldatma kendini
günler değil kısalan aslında senin ömründür
ne zaman dışarı baksan kar
bir komünist kendini asıyor

zenciler zenci diye sokakta kalır

endüstri krallarını takdis eder rahipler

darağaçlarına irkilmeden bakabilmek
ellerin kelepçeli götürülürken

bin başlı on bin ayaklı sanki bir devdiler
grev oylamasında bir ağızdan grev dediler

insan özlemle hatırlar gerçekleştiremediği intiharları

ölerek ölümü yenmek / umutların en umutsuzluğu

gelecek kuşaklara yansımasıyla avunur insan

iş ağaçta değil onu böyle büyüten toprakta
bilmek önemli gerçi asıl iş anlamakta

gerçeklerin en yalnızı
           en katlanılmazı ve en kemiklisi
şu çıplak doğanla şu ölen çıplakta

nereye kaydıysa sonbahar oraya yöneldi aklımız
gitmekle kalmak arasında oldum olası kararsız

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahûr beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız

ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız

bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız

bir başkasının yasantısıdır dönüp arkamıza baksak
çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak
belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

ne haydut bir akşamdı
         nâzım hapiste dinamo sürgün

uyumamak fazladan yaşamak değil

kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da
bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı

tutsak serçeler nasıl çarpar kendini duvarlara
nasıl aydınlığa büyür kuytudaki bitkiler
özgürlük diye titrer varlığının her zerresi
          varsa da yoksa da tutuklunun

burnunda mithat paşa’nın gözlükleri
namık kemal büyür sakalların suratında
fosforlu arılar gibi vızır vızır
        gelir mısra sonlarını bulur
              erkek kafiyeleri nâzım hikmet’in
                    nedendir bilmezsin

elektrik elletirler kıvılcım yalatırlar
tuzruhu damlatırlar kulak boşluğuna
çekip alırlar kerpetenle tırnaklarını

öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir
geceleri rüyalarına girip uykularını kaçıran
insanın insanı soyduğu derisini yüzdüğü

toplumcularız karakollarda açtık gözümüzü
kim çalar kapımızı kim görür yüzümüzü
gizli duruşmadayız 3. ağırceza’da

mübaşirler koridorlarda birer insan avcısıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir