Jack London kitaplarından To Build A Fire kitap alıntıları sizlerle…
To Build A Fire Kitap Alıntıları
Bir uykuya dalarak ölmek güzel şey, diye düşündü. Uyuşturucu bir ilaç içmiş gibi kendinden geçiverecekti. Donmak, herkesin sandığı kadar kötü değildi. Daha ne kötü ölümler vardı.
Başarısızlığın yarattığı, ölçülü bir keder içindeydi.
Köpek sevinç içinde, ateşin yanına uzanmıştı: ısınacak kadar yakın, yanmayacak kadar uzak duruyordu.
Ne olduğunu bilemediği bir şeyden ürküyordu.
Etkilenmemesinin tek nedeni hayal dünyası olmayan bir insan olmasıydı.
Tüm o acı dolu yılların sonunda, o da bir hayli yorulmuştu.
Önlerinde upuzun bir kış vardı ‘
Hâlâ nefes alıyor ama gitti gidecek.
Dünyanın sonu gelse bile siz alışverişinize devam edersiniz
Havalara güvenmeyeceksin.
Herkes sanki boğulacakmış gibi nefes alıyordu.
Üzerlerinde ölü durgunluğu vardı.
Sonsuzluğun yükü altında ezilene dek, görünmez, bilinmez şeyler üzerine kafa yoruyordu.
Her işe gözü kapalı girişebilirdi; ırkının verdiği bir özellikti bu. ”
«Haklıymışsın, babalık, haklıymışsın »
İnsan kendine fazla güvenmemeli, işin aslını astarını bilmeden kestirip atmamalıydı.
Ölmüş gitmiş adamların kavgasını sürdürmek bana saçma geliyordu
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı Sadece hayattakilerin canı acırdı. Öldükten sonra acı duyulmazdı. Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Hava ılıktı, eksi on derece ya var ya yoktu.
Acı, yalnız hayata mahsus bir şeydi; ölümde acı macı yoktu. Ölüm, uyku gibiydi. Duruyordun, dinleniyordun. O zaman neden bir türlü ölüme razı olmuyordu?
Sanki demirden bir kemerle kafasını sıkıştırıyorlardı, beyni uyuşmaya başladı.
Durmadan takılıp düşmek onun için olağandı artık.
Çok yorgundu ve dinlenmeyi, şöyle biraz yatıp kestirmeyi çok istiyordu fakat bir şeyler onu devam etmeye itiyordu.
”Tam olarak tarihi bilmiyordu, sorsalar bir iki hafta yanılabilirdi
İnsanın hayatını damarlarından anlarsın.
Sağlam yapılı, duygusuz bir adamdı.
Demek ki hiçbir şeyden öyle çok emin olmayacaktın bu hayatta
Yıllar asla gençlerin düşündüğü kadar eskitmez insanı.
yine aynı şekilde ifadesiz olmasına karşın gözlerinde yaralı bir geyiğin bakışı vardı.
Seni seviyorum, Akoon ama şeref aşktan önce gelir.
En uzun geceler, insanın soğuktan uyuyamadığı, tir tir titrediği gecelerdir.
Hayat böyleydi işte; her yerde, her yönüyle aynıydı.
insan her konuda kendinden fazla emin olmamalıydı.
Sadece hayattakilerin canı acırdı. Öldükten sonra acı duyulmazdı. Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Ölmek, uyumak demekti. Durmak istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı Sadece hayattakilerin canı acırdı.
Ardından varoluşun şimdiye kadar ki en korkunç trajedisi başladı: emekleyen hasta bir adamla topallayan hasta bir kurt, ıssızlığın ortasında ölmekte olan gövdelerini sürüklüyor ve birbirlerinin canını istiyorlardı.
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı
Yalnızdı ama kaybolmuş değildi.
Ölüme uyuyarak varmak ne güzel bir fikir diye düşündü. Sanki yatıştırıcı bir ilaç almış gibi olacaktı. Donmak, insanların sandığı kadar kötü bir şey değildi. Ölmenin çok daha feci yolları vardı.
Acı da hissettmiyordu artık.
Aslında bakılırsa heyecan ve duygu denen şey çoktandır terk etmişti onu.
Acı bile çekmiyordu.
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş ne kadar kısaydı
Ölüme uyuyarak varmak ne güzel bir fikir diye düşündü.
Biraz acı çekerdi o kadar; ciddiye alınacak bir şey değildi.
Güneşsiz günlere alışıktı.
Sadece hayattakilerin canı acırdı. Öldükten sonra acı duyulmazdı. Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat demekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı
”Asla tek başına yola çıkma ”
Ölüme uyuyarak varmak ne güzel bir fikir diye düşündü. Sanki yatıştırıcı bir ilaç almış gibi olacaktı. Donmak, insanların sandığı kadar kötü bir şey değildi.
Açlığın sancıları keskindi.
Yalnızdı ama kaybolmuş değildi.
Hepsinden geriye bir bu söz kalacak:
Yaşadılar ve attılar zarlarını.
Oyundan çok şey kazanılacak,
Ama yitireceğiz zarların en hasını.
Yaşadılar ve attılar zarlarını.
Oyundan çok şey kazanılacak,
Ama yitireceğiz zarların en hasını.
O bir erkekti, her şeyin efendisiydi.
Soğuğun efendisiydi o.
Hayaller dışında hiçbir şey yansımıyordu zihnine. Bedeniyle ruhu yan yana ama birbirinden ayrı yürüyor ya da sürünüyordu; o kadar ince, o kadar güçsüzdü onları birbirine bağlayan bağ.
Çaba sarf eden, mücadele eden şey, kendisi değildi artık. Onu sürükleyen şey, içinde ölüp gitmek istemeyen hayattı. Acı bile çekmiyordu.
Öldükten sonra acı duyulmadı. Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Edilgen bir biçimde, gıdasızlıktan ölme korkusu değildi bu; hayatta kalmak için gösterdiği son çabaların da açlık nedeniyle tükenip gitmesinden önce, vücudunun vahşice imha edilmesiydi.
Ölüyü kim kaldırabilir? Çoktan ölmüş olan yaşayanları kim kaldırabilir?
Donmak, insanların sandığı kadar kötü bir şey değildi. Ölmenin çok daha feci yolları vardı.
İnsanın ellerinin yerini bulmak için gözlerini kullanmak zorunda kalması çok tuhaftı.
Çünkü ateş, hayat demekti, sönmemeliydi.
“Hayat böyleydi işte! Ne kadar boş, ne kadar kısaydı…”
“Çünkü ateş, hayat demekti, sönmemeliydi.”
Yalnızlığın yol açtığı korku, sanki eli kulağında bir tehlike belirtisi gibi dördünün yüreğini de kıskıvrak yakalıyordu Dört adamı ayakta tutan şey aralarındaki dostluk bağıydı.
Ölmek, uyumak demekti. Durmak, istirahat etmekti. O halde neden ölmeye razı olmuyordu?
Hepsinden geriye bir bu söz kalacak:
Yaşadılar ve attılar zarlarını.
Yaşadılar ve attılar zarlarını.
Doğa, bireye tek bir ödev veriyordu. Bu ödevi yapmazsa ölürdü. Bu ödevi yaparsa yine aynısı olurdu, ölürdü. Doğanın umrunda değildi, elbet itaat edecek başkaları olurdu.
Ben geçen yılın yaprağı gibiyim, dalın üzerinde yarım yamalak duruyorum. İlk rüzgar estiğinde ben düşerim.
Ve sonunda, hep aç olan ve en aç olan ölümü beklerdi.