İçeriğe geç

Tılsımlar Mecmuası (Mukayeseli) Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Tılsımlar Mecmuası (Mukayeseli) kitap alıntıları sizlerle…

Tılsımlar Mecmuası (Mukayeseli) Kitap Alıntıları

Evet, biz ücretimizi almışız.
biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor.
Evet, insan evvelâ nefsini sever.
Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.
sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz-omuza geldi. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, ahlâk-ı içtimaiye bozuldu.
Bir bedevi adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmaneyi kesbederdi.
Hattâ Celaleddin-i Süyutî gibi, uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (A.S.M.) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar.
Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envârına mazhar olur.
İşte kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemal-i hürriyetiyle kemalâtında serbest cevelanına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz’î hürriyetini selbeder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşa hareketini kırar.
insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki insan bütün kâinatla alâkadardır.
zîhayatta kalem-i kader hükümrandır.
Ey insan! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.
Belki ezel; mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir.
Eğer kader ve cüz’-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz’-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünki nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı esbaba verip, Allah’ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir. Mes’uliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk’a verilecek olan cüz’-i ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi manasızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes’uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.
Eğer kader ve cüz’-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk’a verir, onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz’-i ihtiyarîden bahsetsin. Çünki madem nefsini ve herşeyi Cenab-ı Hak’tan bilir, o vakit cüz’-i ihtiyarîye istinad ederek mes’uliyeti deruhde eder. Seyyiata merciiyeti kabul edip, Rabbini takdis eder. Daire-i ubudiyette kalıp, teklif-i İlahiyeyi zimmetine alır. Hem kendinden sudûr eden kemalât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.
Çünki on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhde etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü’minlerin de, böyle edebsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk’ın çok inayatına muhtaçtırlar.
İcad-ı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur. Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir.
Evet Kur’anın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes’uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur.
mü’min herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk’a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için Cüz’-i ihtiyarî önüne çıkıyor. Ona Mes’ul ve mükellefsin der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemalât ile mağrur olmamak için, Kader karşısına geliyor. Der: Haddini bil, yapan sen değilsin.
Derya olunca nefes

Parelenince kafes

Tâ kesilince bu ses
Çağırırım: Yâ Hak! Yâ Mevcud! Yâ Hayy! Yâ Mabud!
Yâ Hakîm! Yâ Maksud! Yâ Rahîm! Yâ Vedud!..

Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Latîf ismi lütfetmek istilzam eder
sefine-i Rabbaniye, yirmidört bin senelik bir mesafeyi bir senede geçip, meydan-ı haşrin etrafında dönüyor.
cinn ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor.
hakikî imanı elde et.
faaliyette bir lezzet nev’i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemale müteveccihtir; belki bir nevi kemaldir.
Her halde şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk’a şekva et, çünki kusur ondadır.
Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen Yâ Sabûr de ve sabır iste; hakkına razı ol, teşekki etme.
hırs, hasaretli bir küfrandır.
Kanaat, ticaretli bir şükrandır
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak’tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun?
Ey insan-ı müşteki! Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.
Cenâb-ı Hakk’dan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabûl edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin def‘a muhâl içinde muhâl bir hurâfedir
Bak şu kâinât bostanına, şu zeminin bağına, şu semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne. 
esbâb sırf zâhirîdir,
Sebebler, Sultân-ı Ezelî’nin me’murlarıdır.
Ey gāfil esbâbperest! Esbâb, bir perdedir
İkincisi: Tevhîd-i hakîkîdir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyeti ve nakş-ı hikmeti görmekle, doğrudan doğruya her şeyden onun nûruna karşı bir pencere açar. Onun birliğine ve her şey onun 
dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde ve mülkünde hiçbir vecih ile hiçbir şerîki ve muîni olmadığına, şuhûda yakın bir yakîn ile tasdîk edip îmân getirmektir. Ve bir nevi‘ huzûr-u dâimî elde etmektir.
Tevhîd iki çeşittir. Biri: 
Tevhîd-i âmî ve zâhirîdir. Yani Cenâb-ı Hakk birdir. Şerîki, nazîri yoktur.Bu kâinât onundur
Şu dünyanın ma‘nevî güneşi olan hayat dahi, harâb-ı dünyâ ile gurûb ettikten sonra, haşrin sabahında bâkî bir sûrette tulû‘ edecektir.
Her cemâl ve kemâl sâhibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca
Hazîne-i rahmetin en kıymetdar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi,en birinci anahtarı da بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salavâttır.
salavâtın ma‘nâsı rahmettir. 
Zât-ı Akdes’e ve o Şems-i Ezel ve Ebed’e, biz çendân nihâyetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziyâ-yı rahmeti onu bize yakın ediyor. İşte ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazîne-i nûr buluyor. O hazineyi bulmanın çaresi, rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en belîğ bir lisânı ve dellâlı olan ve ‘Rahmeten li’l-Âlemîn’ ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnetidir ve tebeiyetidir.
Ey hadsiz acz ve nihâyetsiz fakr içinde yuvar­lanan bîçâre insan! 
bu kâinâtın perdesi arkasında bir 
Kadîr-i Mutlak’ın ilmiyle bu muâvenet oluyor.
. Ve bu fânî insanı ebede nâmzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhâtab ve dost yapan bilbedâhe rahmettir.
Ve bu hadsiz ihtiyâcât içinde yuvarlanan mahlûkātı terbiye eden bilbedâhe rahmettir. 
Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.
Bir padişahın kıymetdar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sâhibini tanımamak ne derece belâhet ise; öyle de, zâhirî mün‘imleri medih ve onlara muhabbet edip Mün‘im-i Hakîkî’yi unutmak ondan bin derece daha belâhettir.
Bismillâh’ zikirdir
Madem her şey ma‘nen “Bismillâh” der. Allah nâmına Allah’ın ni‘metlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi ‘Bismillâh’ demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gāfil insanlardan almamalıyız.
En güvendiğin salâbet ve harâret dahi emir tahtında hareket ediyorlar
Allah nâmına, Rahmân nâmına!” derler, her şey onlara musahhar olur. 
 her şey Cenâb-ı Hakk’ın nâmına hareket eder
İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihâyetsizdir. Madem öyledir, şu sahrânın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ bütün kâinâtın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın. 
Allahım, Efendimiz Muhammed’e ve âl ve Ashabına rahmet et.
Bir şeye sebep olan, (bizzat onu) yapan gibidir.
Ey nefsim! Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim. Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim.
Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.
Sen ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma.

اِنَّ اللّٰهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدّٖينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ

Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da teyid ve takviye eder. (Buhari, Cihad, 182)

Madem eşya var ve san’atlıdır. Elbette bir ustaları var.
Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’uliyet sana aittir!
Beşer zulmeder, kader adalet eder.
Evet Kur’anın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes’uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur. Seyyiat tahribat nev’inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir. Müdhiş bir cezaya kesb-i istihkak eder. Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir