Aziz Nesin kitaplarından Anıtı Dikilen Sinek kitap alıntıları sizlerle…
Anıtı Dikilen Sinek Kitap Alıntıları
«Gördüğüm düş gerçek olsaydı!» diye içinden geçirdi.
Kumları yığarak büyük kaleler kurarlar, kalelerin önüne de hendekler, havuzlar yaparlardı. Hendeklerin, havuzların içindeki deniz suyu, karşıdan saldıracak düşmanın, kaleye girmesine engel olacaktı.
Kazarlar toprağı
Durmadan gara tirenler gelir, gardan tirenler kalkardı.
Ama şu da bir gerçek ki, sineklerin tarihi, karanlıkta pineklediği için hiçbir sineğin anıtının dikilmiş olduğunu yazmamaktadır.
Ama kimi sinekler de onun, olanaksızı deneme yüzünden öldüğü için, bir aptal, yada deli olduğunu hâlâ söylemektedirler.
Çünkü, sonsuz denilen şey de, yaratıklara göre sınırlıdır.
Başka bir sinek de, camdaki sinek ölüsünün anıt olarak kalmasını çok beğendi, çünkü az sonra sinek yapıştığı camda kuruyup kalacak ve güzel bir anıt olacaktı.
— Çok sevgili kurt kardeşlerim, eştürlerim! Aslan, kaplan ve benzeri hayvanlar sömürgecidirler. Bu büyük sömürgeciler, dünyanın en verimli yaşam alanlarını kendilerine ayırmışlardır. Dünyaya egemen olmuşlardır. Biz kurtlara yer bırakmamışlardır. Bizler de yaşam alanı istiyoruz. Ama boş yaşam alanı kalmamıştır. Oysa biz kurtlar da yırtıcı güçlü, üstelik de akıllıyız.
Yaşlı kurt bilgin, sözünün burasında birazcık durdu. Öksürerek sesini ayarladıktan sonra şu öneride bulundu:
— Değerli kurt kardeşlerim, sevgili türdeşlerim! Hep birden «Kurtlar, hepsinden üstündür!» diye bağırmamızı öneriyorum.
Bu öneriyi, kurultaydaki kurtlar benimsediler. Yalnız o gün değil, o günden sonra da her zaman, her yerde üç kez üstüste ve hep bir ağızdan şöyle bağırmaya başladılar:
«Kurtlar, kurtlar, hepsinden üstün!
Kurtlar, kurtlar, hepsinden üstün!
Kurtlar, kurtlar, hepsinden üstün!»
Bu söz, kurt toplumunda bir savsöz oldu.
Yaşlı kurt bilgin, sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
— Bizim de sömürgelerimiz olmalıdır. Bunun için önerim şudur: Koyunları «Büyük Koyun İmparatorluğu» kurmaya kandıralım. Koyunlar, Büyük Koyun İmparatorluğu kurmak için bir alanda toplanınca, o alanı çevirir, koyunları kuşatırız. Karnımız acıktıkça, doyuncaya dek koyunları yeriz.
Bu öneri, kurtlar kurultayında benimsendi. Bunun üzerine, bu öneriyi gerçekleştirmek için, kurt bilginlerden bir kurul toplandı. Bu kurulda, önerinin nasıl uygulanacağı görüşüldü.
Bir kurt bilgin şöyle dedi:
— Her şeyden önce, onları rahatça yiyebilmemiz için, koyunları bir araya toplamamız gerekir.
Başka bir kurt bilgin de,
— Çok doğru, dedi, bütün canlılar gibi, koyunlar da ancak bir tehlike karşısında kalınca bir araya gelir, toplanırlar. Bunun için, bir tehlike uydurmalıyız. Koyunları, tehlikede olduklarına inandırmalıyız. Örneğin bu tehlike Galapintop olabilir dedi.
Dinleyen kurtlar, Galapintop tehlikesinin ne olduğunu sordular.
Kurt bilgin, böyle bişeyin olmadığını, uydurduğunu, söyledi. Gerçekte var olmayan bir tehlike, var olan tehlikeden çok daha korkunç olarak anlatılabilirdi. Çünkü, var olan bişey az yada çok bilinir, ama var olmayan bişey bilinmez.
Kurtlar, koyunlara Galapintop tehlikesi karşısında olduklarını anlatacaklardı. Bu amansız tehlikeye karşı, kurtların her zaman, her yerde koyunları destekleyeceklerini açıklayacaklardı.
Bu öneri oybirliğiyle benimsendi. Sonra başka bir kurt bilgin şöyle konuştu:
— Koyunları birleştirmek, bir araya toplamak için, büyük bir tehlike karşısında olduklarını onlara anlatarak koyunları kandırmak çok yerindedir. Ancak yeterli değildir. Ayrıca onları çok büyük amaçlı bir ülküye inandırmak gerekir. Bu ülkü, hiçbir zaman gerçekleşemeyecek uzak bir hayal, tatlı bir düş olmalıdır.
Bunları söyleyen kurda, öbür kurtlar sordular:
— Nasıl bir ülkü aşılamalıyız koyunlara ki, gerçekleştireceklerini sanarak o hayalin arkasından sürü sürü gitsinler?
Bilgin kurt bu soruyu şöyle yanıtladı:
— Onlara «Büyük Koyun İmparatorluğu» gerektiğini anlatırız. Bu ülkünün adı «Koyunculuk» ülküsü olur.
Bu kurulda alınan karardan sonra, bu kararların uygulanmasına geçildi. Kurtlar, koyunlar arasından en çıkarcıları, en bencilleri ve en aptalları bulmuşlardı. Onları, kendilerine yandaş yapmışlardı. Kurt yanlısı olan koyunlara, rüşvet olarak, en güzel otlakları, geniş çayırları gösteriyorlardı. İşte böylece koyunlar arasında «Koyunculuk» akımı yayılmaya başladı. Koyunculuk akımının kitapları yazılıyordu. O kitapta şöyle şeyler yazılıydı: «Biz koyunlar, bütün öbür hayvanlardan üstünüz. Aslanın, kaplanın tüylerinden bile iplik yapılmazken, bizim tüylerimizden iplik yapılır. Hatta bizim dışkımız bile yararlıdır, gübre olarak kullanılır. Ama aslanın, kaplanın dışkısı, bu güzel dünyayı pisletmekten başka neye yarar? Biz koyunlar üstünüz. Öyleyse bir Büyük Koyun İmparatorluğu kurmalıyız. Bu Büyük Koyun İmparatorluğu’nu kurmak için de koyunculuk ülküsü odağında birleşmeliyiz. Düşmanımıza karşı birlik olmalıyız. Kahrolsun Galapintop Büyük Koyun İmparatorluğu kuracağız. Bütün ormanlar, geniş çayırlar, sonsuz çimenler biz koyunların olacak. Galapintop’un başını ezeceğiz.»
Kurtlar, bu düşüncelerinde koyunları destekliyor, onlara yardım ediyorlardı. Bu yardım ve destekleme karşısında kimi koyunlar şöyle düşünmeye başlamışlardı: «Biz, kurtları ne denli yanlış tanıyormuşuz Oysa kurtlar, ne denli iyiliksever, ne denli yardımsever hayvanlarmış. Kurtlar, bizim dostlarımızdır.»
Kurtlar daha deneyimli, daha bilgili, hem de daha örgütçü oldukları için, koyunlara uzmanlar gönderiyorlardı. Bu kurt uzmanlar, koyunlara öğütler veriyor, salıklarda bulunuyor, yol-yöntem gösteriyordu.
Kurtlar, bu uzmanlarının dışında, koyunların arasına kendi casuslarını da göndermeye başlamışlardı. Bu casuslar, koyun postuna bürünmüş kurtlardı. Çok iyi eğitildikleri için, tıpkı koyun gibi meliyorlardı. Koyunlar, bu casusları kendileri gibi koyun sanmışlardı. Bu casuslar her söze «Her zamandan daha çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz bu dönemde» diye başlayarak, koyunları birliğe, bir araya toplanmaya çağırıyorlardı.
Koyunlar arasında yayılan Büyük Koyun İmparatorluğu ülküsü, bir koyun sürüsünden öbür koyun sürülerine durmadan yayılıyordu. Bütün koyun sürülerindeki koyunlar, düşmanları Galapintop’a karşı birleşmek istiyor ve sınırsız çimenlerin, sonsuz çayırların, gür otlakların bulunduğu o Büyük Koyun İmparatorluğu’nu özlüyorlardı. Bütün koyun sürüleri oraya akın edeceklerdi ve kendilerine engel olmak isteyen düşmanları Galapintop’ları yokedeceklerdi.
Bütün koyunları bu kurt masalına inanacak denli aptal sanmak yanlış olur. Akıllı koyunlar da vardı. Bunlar, Galapintop diye bir düşman olmadığını, bu düşman tehlikesini kurtların uydurduğunu, amaçlarının uydurma bir tehlike yaratarak asıl tehlikenin kendileri olduğunu gözden gizlemek olduğunu söyleyerek türdeşlerini uyarmaya çalıştılar. Bu kadarla da yetinmediler. Büyük Koyun İmparatorluğu’nun boş bir hayal olduğunu da anlattılar. O hayal imparatorlukta, bol çayır, güzel çimen, gür otlak düşlerken, postun da elden gideceğini, aç kurtlara yiyecek olacaklarını açıkladılar. Bu uzakgörüşlü koyunların bu çabaları hiçbir işe yaramadı. Çünkü, düşman Galapintop’a karşı birleşmek, bir arada olmak, toplanmak, Büyük Koyun İmparatorluğu’nu kurmak düşüncesi çok yayılmıştı. Bunun tersini düşünenlere hain ve koyun düşmanı gözüyle bakılıyordu. Büyük Koyun İmparatorluğu’ndaki çayırlar, çimenler, kış soğuğunda, kar altında bile kurumuyordu. Orası bir cennetti, koyun cenneti
Büyük Koyun İmparatorluğu’nu kurmak için çalışmalar gittikçe hızlandı. Ve düşman Galapintop’u yenmek için koyunlardan asker birlikleri oluşturuldu. Koyunlar, artık eskisi gibi koyun koyun yürümüyor, kurt kurt yürüyorlardı. Eskisi gibi koyunca melemiyor, kurtça ulumaya özeniyorlardı.
Bu çalışmaların sonunda o tarihsel gün gelip çattı. Sürüden sürüye haberler ulaştı ve dünyanın her yerindeki koyun sürüleri birlik içinde olmak, düşmanları Galapintop’u yoketmek ve Büyük Koyun İmparatorluğu’nu kurmak ve orada toplanmak için yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş çok zor geçti. Bütün koyunlar, kendilerine kurt uzmanların gösterdiği uzun ve çok geniş bir koyakta toplandılar. Burada hep bir ağızdan durmadan bağırıyorlardı:
— Kahrolsun Galapintop
— Her zamandan çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz böyle bir günde
— Büyük Koyun İmparatorluğu’nu kuracağız!
Bütün aç kurtlar, o koyakta toplanmış olan koyunların çevresini kuşatmışlardı. Kurtlar, koyunları kolaylıkla parçalayıp, boğup yiyorlardı. Çünkü artık koyunların ne çobanları, ne de onları koruyan köpekleri vardı. Koyunlar, gerçek tehlikenin nerden geldiğini, gerçek düşmanın kim olduğunu, nasıl aldatıldıklarını anladılar ama artık iş işten geçmişti. Koyunların aptallığı yüzünden artık kurtların da bir yaşam alanı, bir sömürgesi olmuştu. Kurtların da egemen oldukları bir yaşam alanları vardı.
Bu yalana kanmayan, bu tuzağa düşmeyen kimi akıllı koyunlar, orada burada gizlenip saklanmışlardı. Onlar, koyun türünü yeniden ürettiler. Onlar da olmasaydı, koyun denilen hayvan türü, tümüyle yok olacaktı.
Koyunların tarihinde, burda anlatılan bu olay yazılı olduğu halde, kurtların bu kandırmaca oyunu dünyada yine de sürmektedir. Çünkü dünyada bugün de gerek koyunlar, gerek başka yaratıklar arasında, ne yazık ki, çıkarcılar, aptallar ve alçaklar, hâlâ vardır.
O bodrum katındaki evde üç kişilik bir aile otururdu: Anne, baba ve oğul. Anneyle baba, ikisi de işde çalışıyordu. Oğul, ortaokula yeni başlamıştı.
Anlatacağımız olayın geçtiği gün, o akşam saatinde, anne de, baba da daha işlerinden dönmemişlerdi. Oğul da okuldan gelip ders çalışmış, yorulmuştu.
Çalıştığı ders kitabını masa üstünde açık bırakıp, annesiyle babası eve dönünceye dek oyun oynamak için dışarı çıkmıştı. Evde insan yoktu, ama karasinekler vardı.
Günün o akşam saatinde dışarısı aydınlık, evin içiyse yarı karanlıktı. Bilindiği gibi karasinekler karanlıkta uçamazlar. Hava aydınlanıncaya yada bir ışık yanıncaya dek oldukları yerde kalırlar. Evin içi yarı karanlık olduğu için, içerdeki sinekler de uçuşmuyorlardı. Yalnız bir genç karasinek vardı, o durmadan dışardaki aydınlığa çıkmak için uçuyor, ama pencere camına çarpıp kalıyordu. Ama yine de camın öte yanına geçmek için çaba harcıyordu. Cama çarptıkça hiç yılmıyordu. İstenci güçlü bir sinekti. Uçup uçup pencere camına çarpıyor, camın üzerinde dolaşıyor, oralarını inceliyor, nasıl dışarı çıkıp aydınlığa kavuşabileceğini araştırıyordu.
Öteki sinekler, yaşlı, bilgili, deneyimleri de zengin sineklerdi. Uçup uçup boyuna cama çarpan genç sineğe,
— Boşuna uğraşma, çıkamazsın dediler. Genç sinek,
— Ama ben, bu karanlık yerde hapsolup kalamam. Baksanıza, öteleri aydınlık. Ben de aydınlığa gitmek istiyorum dedi.
Bir yaşlı sinek dedi ki:
— İkide bir çarptığın şeyin ne olduğunu anlayamadın mı hâlâ? Ona cam denir. Cam, saydamdır. Bir yanından öte yanı görünür. Bir yanından öte yanı göründüğü için de, senin gibi genç sinekler onu yok sanır, boyuna çarparlar.
Genç sinek, yaşlı sineklere şu yanıtı verdi:
— Eskiden camın ne olduğunu bilmiyordum. Ama başımı vura vura, kanatlarımı çarpa çarpa, camın ne olduğunu ben de öğrendim.
Bunu söyledikten sonra, yarı karanlık odanın içinde, havada bikaç daire çizip hız aldı ve birden ok gibi uçup yine pencere camına çarptı.
Yaşlı sineklerden biri ona şöyle dedi:
— Camın ne olduğunu biliyorsun, ne diye boyuna cama çarpıp duruyorsun? Nasıl olsa camı delip çıkamazsın. Boş yere kendini bitireceksin.
Başka sinekler de , o genç sineğe, camı delemeyeceğini anlatmaya çalıştılar:
— Kendine yazık ediyorsun Çarpıp durma, bir yerin sakatlanacak. Gel, sen de bizim gibi, şuralarda beğendiğin bir yere kon, orda dinlen sabah olana dek.
Genç sinek, yine,
— Ben, dışarısı aydınlıkken bu karanlıkta kalamam dedi.
Bir yaşlı sinek de,
— Nasıl olsa geceleyin her yer kararınca karanlıkta kalacaksın dedi.
Genç sinek de,
— Evet ama, her yer kararınca başka umarımız kalmaz, dedi, oysa şimdi dışarısı aydınlık.
Bunu söyledikten sonra belki yüzüncü kez hızla cama çarptı.
Yaşlı sineklerden o zamana dek hiç konuşmaya katılmamış olan biri, genç sineğe,
— Sana acıyorum, dedi, camın öte yanma geçemeyeceğini bile bile, ne diye kendini cama çarpıp duruyorsun?
O atak, genç sinek,
— Ama umudum var, dedi, benimkisi bir umut Dışarısı aydınlık kaldıkça bende bu umut sönmez.
— Ama camın ötesine geçemezsin. Bu olanaksız.
— Biliyorum, geçilmez Ama ya bir yolunu bulup geçersem
Çok sinirlenen bir yaşlı sinek,
— Geçilmez, aptal! diye bağırdı. Genç sinek,
— Öyleyse ışık nasıl geçiyor camdan? diye sordu. O yaşlı sinek,
— Sersem, sen bir sineksin, ışık değilsin ki Yoksa kendini ışık mı sanıyorsun, budala! diye bağırdı.
Başka birçok bilmiş sinek de,
— Işık camdan geçer ama, ses geçmez dedi. Genç sinek yine direndi:
— Varsın olsun Ben yine de aydınlığa gitmeyi deneyeceğim.
Bunu havada söyledikten sonra, cama öyle hızla çarptı ki, çarpmanın etkisiyle pencerenin alt pervazına düştü. Orada incecik ayaklarıyla, gövdesine masaj yaparak, kanatlarını düzelterek, kendisini tedavi etti.
Sonra uçtu, uçtu, yine hızla cama çarptı.
Bir yaşlı sinek,
— Son kez sana söylüyorum, dedi, dışarı çıkamazsın. Boşuboşuna kendini zedeleme, incitme
Genç sinek,
— Sanki siz, aydınlığa çıkmak için uğraşmıyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Hiç Konduğunuz yerlerde pinekleyip duruyorsunuz. Ben sizin gibi pinekleyeceğime, hiç olmazsa bir çıkış aramak için umutla çırpmıyorum. Pineklemekten çok daha iyidir benim yaptığım. Karışmayın bana
Yaşlı sinekler, bu dikbaşlı, söz anlamaz genç sineğe öğüt vermekten vazgeçtiler. Çünkü, ne söyleseler anlamayacaktı bu kalın kafalı sinek Onlardan kimisi, bu genç sineğin aptal, kimisi de deli olduğunu-nu düşünüyordu. Varsın başını çarpıp dursundu sert cama Nasıl olsa biraz sonra dışarısı da kararacak, konduğu yerde sabah aydınlığını bekleyecekti uçmak için
Genç, atak ve umutlu sinek, durmadan camın ötesindeki aydınlığa varmanın bir yolunu aramaktaydı. Hiç yılmıyor, umutsuzluğa kapılmıyordu. Bir ara, bu evin çocuğunun az önce ders çalıştığı masaya kondu. Çocuğun ders çalıştığı kitabı açık duruyordu. Genç sinek, her şeyi öğrenmeye çok meraklı olduğu için, okumasını öğrenmişti. Açık duran sayfayı okumaya başladı. Kitabın o sayfasında ışık anlatılıyor, ışık üstüne bilgi veriliyordu. Ama bu bilgi, oldukça eğlenceli anlatılıyordu. Örneğin şöyle bir bölüm vardı o sayfada:
«Bir kedinin kuyruğuna teneke bağlansa, kedi kuyruğuna bağlı tenekenin gürültüsünden korkarak, o gürültüden kurtulmak için hızla koşup kaçmaya başlar. Böyle bir kedinin, çarptığı pencere camını kırmadan camın öte yanına geçmesi için ne yapması gerekir?»
O sayfada bu sorunun yanıtı da vardı. Şöyleydi:
«Kedi, hızla koşa koşa, hızı, ışık hızına ulaşırsa, o zaman camı kırmadan, camın öte yanma geçebilir. Çünkü, ışık saniyede üçyüzbin kilometre hızla gittiğinden, camın bir yanından öte yanına geçebilir. Ama bir kedinin, camı kırmadan, çarptığı camın öte yanına geçmesi olanaksızdır. Çünkü kedi, ışık kadar hızlı koşamaz. Bu, bir varsayımdır.»
Genç sinek, bu ilginç bilgiyi öğrenince çok sevindi. Demek, ışık hızı kadar hızlı uçabilirse, camın öte yanına geçebilecekti. Bu kez bu denemeye girişti.
Uçuş hızını artırabilmek için, gerilere, ta karşı duvara gidiyor, ordan hız alarak uçuyor, kendini cama vuruyordu. Camın öte yanına geçemeyince, hızının yetmediğini anlıyordu. Bu kez daha da hızlı çarpıyordu. Bu hızlı çarpışı çok denedi. Bir uçuşunda, o denli çok hız almıştı ve o denli sert çarpmıştı ki, camın üstünde yamyassı kalmıştı. Bütün gövdesi ezilmiş, derisi parçalanıp delinmişti. Kanları saçılmıştı camın üstüne. Genç sinek, sonunda ölmüştü işte
Odadaki sinekler, genç sineğin ölüsünün çevresinde toplandılar. Ağlamaya başladılar. O güne dek, pek çok sineğin öldüğünü görmüşler, ama hiçbirine bu genç sineğe olduğu kadar üzülmemişler, hiçbiri için gözyaşı dökmemişlerdi. Bu genç sinek başkaydı.
Sinekler, genç sineğin ölüsü başında nutuklar çekmeye başladılar. Özet olarak şöyle diyorlardı:
— O, sineklerin öncüsüdür, hepimiz için çıkış yolu arıyordu.
— O, bir umut simgesiydi. Hepimize umut aşılıyordu.
— Ne büyük özveri! Bizler için canını verdi
— En olanaksızı bile, olanaklı kılmak için öldü.
— Seni hiçbir zaman unutmayacağız
— Sen, biz sineklerin tarihine altın sayfaya geçeceksin ve senin savaşımın tarihe altın harflerle yazılacak.
Sinekler ağlıyorlar, genç sineğin ölüsü başında saygı duruşunda duruyorlardı.
Ordaki sineklerin en yaşlısı ve en bilgilisi,
— Bu kahraman sineğin cam üstündeki ölüsü, onun bir anıtı olarak burda kalsın. Çünkü o, aydınlığa çıkmak için canını verdi dedi.
Başka bir sinek de, camdaki sinek ölüsünün anıt olarak kalmasını çok beğendi, çünkü az sonra sinek yapıştığı camda kuruyup kalacak ve güzel bir anıt olacaktı.
En yaşlı sinek,
— O burda sonsuza dek yaşayacak, onu sinekler hiçbir zaman unutmayacaklar dedi.
Dışarısı da artık kararmıştı, gece olmuştu. Bu yüzden sinekler oldukları yerde kaldılar. Biraz sonra, işinden dönen anne, odaya girdi. Odanın lambasını yaktı. Sonra pencerenin perdesini kapamaya gidince, camdaki sinek ölüsünü gördü. Bir temizlik beziyle orasını sildi. Camda sineğin ölüsü de kalmamıştı.
Yaşlı sinek haklıydı. Genç sineğin anıtı sonsuza dek kalmıştı. Çünkü, sonsuz denilen şey de, yaratıklara göre sınırlıdır. Kelebek için sonsuz üç saatse, insan için otuzbin yıldır, bir sinek içinse olsun olsun da birkaç saat olsun
Anıtı dikilen genç sinek, sineklerin tarihine bir kahraman olarak geçti. Ama kimi sinekler de onun, olanaksızı deneme yüzünden öldüğü için, bir aptal, yada deli olduğunu hâlâ söylemektedirler.
Hangisi doğruydu? Buna sinekler kendileri, anlayışlarına göre karar verdiler. Bugün hâlâ, camlara çarpıp öte yandaki aydınlığa ulaşmak için çaba harcayan, bu uğurda canveren sinekler de vardır, bunun aptallık olduğunu düşünüp kondukları o karanlık yerde pinekleyen sinekler de vardır. Hangisinin yolunu seçmek gerektiğini, her sinek kendisi bilir. Ama şu da bir gerçek ki, sineklerin tarihi, karanlıkta pineklediği için hiçbir sineğin anıtının dikilmiş olduğunu yazmamaktadır.
Hangi taşıt ve binit, kendisinden başka bir taşıt ve binit olmaya özenirse, kendisi olarak bile kalamayacağı için, hiçbir şey olamaz.
– Ama hiç gülmüyor ki dedi
Güneşten esmerleşmis bir oğlan,
– Belki de gülmesini bilmiyordur, dedi
Başka bir çocuk,
– Gülmesini bilmeyen insan olmaz, ama belki unutmuş olabilir dedi.
Ordakilerden başka biri de şöyle demiş:
— Herşey ateş pahası Geçim güngünden zorlaşıyor. Fiyatlar her gün yükseliyor.
Arka arkaya yakınmaya başlamışlar.
— Rüşvet aldı yürüdü. Rüşvet vermeden hiçbir iş görülmez oldu. Rüşvetin adını armağan koydular.
— İltiması olmayan hiçbir işe giremez oldu.
— Paramızın değeri günden güne düşüyor.
— Satıldık üç kuruşa, borçlandık uçan kuşa.
— Ya sular!.. Bir hafta, on gün musluklardan su akmadığı çok oluyor. Yandık kavrulduk. Koktuk
kokuştuk.
— İkidebir elektrikler kesilir. Saatlerce elektrik akımı gelmez. Tezgâhlar, makineler işlemez. Sonra bir de
padişah bizden hiç utanıp sıkılmadan zorla vergi alır.
— Hangi birini söylemeli; havagazı gelmez, tüp gazlar bulunmaz; bulunanı yanmaz, yananı patlar
— Kiraların yanına yaklaşılmaz
— Daha da kızmayalım mı? İnsanlarımız işsizlikten kırılıyor. Kendi yurdunda iş bulamayan yurttaşlarımız geçinebilmek için başka ülkelere çalışmaya gittiler. El kapılarında uşak olduk. Sınırlar açılsa da yabancı ülkeler daha başka işçi alsalar, herkes kaçıp gidecek. Burda kimseler kalmayacak yaşlılardan, hastalardan, bir de çocuklardan başka.Ordakilerden başka biri de şöyle demiş:
— Herşey ateş pahası Geçim güngünden zorlaşıyor. Fiyatlar her gün yükseliyor. Arka arkaya yakınmaya başlamışlar.— Rüşvet aldı yürüdü. Rüşvet vermeden hiçbir iş görülmez oldu. Rüşvetin adını armağan koydular.— İltiması olmayan hiçbir işe giremez oldu. * — Paramızın değeri günden güne düşüyor.— Satıldık üç kuruşa, borçlandık uçan kuşa.