İçeriğe geç

Sirkadiyen Beslenme Kitap Alıntıları – Ayşegül Çoruhlu

Ayşegül Çoruhlu kitaplarından Sirkadiyen Beslenme kitap alıntıları sizlerle…

Sirkadiyen Beslenme Kitap Alıntıları

Gevşeme kasılmadan daha fazla enerji ister. Kaslardaki kasılmanın biyokimyasına basitçe baktığımızda kalsiyumun hücre içine girmesi kasılmayı başlatır. Gevşeme içinse kalsiyumun hücre dışına atılması gerekir. İşte bu, çok enerjiye mal olur.
Aslında büyük resme bakınca biz neden yiyoruz biliyor musunuz? Biz galaktik enerjiyi içimize almak için yiyoruz! En basit açıklamasıyla, güneşle fotosentez yapan bitkileri ve bu bitkileri yiyen hayvanları yemenin dolaylı olarak güneş ışığını yemek olduğunu sezebiliyorsunuzdur artık.
Kuantum dünyası kurallarının işleyeceği ideal zemini hazırlamamak bize ‘zaman’ olarak ödetilir. Zaten madde, kuantum dünyasından, yavaşladığı için kaçmış, yavaşlamış, katılaşmış ışıktır.
Sağlıktaki amaç aynı hücreyi en yüksek verimle en uzun süre kullanabilmektedir. Bunun için akıllı çözüm ETZ elektrik santrallerini yani mitokondriyi korumaktır.
Yaşamak için yiyoruz, yemek için yaşamıyoruz. -Hipokrat-
Yiyeceğin bolluğuna ışığın bolluğunu da eklersek, sürekli ışık altında oturan, sürekli yemlenerek yumurtlamaya zorlanan, sirkadiyen saatleri bozulmuş kısa ömürlü, hastalıklı çiftlik tavuklarından pek farkımız yok gibi. Ne dersiniz?
Nobel aldığı çalışmaya kadar, sirkadiyen saat genlerinin ve bu proteinlerin DNA tamiri ile ilişkisi üzerine çalışır. DNA tamirinin sirkadiyen olduğunu yani 24 saatte farklı düzeylerde DNA tamiri gerçekleştiğini bulur. Bu bilgi ile kanser tedavisindeki kemoterapiyi birleştirir ve -Eğer DNA’nın tamirinin daha zayıf olduğu saatlerde kanser tedavisi için kemoterapi yapılırsa, kemoterapinin daha etkin olacağı, daha çok kanser hücresinin öldürülebileceği- çıkarımını yaparak Nobel’i alır.
Tüm canlılar birbirine bağlıdır. Buna kuantum entanglement yani kuantum dolaşıklık diyebilirim. Tüm canlılık enerji akışları ile birbirine bağlıdır. Her şey birdir. Hepimiz birbirimize ve sonra Ay’a, Güneş’e, evrene bağlıyız. Güneş’i, Ay’ı ve evreni, foton-ışık, manyetizma ve kütle çekimi oluşturur. Yani bizim biyolojimizi de ışık-foton, manyetizma ve kütle çekim oluşturur. Bütüne olan bağımızı sağlayan bu üç faktörden ışığı algılamak için tüm vücudumuzda sensörler vardır. Gözlerimizde, cildimizde, hatta damarlarımızda akan kanda, hatta hatta Dna’mızın iplikçiklerinde bile. Mikrokozmoz olan hücre içinde de makrokozmoz olan evrende de her şey birbiriyle ışık ile bağlıdır.
Biyolojik zaman sayacını destekleyip uzun yaşamak, fit olmak, sağlıklı ve genç kalmak için onu dürtmemek, bunun için de geç yatmamak, gece yememek ve gece ışığına maruz kalarak melatonini yok etmemek gerekir.
Gece kullandığımız elektronikler gerçek bir kronik hücresel stres kaynağıdır. Çünkü kortizol salınımına sebep olurlar. Işıkları melatonin salınımı engeller. Olması gereken zamanda melatonin yoksa kortizol kafayı çıkarır.
İki şeyi sirkadiyen ritmi bozar:
gece yemek yemek ve gece elektronik aletlerle temasta olmak. Bunları yaptığımızda tamir saati şaşar, hormon ritmi bozulur ve zamana daha hızlı yeniliriz!
Kronobiyoloji açısından bakarsak akşam 23:00’de uyumamız ve bundan en az 3 saat önce elektronik aletlerin ışığıyla teması kesmemiz gerekir.
Öyle kolay bir sanat değildir uyumak, onun uğruna bütün gün uyanık durmak gerekir.
Az yemek ye ve hareket et.
Fazla yer, döngünün ve akışın hızını geçersek, hücreyi aralıksız olarak yiyecek gönderirsek sonuç olarak;
-Serbest radikaller artar.
-Zar voltajı düşer.
-Zar parçalanması ilaç sızdıran mito olur.
-Sitokrom C sızar, hücre intihar kararı alır.
-Beceremezse de kronik hastalıklarra, inflamasyona ve kansere yol açan başlangıç olayları oluşur.
-Bildiğiniz, bilmediğiniz tüm hastalıklar işte böyle başlar.
Nice balıklar vardır ki su içinde her şeyden emin boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.
Aslında hepimiz sürekli olarak düşük derecede kronik bir hipoksi yani oksijensizlik yaşıyoruz. Buna psödohipoksi denir. Anlamı: Hepimiz yavaş bir boğulma halindeyiz. Farkında değiliz.
Neden yiyoruz sorusunun gerçek cevabı, mitokondrilerimizi beslemek içindir. Biz enerji makinesi mitokondrilerin performansını artıracak şekilde beslenmeliyiz.
Her gün üç öğün yemek yediğimiz halde hala enerjisiz, hala yorgunsak bu ne anlama gelir? Belki de gerçekten neden yemek yediğimizi bilmiyoruz. Çünkü bilsek gıda seçimlerimiz sonucu o enerjiyi bulurduk.
Sadece yorgunluğu sorgulayan değil, yıllarla artan hastalıklarımızı kadere ve genetiğe ve kötü şansa bağlayan biriysek yine neden yediğimizi bilmiyoruz demektir.
Bunca bilgiye rağmen, yaşlanmanın gerilemesi ve hastalıklarını azaltılması için elimizdeki en büyük gücün ağzımıza ne koyduğumuzu bilmek olduğunu kavrayamıyorsak, neden yediğimizde bilmiyoruz demektir.
Yaşamak için yiyoruz, yemek için yaşamıyoruz.
Yiyeceğin bolluğuna ışığın bolluğunu da eklersek, sürekli ışık altında oturan, sürekli yemlenerek yumurtlamaya zorlanan, sirkadiyen saatleri bozulmuş kısa ömürlü, hastalıklı çiftlik tavuklarından pek farkımız yok gibi.
İnsan 2 milyon yıllık geçmişinde hep aynı şekilde yaşadı: Gün ışığının olmadığı zamanlarda avlanıp yiyecek bulamayacağından bir köşede aç bekledi. Bu gayet anlaşılabilir bir şeydir. Yediği önünde yemediği arkasında gibi bir durum binlerce yıldır yoktu. Uzun gece açlıkları diğer memeli hayvanlar gibi insan türü için de rutindi. Genler buna göre ayarlıydı. Öyle olmasaydı zaten saat genleri diye genlerimiz olmazdı.
Yavaş hareket eden ve az kalori alan yani otçul bir hayvan, fil, kaplumbağa gibi, motor-yakıt konusunda az girdi, az çıktı ve az atık oluşturduğu mantığı ile uzun yaşayabilirler.
Doğada az yemenin ve gece açlığının uzun ömür olarak bir karşılığı vardır. Uzun yaşayan hayvanlara baktığımızda metabolizmaların yavaş olduğunu, beslenmede otçul olduklarını görürüz. Bünyeleri az serbest radikal yapar. Hızlı metabolizmaları olan, hızlı hareket eden hayvanların çok etçil olduklarını ve daha çok serbest radikal üreten bünyelere sahip olduğunu görürüz
Insanlar geç saatlerde yiyerek, geç yatarak sirkadiyen döngülerini engellediklerinde ne kadar hızlı yaşladıklarının farkında değildirler. Bu şekilde yaşanan gecelerde apoptoz sistemi kullanılamayacağı için eski hücrelerden kurtulmak engellenmiş olur, hastalıklara ve yaşlanmaya ayak direyemeyiz. Geceden ve uykudan faydalanamamış oluruz. Her gece aktive olabilecek uzun yaşam genlerini aktive etmemiş oluruz
Kilo almıyorsam gece de yiyebilirim cümlesini kuruyorsak hücrelerin zamanından önce intiharına ve ideal sayıdaki hücrenin zamanla azalmasına sebep oluruz.
Einstein’ın beyni yıllar sonra pataloglar tarafından incelendiğinde ileri yaşına rağmen atrofiye dair bulgu görülmemesi halen bilim adamlarını şaşırtır. Zeka ile atrofi ters orantılıdır.
Ortada kortizol varsa kan şekeri ayarlaması bozulmaya başlar. Kortizolün olduğu yerde melatonin azalır. Gece uykusuz kalmak bu şekilde kronik stres yaratır. Kortizolün saati gündüz, melatonin gece olmalıdır. Bunların bozulduğu her durum kilo alma eğilimini artırır. Melatonin için ideal olan, kan şekerinin düşük olduğu, yani açlık hali ve karanlık ortamdır. Böylece kortizolü alt edebilir. Salınmaya başlandığı saat akşam 9 civarıdır 11’e doğru pik yapar, gece boyu sürer. Melatoninin sağlıklı olarak devreye girmesi için salınmasından önce kan şekeri-insülin işlerinin bitmesi gerekir. Bunun içinde yemek faslının akşam 9’dan 3-4 saat önce sonlandırılması gerekir
Gerçekte stres, bir aslandan, bir yırtıcıdan kaçma gerekçesi ile olan eski genlerimize yazılı bir kodunuzdur. Oysa şimdiki yaşantımızdaki kronik stres de kortizolun salınımına sebep olur.
Zamanı tutamıyoruz, elimizden kayıp gidiyor, geçiyor. Binlerce yıldır zamanın sabit hızda ve daima ileri gittiği zannedilirdi ama Einstein yanıldığımızı gösterdi. Einstein’ın zamanın göreceliği kuramı 1921 yılında ona fizik alanında Nobel Ödülü’nü kazandırmıştı. Zaman duruma göre hızlı ve yavaş akabiliyordu.
En kıymetli, asla geri alamadığımız şeydir zaman.
Zamanın kime dost kime düşman olacağı bilinmez.
Tüm canlılar birbirine bağlıdır. Buna kuantum entaglement yani
kuantum dolaşıklık diyebilirim. Tüm canlılık enerji akışları ile birbirine bağlıdır. Her şey birdir. Hepimiz birbirimize ve sonra Ay’a, Güneş’ e, evrene bağlıyız. Güneş’i, Ay’ ı ve evreni, foton-ışık, manyetizma ve kütle çekimi oluşturur. Yani bizim biyolojimizi de ışık-foton , manyetizma ve kütle çekimi oluşturur. Bütüne olan bağımızı sağlayan bu üç faktörden ışığı algılamak için tüm vücudumuzda sensörler vardır.
Gözlerimizde, cildimizde, hatta damarlarımızda akan kanda, hatta
hatta DNA’mızın iplikçiklerinde bile. Benim fıkrime göre, mikrokozmoz olan hücre içinde de makrokozmoz olan evrende de her şey birbiriyle ışık ile bağlıdır.
Dişi kavrayan diş ve diş eti sağlığı iyi değilse o bölgeden
içeriye bakterilerin girebileceğini anlamak zor olmaz. Diş eti kanaması zaten mukozada sorun olduğunu, ağız ve bakteri sınırının sağlam olmadığını gösterir. Diş ve diş eti sağlığının, bütüncül sağlıkta ilk başlangıç noktası olduğunu genelde ihmal ederiz. Kanal tedavisi yapılan diş köklerinde enfeksiyon odaklan oluşabilir.
Bu enfeksiyonlar kalp hastalıkları, meme kanseri gibi hastalıklara
yatkınlığı artıran durumlar olarak nitelendiren yayınlar
vardır.
Mikrokozmoz olan hücrede tüm olaylar ya dönerler ya akarlar. Makrokozmoz evrende de her şey döner, her şey akar. Hiçbir şey durmaz. Atomların içindeki elektronlar da durmadan döner. Elektronlar bir atomdan bir atoma sürekli akarlar. Işık da akar, zaman da akar, gün de akar, gece de akar. Gezegenler döner, ay döner, dünya döner, galaksi döner, mevsimler döner, her şey akar, her şey döner. Duran bir şey yoktur. Döngülerle inatlaşmamak gerekir. Gece gündüz döngümüzü korumak bundan sonra yapacağımız en akıllı iş olabilir. Sirkadiyen döngüler de zamana dairdir. Döngü hızlanırsa biyolojik zaman hız­lanır, sona çabuk yaklaşırsın. Entropi erken kazanır.
Bizler canlılığımızı, yiyerek aldığımız enerjiyle sürdürürken neden enerjisiz hissederiz? Sabah kalktığımızda bile yorgun hisseder, gün boyu bedenimizi zorla oradan oraya sürükleriz. Belki de kronik yor­gunluk sendromu, tükenmişlik sendromu veya fibromiyalji gibi bir teşhis bile aldınız. Ya da sadece depresyon denildi. Bu durumun tek bir çözümü var: Eneji üreten santralleri güçlendirmek!
ETZ zincirlerinin sayılan çok artsın diye mitokondri iç zan zaten kıvnmlı yapı ile yüzey alanını genişletmiştir. Böylece üzerine çok sayıda ETZ zinciri yerleşir. Muazzam bir eneji üretme alanı oluşturulur. Burada üretilen enejiyi metrekare üzerinden güneşte üretilen eneji ile kıyaslarsak, birim alanda üretilen ETZ enejisi güneşten kat kat fazladır. Tüm ETZ’Ierde şimşek çakması gücünde eneji sürekli üretilir.
İnsan vücudu çok güçlü biyolojik bir makinedir. Milyarlarca hücre ve onlarca organdan oluşan, kusursuz olması planlanmış bir biyolojik makine. Bu biyolojik makine çalışmasını minimum enerji maksimum verim minimum atık ile yapmak ister.
Peki, her gün üç öğün yemek yedigimiz halde hala Enerjisiz, hala yorgunsak bu ne anlama gelir? Belki de gerçekten neden yemek yediğimizi bilmiyoruz. Çünkü bilsek gıda seçimlerimiz sonucu o enerjiyi bulurduk. Sadece yorgunluğun sorgulayan değil, yıllarla artan hastalıklarımıza kadere ve genetiğie ve kötü şansa bağlayan biri isek yine neden yediğimizi bilmiyoruz demektir.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler de çok çarpıcı sonuçlar gösteriyor. Mesela bir çalışmada hamileliği boyunca sağlıksız bes­lenen farelerin sadece yavrularının değil torunlarının da sağlık risk­leri altında olduğu tespit edilmiş. Tam tersi yapıldığında ise yani sağlıksız beslenen bir fare sadece hamileliğinde sağlıklı beslendi­ğinde ise hem yavruları hem de torunları annenin taşıdığı sağlık risklerinin çoğunu taşımamışlar. Bu çalışmalar çok çarpıcı sonuçlar gösteriyor. Doğru beslenmenin annemizin bize vereceği en büyük hediye olduğunu düşündürüyor
Beslenme sirkadiyen olmalıdır, gece yemek olmamalı, fasting yani oruç fazlı gece olmalıdır. Tek başına açlık da yeterli değil. Fikrimi soracak olursanız, ben gündüz açlığı ile yapılan aralıklı açlıklara taraftar değilim. Evrimsel gelişimimizde güneş ışığı varsa yemek bulunur mantığı olduğun­dan gündüz açlığı hücrelerin üzerinde stres yaratır.
Gece açlığında istenmeyen yağlar yakılırken, yağ yakmanın en istenen bonusu olan cilt nemlendirmesinden de faydalanı­rız. Yağ yakmak vücudu nemlendirir. Beta oksidasyon denen açlık­taki yağ yakımı son ürün olarak yüksek enerji dışında çok miktarda su da çıkarır. Yağ yakımı ile artan hücre içi suyu içtiğimiz sudan daha farklıdır ve özel bir sudur. Bu suya yapılanmış su denir. Vücut için kullanılabilen hazır su anlamındadır. Içtiğimiz su da zaten oldu­ğu haliyle vücutta dolaşmaz, vücut içinde yapılandırılır. Çöl hayvan­ları ve kış uykusuna yatan hayvanlar bu şekilde su elde ederler, yani kendi yağlarını yakarak!
”Geceleri elektronik aletlerden aldığımız mavi ışık kortizolü arttırıp melatonini %60 azaltmaktadır. Kortizol kan şekerini yükseltmek ister ve daha çok yemenize neden olur. Gece yemek yiyenlerin ise diyabet, obezite, dislipidemi gibi durumlarla daha sık karşılaştıkları bilinmektedir. ”
”Rutin olarak günlük 7 saatten az uyuyanların kanser riski 2 katına çıkmakta, Alzheimer riski artmakta ve kan şekeri dengesi bozulmaktadır. ”
”İnsanlar geç saatlerde yiyerek, geç yatarak sirkadiyen döngülerini engellediklerinde ne kadar hızlı yaşlandıklarının farkında değildir. ”
Uyurken özellikle iç organlar etrafındaki yağlar enerjiye çevrilir, bel-kalça oranı azalmış bir şekilde uyanırız.
Melatonin ve kortizol birbirlerine ters çalışırlar. Biri yüksekken öbürü düşüktür
Yeme zamanının ne kadar yediğinden daha önemli olduğundan haberin var mı?
Sağlıklı, uzun bir ömür sürmek için bilgi paradan daha değerli.
Kronobiyoloji açısından bakarsak akşam 23.00’de uyumamız ve bundan en az 3 saat önce elektronik aletlerin ışığıyla teması kesmemiz gerekir.
Karanlıkta, gecede büyük menfaat var. Uyku bir zaman kaybı değil, bir kãr.
Hiçbir beslenme önerisini dinlemeyecek olsanız bile ne yenirse yensin hiç değilse lokmaların çiğnenme sayısını artırmaktan fayda görürsünüz.
Bilimsel olarak ispatlanmış, ömrü uzatan beslenme, günlük kalorinin azaltılması şeklindedir. Yani Az yersen uzun yaşarsın .
Vücudun genel sağlık durumu, iç saat ile dış saatin birbiriyle uyumsuz olduğu anlarda bozuluyor.
Zamanın kime dost kime düşman olacağı bilinmez.
Biz bitkiler ve bitkileri yiyen hayvanlar aracılığıyla güneş ışığını alabilmek için besleniyoruz. Evrenin entropisine direnecek gücü güneşten alıyoruz. Kaos kazanmasın diye ve düzeni korumak için enerji lazım. Biz organizmadaki düzeni korumak için yiyoruz.
Gerçek enerji kaynağımız Güneş olduğu için de içinde güneş ışığı olmayan işlenmiş gıdalardan yaşam enerjisi alamıyoruz.
Hatalı beslenme ve sağlıksız yaşam şeklimiz sebebiyle mitokondrilerimizi hasara uğratmaktayız. Bu yüzden oksijenin hücrelerde kullanımı da efektif olmaz. Aslında hepimiz sürekli olarak düşük derecede kronik bir hipoksi yani oksijensizlik yaşıyoruz. Buna psödohipoksi denir. Anlamı: Hepimiz yavaş bir boğulma halindeyiz! Farkında değiliz!
İç biyolojik saatlerimiz gün ve geceyi ışığın dalga boyundan bilir.Biyolojik saatimizin dışarıdaki güneş ışığı ile ayarlanmasına sirkadiyen ritim diyoruz.Sirkadiyen tam olarak gün içinde değişen demektir.Gün içinde tüm biyolojik olaylar bir döngü takip ederek değişir.
Bitkiler, içlerindeki antioksidanlarıyla bir yandan enerji verirken bir
yandan zaten çöp temizleyicidirler.
Kompleks karbonhidratlar (baklagiller, kuruyemişler, lifli tohumlar vs
aslinda işlenmemiş haliyle bitkiler)
sindirilmeleri uzun sürdüğünden ETZ
kapısına hızlı dayanamazlar.Yüksek isiya
maruz kaldiklarında cok pişirme, kızartma
vs var ise kapıya dayanma hızları artar. Az pişmiş, pişmemiş ve soguk
olanlar tercih sebebidir
Sağlıklı yağlar Kompleks 2’den girerler ve daha az serbest radikal sebebidirler.
Tam şimdi kritik ayrıntıyı da üstü fosforlu olarak yazalım. Eğer ortalıkta Kompleks 1’den girecek, özellikle basit karbonhidratlar
ise ne kadar iyi yağ yerseniz yiyin kompleks 2’den giren yag enerjiye dönüşemez! Yine depoya giderler. Neden?

Çünkü Kompleks 1’den girenlerin daha hızlı ETZ’yi ele geçirmesi söz konusudur. Çünkü survival mekanizma önce glikozu yakmak ister. Glikoz ucuz yakıttır. Mesela zeytinyağı için iyi yağ denir. Ama zeytinyağının yanında sebze yerine basit karbonhidrat yerseniz çabucak oluşan glikoz Kompleks 1’den hızla girerek zeytinyağının enerji için kullanılmak yerine trigliserit olarak depolanmasına sebep olur.

ik tespitimiz demek ki su: Hız bir sorun!
Karbonhidratlar doğal hallerinde degil işlenmiş iseler kana hızli karışır ve hücre kapisina hizli dayanırlar.

Bu karbonhidratlarla ilk derdimiz hiz. Peki hiz niye bir dert? Birkaç sayfa önce ögrendik ki akış ve döngü belli bir oranda,
belli bir hizda olmalı. ETZ’nin üzerindeki elektron akış hızından hizli gelen yiyecekler az da yesek çok yemişiz gibi elektron transport zincirini boğarlar.

Eger ortalıkta oksijen varsa
mitokondri sağlamsa ve
çok yemek yenilmediyse
piruvat rotayı mitokondriye doğru kırar. İşte bu istenen durumdur

Ancak yeterli oksijen yoksa
mitokondriler hasarli ise veya
cok fazla yemek yenilmişse (özellikle karbonhidratli yiyecekler)

Pirüvatın tamamı mitokondriye gidemez. Glikolizde kalır.
Fermante olur ve laktik asit oluşur.

16/8 metodu: En cok kullanan metot budur, Gunun secilen 8 saatinde yemek yenir; geri kalan 16 saatinde yememeyi kasteder
Elbette bu bitkisel gidaların canliliklarini korumak için pişirmeden ve mevsiminde yemek önemlidir.
Beslenme şekli önerileri:
* Sabah protein ağırlıklı, öğlen kompleks karbonhidratlarla, erken akşam yemeğinde de yag ve bitkisel ağılıklı beslenin.
* Saat 17-18 itibariyle yemeği kesmeye çalışın.
* Doğal, mevsiminde, organik beslenmeye çaba gösterin.
* Pişirmekten çok cig tüketmeye yönelin.
* Lokmanızı minimum 20 kere çiğneyin
* Yag tüketimine ayça özen gösterin.
* Yanlış yiyecekleri yemektense aç kalmanin uzun dönemde daha sağlıklı olduğunu hep aklınızda tutun.

Yaşam önerileri:
* Meditasyon yapin
* Mindfulness, bilinçli farkındalık yaşayın.
* Firsat buldukça dogada olmaya çalışın.
* Topraklanmak için çaba gösterin.
* Evcil hayvan besleyin
* Duzenli uyuyun
* Sosyal jetlag haftada 2 günle sınırlamaya çalışın.
*Kahveyi saat 14.00’ten sonra içmeyin.

Mitokondri sayısını artırmak için:
* Egzersiz yapın.
* Soğukla teması artırın.
* Soğukta artan kahverengi yağ dokusunu çoğaltmak için dua
sonrası soğuk duşla devam edin.
* Mitokondri destekleri kullanın.
* Gece açlığına uymaya çalışın, en azından haftanın bazı günleri
bu sistemi uygulayın.
* Basit karbonhidratları özellikle akşam tüketmemeye çalışın.
* Alkol kullanımını sınırlayın.
* ilaç kullanımında muhakkak hekiminizden bilgi alin.
* Pestisit, egzoz, sigara dumanı gibi çevresel toksinlere dikkat edin.
* İyi nefes almaya çalışın. Doğru nefes almak için varsa deviasyon, diş sıkma, horlama ve apne gibi sorunlarınızı çözmeye çalışın. Anksiyete sorununuz varsa bunun oksijensizlik yarattiğini hatırlayarak dingin kalmaya çalışın.
Sirkadiyen ritminizi ayarlamak için:
Sabah erken kalkin. 07.30’dan önce disardaki gün ışığına 1 dakika direkt bakmaya çalışın. Bu sirkadiyen saati kurar. En hızlı
dopamin (haz) hormonu kazanma yöntemidir. O geceki malatonin salınıminızin miktarı artar, çok daha iyi uyursunuz. Uykusuzluk
varsa önce erken kalkip dışarı çikarak saatleri
ayarlamak gerekir. Gün boyu sisli beyin dedigimiz, afyonu patlamamiş halde
gezmeye engel olur. Gece de uykusuzlukla boğulmanız azalir. Bunu yapamiyorsaniz melatonin lambasına bakmak da fayda
saglar (melatonin lambası gün işiginin tüm dalga boyların içerir). Guneşin rahatsız edici olmadigi zamanlarda güneş gözlüğü takmayın
Gece TV, cep telefonu, tablet ve bilgisayar ilanından uzak durun. Yatmadan en az iki saat once bu teması kesmek gerekir. Yatak
odasında da bulundurmayın. Bilgisayariniz cep telefonunuz için ekran Koruyucu filtre kullanin
Hepsinde zaten mavi ışık filtreler vardir. Onlar gece açılmaya ayarlayın,
Evinizde led işik kullanmayın. Kirmizı işık, şömine, mum işiğı
tercih edin. Günışığı larn alan da bulabilirsiniz
Yatmadan en az 1 saat önce odanın işiğını iyice kisın.
• Perde ve uyku bandi kullanarak işi lam kesmeye qalsin,
* Yatak odaniz firin gibi olmasın, uyurken düşük Sada tutun. Uykuya
geçişte odanın serin olması sirkadiyen ritme destek olur
• Gece kalkanlarında elektroniklere asla bakmayın.
Gattaca ve Elysium filmlerini seyrettiniz mi?
Seyretmediyseniz seyredin.
Gerçek enerji kaynağımız güneş olduğu için de içinde güneş ışığı olmayan işlenmiş gıdalardan yaşam enerjisi alamıyoruz!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir