İçeriğe geç

Bedel Kitap Alıntıları – Tufan Gündüz

Tufan Gündüz kitaplarından Bedel kitap alıntıları sizlerle…

Bedel Kitap Alıntıları

Öldüremediğim fitne sürekli ayağıma dolandı. Ben kaçtıkça ardımdan geldi.Ben uzaklaştıkça meclisime girdi. Ben dövüştükçe soframa oturdu.
Akmaya başladıktan sonra her su kendi yatağını bulur , bilmez misin ?
+Taht da devlet de artık sizin sultanım.
-Öyle ama bir babayı, iki kardeşi ve tüm yeğenlerimi kaybettirdi bana. İçimde açtığı yarayı ise kimse bilmez.
+Devletin bedeli hep ağırdır
+Solak hala söylemedin, niye sultanların ömrü uzun oluyor da şehzadelerin kısa?
-Bulamadım.
+Çünkü sultan olamıyorlar.
Sonra bir gün diyecekler, camdaki buğu gibiydi her şey, bir varmış bir yokmuş, bir varmış hiç yokmuş.
Atam Mehemmed Fatih Han’ın vefatını duyunca korktum önce. O bile ölürmüş. dedim kendi kendime.
O gece İstanbul’un her yanında Selim’i isteriz! sesleri yankılanmıştı.
Gece ne kadar karanlık olursa olsun sabahtan ümidi kesmeyin diye sen öğrettin
Doğruları vaktinde söyleyince güzeldir, günü geçtikten sonra baharı bulutu gibi bir değeri kalmaz.
Kafiri yenen ama fitneyi yenemeyen, çaresizlik içinde kıvranan Bayezid
Allah zaferi dilediğine verir, diye fısıldadı.
Biz de başka bir yolunu buluruz. Akmaya başladıktan sonra her su yatağını kendisi bulur, bilmez misin?
-Diyelim ki Bayezid Han vefat etti; ulak önce kime varır?
+Tabi ki yol üzerinde olana
-İşte burada yanıldın. Ulak, devlet kimi istediyse ona varır.
+Devlet kimi ister?
-Güçlü ve akıllı olanı.
Gözünüzle gördüğünüz değildir mesele, göremediklerinizdir
Kim ki bir gönlü kazanırsa, bir kalbe girerse gerçekte Allah’a daha çok yaklaşmış olur.
Halimi Çelebi: Duyduk ki ahali şehzadelerimizi çok seviyor. Çünkü onlar her daim güleç yüzlü. Siz de öyle olsanız, gün olur ki ahalinin sevgisi de lazım olur.
Selim: Üstad bizler hakimleriz. Ahali bizden asık suratlı göründüğümüz için değil, gazabımızın nereye varacağını kestiremediği için korkar. Azıcık güleç yüz görürlerse sen, değil akçeni, altındaki döşeği bile kurtaramazsın, böyle bil.
Elçinin anlattığına göre Şah, emrindekileri Tebriz meydanına toplamış, kendilerini caminin minaresinden atmalarını istemiş Minareye çıkan Kurban olduğum şahım diye kendini aşağıya bırakıyormuş, kemik çatırtıları elçiyle birlikte olan biteni seyreden herkesin kulağına kadar geliyormuş. Peki, ne demekti bu? Benim adamlarım bana bu kadar bağlıdır, karşımda kimse duramaz demekti.
“Bir sayıdır ama sayıya gelmez. Biri saymak hem günahtır hem sevaptır. Bir, bir tanedir. O da birin içindedir. Bir, bütün sayıların içindedir. Bir Hakk’tır. Bir Adem’dir. Adem Hakk’tır. Hakk Adem’dir. Ne Hakk sayılabilir, ne Adem. Sır buradaydı, bunu anlamadaydı.”
Sana öğretmediler mı kardaş? Sultanlar arasında akrabalık yoktur.
İnsanın ölümünü bilmesi dahi bu kadar acı vermiyor ve ben sessizce acı çekmekten başka ne yapabilirim ki bu merhametsiz son karşısında. Sonra bir gün diyecekler, camdaki buğu gibiydi her şey, bir varmış bir yokmuş. Bir varmış, hiç yokmuş.
Şimdi kimseden ve hiçbir şeyden teselli aramıyorum. Sadece uçsuz bucaksız hatıralarımla kendimi avutabilirim. Tek üzüntüm bütün olan bitenin bir daha asla yaşanmayacak olması. Biliyorum ki bu son artık ve ben şimdi sona yaklaştım.
Gece ne kadar karanlık olursa olsun sabahtan ümidi kesmeyin.
Bir âdemin dostluğundan da düşmanlığından da emin olmak gerek.
Hep ya erkendi diye düşündüm ya da çok geç. Hâlbuki tam zamanıymış.
Akmaya başladıktan sonra her su yatağını kendi bulur, bilmez misin?
Gözünüzle gördüğünüz değildir mesele, göremediklerinizdir ve onlar hep yaşayıp gider.
Büyük bir toz bulutu meydandan göğe doğru yükselirken iki kardeşten biri ok atıyordu, diğeri hedefteydi.
Dünyayı gezmek değil muradımız, bir kalbe girmektir.
Sonra bir gün diyecekler, camdaki buğu gibiydi her şey
bir varmış bir yokmuş, bir varmış hiç yokmuş.
Devlet hiçbir zaman tek kişi değildi. Bir temsildi, güçtü, mukaddes bir varlıktı.
Devletimiz var oldukça biz de var oluruz. Bu devlete zeval gelirse biz de zelil ve rezil oluruz. Devletin evi yıkılırsa bir tuğla da bizim başımıza düşer. Hasılı, demem o ki bizim vazifemiz devleti yaşamaktır.
Bir boşluğa sürüklenip bir belirsizliği çözmek, mukadderatı önceden görmek, sezmek, güvenmek, inanmak istiyordu; ya da bu boşluğa hiç düşmemeliydi.
Kim bilir belki de bir dövüşte ecel kafesi kırılır, ömür kuşu uçup giderdi.
O gün dil sadecee kin ve nefret övüyor ve bir kılıcın iki yüzü gibi dokunduğu her şeyi kesiyor, savaş meydanı cesetlerle doluyordu.
Doğruları vaktinde söyleyince güzeldir, günü geçtikten sonra baharı bulutu gibi bir değeri kalmaz.
– Bir oğlumuz olsun istedin mi hiç?
+ Bir zaman çok istedim.
– Niye söylemedin.
+ Seni üzerdi, kıyamadım.
– Şimdi?
+ Şimdi iyi ki olmamış diyorum ..
– Bir tahta iki şehzâde sığmadı.

+ Sığmaz.

Bu öylesine bir kısırdöngüydü ki ne alev yakmaktan, ne pervane yanmaktan usanıyordu. Ne şehzâde tahttan vazgeçiyor ne taht onları tüketmekten usanıyordu.
Akmaya başladıktan sonra her su yatağını kendisi bulur, bilmez misin?
Benim de yapraklarım kurudu, köküme su değmez oldu.
Bir boşluğa sürüklenip bir belirsizliği çözmek, mukadderatı önceden görmek, sezmek, güvenmek, inanmak istiyordu; ya da bu boşluğa hiç düşmemeliydi.
“ Gece ne kadar karanlık olursa olsun sabahtan ümidi kesmeyin. “
Kâbe iki tanedir. Birini Azer oğlu İbra him bina etti, Beytullah’tır, Mekke’dedir. Müslümanın gücü yeterse hacca gider, Beytullah’ı tavaf eder, içine girmeye ça lışır. Diğerini ise Allah bina etmiştir. O müminin gönlüdür, kalbidir. Kâbe’yi insanlar seyreder, kalbi ise Allah.
Öğretmediler mi sana? Sultanlar arasında akrabalık yoktur.
O gece İstanbul’un her yanında Selim’i isteriz! sesleri yankılanmıştı.
Kim ki yeniçerilere hâkim olur aslında devlete hâkim olmuş sayılırdı.
Taht-ı âliye yakışacak, baht-ı Osmanîyi açacak şehzâdemiz Selim bir Yavuz oğlandır.
Padişahlar ülke alırlar lakin ülke vermezler.
Çünkü devlet hiçbir zaman tek kişi değildi. Bir temsildi, güçtü, mukaddes bir varlıktı.
Aslanların hikayesini iyi bilen sultan olacaktı.
Gözlerimde yaş yoktu ama yüreğimin kanadığını hissediyordum
Hep ya erkendi diye düşündüm ya da çok geç. Halbuki tam zamanıymış. Ne eksikmiş ne fazla. Belki insan ömründe yaşanması gereken her ne varsa oymuş yaşadıklarım. Ben istedim, ben arzuladım, ben yaşadım ama ben bitiremedim. Boğazımdaki son ilmeği ben sıkamadım. Kendi celladım olmayı beceremedim, korktum.
Her sabah uyandığımda içimde derin bir boşluk hissediyorum. Sebebini sadece benim bildiğim bir boşluk. Otuz bahardır orada duruyor, otuz bahardır yüreğimi acıtan zehirli bir hançer gibi her sabah batıyor, her gece batıyor. Yüreğimi susturmak için ne lazımsa yaptım, olmadı. Şimdi kimseden ve hiçbir şeyden teselli aramıyorum. Sadece uçsuz bucaksız hatıralarımla kendimi avutabilirim. Tek üzüntüm bütün olan bitenin bir daha asla yaşanmayacak olması. Biliyorum ki bu son artık ve ben şimdi sona yaklaştım. İnsanın ölümünü bilmesi dahi bu kadar acı vermiyor ve ben sessizce acı çekmekten başka ne yapabilirim ki bu merhametsiz son karşısında. Sonra bir gün diyecekler, camdaki buğu gibiydi her şey, bir varmış bir yokmuş, bir varmış hiç yokmuş
Sen yaşadığım en güzel şeysin. Sensen başka hiçbir şey yaşamamış gibiyim.
Bir âdemin dostluğundan da düşmanlığından da emin olmak gerek.
Memleket ve vilayet istersen kan dökmek, dövüşüp vuruşmak, uğraş vermek gerekir.
Aynı mirasın varisleriyiz ama akraba değiliz. Birimiz esir, birimiz sultan Sen sultan oldun Ben esir. Sen kuş tüyü yataklarda gülerek eğlenerek vakit geçirdin, ben külhan köşelerinde süründüm.
Bir şehzâdenin sağ ol tahta oturması, onu aklından geçirmesi bile ateşi avuçlamaya çalışması gibi bir şeydi.
Ah o devlet kuşu. Niye sadece bir taneydi ve niye sadece bir şehzâdenin başına konardı ki?
Oğul ataya isyan hangi törede var? Keşke bu yola girmeseydin. Şehzâdeye sabır gerek. Ata, baba sağ iken şehzâde hizmette gerek.
Osmanlı tahtına oturmak o kadar kolay değildi ve bu yolda kelle almak da kelle vermek de işten sayılmazdı.
Yasak şehre girmek, yasak meyveyi yemek gibi bir şeydi.
Hasılı, demem o ki bizim vazifemiz devleti yaşatmaktır. Şehzâde peşinde koşmamız da sultan kapısında kul olmamız da bundandır.
Ben sayıya gelmem, sen sayıya gelmezsin, biz sayıya gelmeyiz; biz biriz. Bir sayıdır ama sayıya gelmez. Biri saymak hem günahtır hem sevaptır. Bir, bir tanedir. O da birin içindedir. Bir, bütün sayıların içindedir. Bir Hakk’tır. Bir Âdem’dir. Âdem Hakk’tır, Hakk Âdem’dendir. Ne Hakk sayılabilir, ne Âdem. Sır buradaydı, bunu anlamadaydı.
Osmanlı mülküne hükmediyorum lakin bir ağrıya yeniliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir