İçeriğe geç

Doğudaki Hayalet Kitap Alıntıları – Pierre Loti

Pierre Loti kitaplarından Doğudaki Hayalet kitap alıntıları sizlerle…

Doğudaki Hayalet Kitap Alıntıları

“On yıl biz insanların pek kısa süren ömrü için gerçekten sonsuzca uzun bir süre! ”
“Istanbul, benim gerçekten halkın yaşamına katıldığım dünyadaki tek kenttir – doğulu, gürültücü, renkli, ilgi çeken ama geçim sıkıntısı içindeki, yoksul, bin türlü küçük işle, bin türlü ıvır zıvını alıp satmakla uğraşan halkın yaşamıdır bu.”
“Aşk, bir ruhun derinliklerinden öteki ruhun derinliklerine giden bakışın çekiciliği her şeyin üstüne çıkar.”
“Yanılgıya düşüp birbirini seven iki kişi arasında, kalıtım ve temelinden farklı eğitim engeli, anlaşılması olanaksız sorunlar uçurumu her zaman kalır.”
“Ah! o gençlik çağı, Tanrı’ya hem karşı geldiğim, hem de yakardığım günler! ”
Bizi sevenler de ölürler, görüntülerinin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir sonra adımız unutulur ve bizim kuşağımız da devrini tamamlayıp geçer
Bu düş kuşkusuz oradaki sevgili küçük hayaletin çağrısıydı, yanıt verdim ve düş yinelenmiyor artık.
Ve her şey yatışıyor içimdeki, her şey yatışıyor gitgide, her şey uzaklaşıyor, daha da siliklesmis bir uzaklığa akıyor
Yine de Eyup’u yeniden görmek, kutsal yolculuğunun bir parçasıydı, hem çok yakınındaydım.
Gözlerimi dört açıp, karşıya, uzaktan tarayarak, yanasacagimiz obur kıyıya bakıyorum.
Bunun üzerine Galata’ya inip bana adını verdikleri bir başkasını aramaya karar veriyorum.
Sonunda Varna görünüyor, ilk minareleri, ilk camileri selamlıyorum.
Bu güz gününde büyük kaynaşma içindeki, savaş halindeki Bulgaristan karanlık, yabanıl bir izlenim uyandırıyor.
Obur kıyıda, gün içinde boydan boya Bulgaristan’i geçeceğimiz, küçük, kötü bir trene biniyoruz.
Sabah beşte, trende, Orient Ekpres’in kocaman kusetli vagonlarındayım .
Almanya ile Avusturya’yi büyük hızla geçtikten sonra, Karpatların ortasında, bu ülkenin eşsiz kraliçesinin yazlık şatosunda, yolculuğa bir haftalığına ara verdim.
Ve bununla birlikte, Tanrım, çok güzel küçük bir kızın, unutulmasın diye çocukluk andaclarindan en kutsalını yırtıp, olanca sevgisiyle yaptığı muskayı verme gereğini duyduğu o adam, bir erkeğin yaşamdan bekleyebilecegi en büyük coşkuyu tatmıştır, ardından ölse bile bu kadarı yetmelidir ona .
Buradaki şeylere Türk kokuları sinmiş, sarayda olduğu gibi, bu kadarı fazla; bu sessizlik de sıkıcı, kokular havadaki ağırlığı artırıyor , pencereleri açıyorum ardına kadar
Zaman ve ölüm sizi daha çok ayırıyor ve insan karşı hicliklerin içinde eriyip gidiyor gibi görünür böylece.
Yol hazirliklarim rastlantı sonucu erkenden bittiği için, yolculuk öncesinde bu akşam dinginliği bozulmuyor; her şeye çevredeki o sessizlik ve uyku egemen.
Ne yapalım! Asıl son henüz gizemini koruyor ve yakında bu sonu öğreneceğimi , orada bütün o külleri eşelemek için yarın yola çıkacağımi düşünerek titriyorum.
Dinsel bir saygıyla, sanki bir gomutun kapak taşını aralamış, içine bakıyormuşum gibi o unutulmuş sayfaları çevirmeye başlıyorum, vaktiyle yazdığım bu sayfalar beni şaşırtıyor.
O benim sevgilimdi; bütün ruhumla kendimi ona verdiğimi , yaşadıkça ve sonsuzluklarin ötesinde süreceğini sanıyordum ; ona ilişkin hiçbir şey bilmiyorum artık.
Öyleyse Istanbul’u bir daha göreceğim doğru On yıldır dusledigim o kutsal yolculuk pekâlâ gerçek ve yakında demek
Bizi sevenler de ölürler, görüntülerimizin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur, bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir sonra adımız unutulur ve bizim kuşağımız da devrini tamamlayıp geçer.
Bugün şu yarı bozuk bellekten çıkartamadığım ne varsa sonsuzcasına yitecek..
Ona, vaktiyle taşıdığı bedenden arda kalanlara yaklaştığımı düşünmek bana büyük ürpertiler veriyor.
Son bir görüşme için onu bana geri verebilselerdi eğer, onu yitirmekten duyduğum pişmanlığın hiç sönmeyeceğini söylerdim, yaşadığım için, genç kaldığım için, hâlâ sevebildiğim için özür dilerdim ondan.
Ne acılı, ne çare bulunmaz bir üzüntü bu, onunla bir daha hiç, hiçbir düşünceyi paylaşamamak!
Ufkum genişledi artık, ölçüsüzce genişledi, eskiden kimsesiz bir çocuktum, onun yanında nerdeyse bir hükümdarım şimdi.
Her şeyin sanki çöktüğünü duyumsuyorum ve bir daha dönmemek üzere en kısa zamanda Türkiye’den ayrılma isteğini duyuyorum.
İçimde, düşüncelere ve anılara ait derin bölgelerde, düşte olduğu gibi bir karışıklık, bir çeşit göz aldatıcı bulanık görüntüler var. İçteki bu sessizlik dışarıdaki kadar tatsız..
Korktuğunuz, duygularınızı derinden alt üst eden kutsal bir mezar ziyareti söz konusu olduğunda kılığın rüküşlüğü konusundaki ayrıntılar pek çocuksu kaçıyor !..
Acı karşısında bizim soğukkanlı ve dingin kalmamız Doğululara anlaşılmaz gelir, çünkü onlar çığlıklar atar
Şu anda çektiğim acı, insanın evrensel yazgısı ölüme kesin boyun eğdiğim için hafifliyor
akşam, huzurlu akşam, az önce Ahmet’in öldüğünü bana doğruladıkları bu yitik ve küçük mahallenin üstüne iniyor
az kalsın sevdiği ülkeye doğru gece yolculuğuna çıkmış bir hayalet sanacaktım kendimi ben de sonunda
bir koku beni hemen bir sürgün gibi düşlere daldırıyor, gözlerimin önünde İstanbul beliriyor yeniden
Gitgide İstanbul’a yaklaşmak yoldaki sıradan şeylere abartılı bir önem katıyor benim gözümde.
Ah! Onu yine bulmak, yaşlanmış da olsa, son günlerini de yaşasa yeter bana, geri geldiğimi anlayan, özür dilediğimi işiten, bir parça düşünebilen bir hayal olması yeter.
Zaman ve ölüm sizi daha çok ayırıyor ve insan karşı hiçliklerin içinde eriyip gidiyor gibi görünür böylece.
Ne fark eder, ister yaşlanmış, ister ölmek üzere olsun, ben onu hâlâ seviyorum.
Gitgide içimdeki anılar yatıştı; tümüyle suçlu değildim ben; anılar renk yitirmeye başladı, üstlerinde toz, üstlerinde mezar toprağı vardı sanki.
Mutsuz bir masal oyunu olan yaşamım..
Denizci olarak çıktığım uzun, uzak seferlerin arifesinde olduğu gibi sınırsız düşler kuruyorum, geçmiş günleri, sonsuza dek bitmiş şeyleri, ölmüş yüzleri sıkıntıyla içimden geçiriyorum.
Yazar olarak kullandığı ve okyanus adalarında açan bir çiçeğin adından gelen kalem adını, yolculukları sırasında almıştır.
Anılar renk yitirmeye başladı, üstlerinde toz, üstlerinde mezar toprağı vardı sanki.
Küçük ayrıntılar silinmezcesine kazınıyor belleğe.
Ve vakit geçiyor, ben ilerleyemiyordum.
Öldüğümüz zaman bir başka yok olma süreci başlar yalnızca, parça parça yok olur, giderek salt gecenin karanlığında hep daha derine gömülürüz. Bizi sevenler de ölürler, görüntülerimizin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur, bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir – sonra adımız unutulur ve bizim kuşağımız da devrini tamamlayıp geçer
Ah! o gençlik çağı, Tanrı’ya hem karşı geldiğim hem de yakardığım günler!..
Güzün kendini artık biraz belli ettiği serin bir eylül akşamından sonra geceyarısı. Her yer sessiz.
Korktuğunuz ve duygularınızı alt üst eden bir mezar ziyareti söz konusu olduğunda, kılığın rüküşlüğü konusundaki ayrıntılar pek çocuksu kaçıyor!
(Öldükten sonra zamanla) Bizi sevenler de ölürler, görüntülerimizin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur, bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir sonra adımız unutulur. Ve bizim kuşağımız da devrini tamamlayıp geçer
Uzun sessiz görüşmemiz sanki bizi birbirimize daha çok yakınlaştıran türlü türlü evrelerden geçiyor. Bedenlerimizin neredeyse yeniden birleştiği izlenimini alıyorum şimdi tümüyle, yılların, uzaklıkların, dünyanın dört bir yanına yolculukların ve benim için onun yazısını saran çözülmez gizemin getirdiği bunca ayrılıktan sonra aynı yerde olduğumuzu duyumsuyorum.
Şu anda burada yanımda olsaydı gidip elinden tutardım; çekinmeden, gülümseyerek. En sevdiklerimin, en saydıklarımın arasına tutar getirirdim onu.
Yaşanan an kısa ve yetersiz görünür, o zaman geleceğin belki hiçbir zaman var olmayacağını bilen insan, hiç değilse olmuş olanı, geçmişi ele geçirmeye çalışır.
Aşk büyüdüğü ve sonsuzluk özlemine kadar yükseldiği, ya da dostluk bitmesi kaygı uyandıracak ölçüde derinleştiği zaman, gözler geriye, sevilen kimsenin çocukluğuna çevrilir.
İnsan duygularındaki bu eşdeşlik, ruhların kendi bireysellikleri konusunda daha da kuşkulandırıyor beni.
Ah, o gençlik çağı! Tanrı’ya hem karşı geldiğim, hem de yakardığım günler!
Ah o gençlik çağı, Tanrı’ya hem karşı geldiğim, hem de yakardığım günler!
Yaşadıkça ve sonsuzlukların ötesinde süreceğini sanıyordum; ona ilişkin hiçbir şey bilmiyorum artık.
O, gençliğinin doruğunda başını alıp gitti, başka aşk düşü, – mezarına benden başka gelip öpeni olmadı, hiç kuşku yok bir daha kimse gelip bana benzer biçimde öpmeyecek onu.
Geçmişin dev kalıntısı bizi küçültüyor, eziyor, bizi, bizim kısa süren yaşamlarımızı, bir saatlik acılarımızı, değişip duran tümüyle bir hiç olan bizleri.
Öldüğümüz zaman bir başka yokolma süreci başlar yalnızca, parça parça yok olur, giderek salt gecenin karanlığında hep daha derine gömülürüz. Bizi sevenler de ölürler, görüntülerimizin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur, bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir – sonra adımız unutulur ve bizim kuşağımız da devrini tamamlayıp geçer
Her şey henüz aklı karıştıran bir soru halindeydi, şimdiyse dün beni heyecana getiren şeylerin üstüne kül yığınları yağmış gibi
Öldüğümüz zaman bir başka yok olma süreci başlar yalnızca, parça parça yok olur, giderek salt gecenin karanlığında hep daha derine gömülürüz. Bizi sevenler de ölürler, görüntülerimizin yarı yarıya saklı kaldığı tüm insanların kafaları dağılıp gider ve yine toprak olur, bize ait ne varsa her yana dağılır ve ufalanır, artık kimsenin tanımadığı resimlerimiz silikleşir sonra adımız unutulur ve bizim kuşağımızda devrini tamamlayıp geçer.
Hem ne fark eder, ister yaşlanmış, ister ölmek üzere olsun Ben onu hala seviyorum.
Ah! o gençlik çağı Tanrı’ya hem karşı geldiğim hem yakardığım günler
Amacım yok artık, hiçbir yerde hiç kimse beni beklemiyor, bu büyük kentte beni tanıyan yalnızca ölüler var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir