Lev Nikolayeviç Tolstoy’un kitaplarından İtiraflarım Kitap Alıntıları sizlerle.
İtiraflarım Kitap Alıntıları
Hiçbir şey bir erkeğin kişiliğini iyi aile terbiyesi almış bir kadınla kuracağı yakınlık kadar geliştiremez.
İnsan, bildiği şeyi bilmeye son veremez.
Gerçi cehalet hep aynı şeyi söyler. Bilmediği bir şey varsa onun saçma olduğunu söyler.
Sevdiğin insanları kaybetmeye alıştığın zaman, hayatı önemsememeye başlıyorsun.
Soluk alabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor, uyuyabiliyordum. Bunları yapmamak zaten elimde değildi, ama yaşamıyordum..
Bizler intiharın gerçekliğine hakikaten inanmış ancak onu uygulamaya karar veremeyen bir grubuz, bizler aslında kimiz?
En zayıf, en tutarsız-mantıksız, açıkça söylemek gerekirse; meczubun yamalı bohçası gibi aptallığını peşi sıra sürükleyen ahmakların en ahmağı değil de neyiz?
Bilgeliğimiz ne kadar derin olursa olsun bize hayatın anlamını öğrenmeyi veremedi..
Mutlu kişi, henüz doğmamış olandır…
İyiyle kötünün ne olduğuna insanların söyledikleri ve yaptıklarına bakılarak karar verilemez.
Hakem benim yüreğimdir.
Çok fazla insanın benzer deneyimlere sahip olduğuna inanıyorum. Bütün ruhumla iyi olmak istedim; fakat gençtim, tutkularım vardı. Ne zaman iyi olanı arasam yalnızdım, tamamen yalnızdım. Ne zaman kalben hissettiğim ahlaken iyi olma isteğimi dile getirmeye çalışsam aşağılama ve alayla karşılaştım. Ne zaman alçak tutkularıma yenik düşsem takdir, teşvik edildim. İhtiras, güç sevgisi, bencillik, zamparalık, gurur, öfke, intikam, bunların tamamı saygın addediliyordu. Kendimi bu tutkulara kaptırdıkça büyüklerim gibi olmaya, onların da benden memnun olduklarını hissetmeye başladım.
İnanç olmadan yaşamak mümkün değildir…
Ne istediğimi kendim de bilmiyordum. Hayattan korkuyordum, ondan kaçıyordum ama her şeye rağmen ondan yine de bir şeyler ümit ediyordum.
Var olan her şey akılla açıklanabilir.
Aralarında kavga ederek başarılı oldukları tek konu sadece birbirlerinden cehaletlerini saklamaktı.
Bizim çevrenin dindarlarının bütün hayatı, inançlarıyla çelişkideydi.
Sen yalan içinde yaşıyorsun, ben gerçekte iddiası, bir insanın ötekine söyleyebileceği en acımasız sözdür.
Kalbim çok şey öğrendi ve yaşadı. Ve bu sayede bilgeliği, deliliği, akıllılığı öğrendim. Fakat anladım ki, bu da zor bir iş; çünkü bilgeliğin olduğu yerde fazlaca üzüntü var. Çok öğrenmek isteyen kişinin çok acı çekmesi gerek.
Bütün insanlar yalan içinde yaşıyor.
Çok fazla insanın benzer deneyimlere sahip olduğuna inanıyorum. Bütün ruhumla iyi olmak istedim; fakat gençtim, tutkularım vardı. Ne zaman iyi olanı arasam yalnızdım, tamamen yalnızdım. Ne zaman kalben hissettiğim ahlaken iyi olma isteğimi dile getirmeye çalışsam aşağılama ve alayla karşılaştım. Ne zaman alçak tutkularıma yenik düşsem takdir, teşvik edildim. İhtiras, güç sevgisi, bencillik, zamparalık, gurur, öfke, intikam, bunların tamamı saygın addediliyordu. Kendimi bu tutkulara kaptırdıkça büyüklerim gibi olmaya, onların da benden memnun olduklarını hissetmeye başladım.
Çevresindeki çoğunluk nasıl yaşıyorsa, öyle yaşıyor insan…
Bütün deliler gibi ben de kendim dışındaki herkese deli diyordum.
Tam bir birlik için, birbirimizi sevelim.
Her şey boş. Doğmamış olana ne mutlu.
Gücünüzün yettiği ne varsa yapın, çünkü gireceğiniz mezarda ne iş vardır, ne bilgi, ne de bilgelik.
Hırs, iktidar düşkünlüğü, açgözlülük, şehvet, kibir, öfke ve intikam… Bunların hepsi saygı gören şeylerdi.
Tanrı, özgürlük, iyilik… Bu kavramlar, aklın eleştirisini kaldıramazlar.
Sadece hayatın bizi zehirlediği kadar yaşayabiliyoruz.
Yaşamın yaratıcısı akıldır.
Ancak hayatın sarhoşluğuna kapılmışsa yaşayabilir insan.
Öldürmenin inancın bütün ilkelerine ters düşen kötü bir şey olduğunu görmemek mümkün değildi. Ve her şeye rağmen kiliselerde, ordularımızın başarısı için dualar ediliyordu.
İnanç, insan hayatının anlamının öğrenilmesidir, o sayede insanın kendini yok etmeyip yaşadığı şeydir. İnanç, hayatın gücüdür. İnsan yaşıyorsa, bir şeylere de inanıyordur. Eğer ona bir şeylerin yaşamayı emrettiğine inanmasa, o zaman yaşayamaz. Ölümlülüğün gölgemsiliğini kavrıyorsa, o zaman sonsuz olana inanmak zorundadır. İnançsız yaşayamaz.
ana hastanede ‘karın öldü’ dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. İçimden eve gidip karıma olanı anlatmak ve bana ne yapmam gerektiğini söylemesini istedim.
Bir zamanlar bana imkânsız gelen şey artık içimde hiçbir itiraza dahi yol açmıyordu.
Sadece Tanrı’ya inandığım anlarda yaşamış olduğumu hatırladım. Bu geçmişte nasılsa, bugün de öyleydi. Yaşamak için Tanrı’nın varlığının farkında olmaya ihtiyaç duyuyordum.
O’nu unutmaya, ya da O’nu inkar etmeye göreyim; ölüyordum.
Bu canlanma ve ölme neyin nesi? Tanrı’nın varlığına olan inancımı yitirdiğimde yaşamıyorum. Şayet O’nu bulmaya yönelik içimde bir umut kırıntısı olmasaydı kendimi çoktan öldürmüştüm. Sadece O’nu hissettiğimde ve bulmaya çalıştığımda yaşıyor; gerçekten yaşıyordum. ‘Daha ne arıyorsun?’ diye haykırdı içimdeki bir ses. ‘Bu O. O, O’nsuz yaşanılamayandır. Yaşamak ve Tanrı’yı bilmek aynı şeylerdir. Tanrı var oluştur.’ Tanrı’yı arayarak yaşadın mı, bir daha Tanrısız yaşayamazsın.
İnsanlar karanlığa tutunur, ışıktan kaçarlar, çünkü eylemleri kötüdür onların. Sürekli kötülük yapar, ışıktan nefret eder ve kötü eylemleri yüzünden azar işiteceği korkusuyla ışığa yanaşmaz.
Benim yaşamımda gerçek bir şey var mı? Sonsuz ızdırap ya da sonsuz mutluluk. Yaşamın, ölümün yok edemeyeceği nasıl bir anlamı var? Sonsuz Tanrı’yla birleşmek : Cennet.
Nadir istisnalar dışında, yaşamış ve yaşamakta olan milyonlarca insan benim kategorime uymuyor…
Dünyada bugüne kadar yaşamış ve hala da yaşamakta olan milyonlarca sıradan insan hayatlarına nasıl bir anlam atfettiler?
Akıl yürütürken, etrafımdaki insanlığın tamamının var oluşunu görmezden gelmiş olmam şimdi bana tuhaf ve inanılmaz derecede akıl almaz geliyor.
Kendime benzer insanlardan oluşan dar çevreme baktığımda sadece sorunu anlamayan insanlar, ya da anlayıp da sorunu hayatın sarhoşluğu içerisinde boğanlar, ya da sorunu anlayıp da hayatına son verenler, ya da sorunu anladıkları halde zayıflıklarından dolayı ümitsiz hayatlarını sürdürenleri görüyorum.
Hayattan uzaklaştığımız ölçüde hakikate koşarız.
Ne istediğimi kendimde bilmiyordum ; hayattan korkuyordum, hayattan kaçıp uzaklaşmak istiyordum, ama yine de hayattan bir şeyler bekliyordum.
İnsanların söylediklerinin içine ne denli girdiysem, hakikatten o denli uzaklaştığımı ve dipsiz bir uçuruma yaklaştığımı hissettim.
Seyyah yırtıcı hayvandan kurtarmak için susuz bir kuyuya atar kendini. Orda kuyunun dibinde bir ejderha görür onu yutmak için ağzını açmıştır. Yırtıcı hayvan tarafından parçalanmamak için yukarı çıkmaya cesaret edemeyen ama ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı kuyunun duvar taşları arasında yetişen bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur.
Elleri uyuşur ve az sonra kendisini her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder ama hâlâ sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada biri beyaz biri kara iki farenin onun tutunduğu dalın çevresinde dolaşıp dalı kemirmekte olduklarını görür.
Birkaç dakikası vardır çalı kopacak ve o da canavarın ağzının ortasına düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansı olmadığını bilir. Ama havada debelendiği sürece çevresine bakınmaktadır. Çalının yapraklarında bal damlaları görür dilini uzatıp bunları yalar.
İşte ben de aynen öyleyim ölüm ejderhasının kaçınılmaz bir şekilde beni beklediğini beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde hayatın dallarına tutunuyorum ve bu azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor. Ve şimdiye kadar bana teselli vermiş olan balı emmeyi deniyorum. Ama bal bana tad vermez oldu artık; beyaz ve siyah fareler gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler.
Ejderhayı açık seçik görüyorum ve bal bana tatlı gelmiyor artık. Ben sadece kendilerinden kaçamayacağım o ejderha ile fareleri görüyorum —gözümü onlardan çeviremem. Ve bu bir masal değil bir gerçektir. Aksi ispatlanamaz ve herkesin algılayabileceği bir hakikattir.
Çocukları nasıl eğitmen gerektiğini düşündüğüm zaman, “Neden?” diye soruyordum kendi kendime. Halkın refah seviyesini yükseltmek için kafa yorarken, birden: “Sana ne bundan?” diyordum. Kimi zaman da eserlerimin bana sağlayacağı şöhreti düşündüğümde, kendi kendime “Pekala, Gogal’dan, Puşkin’den, Shakespeare’den, Moliere’den; dünyanın bütün diğer yazarlarından daha ünlü olacaksın da ne olacak sanki!” diyordum. Bu sorulara hiç ama hiçbir cevabım yoktu. Ama sorular beklemezler yanıt isterler. İnsan sorularına yanıt bulamazsa yaşayamaz. ve bir yanıt da yok işte.
(…) Dini kabul, inancın çoğunlukla insanın Allah ile ilişkisi ve insana söylenmiş olan şeylerin kabul edilmesi olarak anlaşılır. Oysa inanç, insan yaşamının ve anlamının öğrenilmesidir. O sayede insan kendi varlığını yok etmeyerek yaşamını sürdürdüğü şeydir. İnanç, yaşamın gücüdür. İnsan yaşıyorsa bir şeylere de inanıyordur. Eğer bir şeylerin ona yaşamayı emrettiğine inanmazsa, o zaman yaşayamaz. İnsan, ölümlünün bir gölgeden ibaret olduğunu kavrıyorsa, o zaman sonsuz olana inanmak zorundadır…
Sokrates, kendini ölüme hazırlarken “Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız” der – “Biz, hakikati sevenler hayatta neye koşarız? Bizler kendimizi vücuttan ve vücudun hayatından kaynaklanan her türlü beladan kurtarmaya uğraşırız. Eğer durum buysa, ölüm bize gelirken niçin sevinmeyelim?”
“Bilge kişi, hayatı boyunca ölümü arar, bu yüzden de ölüm ona korkunç gelmez.
Bugün yarın hastalık ve ölüm, sevdiğim insanları ve beni yakalayacak. geriye pis koku ve kurtçuklardan başka bir şey kalmayacak. Başarılarım, nasıl olursa olsunlar, er geç unutulacak ve ben hayatta olmayacağım. O halde, bu çaba niye? İnsanoğlu bunu nasıl göremez ve yaşamaya devam eder, bu şaşılacak bir şey doğrusu. Ancak hayatın sarhoşluğuna kapılmışsa yaşayabilir insan.
Hiçbir şey bizi intihar yoluyla var oluşu reddetmekten alıkoyamaz. Pekala o halde öldürün kendinizi, irdelemekten kurtulursunuz. Yaşamak sizi mutsuz ediyorsa öldürün kendinizi! Yaşıyorsunuz, ama yaşamın anlamını anlayamıyorsunuz – o halde anlamadığınızı söyleyerek ve yazarak vakit harcayacağınıza sona erdirin yaşamınızı.
Sonsuz uzay ve zaman içerisinde var olan her şey gelişmeye devam eder, gitgide daha mükemmel ve karmaşık bir hal alır ve farklılaşır” demenin hiçbir şey dememek olduğu apaçık ortadaydı. Bütün bu sözcüklerin anlamı yoktur, çünkü sonsuzlukta ne karmaşık ne basit, ne ileri ne geri, ne daha iyi ne daha kötü vardır.
İnsanın hayattaki görevi ruhunu kurtarmaktır ve bunu yapabilmesi için de “dindar” bir hayat sürmesi gerekir, “dindar” bir hayat sürebilmesi için de hayatın bütün zevklerini terk etmeli, bir işte alın teri dökmeli, alçakgönüllü olmalı, acı çekmeli ve merhametli olmalıdır.
Bana istedikleri kadar, “Hayatın anlamını kavrayamazsın! Düşünme, yaşa!” desinler bunu yapamam. Çünkü bunu daha önce çok yaptım. Şimdi elimden gelen; geçip giden ve beni ölüme götüren günü ve geceyi izlemektir. İşte tek bunu görüyorum.
Çünkü bu bir tek şey gerçektir. Geri kalan her şey yalan!
Gelişim aşamalarının bazılarında ilerleme yanlış yönde gelişmiştir. İnsanın ilkel köylü çocuklarına tam bir özgürlükçü düşünceyle yaklaşması ve ilerlemenin hangi yolunu isterlerse o yolu seçmekte özgür bırakması gerekir.
İçinde yaşadığımız bolluk koşullarının hayatı kavramamızı olanaksız hale soktuğunu, özel insanların, bizlerin, asalakların değil, çalışan halkın hayatını kavramamızı imkansızlaştırdığını anladım.
Yeni bir kötü huy edindim. Bu hastalık derecesine kadar vardırılmış safça iyiye yorma ve çılgınca kanı; neyi öğreteceğimi kendim bilmesem bile, insanlara ders vermekle görevlendirildiğim kuruntusudur.
Ben hayatımın anlamını bilmek istiyorum, ama benim hayatımın sonsuzluğun bir parçası olması ona bir anlam vermek şöyle dursun, mümkün olan her türlü anlamı da ortadan kaldırıyor.
.. Çevresindeki çoğunluk ne tür yaşıyorsa, öyle yaşıyor insan. Herkes, inanç esaslarıyla ortak olmayan, genellikle ona ters düşen ilkelere bağlı olarak yaşıyor. …
Hastalandım, hem de vücutça olmaktan çok, zihnen. Her şeyi boş verdim. Temiz hava almak, kırmız içmek ve yaradılışa uygun hayat sürmek için stepe, bozkırların yanına gittim.
Hiçbir şey bilmediğimize ve hayata dair en önemli soruyu, iyi ya da kötü cevaplandıramadığımıza aldırmayıp, birimiz ötekini dinlemeksizin hep bir ağızdan konuşup duruyorduk.
Artık gece ve gündüzün boyun yer değiştirip bana ölümü getirişleri karşısında gözlerimi kapayamıyorum. Tek gördüğüm bu, çünkü tek gerçek bu. Geri kalan ne varsa yalan.
Öğretmenlik işinde bir yılımı geçirdikten sonra kendim hiçbir şey bilmeden insanlara nasıl öğretmenlik yapabileceğimi keşfetmek amacıyla ikince yurt dışına çıktım.