Mahir Ünsal Eriş kitaplarından Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde… kitap alıntıları sizlerle…
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde… Kitap Alıntıları
İnsan ailesi icin calisir, ailesi icin yasar.
Gitmesinde sorun yok, asil sorun bir daha gelmeyecek olmasinda.
En sevdiğim kadına beni sevsin diye yalvarmak için bir bankta vakit öldürüyorum şimdi de. Şu banktan bir yırtsam, bütün hayatım örülüp de beğenilmemiş bir kazak yeninin Söküldüğü gibi çözülüverecek, yoluna giriverecek sanki. Yaşım otuzu ezdi, ben hala aynı bankta oturmuş, bir kadından medet umuyorum.
Zaman tereddüt eder mi, mevzubahis ileri gitmekse hele?
Şu ağzı burnu yumruklanası “ölenle ölünmüyor”cular olmasa, farkına bile varmayacaktım annem ölünce, hepimizin ölmüş sayılmadığının.
Yaşı kaç olursa olsun bütün kadınların ağlamasında insanın kendi annesinin ağlayışını hatırlatan bir şey var, canından can yolar adamın…
Hiç kimseyi sevmedim ondan sonra, bir kendimi sevdim, dönmeye kalkarsa beni bıraktığından iyi bulsun diye.
Anne ne güzel şey..
Dedem sadece karanlıkta kötü olunur sanıyordu…
Bütün zeki kızlar solcu olurdu…
“Ölmek ne, bilmiyorum. Merak da etmedim hiç. Yani, iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama. Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum yine de fakat bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra. Bozuluyorum biraz. Çağırsaydı ben de gelirdim belki…”
Ölmek ne, bilmiyordum. Merak da etmedim hiç. Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama. Tatil gibi birşey sanıyorum onu, taşınmak gibi,kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum yine de fakat bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra. Bozuluyorum biraz. Çağırsaydı ben de gelirdim belki.
“Birbirinden uzak yaşayan iki insandan birinin ölmesi ne tuhaf, sanki hiç gitmemiş, hep orada bir yerlerde yaşamaya devam ediyormuş gibi.”
Ama seviyordum onu. Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti.
“Şüphe insanın içini kemiren bir kurt, çürütene kadar kemirir.”
“Akıl ne cilveli bir dehliz, hangi kapıdan nereye çıkaracağı belli olmuyor.”
“Bana merhametle bakışını görmek istemiyorum hiç kimsenin.”
“Ölmek ne bilmiyorum. Merak da etmedim hiç.”
Ama ben, haftanın yedi günü, en çok annemi özledim o zamanlardan bu zamanlara kadar. Anne ne güzel şey
Hiç kimseyi sevmedim ondan sonra, bir kendimi sevdim, dönmeye kalkarsa beni bıraktığından da iyi bulsun diye.
Kendi hayatı bile ne kadar şaşırtabiliyor insanı, kendisi hakkında her şeyden her an haberdar olduğunu sanırken bile.
Akıl ne cilveli bir dehliz, hangi kapıdan nereye çıkaracağı belli olmuyor.
Ne çok değişiyor dünya,sanki her sabah dünden akılda kaldığı kadarıyla yeniden kuruluyormuş gibi.
Gitmesinde sorun yok, asıl sorun bir daha gelmeyecek olmasında.
En yakınlarını nemli çukurlara ya da çok uzaklara erken saklamış, sevgisizlikten ve sürekli birilerinin gitmesinden korkup kimseyi sevemeyişimizle perişan olmuş zavallılardık.
Hiçbir şeye bağlanacak gücü kalmayanlar bir şeylere bağımlı olurlar.
Can ne kıymetsiz, ne ucuz oluyor gençken.
Ben çocukluğumdan beri, hayatı annemin ölümüne kadar sanmışım.
Kadınlar hep olmadık zamanlarda gitmeyi severler.
Ama seviyordum onu. Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti.
Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer.
İnsan üzülmekten yorulmaz mı?
Birbirinden uzak yaşayan iki insandan birinin ölmesi ne tuhaf, sanki hiç gitmemiş, hep orada bir yerlerde yaşamaya devam ediyormuş gibi.
Ölünce nasıl eşyalaşıyor, şeyleşiyor insan.
Maalesef beyaz bir kağıdın tam ortasına damlayan kocaman bir mürekkep lekesi gibi düştü içime.
Akıl ne cilveli bir dehliz, hangi kapıdan nereye çıkaracağı belli olmuyor.
Aşk acısı çekmenin yeri de yok, yaşı da; nereye gitsen kafayı da taşıyorsun çünkü. Kaçarın yok.
Demek ki aşk, âşık olduğun şeyin bile üstünde bir şeydi.
Ölümden büyüğü de varmış, onunla yeniden doğduktan sonra anladım.
Gitmesinde sorun yok, asıl sorun bir daha gelmeyecek olmasında.
Sahi, gerçekten de, cennette de âşık olacak mıyız?
Demek ki aşk, âşık olduğun şeyin bile üstünde bir şeydi. Seni uyuz etse bile bu ondan bir şey eksiltmeye yetmiyordu.
Herkes yaşlanırken farkına varmıyorsun yaşlandığının, yaşlandığının farkına asıl geriden daha gençler geldikçe varıyorsun.
Ne çok değişiyor dünya, sanki her sabah dünden akılda kaldığı kadarıyla yeniden kuruluyormuş gibi. Her gün biraz daha kendine benzememeye başlıyor her şey o yüzden.
Zaman tereddüt eder mi, mevzubahis ileri gitmekse hele?
Günah niyetle başlar.
Ankara’da yaşamak lazımdı büyük adam olmak için
Fakirlik sadece açlık değil, üşümektir de.
Hiç kimseyi sevmedim ondan sonra, bir kendimi sevdim, dönmeye kalkarsa beni bıraktığından da iyi bulsun diye.
Ama ben, haftanın yedi günü, en çok annemi özledim o zamanlardan bu zamanlara kadar. Anne ne güzel şey
Allah’ı seviyordum ben ama korkuyordum da. Korkmadan sevgi mi olur zaten?
“İşinin gücünün başına dön yavrum, yapacak bir şey yok burada artık,” dedi. Ölümü kimse daha iyi anlatamazdı.
Uğradığın haksızlığı dillendirememek nasıl bir şey biliyor musun?
Şüphe insanın içini kemiren bir kurt, çürütene kadar kemirir.
Bütün zeki kızlar solcu olurdu.
“Ezan okununca bitiyor gün çocuklar için.”
Benim en eski dostumdu Serkan. Onu tam üç yıldır tanırdım ve bu da nerden baksan ömrümün yarısı ederdi.
Bangır bangır Ferdi çalıyor evde, zamanın çoğu evi gibi İnsanların kederli olmayı çok sevdiği yıllar. Her şeye sinmiş bir Maltepe sigarası kokusu, bir ucuzluk, bir pazardan alınmışlık, bir muşambalık.
En büyüğün Beşiktaş olduğu yıllar, biz hepimiz Galatasaraylıyız ama. İnadımız inat.
Şüphe insanın içini kemiren bir kurt doktor, çürütene kadar kemirir ; sonra sen o pis kokuyu karşındakinden geliyor sanırsın.
Ama ben, haftanın yedi günü, en çok annemi özledim o zamanlardan bu zamanlara kadar. Anne ne güzel şey
Evde, çokça büyük arasında bir çocukla bir yaşlıydık. Bizim bizden iyi dostumuz ve düşmanımız olamazdı.
Demek ki aşk, aşık olduğun şeyin bile üstünde bir şeydi.Seni uyuz etse bile bu ondan birşey eksiltmeye yetmiyordu.
“İşe gidenlerden sadaka gelmezdi pek, sadaka aylakların, gezenlerin, gösterişçilerin ve dahi günahkârların işiydi daha çok. İşinde gücünde olanlardan bir kadınlar verirdi sadaka. O da işine gidenlerden değil, SSK’ya, belediyeye, bankalara gidenlerin arasından çıkardı bir. İşim bir an önce görülsün diye rüşvet verirlerdi dilenci kadına. Allah’a rüşvet vermenin yolu bu… Memura versen elli kuruşla iş mi olur, en iyisi bu yaşlı kadına çil mangırlarını döküp, hayrı Allah’a havale etmekti.”
“Devlet kendisine dakik olunmasını sever çünkü, sahiden. Seni sekizde sıraya dizer ama kapıları dokuz buçukta açar mesela.”
“Resmi kurumlar, vatandaşı heybeti ve dolaşık aklıyla ezmeye bayıldıklarından, genellikle mimarilerini de biz fanilerin çözebilecekleri yalınlıkta tasarlamamaya özen gösterirler. Başladığın yere dönmek, devlet denen ejderhanın bağırsaklarında yolculuk yapmaya benzer.”
“Hiçbir şeye bağlanacak gücü kalmayanlar bağımlı olurlar bir şeylere.”
“Genç de olunca, kendine kıymak ne kolay oluyor elbet, şimdi şöyle bir düşünüyorum da. Can ne kıymetsiz, ne ucuz oluyor gençken.”
Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer.
“Yaşlılar o terk edilmiş, gözden düşmüşlükleriyle evin içinde varlıklarını fark edenlere bunaltacak bir ilgiyle karşılık verirler de bu ilgiden yalnız çocuklar bunalmaz ya hani…”