Ernst Jünger kitaplarından Çelik Fırtınalarında kitap alıntıları sizlerle…
Çelik Fırtınalarında Kitap Alıntıları
Yüce bir kalp ölüm karşısında dehşete kapılmaz; yeter ki geldiğinde sadece şeref getirsin.”
“İnsan düşman karşısındaysa, hisleri daima pusuya yatmış bekler ”
“Ne de olsa yürek sahibi marazlı insanlar, korkak kuvvetlilerden iyidir.”
“İnsan kendi başına bir dünyadır.”
“Her zaman böyledir; kendi mesleğimizin tehlikeleri, bize daha manalı ve daha az dehşetli gelir.”
Üstümüzden mesuliyeti alan devlet bizi kederden kurtaramaz; onu biz taşımaya mecburuz.
Keder rüyaların içine kadar uzanır.
Defalarca, Aristo’nun şu sözlerini mırıldandım: Yüce bir kalp ölüm karşısında dehşete kapılmaz; yeter ki geldiğinde sadece şeref getirsin.
“İnsan, kendi başına bir dünyadır; içine tıka basa, harap tarlaların üzerine binmiş o karanlık, korkunç atmosfer dolmuştur.”
Toprağa düşenlere!
Mutlu Azınlığa!
Ateşler içinde yatarken insan zaman mefhumunu kaybeder.
Onları daha pek acı günler beklemekteydi.
İnsanın nefes alabilmek için uğraştığı zaman nasıl bir dehşet hissettiğini öğrendim.
Faydası yok artık!
Dayanıyoruz!
Herkes biliyordu ki artık zaferi elde edemeyecektik. Fakat dayanacaktık.
Düşman her taarruzunda daha da kuvvetlenen bir teçhizatla çıkıp geliyor, darbeleri hızlanıyor ve şiddetleniyordu.
Söyleyecek pek bir şey yoktu!
İnsan gece karanlığında karavana getirmekten veya tabya kazmaktan dönerken yolunu ne kadar kolaylıkla şaşırabilir.
insan ürkek bir bölükten ziyade azimli bir manganın başı olmayı tercih ediyordu.
Her halükârda emir emirdir.
Harp, daha derin bilmecelerini ortaya koymaktaydı. Zaman, garip bir zamandı.
Mevsimler değişiyor, kış oluyor, sonra yine yaz geliyordu ve insan hep harp halindeydi.
Keder, rüyaların içine kadar uzanır.
Üstümüzden mesuliyeti alan devlet bizi kederden kurtaramaz; onu biz taşımaya mecburuz.
Gözünü kan bürümüş halde koşarak gelen muharip esir almak istemez, öldürmek ister.
taarruz edenin üstüne beş adım öteden kurşun yağdıran bir müdafi artık merhamet bekleyemez.
İşte hiçbir şey, cüretkâr bir herifin çıkıp üstüne bir kuş konduramayacağı kadar korkunç olamıyordu.
Herkes için tek bir istikamet vardı: İleri!
Rakibi nihayet elle tutulur bir halde görmek kurtuluştu.
Tamamen yalnızdım!
Tabiat kanunları bile meriyetini kaybetmişe benzemekteydi.
Vurulup ölmekten fazlası, Tanrı’ya şükür gelemez başımıza!
İnsan harpte esaslı şeyler öğreniyor, fakat bu dersin bedeli yüksek oluyor.
Düşmanın bin metre ilerisinde düpedüz bir panayır hercümerci hüküm sürüyor ve o bunu nedense fark etmemiş görünüyordu.
anlar hafızaya kazınıyordu.
kaç buradan, karanlığın derinliklerine kaç!
Hiçbir şey görme
Hiçbir şey işitme
Yola ve yürüyüş zamanına titizlikle riayet etmeyen kıtanın vay haline!..
Hiç değilse biz elimizden geleni yapacaktık.
Gözden ırak, kalbe ilelebet yakın!
Güzel Tanrım, sen akşamı bir getir, sabah kendiliğinden gelir!
Yakında ya düşman hattının öbür tarafında veya daha iyi bir yer olan öbür dünyada olacaktık.
Alay, insanların orduda birbirlerini şahsen tanıdıkları en son kıtadır
Yaralanmanın arkasından gelen asıl şokun sebebiyet verdiği o rüya hali içinde, başımdaki sargının beyaz bir kovuk gibi ta uzaklardan göründüğünü düşünmemiştim.
Senelerdir neşeyi, kederi ve tehlikeyi paylaştığım ve bana birkaç dakika önce bir şaka ile seslenen yüksek meziyetli bir arkadaş ufacık bir parça kurşun yüzünden nihayetine ermiş olsundu! Havsalam almak istemiyordu fakat ne yazık ki hakikat buydu.
İnsanlar birbirlerini görmeden öldürüyordu.
Bir insanın cesareti cüretkârca bir teşebbüsü hep hayranlık uyandırır.
mermiler insanı uykudaki haline benzeyen bir vaziyette yere uzatır.
İnsan yabancı emir altında olduğunda şımartılmıyor!
Her şey sihre uğramış bir dünya gibi soğuk ve yabanı.
İnsan gece vakti bilinmedik bir mevziden geçiyorsa, ateş fevkalade şiddetli olmasa dahi, içini ürkütücü bir his kaplıyor; göz ve kulak en garip hayallerle yanılıyor.
Güzel günler hemen geçti!
Bu koşunun en nahoş tarafı, insanın yaralanacak olursa kaçınılmaz bir şekilde bataklık ceseti haline geleceği hakikatiydi.
vücut korunmasız ve hareketsiz bir halde kaderini beklemek mecburiyetindeydi.
Her küçük koruya, her çalılığa toplar yerleştirilmişti ve bunların başında yarı sağır topçular mesleklerini icra etmekteydi.
Böyle ölüm haberleri gelince insan gayri ihtiyari, kendisinin de belki ortalıkta dolaşacak uzun bir zamanı kalmadığı fikrine kapılıyor.
Küçük sebepler büyük neticeler doğurur.
Binlerce kişi böyle mezarlarında bir dost elin diktiği bir işaret olmadan uyumakta.
Muharebe esnasında insan müşahhas bir zaruret halinde bulunur.
çünkü muharebe insanları bağlar, atalet dağıtır.
Gözden ırak, kalbe ilelebet yakın!
Hava, merhamet dilenecek hava değildi.
İnsanın ertesi sabah hayat memat meselesi olarak bir işe girişeceğini bilmesi ve uyumadan önce bir müddet daha kendini dinleyip muhasebe yapması, garip bir histir.
Herkes kendi derisini istediği yerin pazarına taşır.
Hak edilmeyen şey nema vermezmiş.
İnsan ve malzeme miktarı ne kadar büyük olursa olsun, can alıcı noktalardaki işi yine de bir avuç muharip yerine getirir.
herkesin kendine has, acayip bir huyu oluyordu.
Yüce bir kalp ölüm karşısında dehşete kapılmaz; yeter ki geldiğinde sadece şeref getirsin.
İyi bir kahvaltı vücudu ve ruhu diri tutar.