İçeriğe geç

Klasik Yunan Mitolojisi Kitap Alıntıları – Şefik Can

Şefik Can kitaplarından Klasik Yunan Mitolojisi kitap alıntıları sizlerle…

Klasik Yunan Mitolojisi Kitap Alıntıları

“Gerçekten gökyüzünün açıklığı, sükûnet ve tatlılığı içinde yeryüzüne yayılan tanrısal ışık olmasaydı, rengini tanyerinin kızıllığından alan güller açar mıydı?
“Gerçekten zaman bir taraftan yaratır, bir taraftan mahveder.”
“Gerçekten insanların, umutları da, korkuları da hep gökten gelmekte idi ve insanlar tanrının rahmetini de, hiddetini de hep semadan beklemektedirler.”
“Akıl bir baş belasıdır, hayvanlar akılsız oldukları için sevk-i tabiileriyle insanlardan daha mesut yaşamaktadırlar.”
“Her devirde, her yerde alın teri dökülmeden kazanılan servet hoş görülmez.”
Insanların ne şekilde ve nasıl yaratıldığına inanırlarsa inansınlar eski Yunanlılara göre evvelâ erkekler yaratılmıştır. Kadın dünyada mevcut değildi. Bu devirde insanlar sonsuz bir saadet içinde yaşıyorlardı.
Prometheus ilk insanı balçıktan yarattı. İlk insanın vücudunu yapmak için balçığı, bazılarının tahmin ettikleri gibi su ile değil, kendi gözyaşı ile karıştırdı ve insanı yarattı.
Örümceğe gelince: o Anadolulu Arakne hanımdır. Gergef işlemekte kendisini zekâ tanrıçasından üstün gördüğü için örümceğe çevrildi. Hâlâ eski itiyadını devam ettirmektedir.
Esasen insan yaradılışı itibariyle yaradanı aramak fıtratında halkedilmiştir.
ölümü bilmeyen insanlar azdıkça azıyorlardı. Zeus, Hades’i haklı buldu. İnsanların ölmemeleri kâinatta bir buhran doğurabilirdi. Aslında ölüm, insanlar için bir lütuftu.
Evlatlarından teselli beklerken hakaret gördü. Bir baba için yalnız bu acı yetmez mi?
Sabahleyin dört, öğle vakti iki, akşamleyin de üç ayak üstünde yürüyen hayvan hangi hayvandır?
içli ve çok merhametli oluşunun arada kendisine zararı dokunuyordu.
Bir gün sıcaktan bunalmış, güneşe ok atarak, onu söndürmeye, böylece serinlemeye çalışmıştı.
Çünkü orada akan Lethe nehrinin suyundan içince ( ) hatırda hiçbir şey kalmıyordu.
Bana gelince, yaşamanın bütün zevkini kaybettim. Benim için hayat artık manasız bir şeydir. Ve dünyada hiçbir şey beni teselli edemez, hiçbir el, kalbimdeki yarayı saramaz.
Bütün kâinat üç hisseye bölündüğü zaman, Zeus’un kardeşi olan Poseidon’a denizlerin, adaların ve sahillerin tanrılığı düşmüştü.
İnsanlar istikbal hakkında hiçbir şey bilmezler, gelecek zamanlar gizli ve bilinmez olaylarla doludur.
fakat aşk nelere kadir değildir ki? Bazan bir dilenciyi bir kral kadar gururlandırır, bazan en korkak bir insanı kahraman yapar.
bazı şeyler vardır ki, onları bilmek, bilmemekten fenadır.
İnsan ne kadar çok severse o kadar çok ızdırap çeker, acı duyar. Acı duymadan sevmek olmaz.
Aşk, işsiz güçsüz olanlara belâ olur.
Hesiodos’un anlattığına göre çok eski devirlerde Kronos’un saltanatı zamanında insanlarla tanrılar arasında iyi bir anlaşma vardı. O zamanlarda tanrılarla insanlar aynı sofraya oturur, aynı yemekten yerlerdi.

Fakat Olympos olaylarından sonra, yani Zeus, Olympos’ta krallığını ilân ettikten sonra iş değişti. Çünkü yeni Baş-Tanrı insanları beğenmiyor, onları aşağı görüyordu. İstiyordu ki, insan denilen bu acayip mahlûk daima kendisinin buyruğu altında bulunsun.

Bir gün Mekone’de tanrılarla insanlar bir kurbanın paylaşılarak beraberce yenmesi için toplanmışlardı. Prometheus da orada bulunuyordu. Kocaman bir öküz kesilmişti. Bunun hakkaniyetle paylaştırılması Prometheus’a düşmüştü. Kurnaz titan, bir tarafa hayvanın etinin en güzel parçalarını ayırdı. Gösterişsiz olsun diye üstünü deri ile örttü. Diğer tarafa hayvanın kemiklerini yığdı, bunun üstüne de nazar-ı dikkati çeksin diye yağlı parçalar koydu. Tabiatiyle Zeus’e birinci parçayı almasını teklif etti. Fakat Baş-Tanrı daha iyi ve yağlı görünen ikinci kısmı aldı, yağlı bir iki parçayı yiyince beyaz kemikler sırıttılar. O zaman Baş-Tanrı müthiş kızdı ve söndürülmesi güç ateşten bahtsız insanları mahrum etti. Fakat küstah Prometheus; Lemnos adasına giderek, evvelce gördüğümüz veçhile bir kıvılcım çalmış, insanlara armağan etmişti.

O kadar güzel, o kadar parlak bir kızdı ki, tanrıların tanrısı Zeus bile gönlünü kaptırdı.
Her gördüğü güzeli sevmeyi adet edinmiş olan Zeus
Ölümü bilmeyen insanlar azdıkça azıyorlardı. Aslında ölüm, insanlar için bir lütuftu.
Kirme ona dedi ki: Seni küçük göreni, sen de küçük gör. Seni seveni, sen de sev. Nefrete karşı, nefret; sevgiye karşı sevgi gerekir. Haydi, senden kaçandan kaç, seni seveni, sev.
Hygin’e göre Tereos, kartala çevrilmiştir. Diğer bir iki mitolog İtsy’in yabani güvercine ve dedesinin yani Atina kralı Pandion’un balık yiyen bir nevi karakuşa tahvil edildiğini ve bu suretle kederini, matemini tüylerinin siyahlığında taşıdığını söyler. Ovidios’un yazdığı şekil en çok kabul edilendir. Garp şairlerinin, bülbülü çoğu zaman Philomele kelimesi ile anlatmaları da bunu gösterir. Mitologlar bu değişmelerden birçok manalar çıkartmaktadırlar. Şöyle ki: Taraklıkuş da Tereos’un hantallığı vardır. Hızlı uçamaz ve biraz uçunca yere konar, başında krallık tacının sorgucunu taşımakta ve uzun gagasını mızrak olarak kullanmaktadır. Hâlâ avare avare dolaşmakta ve öldürülen oğlunu İtsy, İtsy diye çağırmaktadır. Korkuluklarda gizlenen bülbüle gelince, o başına gelen felâketi herkesten saklamak isteyen çelimsiz, dertli bir kuştur. Güzel bir kız iken zorla kirletilmiş, üstelik dili de kesilmiştir. Onun, kimsenin yanına çağıracak yüzü yoktur. Feryatlarını, şikâyetlerini mehtaba söyler, yıldızlara haykırır. Dokunaklı ve içli sesinde kederin izleri ve ümitsizliği vardır. Ya kırlangıç; kocasına karşı duyduğu kinden ötürü; oğlu güzel İtys’i hançerleyen, bu zavallı annenin, evlerimizin çatılarında, bizim yanı başımızda ne işi var? Neden yuvasını, kayalara, dağlara yapmıyor; ağaçların yüksek tepelerine kurmuyor da; açık bulduğu pencerelerden çatı aralarından girerek, sarayların, kışlaların, hanların, evlerin hatta en fakir kulübelerin bile damlarına, tavanlarına kuruyor. Çünkü o, hiddete kapılarak büyük bir cinayet işlemiştir. Elini evlat kanı ile boyamıştır. Dikkat etmediniz mi, göğsünün altında hâlâ kan lekeleri vardır. Evleri gezerek öldürdüğü oğluna benzeyen bir çocuk aramaktadır. Ona acıyınız; o acı acı çığlık koparan, feryat eden dertli ve günahkâr bir annedir.
Tereos, gözlerini etrafına gezdiriyor ve oğlunu arıyordu. Onu aradığı ve durmadan çağırdığı sırada Philomele, saçları darmadağınık bir hâlde içeri girerek İtys’in kanlı başını babasının yüzüne attı. O öç aldığından ne kadar sevindiğini anlatabilmek için konuşmayı şimdiki kadar hiçbir zaman arzu etmemişti. Trakya kralı, korkunç feryatlar kopararak, bu müthiş ziyafetten kaçtı. Bazen midesinden oğlunun kendisine yemek olarak verilen uzuvlarını çıkarmak istiyor, bazen ağlayarak Ah, oğlumun mezarıyım diyor ve Pandion’un kızlarını kovalıyordu.
Fakat felâket mürebbi-i beşerdir. İnsana çok şey öğretir ve dehâ felâketten doğar.
Aşk, en sessiz ve konuşmasını sevmeyen insanların dilinin bağını çözer.
İşin tuhaf tarafı da şu ki,kutuya kapatılmış olan bütün fenalıklar arasında, insanları yaşatacak, teselli edecekümit de vardı. Fakat ümit dışarı çıkmamış,kutuda kalmıştı
Bunları söyleyerek Hephaistos, bahtsız Prometheus’un ayaklarına, kollarına kırılmaz zinciri geçirdi ve onları sağlamca kayaya çaktı.Onun bahtsızlığı bununla bitmedi.Her sabah,kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus’un ciğerlerini yiyordu.
-Ey Prometheus dedi. Bu çekiçleri,zincirleri, bağları görüyor musun? Bunlar senin bahtsızlığını; benim sonsuz üzüntülerimi hazırlayacaktır. Seni bu vahşi kayaya çivileyeceğim. Artık sen bu kayadan hiç insan sesi işitmeyeceksin,teselli ve acımak sana yüzünü göstermeyecek, güneşin kızgın şualarıyla kuruyarak; vücut çiçeğinin solduğunu göreceksin.Çok sonra gece yıldızlı mantosunun altında, gündüzü sağlamak için gelecek ve yine çok sonra güneş doğarak gecenin titrek elinin bitkiler üzerine serptiği parlak kırağıyı eritecek.Kalbinde bitmez acılar bulunan,keder nöbetçisi olarak sen bu korkunç yere dinlenmeden,uyku nedir bilmeden,dizlerini bükemeden yalnız başına kalacaksın.İnilterini insafsız kayalar dinleyecek, feryatların korkunç vadilerde uğuldayacak. Fakat sen boş yere inleyecek, boş yere feryad edeceksin.
-İnsanlar zavallılıklarını unutarak gurura kapıldılar,kendilerini Tanrılar’la eşit tuttular. Onlara karşı olan ödevlerini unuttular. Zeus bu şımarık mahlûkların böyle yapacaklarını bildiği için kutsal ateşten onları mahrum bırakmıştı. Kendi haberi olmadan ateşi çalarak insana verdiği ve insanı şımarttığı için Zeus, Prometheus’a kızdı, onu Kafkas dağlarının en yüksek tepelerine gönderdi. Yanardağların, ateşin sanayinin Tanrısı Hephaistos’u çağırarak bu saygısız Titan’ı yalçın bir kayaya çaktırdı. İlâhi demirci istemeyerek Zeus’un buyruğuna boyun eğdi.
Fakat Athena ona acıdı, talihini değiştirdi.

– Sen ölmeyeceksin, yaşayacaksın, fakat benimle boy ölçüştüğün için hayatın her zaman ağ üstünde asılı olarak geçecektir. dedi ve onu örümcek yaptı. Evlerimizin köşelerinde gördüğümüz mahcup ve sessiz örümceğin güzel bir kız olduğunu düşünmek, ne kadar kalbe dokunur. Dikkat edilirse o,çirkinliğini bize göstermemek için bakımsız ve kuytu yerleri arar. Titiz kadınlar onun düşmanıdır. Belki onlar da örümcek hanımın, sabrını ve hama ratlığını, Athena gibi çekemiyorlar da onun için ona düşman kesilmişlerdir. Zavallı, zaten talihsizdir, güzel bir kız iken biçimsiz bir böcek olmuştur. Ona dokunmayınız, hiç olmazsa gergefini işleyerek avunsun, üzüntüsünü unutsun.

İnsan yaratıldıktan sonra yaşayacağı zamanın , yani ömrün tesbiti meselesi kaldı. Zeus insanın , normal olarak 25 sene yaşamasını kâfi görüyordu, insan sızlandı. 25 senede ne yapabilecekti? Aşağı yukarı bunun yarısı uyku ile geçecekti. Çocukluk devrini de çıkarınca geriye bir şey kalmayacaktı. Zeus Ne yapayım; en son yaratıldığım için güçlü olmak, hızlı uçmak, çok izaklardan görmek, iyi koku almak vasıfları gibi uzun ömür de diğer mahluklara dağıtıldı. dedi. İnsan ağlayarak yalvarmasına devam etti. O sırada onun yanında şu altı hayvan bulunuyordu: Tırtıl, Kelebek, Tavus, Beygir, Tilki, Maymun. Hayatı tatlı bularak çok yaşamak için çırpınan insan, Zeus’e bu hayvanları göstererek, Bunların ömürlerinden al bana ver, ben üstün bir mahla kum, benim çok yaşamam lazım, onlar yaşamasalar da olur. dedi. Baş-Tanrı bunun haksızlık olacağını, tanrıların nazarında her mahlûkun eşit olduğunu ileri sürerek, insanın, ömrünün belirli zamanlarında o hayvanların hayatını yaşamasını, yani o hayvanlar gibi ömür sürmesini şart koşarak hayatı uzattı. Bu sebeptendir ki, yeni doğan bir insan yavrusu evvelce tirtıl gibi yerde sü rünür, emekler, bu bebeklik devridir. Sonra kelebekler gibi neşe ile koşar, oynar, bu çocukluk çağıdır. Zaman geçince bilhassa on beşinden sonra genç lik çağı başlar. Bu devrede insan tavus hayatını yaşar, onun gibi gururlanır. 25 – 30 yaşından sonra ev bark sahibi olunca üzüntüler, kederler başlar, o zaman beygir gibi hayatın yükünü çekmek icabeder. İnsan kırkından sonra tecrübe sahibi olur, olgunlaşır, bu devrede tilki gibi kurnaz olur, ellisinden, altmışından sonra da insan maymun gibi çirkinleşir.
Çünkü akıl bir baş belasıdır, hayvanlar akılsız oldukları için içgüdüleriyle insanlardan daha mesut yaşamaktadırlar.
Fakat mukadderat yenilmez bir kuvvettir.
Mağaralarda yaşayan en iptidai insandan, atom devrinin en mütekamil insanına gelinceye kadar insanlık hiçbir zaman Tanrısız kalmamış ve Tanrısız yaşamamıştır. Tanrıya inanmadığını sandığı, daha doğrusu Tanrısını inkar ettiği zamanlarda bile, insan, sadece Tanrısını değiştirmiştir, yani bir inancı bırakmış, başka bir inanca sarılmıştır. Dün inandığını bugün inkar ederken, zavallı, bir mabetten yeni bir mabede girdiğinin farkına varmamış, inkarın da bir iman olduğunu anlayamamıştır.
“Gün çiçeği Apollon’a olan sevgisini hala göstermediktedir, o ne tarafa giderse yüzünü o tarafa döndürür. Aşkına karşılık bulamadığı için hala müteessirdir. Zavallının kalbi yaralı, boynu büküktür.”
“Her güzel varlığın yaratıcısı olan Zeus, yalnız kadınların güzelliğine vurgun değildi. O güzel olan her şeye, hatta delikanlılara bile gönlünü kolayca kaptırıyordu.”
“Prometheus’un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca, Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan bu yüzsüz ve terbiyesiz mahlukların, kendilerini tanrılar kadar kuvvetli ve mutlu sanan bu budalaların başına müthiş bir bela gönderdi: Bu bela kadındı.
Senin ölümüne, vahşi hayvanlar, öten kuşlar, cansız kayalar yas tutuyor. Senin için, kaç kereler, ardından gelmiş olan ormanlar saçlarını yolmuş ve yapraksız kalmış ağaçlar ağlıyor, ırmaklar, kendi gözyaşlarıyla sularını çoğaltmış olduklarını söylüyorlar.
-Ovidius
İnsan ruhu neş’esini de ızdırabını da hep Eros(Aşk)a borçludur. İnsan ne kadar çok severse o kadar çok ızdırap çeker, acı duyar. Acı duymadan sevmek olamaz.
Tatlı arzularla tutuşturduğu gönüllerde kendi isteğine göre, o aşk, mutluluk, sonsuz neş’e yahut dayanılmaz ızdıraplar, acılar yaratabiliyordu. Gerçekten aşk, hem neş’e, hem de ızdırap kaynağıdır. Aphrodite’nin ilâhî ateşi, her gönülde yanmaz, bazı gönül taşlaşmıştır. Seven kimse, Aphrodite’nin yardımı ile sevilenden karşılık görürse o zaman onlar için dünya bir cennet olur. Hâlbuki sevip de sevilmeyenler için hayat, tahammül edilmez bir yük kesilir. Sevilmeyen bahtsızların nasibi ağlamak ve ızdırap cehenneminde yanmak yakılmaktadır. En acı, en zalimane kederleri böyle kimseler tadacaktır.
Şu bir gerçek olaydır ki, mağaralarda yaşayan en iptidai insandan, atom devrinin en mütekâmil insanına gelinceye kadar insanlık hiçbir zaman Tanrısız kalmamış ve Tanrısız yaşamamıştır. Tanrıya inanmadığını sandığı, daha doğrusu Tanrısını inkâr ettiği zamanlarda bile, insan, sadece Tanrısını değiştirmiştir, yani bir inancı bırakmış, başka bir inanca sarılmıştır. Dün inandığını bugün inkâr ederken, zavallı, bir mabetten yeni bir mabede girdiğinin farkına varmamış, inkârın da bir iman olduğunu anlayamamıştır.
Perseus kılıcını çekti. Tanrıça Athena’nın yardımıyla, bir vuruşta Medusa’nın kafasını kesti. O anda, Medusa’nın yere dökülen kanlarından kanatlı bir at doğdu ve yıldırım gibi gürleyerek, göklere doğru uçtu. Bu kanatlı at sonradan Bellerophon’un bindiği Pegasos idi.
– Sabahleyin dört, öğle vakti iki, akşamleyin de üç ayak üstünde yürüyen hayvan hangi hayvandır?
Zeki Oidipus azıcık düşündükten sonra şöyle karşılık verdi:
-Sabahleyin dört, öğle vakti iki, akşamleyin de üç ayak üstünde yürüyen hayvan, insandır. Çünkü insan hayatının sabah vaktinde yani çocuk iken dört ayak üstünde emekler; büyüyünce iki ayak üstünde yürür. Ömrün akşamı olan ihtiyarlık çağında dermansız bacakları onu çekemez, bu sebepten bir bastona dayanmak zorunda kalır.
Bir gün, sıcaktan bunalmış, güneşe ok atarak, onu söndürmeye, böylece serinlemeye çalışmıştı.
kalpteki büyük ızdırapları gözyaşları giderebilir mi? Küçük acılar için ağlamak belki bir teselli olabilir. Fakat baba acısı gönülde zamanın kapatamayacağı büyük yaralar açar ve bu yaralara gözyaşı hiçbir şey yapamaz.
cehennem kayığına binerken geçiş ücreti vermesi için ölülerin ağızlarına, mezara bırakmadan önce para koymak adet olmuştu. Eski mezarlar açıldığı zaman hala bu paralar ölülerin kemikleri yanında görülmektedir.
Plutos, gençlik çağında iken yalnız faziletli, namuslu ve bilgili olanlarla arkadaş olacağını, ahlaksız ve bilgisizlere yüz vermeyerek onları sefalet içinde yaşatacağını söylediği için babası Zeus, dünyada kimsenin sefil ve aç kalmasını istemediğinden, oğlunun faziletli insanları koruyarak diğerlerine haksızlık edeceğinden korktu. Servetten, dünya nimetlerinden herkesin eşit olarak faydalanabilmeleri için oğlunun gözlerini çıkardı, etrafını göremeyen Plutos, önüne çıkanların faziletli veya faziletsiz olduklar anlamadan, görmeden lütuflarını, ihsanlarını saçacaktı. Fakat Zeus’un bütün insanlara acıyarak oğlunun gözünü kör etmesi iyi olmadı, çünki Plutos’un körlüğünden yüzsüzler, ahlaksızlar, namussuzlar faydalandılar. Bütün bunlar onun etrafını sararak yalan ve riya ile kör Plutos’u kandırdılar. Faziletli insanlar, yüzsüzlerin arasında yol bulup servetin yanına varamadılar ve bu yüzden aç sefil kaldılar. Eski Yunanlılara göre faziletli ve bilgili insanların fakir; namussuz, ahlaksız ve yüzsüz insanların zengin olmasının haldiki sebebi de budur.
APHRODITE, Trakyalıların kalblerine başkalarından daha çabuk söz geçirir. O memleketin toprağından mıdır; suyundan mıdır, nedense Trakyalılar, beğendiklerine hemen gönül verirler.
..bazı şeyler vardır ki, onları bilmek, bilmemekten fenadır
Zaman bir taraftan yaratır, bir taraftan mahveder.
Çünkü akıl bir baş belasıdır, hayvanlar akılsız oldukları için sevk-i tabiîleriyle insanlardan daha mesut yaşamaktadırlar.
Mitoloji bilinmeden ünlü ressamların tabloları anlaşılmaz, müzeleri süsleyen heykeller seyredilemez. Mitoloji bilmeden klasik eserler okunamaz.
Vahşi insan da medeni insan gibi tanımak ve bilmek ihtiyacı ile çırpınır, durur. Tabiat hadiselerinin nedenlerini araştırır. ilk insan da bizim gibi nereden geldiğini, nereye gittiğini, hayatın ne olduğunu, ölümün esrarını bilmek ister. Göğün boşluğunda yolunu şaşırmadan dolaşan yıldızlar onu uğraştırır. Neden kara bulutlar, mavi gökte toplanıyor? Gök neden gürlüyor? Nasıl oluyor da yağmur yağıyor? Rüzgar esiyor? Vahşi bunları bilmek ister. Her şey onun için şaşırtıcı ve korkutucudur. Bugün bize pek basit görünen tabiat fenomenleri onun için çözülmez bir bilmecedir. O tabiat hadiselerinin akli açıklamalarını yapamaz, bu yüzden kainatı, tabiatüstü mahluklarla doldurmak gerektir
Lykeion Arkadia’da bir dağ adı olduğu gibi, Atina’nın güney batısında bir bahçenin adıdır.
Aristoteles, felsefesini orada öğretirdi. Lise – Lycee kelimesinin aslı Lykeion dur.
Akşam karanlığında kavak ağaçlarının sallanması, karaağaçların titremesi, ormanda duyulan bir çatırtı, bir kayanın kopup yuvarlanması, bütün bunlar Pan’ın oracıkta olduğunu diye bildiren birkaç işaretten başka bir şey değildi. Öküzler, keçiler duydukları ani gürültüler, beklemedikleri yaygaralar karşısında darmadağın olarak, çıldırmış gibi koşmazlar mı? Çobanlar bile bu düzensiz kaçışdan ürkerler, korkarlar, onlar da düşünmeden koşar, durmadan kaçar, hayvanların arasına katılırlar, onlar da deli gibi koşarlar. Bu “panik”tir yani Pan’dan gelen korku ve dehşet 
Poseidon ile Athena şehre kendi isimlerinin verilmesini istiyordu. Nerede ise kavga edeceklerdi. Bunun üzerine Zeus işe karıştı, onlara dedi ki; “ikinizden hanginiz insanlığa daha elverişli ve daha faydalı bir iş yapabilirse Kekrops’un kurduğu şehre onun adı verilsin”

Poseidon elindeki üç dişli yaba ile deniz kenarındaki kayaya vurdu. Oradan azgın bir at çıktı. Sıra Athena’ya gelmişti. O da elindeki yaldızlı mızrağı yavaşça yere dokundurdu, oradan dalları pıtırak gibi olgun meyvalarla dolu gümüş yapraklı güzel bir zeytin ağacı bitti. Bu, barış sembolüydü.
İnsan ve leşleri ile dolu savaş meydanlarında harp arabalarını sürükleyecek olan at hiçbir zaman zeytin ağacı kadar faydalı olamazdı. Gerçekten barış insanlar için savaştan hayırlı idi. Tanrılar heyecanla Athena’yı alkışladılar, şehre onun ismini verdiler

Mitoloji bilinmeden unlu ressamlarin tablolari anlasilmaz, muzeleri susleyen heykeller seyredilemez. Mitoloji bilinmeden klasik eserler okunamaz.
Halbuki, merhametli Zeus dünyada iyi olsun, kötü olsun, hiç kimsenin sefil ve aç kalmasını istemiyordu. O Plutos’un iyi insanları koruyarak haksızlık yapacağından korktu. Servet tanrısının gözlerini çıkardı. Böylece etrafını göremeyen Plutos, önüne çıkanların, iyi, kötü olduklarını anlamadan dünya nimetlerini herkese dağıtacaktı. Fakat bu kez Plutos’un körlüğünden açıkgözler, yüzsüzler, ahlaksızlar faydalandı. Çünkü onlar, tanrının etrafını sardılar. Sızlanarak, feryad ederse, yalan sözlerle kendilerini acındırdılar, onu kandırdılar. Faziletli insanlar, yüzsüzlerin arasında yol bulup, servetin yanına varamadıkları için aç ve sefil kaldılar.
Çünkü Venüs, aşka yüz vermeyenlerden öç almakta gecikmez.
Şöyle ki; Kekrops’un kurduğu bu şehre deniz tanrısı Poseidon kendi isminin verilmesini isterken Athena kendi adının konmasını arzu ediyordu. İkisi de haklı idi. Poseidon medeniyetin, önce Mısır’dan deniz yolu ile Atik kıtasına geldiğini ve bu şehrin, deniz olmasa kurulmayacağını ileri sürüyordu.

Athena ise bu şehri kuranlara, akıl ve zekâyı kendisinin verdiğini, bu yüzden bu şehre kendi adının konmasının daha doğru olacağını iddia ediyordu. Sonunda anlaşamadılar; ikisi de kızmıştı. Nerede ise kavga edeceklerdi. Bunun üzerine, Zeus işe karıştı, onlara dedi ki;

 ikinizden hanginiz insanlığa daha elverişli ve daha faydalı bir iş yapabilirse Kekrops’un kurduğu şehre onun adı verilsin.

Bu müsabakada bütün Tanrılar hazır bulundular. Poseidon elinde üç dişli yaba ile deniz kenarındaki kayaya hızla vurdu. Oradan azgın bir at çıktı, kişneyerek kaçtı gitti. Sıra Athena’ya gelmişti. O elindeki yaldızlı mızrağı yavaşça yere dokundurdu, oradan dalları pıtrak gibi olgun meyvalarla dolu gümüş yapraklı güzel bir zeytin ağacı bitti. Bu, barış sembolüydü.
 
 İnsan leşleriyle dolu savaş meydanlarında harp arabalarını sürükleyecek olan at hiçbir zaman zeytin ağacı kadar faydalı olamazdı. Gerçekten barış, insanlar için savaştan hayırlı idi. Tanrılar heyecanla Athena’yı alkışladılar, şehre onun ismini verdiler.

Pandora kutuyu açtı. Meğer kutunun içinde hastalık,keder ızdırap,yalan ,riya,şehvet,hulasa insanları rahatsız eden ve onların felaketini hazırlayan ne varsa kutudan uçuştu. Pandora hatasını anladı ve kutuyu kapadı. İşin tuhafı şu ki,kutuya kapatılmış olan fenalıklar arasında,insanı yaşatacak,teselli edecek ”ümit ” de vardı.Ümit dışarı çıkamadı..
Onun acı acı feryadı üzerine Aphrodite, koştu. Oğluna yardım için evinden ayağına sandallarırnı geçirmesini unuttu. Dalgınlıkla bir gül fidanına bastı, gülün dikenleri ayağına battı, kan aktı. O zamana kadar beyaz güller açan gül fidanları o günden sonra artık kırmızı renklere büründüler. Kumral saçlı güzel tanrıça, oğlunun yanına gelince onu ölmüş buldu. Aphrodite’nin güzel oğlu için döktüğü gözyaşlarından Anemone(Giril laleleri) çıktılar.
Prometheus’un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan bu yüzsüz ve terbiyesiz mahlûkların, kendilerini tanrılar kadar kuvvetli ve mutlu sanan bu budalaların başına müthiş bir belâ gönderdi: Bu belâ kadındı.
Prometheus’un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan bu yüzsüz ve terbiyesiz mahlukları, Tanrılar kadar kuvvetli ve mutlu sanan bu budalaların başına müthiş bir bela gönderdi: Bu bela kadındı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir