İçeriğe geç

Romantik Hareket Kitap Alıntıları – Alain de Botton

Alain de Botton kitaplarından Romantik Hareket kitap alıntıları sizlerle…

Romantik Hareket Kitap Alıntıları

Varılan çözümler, her an kanamaya hazır yaraların üzerine yapıştırılmış geçici yara bantları gibiydi, bütün bir öykü ise bir reklam arasının yarattığı erteleme hissiyle birlikte yıllarca sürüyordu.
Çünkü aşık olmak, sürekli borca girmek anlamına gelir. Borca girer, ama birine bir şey borçlu olmak duygusunun yarattığı belirsizliği hoş görürsünüz, çünkü karşınızdakinin alacaklı olmasından doğan gücü, suiistimal etmeyeceğine güvenirsiniz.
Montaigne Yalnızlık adlı denemesinde ”Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi ” demişler, o da: ‘Çok doğal, çünkü kendisini de beraberinde götürmüş’ demiş ” diye anlatır.
İhtiyaç temelli olmayan alışverişe yöneltilen ahlaki saldırıyla, üreme amaçlı olmayan cinsel birleşmeye yöneltilen ahlaki saldırı arasında gözle görülür bir bağlantı vardır: Her iki durumda da sansüre uğrayan şey hazdır, daha doğrusu kadınların duyduğu hazdır; sansürcüler ise genellikle silindir şapkalı ve koca sakallı adamlardır.
Aşk, insanın bir başka insanla arasındaki farkı abarttığı hevesli bir süreçten başka bir şey değildir
George Bernard Shaw
“Yaşıyormuş gibi hissetmek” deyimi, sözcüğün tıbbi anlamından oldukça uzaktı; “yaşamak” derken soluk alıp vermek ya da beyin etkinliğinin sürekliliği değildi kastedilen. Yaşamak birlikte banyoya girebileceği, seviştikten sonra yatakta sohbet edebileceği, çocukça ve sevgi dolu bir dille konuşabileceği birinin varlığıydı.
Bu sessiz gözyaşlarının ardında yatan şey, içini kemiren üzüntü verici bir düşünce, bir gün ayağı kayıp, bu gezegenin kenarından düşecek olsa, hiçkimsenin onun yokluğunu bir an bile hissetmeyeceği düşüncesiydi belki de.
Mizah duygusundan yoksun olmalarına rağmen, kendilerini fazlasıyla ciddiye alan insanların kahkaha atabilme gibi bir özellikleri vardı. Aslında bu insanlar diğerlerinden çok daha yüksek sesle ve şiddetle gülebiliyorlardı; ancak gülüşleri, mizahın en zengin kaynağından, kendi absürdlüklerinin farkındalığından yoksundu.
Bir yorgunluk duyuyorum, bedensel yorgunluk değil bu, sanıyorum duygusal. Görüştüğüm, sohbet ettiğim onlarca insan, hoşlanarak yaptığım yığınla iş var, ama bunların hiçbirine uzanmıyor elim.
Mutluluk başından savar,hüzün kendi içine çeker.İhtiyaç duyulmaya ihtiyaç duyan bir aşık, mutsuz bir yüz ifadesini mutlu bir ifadeye tercih edecektir ,bu yolla bağımsızlığı ve mutluluktan kaynaklanan duyarsızlığı önleyeceğini umut eder. Mutsuzluk peşinde koşmak, kendine yeten ifadelerin yaratacağı rekabet duygusundan kaçış anlamına gelir.
Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
Horatius
Düşüncenin dizginlerinden sıyrılmış gürül gürül gürleyen bir duygu ,çözümlenmeye maruz kalmış düşünceden daha zengin ve daha derindir.
Başarılı bir sanatçı kapitalist sisteme karşı olduğunu söylüyor,sonra da yaptığı işlerden kazandığı çekleri mutluluk içinde nakte çeviriyorsa sahtekârlık yapıyor demektir.Multi milyoner mankenimiz önce ona mutluluk getiren ve güzelligi sayesinde kazandıklarını bir bir sayıp sonra da Mutlu olmak için güzel olmak şart değil demekle sahtekârca davranmıştır.
İletişimde açıklık ve berraklık çoğu zaman takdir edilse de zor anlaşılan insanların ya da şeylerin bize garip bir şekilde cazip göründüklerini unutmamamız gerekir.
Çünkü Emma aşık olabilmek için bir erkeğin varlığına değil yokluğuna ihtiyaç duyuyordu.Emma’nın dinî aşkını besleyen şey, sevenle sevilen arasındaki uzaklıktan doğan o acı-tatlı hazzın ta kendisiydi.
Maddi dünyada borcunu ödememek bir suçtur.Oysa aşkın ve arkadaşlığın dünyasında borçlar uzun süre idare edilebilir.
Kendi ruhumuzun derinliklerinde kaybolmaktan korkup,bir başkasının ruhuna hapsolmayı seçmekten daha berbat ne olabilir?
Başka insanların düşüncelerinin ne önemi var sanki? diye geçirdi içinden. Bu paranoyakça düşüncelerin ardında yatan benmerkezcilik canını sıkmıştı.
Arkadaşlık korkaklıktan başka bir şey değildir, aşkın getireceği daha büyük sorumluluklardan ve zorluklardan kaçıştır yalnızca.
“Aşk, insanın bir başka insanla arasındaki farkı abarttığı hevesli bir süreçten başka bir şey değildir.”
Sohbet potansiyelinin yapısı, kişinin beraber olduğu insana göre dallanıp budaklanan bir ağaca benzer.
dünyamızın sınırları, başkalarının bizi anlama sınırları tarafından belirlenir. Elimizde olmadan başkalarının algılarının parametreleri içinde var oluruz. Başkalarının bizim komikliğimizi anlama sınırları içinde komiklik yaparız, onların zekası bizim zekamızı, cömertliği cömerliğimizi, ironisi ironimizi belirler.
Birisi beni sevdiği sürece, ne diye beni neden sevdiğini kendime sorup durayım ki?
Kendiyle barışık olduğuna inanan taraf aşkını sık sık tazelemeye ihtiyaç duymaz. Seni seviyorum a duyulan ihtiyaç azalır çünkü Kendimi seviyorum var olan eksiklikleri gidermeye yeter de artar bile. Kendinden hoşnut bir insanın aşık olduğunda gireceği temel tavır Beni neden sevmeyesin sanki? olur Benim kendime karşı hissettiğim şeyi sen neden bana karşı hissetmeyesin?
Eric Alice’in kendini garip hisset­mesine yol açarken, Philip zengin hissetmesini sağlıyordu.
Eski Yunan sözü kendini bil le bu çağın emri olan rahatla arasında bir bağ kurulabilir. eski Yunan’da akılcı ve kendini bilen insan nasıl haset edilen ve örnek alınan insan tipini oluşturuyorsa, Batı’nın yeni psikolojik ideali de rahatlamayı becerebilen insandır. Aradaki fark şudur: Eski Yunan’ın akılcı idealine ulaşmak çaba gerektirir, akılcı yaşam adına bir şeyleri (tutkuları) aşmış olmak gerekir. Ancak çağımızdaki rahatlama emri, televizyonun önünde geçirilecek daha rahat bir akşam adına kişinin kaslarını gevşetme ihtiyacını ima etmektedir. Uyumakla rahatlama arasında çok büyük bir fark yoktur, rahatlamak pasif bir durumdur, iki eylem arasında verilmiş bir mola bile değildir.
Güç sözcüğü, eylemde bulunabilme yetisine sahip olmak anlamına gelir.
Güven, yokluğu akılcı bir biçimde yorumlamak diye tanımlanabilir. Alice güvenden yoksun olduğu için bir göz kırpma ya da alışılmışın dışında bir kahkaha onun için bir dizi korkunun başlangıcıydı. ‘Bununla ne demek istedi?’ ‘Acaba bana mı gülüyorlar?’ gibi. Bu tür soruların temelinde bencilce ya da en azından benmerkezci bir tavır olduğunu söyleyebiliriz; paranoyak insanlar, çevrelerindeki insanların kendilerine yalnızca onlara yönelik ve üstü örtük mesajlar yolladıkları bir dünyada yaşadıklarına inanırlar. (postane memuru bile yalnızca onlara göz kırpıyordur).
Alice’nin Eric’e karşı hissettikleriyle restorana karşı hissettiği heyecan, yapısal olarak aynıdır; çünkü her iki durumda da Alice’nin tutkusunu belirleyen şey, Eric’in ve restoranın başkaları tarafından el üstünde tutulduğu gerçeğidir.
Eğer Alice’nin tepkileri bizi hayrete düşürüyorsa, bunun nedeni felsefenin, politikanın ve sanatın son dört yüz yıldır otonomiyi yere göğe koyamamış olmalarıdır: Özgür insan, anlık itkilerle tutkularının peşinden gidebilen, yüreğinin sesini dinleyen, kalabalığın yargısından, toplumun görüşlerinden ya da neyin in neyin out olduğuna karar veren modadan etkilenmeyen insan demektir. Bu anlamda bela okunan başka bir alan da teatral dünyadır, bütün adamların ve kadınların yalnızca oyuncu oldukları teatrum mundi dir. Dünya sahnesindeki oyuncuların tutkuları genellikle ün, para ve politik güç sahibi olmak için duyulan derin tutkular) sosyal içeriklidir, bu yüzden de aldatıcıdır. Güzel sözler söyleyen bir aktör, aslında sahne dışındaki bir insanın ürettiği duyguları taklit etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Alice’nin bir restoranda oturup som balıklı carpaccio’yu göklere çıkarması da aslında bir başkasının damak zevkinin ve kaleminin ürünüdür.
Eğer A, C’ye aşık olamıyorsa, belki de bu durumda aşka aşık oluyordu.
Bu garip ve sözdizimsel olarak kendi kendini tekrar eden duygu neydi?
Bu duygu, aşka düşmüş olma durumunun bir dönüşlülük içerdiğini ifade eder. İnsanın kendi duygusal heyecanından aldığı hazzın, bu heyecanı uyandıran şefkat nesnesinden aldığı hazdan daha fazla olması anlamına gelir.
Aşka aşık olmuş bir kişi basitçe X’in ne harika olduğunu düşünmez, ilk düşündüğü şey, X kadar harika birini bulmak ne harika, değil mi? olur. X ayakkabısını bağlamak için durduğunda onun düşündüğü yalnızca ‘Ayakkabısını bağlarken ne kadar hayranlık uyandırıyor, değil mi?’ değil, ‘Sonunda ayakkabısını bağlarken hayranlık uyandırıcı görünen birini bulmak bir rüya gibi , değil mi?’ dir.
Kendimizi bildik bileli burçlara ve kişisel fallara merak duymamızın nedeni, anlaşılma tutkumuzu uyandırıyor olmalarıdır.
Beni neden seviyorsun anlamıyorum.
İşte tam da bu soruyu sorduğun için.
Bir duygunun uyanışından sorumlu olan kişinin daha sonra o duyguya yetersiz kaldığını düşünmek çok garipti.
Hissettikleri hiçbir zaman yerine getirilmemiş sözler gibi değil miydi? Eric uyandırdığı duygulara yanıt veremeyecek kadar yoksuldu
Öleyse Philip’in ruh aşkının içinde birazcık hüzün aşkı gizli değil miydi?
Sonunda ne olur biliyor musun? Her şey çok fena olur, kadın mut­suzdan da mutsuz olur, çünkü erkeği onu öyle görmekten hoşla­nıyordur.
Mutluluk başından savar, hüzün kendi içine çeker.
mutluluktan kaynaklanan duyarsızlığı önleyeceğini umut eder.
Eric’in yanındaki Alice, ze­ka yoksunuydu, aklını duygusal mevzulara takmıştı ve sinir bo­zucu bir şekilde başkalarına bağımlıydı. Eric’in bunları Alice’in yüzüne vurduğu hiç görülmemişti: Bütün bunlar, Alice ‘in onun yanındayken kendine dair hissettik­leriydi.
Doğum günleri, şenlikler, partiler ya da düğünler gibi mutlu­luğun bir önkoşul olduğu özel günlerden önce Alice’i bir telaştır alırdı. Mutlu olma baskısıyla karşı karşıya geldiği durumlarda mutlu olmak zor gelirdi ona, bir şeyin muhteşem olduğunu dü­şünmeye başlamadan önce çok kötü olduğunu beyan etme şansı­na da sahip olmak isterdi.
ister istemez iki ayrı edebi yaklaşım geliyordu insanın aklına:
Kendinden kaçmak için okumak
Kendini bulmak için okumak
Onu seven bir kadına nasıl davranırdı? Ağlayan bir çocuk görürse nasıl dav­ranırdı? Peki ya ihanetle karşılaşırsa tavrı ne olurdu? Ya da bir alçaklıkla?
İhtiyaç temelli olmayan alışverişe yöneltilen ahlaki saldırıyla, üreme amaçlı olmayan cinsel birleşmeye yöneltilen ahlaki saldırı arasında gözle görülür bir bağlantı vardır: Her iki durumda da sansüre uğrayan şey hazdır, daha doğrusu kadınların duyduğu hazdır; sansürcüler ise genellikle silindir şapkalı ve koca sakallı adamlardır.
Alice’in gerçeklik anlayışı Madam Bovary’nin gerçekliği tanımlayışıyla birebir aynıydı. O da tıpkı Madam Bovary gibi insan varlığının doruk noktasının içten bir ilişki olduğuna inanıyor, medeniyetin kazandığı diğer bütün zaferleri ( ) hor görüyor, kendini yaşıyormuş gibi hissettiği tek durumun Aşk olduğuna inanıyordu.
le vie est ailleurs (yaşam başka yerlerdedir).
Rimbaud
Insan hiçbir ilişkiye yalnız başına giremez, çocukluktan ve gençlikten kalma kültürel valizini, ilişkiler ve gelenekler ağını ve belki de taşra adını verebileceğimiz bir şeyi de beraberinde getirir. Taşra sözcüğüyle yalnızca milli özelliklerden değil, sınıf, yöre ve ailenin bıraktığı bilinç-altı kalıntılardan söz edilmektedir.
Ya tam bir özseverim ya da tümüyle kafayı yedim.
Onun istediği başındaki A’nın büyük yazıldığı, kemanlı, çikolatalı bir Aşk.
Kendini yaşıyormuş gibi hissettiği tek durumun
Aşk olduğuna inanıyordu.
Bu cümlenin etrafını nice umutlar sarmıştır. Kişi bir krizin orta sındayken seni seviyorum cümlesini büyük bir güvenle paketin den çıkarır ve mucizevi bir etki yaratacağına, bu sözü sarf ettiği anda eleştirel gücün bir anda ortadan kalkacağına ve karşısında kinin pümeşe bir gülümseyişe teslim olacağına inanır.
Kendi ruhumuzun derinliklerinde kaybolmaktan korkup, bir başkasının ruhuna hapsolmayı seçmekten daha berbat ne olabilir?
Mutluluk başından savar, hüzün kendi içine çeker. İhtiyaç duyulmaya ihtiyaç duyan bir aşık, mutsuz bir yüz ifadesini mutlu bir ifadeye tercih edecektir.
Ruhunda bir bekareti vardır, meyve verebilmesi için biraz kanaması gerekir.
George Santayana
Dünyamızın sınırlarının, başkalarının bizi anlama sınırları tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz.Elimizde olmadan başkalarının algılarının parametreleri içinde var oluruz, başkalarının bizim komikliğimizi anlama sınırları içinde komiklik yaparız; onların zekası bizim zekamızı, cömertliği cömertliğimizi belirler.
İnsan hiçbir ilişkiye yalnız başına giremez, çocukluktan ve gençlikten kalma kültürel valizini, ilişkiler ve gelenek ağını ve belki de taşra adını verebileceğimiz bir şeyi de beraberinde getirir.
Eğer insan ihtiyacı olmadığı bir şeylere para veriyorsa, bilinç altındaki amaç yalnızca bir ürüne sahip olmaktan ibaret değildir, bu sahiplik sayesinde dönüşüme uğrayabilmektir.
Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
Mutlu olma baskısıyla karşı karşıya geldiği durumlarda mutlu olmak zor gelirdi ona, bir şeyin muhteşem olmadığını beyan etme şansına da sahip olmak isterdi.
Bir nesnenin değerini belirleyen, o nesnenin ne işe yaradığı değil, o nesnenin etrafını çevreleyen duygusal çağrışımlardı.
Kendini ağırdan satma ve tezcanlılık, ortak bir kaygıyı paylaşır.
Bugüne kadar hep, mutluluğu bir hazzın varlığından çok herhangi bir acının yokluğu olarak tanımlamıştı.
İnsanları kötü yanlarıyla kabul etmekten, başkalarında ve kendinde hep kötü yanlar bulup çıkarmaktan o denli yorgundu ki onu şaşkına çevirecek, sarsacak bir ilişki istiyordu.
Aşkta güçlü olmanın yolu, hiçbir şeyi umursamama yetisine sahip olmaktan geçer. Sen bana yanımda ne kadar mutlu olduğunu söyle, ben de seni hiç umursamadan konuyu değiştireyim ve o geceki televizyon programlarından söz açayım, işte o zaman aşkta güçlüyümdür.Diğer alanlardan farklı olarak, aşkta daha güçlü olan taraf karşısındaki üzerinde hiçbir tasarısı ve talebi olmayan taraftır.
Başkalarına gösterdiğimiz davranış biçimi, onların bize gösterebilecekleri olası tepkilerin ışığında belirlenir,ancak bilinçsiz bir belirlenimdir bu. Aklımızda, karşımızdakinin aklının bir haritasını oluşturur, ne söyleyeceğimizi ve ne yapacağımızı seçerken bu hairtayı temel alırız. Uyguladığımız model, X’i söyler ya da yaparsam o da Y’i yapacaktır temelinde çalışan bir modeldir. Belli ölçüde bir karmaşıklık ve zenginlik içeren bu model, kesin olmasa da bir insanı tanıdığımızı iddia etmemizi sağlar.
Aşk, insanın bir başka insanla arasındaki farkı abarttığı hevesli bir süreçten başka bir şey değildir
Yeni bir sevgiliyle evlenmek için karısından ayrılan adam, eninde sonunda yeni karısını da başka bir sevgili için boşayacaktı.
Gerçek olduğu düşünülen şey, değerli olduğuna kanaat getirilmiş şeydir.
Düşünce tarihine baktığımızda dünyayı gerçek dünya, daha az gerçek dünya diye ikiye bölmenin hep en ateşli isteklerden biri olduğunu görürüz.
herkes ölmek zorundadır ve ölüm herkesi bir çeşit filozof olmaya zorlar
asıl gerçekliğin, erkeklerin kadınların parmaklarını kestiği bir dünya olduğunu söylemişti
hiçbir şey gerçekmiş gibi gelmiyor
Kendi ruhumuzun derinliklerinde kaybolmaktan korkup, bir başkasının ruhuna hapsolmayı seçmekten daha berbat ne olabilir?
Gerçek olduğu düşünülen şey , değerli olduğuna kanaat getirilmiş şeydir .
Kendi ruhumuzun derinliklerinde kaybolmaktan korkup, bir başkasının ruhuna hapsolmayı seçmekten daha berbat ne olabilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir