Engin Geçtan kitaplarından Hayat kitap alıntıları sizlerle…
Hayat Kitap Alıntıları
Günler değişmeden geçiyor
Bilinmeyene doğru yürüyormuşuz gibi
Karışıklık ve düşünce arasında ne kadar zaman geçti?
Kader ve bekleyen kaderin girdabında
Ve işte zor zamanların ateşlerinde acılarla dolu günler
İlkokuldayken Osmanlı imparatorluğunun tarihimizin ayıbı olarak öğretilmiş olmasını bugün yadırgıyorum. Olanları anlatıp değerlendirmeyi genç beyinlerimize biraksaydılar, köklerimiz hakkında daha gerçekçi izlenimler edinebilir, tarih suyumuzu geliştirebilirdik.
Çevremizdekilerin duyarsızlığından yakınıyoruz, nedense kendimizi bunun dışında tutarak.
Birileri hakkında bilgi edinerek onları tanıyacağına inanmak ya da kendiyle ilgili bilgi sunarak yakınlık beklemek, insanları imgeye dönüştürerek algılama tuzağını da beraberinde getirebiliyor. Oysa imgeler, insanın kendi kişiliğinin yansıtmalarının yaratısıdır, dolayısıyla yansıltıldığı kişinin kendisiyle pek ilgisi yoktur.
Varolmamanın parıltısı. İnsan bir yerde varolamadığında bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim şey, ben ve ötekiler diye bir ikilinin olmadığı ve insanın kendine bir hayat ısmarlayamayacağı oldu.
Hepimiz başkalarının onayına ve ilgisine ihtiyaç duyuyoruz, ama çoğu zaman onların da aynı ihtiyacı yaşadıklarını, dolayısıyla onlara neler yaşattığımızı pek düşünmüyoruz. Üstelik onay ihtiyacımız arttıkça onaylanmadığımıza ilişkin verilere ulaşma ihtimali de artıyor, zaman zaman alınganlığa varan derecelerde.
Aptallık kendinin başkalarından daha akıllı olduğuna inanmakla başlar, ama bizler kendimizden daha akıllı olduğuna inanma ihtiyacında olduğumuz birtakım insanlara böyle bir beklenti yükleyip ardından beklemeye geçerek, kendimize ve topluma karşı olan sorumluluğumuzu üstlenecek olgunluğa ulaşamamışsak, hoşumuza gitmeyen şekillerde yönetilmekten başka seçeneğimiz olmayabilir. Geleneksel bilgiler bize fon olmadan figür olamayacağını öğretmiş de olsa, evrendeki her figür aynı zamanda başka figürlerin fonu ya da bunun tersi olabildiğinden, yaşadığımız olaylara bütünden ayrı parçalar şeklinde bakmayı sürdürüp kendimizi dünyanın geri kalanından soyutladıkça, sorunlarımıza çözüm getirmemiz zorlaşabilir.
Üretken, çalışkan ve disiplinli bir insanın içinde zaman zaman benliğe egemen olan bir tembel de vardır, ama genellikle bunlar birbiriyle çatışmaz.
İnsan belli bir yaşa gelip de geçmişine dönüp baktığında, yaptığı saçmalıkları değil, yapmaktan kaçınmış olduğu olası saçmalıkları hatırlıyor. Yapsaydım nasıl olurdu acaba? sorusunun cevabını bilememenin merakıyla.
Milan Kundera, Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz, diyor, ama pek çok insan, kendi hayatını kısıtlayarak ve başkalarının hayatına baskı yaparak yaşıyor; yargılanmaktan korkan insanlar başkalarını yargılama eğiliminde olduklarından.
Karşımıza çıkıveren her türlü sorumluluğu sessizce kabul edivermek kendimize karşı en büyük sorumsuzluktur.
Uygarlık, ardında barbarlığın gizlendiği bir koyun postudur.
Başlangıçta insan, konuşmayı bilmezdi. Sonradan fiziksel şiddetin yerine konuşmayı koydu.
Bana göre, hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız.
Bence aslolan, hangi şekilde olursa olsun, insanın, olabildiğince, kendisini kendi olarak hissedebileceği bir hayatı sürdürmeyi gerçekleştirebilmesi. Bir yandan da hayatın bir süreç olduğunu, kendimizi her an kendimiz olarak hissetmemizin mümkün olamayacağını, hayatın inişleri ve çıkıştan olduğunu kabul ederek. Kendimize başanlı bir hayat ısmarlamaya çalışmanın, kendimizden vazgeçme tehlikesini de beraberinde getireceğinin idrakiyle. Bir şeyi isteyerek ve severek yaparken ulaşılacak sonucun baskısı zaten yaşanmaz, sonucu düşünerek yaptığımızda ise istek kaygıya dönüşebilir. Çünkü çoğu zaman başarı, kendisini şartlı kabul edenlerin ya da vaktiyle şartlı kabul edilmiş olanların, kendilerini kabul edebilmelerinin tek ve mutlak şartı. Üstelik, sonu ca ulaşıp kendini başarılı hissettiği anın ardından insanı yeniden boşluğa düşüren ve daha da öteye koşmaya yönelten bir tuzak.
Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi mazidir, hikmet ise gelecek.
Çevremizdekilerin duyarsızlığından yakınıyoruz, nedense kendimizi bunun dışında tutarak.
En zor şey, karanlık bir oda bir kara kediyi bulmaktır.Özellikle odada kedi yoksa..
-Konfüçyüs-
-Konfüçyüs-
Kendilerine ayıracak vakit bulamamaktan yakındıkları halde, pazar günü geldiğinde ne yapacağını bilemeyen insanların sayısı o kadar çok ki.
Bir şeyi isteyerek ve severek yaparken ulaşılacak sonucun baskısı zaten yaşanmaz, sonucu düşünerek yaptığımızda ise istek kaygıya dönüşebilir.
Narsisistik kişilik bozukluğunun en ayrılmaz parçası istismardır. Narsisist birini yüceltir, sonra da yücelttiği kişiyi acımasızca bir kenara atıverir. Bu olgu, patolojik narsisizmin özüdür. Narsisistik kişi, sömürerek, yalan söyleyerek, hakaret ederek, aşağılayarak, karşısındaki insanı yok farz ederek, manipüle ederek çevresini kontrol eder. Bu davranışların ortak yanı istismardır. İstismarın türleri saymakla bitmez. Birini çok fazla seviyor olması bile istismarı içerir. Çünkü onun için sevgi, o insana, kendisinin bir uzantısı, kendisine zevk vermekle yükümlü biri olarak davranma anlamına gelir. Aşırı koruyuculuk, mahremiyete karşı saygılı olmamak, karşısındakini acıtırcasma dürüst olmak ya da ikide bir
düşüncesizce davranmak istismardır. Karşısından çok fazla şey beklemek ya da onu kale almamak da öyle. Fiziksel, sözel, psikolojik ve cinsel istismarın her çeşidi söz konusu olabilir. Narsistik kişilik bozukluğu özellikleri gösteren kişi, istismarı, açıkça ya da örtülü bir biçimde gerçekleştirir. Örtülü istismar etrafını kontrolü altında tutmaya yöneliktir.
düşüncesizce davranmak istismardır. Karşısından çok fazla şey beklemek ya da onu kale almamak da öyle. Fiziksel, sözel, psikolojik ve cinsel istismarın her çeşidi söz konusu olabilir. Narsistik kişilik bozukluğu özellikleri gösteren kişi, istismarı, açıkça ya da örtülü bir biçimde gerçekleştirir. Örtülü istismar etrafını kontrolü altında tutmaya yöneliktir.
ANLAŞILABİLME umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
Gölge, yani ruhumuzun öteki yüzü, bilinçli zihnin karanlık kardeşidir Ruhumuzun ikizini taşıyan hayalet
Kendinize yabancılaşmanız başladığında dünyaya yabancılaşmanız sona erer.
Suçluluk duyguları, genellikle, ilişkilerimizde yaşadığımız olumsuz duyguları bilinç alanımızdan uzaklaştırarak onlara yabancılaşmamızdan kaynaklanır. Kendimize ve dünyamıza karşı farkına varmadan ya da görmezden gelmeye çalışarak sürdürdüğümüz ikiyüzlülüğün ürünüdürler. Dolayısıyla, suçluluk duygularına gömülmek, aslında kendimize karşı işlenmekte olan varoluşsal bir suçtur. Sevilebilmek için kendimizi ortadan sildiğimizde, kendimizi ve başkalarını sevebilmemizin yolu da daralıyor, sevilmek için uğraşırken sevmekten uzaklaşıyoruz. Kendimizden vazgeçme sonucu biriken düşmanca duygular, yaşanmakta olan ikiyüzlülüğü daha da pekiştirerek kısır bir döngüye dönüşme eğilimi gösterir. Farkına varmaksızın yarattığımız kısır döngüler, hangi içerikte olursa olsunlar uyuşturucu niteliğindedirler, benliğimize egemen olduklarında hayatın akışı duraksar, yıllar geçip giderken aynı döngünün içinde tekrarlanıp durulur, çoğu kez farkına varılmadan.
Arada bir tökezleyip ardından doğrularak, yönetiliyor görünmesine rağmen aslında zigzaglı bir yolda kendi bildiğince hareket eden kendine özgü bir ülke olduk. Kendimiz bile olup biteni yeterince kavrayamaz haldeyken, başkalarının anlaması hiç mümkün olmayan.
Fırtına çıktığında onun yönünü değiştirmek için savaşmaya kalkacağım yerde, fırtınanın beni götürdüğü yerde savaşmış olmalıydım.
Düş gücü bilgiden daha önemlidir.
Hayat, ayrıntı olarak bakmaya şartlandırıldığımız için göz ardı ettiğimiz yerlerde aslında.
Başkalarından daha çok bildiğimize inanmak bir yanılgıdır, öğrendiklerimizden daha da ötesini öğrenmeye her zaman ihtiyacımız vardır. Bazen farklı yaşantılara ihtiyacımız olduğu düşüncesine kapılırız, ama farklı yaşantılar diye adlandırdığımız şeyler, aslında, henüz özümsememiş olduğumuz yaşantıların kısmi içerikleridir.
Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark etmeden.
Çalışkan ve üretken bir insanın içinde her zaman bir koca tembel vardır ve bence önemli olan bu ikisinin birbiriyle uzlaşıp, çatışmadan birlikte var olabilmeleri. Tembelin egemen olduğu zamanlarda kendini suçlu hissetmeyen insan, kendi zamanının akışı içinde saati geldiğinde, çalışkan ve üretken yanıyla zaten yeniden buluşacaktır.
Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende de bir yanlışlık var demektir. Bu yüzden, eğer duyarlı biriysem önce kendimi düzeltmeliyim. Şahsen ülkeleri yönetenleri ve halklarını birbirinden ayrı tutmaya çalışmak gibi bana dürüst gelmeyen değerlendirmelere katılamıyorum. Tarihte kendileri de bazı dönemlerde yöneticilerinin kurbanı olmuş toplumlar tabii ki olmuştur. Ancak genelde ben, beni yönetenlerin yaptıklarından ve yapmadıklarından, hem kendime karşı hem de ait olduğum toplumu eleştirenlere karşı, bire bir ol masa da bir payım olduğunu düşünebilecek sorumluluğa sahip ol malıyım. İnsanları katletmiş, onları köleleştirmiş ya da gaz odalarında yok etmiş emperyalist ya da emperyalist özentisi ülkelerin halkları da öyle. Halk ve yönetici ayrımıyla bundan tümüyle kaçınmaya çalışmanın, her şeyden önce insanın kendi varoluş sorumluluğuyla bağdaşmayacağı düşüncesindeyim.
Bizi hayvanlardan farklı kılan bir özellik olsa da, insan tekamülünün en önemli ve değerli kazanımı düşünme ve muhakeme etme yeteneği değildir. Düşünce de içgüdü gibi, yol boyunca sadece bir noktadır.
… Ancak yine de bugün, bana uysun uymasın, yaşadığım her şeyin bana bir şey kattığına inanma eğilimindeyim.
Televizyon, milyonlarca insanın aynı şakaya aynı anda gülmesini sağlayan, ama kendilerini yine de yalnız hissetmelerine neden olan bir eğlencedir.
Oysa insan kendisi olabildiği oranda, insanlığa olan keşfedilmemiş katkısı da büyük olur.
İnsan, geleceği düşünmeye başladığı andan itibaren, yaşamakta olduğu cenneti terk edip anksiyete dünyasına adım atar; üzerine kaygının gri tonu çöker, hırs dürtüsü oluşur, mülkiyet başlar…
Amerika yerlilerinin sorduğu gibi, Dünyada yenecek bir şey kalmadığı gün parayla mı karnımızı doyuracağız?
Karşımıza çıkıveren her türlü sorumluluğu sessizce kabul edivermek kendimize karşı en büyük sorumsuzluktur.
-JOHN CAGE
-JOHN CAGE
Televizyondan nefret ediyorum,fıstıktan nefret ettiğim kadar,ama fıstık yemekten kendimi alıkoyamıyorum.
-ORSON WELLES
-ORSON WELLES
Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende de bir yanlışlık var demektir. Bu yüzden, eğer duyarlı biriysem önce kendimi düzeltmeliyim.
Jung
Jung
Çağdaş iletişim teknolojisi, günümüzde özellikle iş hayatının hızlı dinamizminde ya da bazı acil durumlarda harikalar yaratıyor, ancak cep telefonlarını neredeyse kendi beden imgelerinin bir parçası durumuna getirmiş olan bir kesim, bu teknolojiyi yalnız olmadıklarına ilişkin güvence aracı haline getirmiş bir halde. Annem yerinde mi? tarzı haberleşme ağı sayesinde herkes birbirinin o anda nerede, kimle ne yaptığından haberdar olabiliyor. Bir araya geldiklerinde de birbirleriyle paylaşacak hikâyeleri kalmamış oluyor.
İnsanlar, dostları, eşleri, sevgilileri, akrabaları olduğu için yalnız olmadıklarına inanıyorlar, ama yine de kendileriyle baş başa kaldıkları anlarda çok daha derinlerde yaşanan soyutlanmışlıklarıyla zaman zaman yüzleşmek durumundalar. Ancak çoğumuz, bu katlanılması zor duyguyu yaşamamak için alışagelinmiş ilişki ayinlerine kendimizi tekrar bırakıveriyoruz ya da cep telefonlarına sarılıyoruz.
Günümüz dünyasında mışçasına ilişkiler salgın halinde, insanlar birbirine ulaşamaz, birbirini hissedemez haldeler. Bu arada sohbet in yerini karşılıklı ya da çoklu monologlar ve geyik ; keyif in yerini gürültüyle uyarılma eşliğinde eğlence aldı.
İnsan bir yerde varolamadığında bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık.
Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkeze alan bir dünya, inanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkısı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanmadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derinde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
Hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler.
Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi mazidir, hikmet ise gelecek.
…, çoğumuz hayatın küçük bir parçacığını yakalayıp, bu parçacıktan hayatın bütününü keşfedebileceğimize inanır olduk.
Bir yanımız bireyselleşme çabaları gösterirken, diğer yanımız çevremizle bütünleşerek yalnız kalmamaya, kendimizi bir yerlere ait hissetmeye çalışır.
İnsan, temelde, kendini ilişkiler yaratarak var etme eğilimindedir.
Sanırım, insanlar çoğu zaman mutluluk ile hazzı birbirine karıştırıp,kendilerine haz veren yaşantıları mutluluk diye adlandırıyor. Çünkü bana göre mutluluk bir durum değil,süreç; dış etkenlere doğrudan bağımlı olmayan,iç dünyamızın derinliklerinden gelen ve zaman zaman buluşabildiğimiz bir yaşantı.
Neden hiçbir şeyi kararınca kullanamıyor, karşımıza çıkan her yeni şeye saplanıp sonuna kadar tüketmek istiyoruz ki? Hayvanlar bizden daha asil; onlar gerektiği kadarını tüketiyorlar. Üstelik onlar dünyadan kaçmaya çalışmıyorlar, çünkü onlar dünyanın kendisi, biz ise onları dünyadan kovmaktayız.
Yeryüzünün hiçbir yerinde mutlak yalnızlığa ayrılmış bir yer yoktur. Geceleri, kent ve köylerinizin sokaklarından el ayak çekildiğinde, siz onların boşaldığını sanacaksınız. Oysa yollar bir zamanlar bu güzel topraklarda yaşamış olan ve onu hâlâ seven esas sahipleriyle doluş taşacak. Beyaz adam hiç yalnız kalmayacak.
Beyaz adam adil olsun ve halkıma iyi davransın. Çünkü ölüler hiç de sandığınız kadar güçsüz değildir.
Hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl varolduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler.
Dünyanın en anlaşılamaz yanı
anlaşılabilir olmasıdır.
anlaşılabilir olmasıdır.
Albert Einstein
Karşımıza çıkıveren her türlü sorumluluğu sessizce kabul edivermek kendimize karşı en büyük sorumsuzluktur.
John Cage
Yazgının getirdiği trajedi varoluşumuzun temel şartıdır. Trajediyi tanımazsak kendimize karşı duyarlığımızı kaybederiz ya da böyle bir duyarlılığa hiçbir zaman ulaşamayız.
Eigen
Güzellik, ona sahip bir kişiye yaşatan bir nesne ya da şekildir. Aslında söz konusu nesne, güzel olduğu için ona sahip olana haz vermez, kendisine haz verdiği için onu güzel bulur Sanat güzelliği yaratmaktır; düşünce ve duygunun güzel ve yüce görünen biçimlerdeki ifadesidir; insanlarda, kadının erkeğe ya da erkeğin kadına verdiği temel zevkin dolaylı yansımalarını uyandırır.
Ölüm yaşanmış bir hayatın başına konan bir taçdır.
-I Ching Felsefesi
Kadınların ezelden beri bildiği kainat dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi dünya olarak değişmeye başlamış olacaktır.
Kaşif Peary, eskimo rehberlerinden birine Ne düşünmektesin? diye sorduğunda , Düşünmem gerekmiyor, diye cevap vermiş rehber, Bol miktarda etim var. Gerekmedikçe düşünmemenin bilgeliği bizlere uzak ve yabancı artık.
Uygarlık, ardında barbarlığın gizlendiği bir koyun postudur.