İçeriğe geç

Acayip Bir Başlangıç Kitap Alıntıları – Monika Maron

Monika Maron kitaplarından Acayip Bir Başlangıç kitap alıntıları sizlerle…

Acayip Bir Başlangıç Kitap Alıntıları

Uzunca bir seyahatten her dönüşümde her şeyi bıraktığım gibi bulunca şaşırıyor, belki biraz hayal kırıklığına da uğruyordum.
Ben bu kadere katlandım; insan nelere dayanmıyor ki!
Mutluluğumuz için mücadele etmeyi unuttuk mu hepimiz? Yoksa mutluluğun ne olduğundan artık o kadar emin değil miyiz?
Artık benim de pek anlayamadığım, şimdi bana sanki ben değil de başka biri, bana yakın ama ben olmayan birisi yaşamış gibi gelen bu duygu karmaşasını nasıl izah edebilirdim ki?
Bizim mutluluğumuz da mutluluk yanılsamasından başka bir şey değildi gerçi; ama geçici de olsa mutluluk gibi geliyordu en azından.
Özlediğim bir duygu var, âşık olduğunda ya da bir şey için mücadele ettiğinde hissettiğin o heyecandan ölme duygusu, bir tutku yani, evet, bu işte: Ben tutkuyu özledim.
Hayatımızda hiç ummadık şeylerin olması için dünyanın başımıza yıkılması gerekmiyor.
Sonuçta kalp ruhun muhafazası değildi, makine benzeri, ikame edilebilir bir kas parçasıydı sadece.
Devlet kurumlarının adaletsizliği, mevsimlerin birbirini kovalaması kadar doğaldı.
Dünyayı, bize ait olduğu zamanlardaki gibi bırakmak mı istiyoruz? Yoksa dünyayı değiştirme işini yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız için aklımız başımıza mı geldi?
Hepimiz inanç sözcüğünü nasıl da aşağılamış, kuşkuyu nasıl da yüceltmiştik.
Düşen birine bir tekme daha atmanın o korkak, hayasız şehveti. Bu ezeli, belli ki tanrı vergisi insan mizacı karşısında, insanlığın tarihten ders alarak soylulaşması çağrısı ne kadar anlamsız kalıyor.
Devraldığı tezgahın durumunu beğenip beğenmediği, bizimki de dahil hiçbir kuşağa sorulmadı.
Sabahları gazete okurken bile, gazetenin artık benim gibiler için yazılmadığını açıkça hissediyorum ve bazen gerçekten de, boş ver, dünyanın ne hali varsa görsün diye düşünüyorum.
Önündeki kağıtlar seni geri kala her şeyden daha çok ilgilendirdiği için mi dünyaya ve bana sırtını dönüyorsun, yoksa dünyadan bezdiğini gizlemek için mi tutunuyorsun kağıtlara?
Ani bir gripten, birkaç yorucu haftadan, bir üzüntüden sonra günlerden bir gün aynada artık yaşlanmaya başlamış yeni yüzümüzü görürüz ve o andan itibaren yüzümüzün yaşlı bir yüze acımasızca dönüşmesini bekleriz.
Ekinleri muazzam dalgalarla kırbaçlayan fırtınaları, boranları seyrederken bile, öncelikle derin bir haz alıyordum; çünkü bu güç insan gücü değildi; çünkü hiçbir yasaya, hiçbir hükümete boyun eğmiyordu; çünkü çok daha yüce, hayatımızın gülünçlüğünün dışında kalabilmiş bir bağlamın teminatıydı.
Yeni bir şehir, yeni bir hayattır, dedi İgor. Hiçbir köşesinde anılar pusu kurmamıştır, hiçbir evde eski bir sevgili oturmuyordur, hiçbir sokağa daha önce adım atılmamıştır, çocukluğunu bildiğini iddia edebilecek kimse yoktur. Hikayesini bilmediğin bir filmde oynamak gibidir biraz.
İgor, insanın özellikle de kendi hayatında her zaman güzel başlangıçların olması için uğraşması gerektiğini söyledi.
Kadın yirmi yıldır burada, bir zamanlar gençti, şimdi yaşlandı, hayat böyle işte.
İnsan dünyayı anlayamaz. Anlamaya çalışan ya bunalıma girer ya da aklını yitirir.
Tutku ile haz arasındaki fark, delilik ile düşünme arasındaki fark gibidir.
Mutluluğumuz için mücadele etmeyi unuttuk mu hepimiz? Yoksa mutluluğun ne olduğundan artık o kadar emin değil miyiz?
Engin göğümüzde tek bir yıldız yok.
Yaşlılığın bize sunup sunabileceği tek doğal tutku torunlardır herhalde.
İnsan genlerin ölümsüzlüğünden başka bir ölümsüzlüğe inanmıyorsa ama genlerimiz Atlas Okyanusu’nun ötesine taşınıyorsa üstelik üremeye de vaktimiz kalmamışsa çocuksuz ve torunsuz geride kaldığımızda; ölümsüzlüğümüz suretini yitirdiğinde sadece bir sese ya da bilgisayardaki elektronik işaretlere dönüştüğünde, ne teselli edecek bizi?
Öyle haberler alırsın ki bazen, balyoz yemiş gibi olursun.
Kocaman kadın olan kızımın Amerika’ya yerleşmek istediğini söylemesiyle uçuruma yuvarlanmış gibi oluyorsam hayatımda düşündüğümden daha fazla yanlış vardı herhalde.
Reddedilme olasılığı taşıyan hiçbir şey istenmemeliydi, bitirilmek zorunda kalınacak hiçbir şeye başlanmamalıydı.
Kırgınlık ile hüsranı ayırt edebilmem neredeyse iki yılımı aldı.
Bülbülün yazı beklediği gibi ben de cevabını bekliyorum.
Esasında doğruluğu şüpheli olsa da işime geldiği için yaptığım pek çok şey var.
Dünyayı bize ait olduğu zamanlardaki gibi bırakmak mı istiyoruz? Yoksa dünyayı değiştirme işini yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız için aklımız başımıza mı geldi?
Öyle ya artık değiştirilemeyen bir şeyin iyi olması gerekir.
Bazen keşke Tanrı’ya inansaydım diyorum ama inanmayı nasıl becerebileceğimi hiç bilmiyorum.
Bir şeyi yapmam ya da yapmamamın sıkı sıkıya inandığım nedenleri olsa da yıllar içinde başka, daha derinde yatan, pek de hoşa gitmeyecek nedenler, tabiri caizse, latif tenin altındaki nedenler iskeleti açığa çıkabilir.
Bir şeyi neden yaptığımı ya da yapmadığımı ancak aradan birkaç yıl geçtikten sonra anlarım ben.
Devraldığı tezgahın durumunu beğenip beğenmediği, bizimki de dahil hiçbir kuşağa sorulmadı.
şimdiki zamanı bile gerisinde kaldığı bir gelecek gibi gören ve kültür mağarasında onun ardından yorgun yorgun el sallayan, yaşlanmakta olan bir adamın dekadan hüznüyle yazabilirdim.
Sana hiç söylemedim galiba ama ben özgür sözcüğü ile senin aranda bir bağ kurdum hep; halin tavrın, konuşma tarzın, düşünme, teşekkür etme biçimin bana öyle doğal ve kendinden emin geliyordu ki. Sen ne bizim gibi telaşlı ne de çekingendin.
Bende ruhsal bir deformasyon vardı, tiklerden ve ergen takıntılarından muzdariptim.
Yaşlılık ve sakatlık birbirine benzer durumlar dedim; çünkü yaşlılar gibi sakatlar da bazı taleplerde bulunma hakkına bile sahip değiller.
Belki kimse sahip değildir, dedi Elli.
Bizim mutluluğumuz da mutluluk yanılsamasından başka bir şey değildi gerçi ama geçici de olsa mutluluk gibi geliyordu en azından.
Nasıl bir hayat sürdüğünü, ondan esirgenenlerin yerine neleri koyduğunu, mutluluğun ya da en azından yanılsamasının onun için ne olduğunu o zamanlar tasavvur edemiyordum.
yasını, öfkesinin bir parçası haline getirmişti.
Özlediğim bir duygu var, dedim, aşık olduğunda ya da bir şey için mücadele ettiğinde hissettiğin o heyecandan ölme duygusu, bir tutku yani, evet, bu işte: Ben tutkuyu özledim.
Böyle zıpırlıklar için yaşlanmaya değmez.
Suçumu biliyordum ama artık hissetmiyordum.
Bir anda kendi alaylarımızın nesnesi durumuna düşmemiz, dünya dışı bu yeri fethetmenin mutluluğunu bozmadığı gibi kafa yapımızdaki bu ani değişimi kendi gözümüzde meşrulaştırıyordu da.
Nasıl gidiyor hayat? diye sormuştum, demek istediğim bedeninle nasıl gidiyor hayat?
bir şeylerin değiştiğinin, esasında benim yavaş yavaş belli belirsiz değiştiğimin bilincine varamamıştım; yoksa ne zaman başladığını bilemediğim bu değişimi ancak tamamen gerçekleştikten sonra fark etmezdim.
Ama zaten bütün aşklar, ilk-imgesi bir şekilde genlerimizde olan ve bu fani dünyada gerçekleşmesi için peşinden koşup durduğumuz harikulade bir mutluluk hayalinden başka bir şey değildi.
Bütün alışkanlıklarımın dışına çıkarak yaşamanın tadını çıkarıyordum.
Bir anda kendi alaylarımızın nesnesi durumuna düşmemiz, dünya dışı bu yeri fethetmenin mutluluğunu bozmadığı gibi, kafa yapımızdaki bu ani değişimi kendi gözümüzde meşrulaştırıyordu da.
Hemen hemen hepsi mutlu hikâye olarak başlıyor; ama eninde sonunda mutsuz bir hikâye olarak bitiyor. Sadece yeterince uzun süre izlemek lazım.
mükemmellik insa­nı kullanıcılara, olsa olsa hayranlara indirgerken, çürümüşlük hayal gücünü kanatlandırıyor.
Özlediğim bir duygu var, dedim, aşık olduğunda ya da bir şey için mücadele ettiğinde hissettiğin o heyecandan ölme
duygusu, bir tutku yani, evet, bu işte: Ben tutkuyu özledim.
Ben bu kadere katlandım; insan nelere dayanmıyor ki!
Kendiniz hakkında böyle konuşmamalısınız, dedi Igor.
Nasıl böyle?
Böyle umutsuz, bezgin. Yoksa bir gün gerçekten öyle hissedersiniz.
Bu yaşta köklü değişiklikler yapmayı
göze alabilmemiz için önce emekli olmamız gerekiyor. O zamana kadar köleliğe devam.
İnsanlar dünya için uyuz hastalığı gibi bir şeyse ya?
devlet kurumlarının adaletsizliği mevsimlerin birbirini kovalaması kadar doğaldı.
Sabrım tükendi, daha fazla susamam artık.
. .çiğ gün ışığında tenimde görülen yaşlılık gravürünü kendimin ya da bir başkasının tesadüfen de olsa keşfedemeyecek olmasının rahatlığı
Tutku ile haz arasındaki fark, delilik ile düşünme arasındaki fark gibidir. Deliliğin kime ne yararı var? Bizim tutkulardan yana bir eksiğimiz yok, sadece kendimizi tutkulara kaptırmıyoruz artık, çünkü ne kadar gülünç olduklarını fazlasıyla öğrenmiş bulunuyoruz.
Tutkular ancak yaşlılıkta en saf halleriyle ortaya çıkarlar, çünkü ancak o zaman hiçbir amaca hizmet etmek zorunda kalmazlar, onları baskılayan bir engel de yoktur. Ama tutkunun bu kadar arzulanacak nesi var ki? Tutkular neden haz almaktan daha çok önemsenir?
Ama yaşlılığın tek doğal tutkusunun neden torunlar
olduğunu düşünüyorsun ki! Huzurevlerinde yaşanan sayısız aşk trajedisinden, yaşlıların kötü alışkanlıklarından, bağım​lılıklarından haberin yok mu? içki bağımlılığı, oburluk, şöhret hırsı, alışveriş tutkunluğu, temizlik hastalığı, kıskançlık, dedikoduculuk, haset, cimrilik, nefret, açgözlülük.
Senden geriye resimlerin kalacak hiç olmazsa,
benden geriye hiçbir şey kalmayacak.
Ölünce hiçbir şeyin farkına varmazsın ki.
Hatırlıyorum da, çocukken İngiliz maden işçilerinin ya da Şilezyalı dokumacıların her sabah kalkıp ​işe gitmek yerine neden intihar etmediklerini anlamazdım; annem bana onların adaleti cennette bulmayı ümit ettiklerini söylemişti.
Artık benim de pek anlayamadığım, şimdi bana sanki ben değil de başka biri, bana yakın ama ben olmayan birisi yaşamış gibi gelen bu duygu karmaşasını nasıl izah edebilirdim ki?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir