İçeriğe geç

Savaş ve Barış Kitap Alıntıları – Lev Nikolayeviç Tolstoy

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un kitaplarından, Netflix’in de dizisi olan Savaş ve Barış Kitap Alıntıları sizlerle.

Savaş ve Barış Ölümü Kitap Alıntıları

Niçin mi gidiyorum? Bilmem. Öyle gerekiyor, gidiyorum…
Durdu..
Gidiyorum, çünkü buradaki hayat bana göre bir hayat değil!
O, günümüzün ahlak yoksunu dünyası için haddinden fazla iyi ve temiz yürekli.
Herkesten çok güldü. Belli ki acı çekiyor.
..güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir…!”
Ve insan yaşamı sonsuzlukla karşılaştırıldığında sadece bir an olduğuna göre onu da zehir etmeye değer mi?
Ah, çok komiksin! Güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir.
“Sana da oluyor mu?” dedi.
“Artık hiçbir şey olmayacakmış, iyi olan her şey geçmişte kalmış gibi geliyor mu?”
“Sıkıldığın değil ama üzüldüğün oluyor mu?”
Sağlığım nasıl olabilir… Duygusal olarak bu kadar acı çekerken? Bu devirde duyguları olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?
Güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir.
Nasıl oluyor da milyonlarca insan elbirliğiyle cinayetler işliyor, savaşıyor, insanları öldürüyor ve buna benzer şeyler yapıyorlar? Sorusu hiçbir zaman aydınlığa kavuşturulamaz.
…iyilik yapabildiğim zaman mutlu olurum ama en büyük mutluluk yapılan bir haksızlığı düzeltmektir..
Ne kadar çok günah işliyoruz, ne kadar çok aldatıyoruz ve bütün bunlar ne için?
Mutluluktan ağlamayı o kadar istiyorum ki.
Ölüm bir uyanış.
Zafer kazanmak barut kokusu almayanlara herhalde çok kolay geliyordur.
Hiçbir şey gözyaşları kadar ferahlatmaz insanı..
Hissedileni sözlerle ifade etmek mümkün değilse konuşmaya ne gerek var?
Gidiyorum çünkü burada yaşadığım hayat, bu hayat, bana göre değil!
Okuyordu, eline geçen her şeyi okuyordu.
Özgürlük ve eşitlik; bu çoktan foyası meydana çıkmış bir laf kalabalığıdır.
En güçlü savaşçılar bu ikisidir, yani zaman ve sabırdır. Onlar her şeyi alt eder.
Acı çekmek olmasaydı insan sınırlarını, kendini bilmezdi.
Mutluluğun kaynağı dışarıda değil içimizdedir…
Ne hale getirdiler ülkeyi!
“Tanrı’ya inanmıyorum,” dedi.
“Ama sen ustaca yapılmış bir saatin parçalarıyla oynarken, bu saatin ne işe yarayacağını anlamadığı için onu yapan ustaya inanmadığını söylemeye cüret eden küçük bir çocuktan daha aptal ve akılsızsın.”
Yaşamalıyız, sevmeliyiz…
Soruyorum size, kime güvenebiliriz?
Yeter artık insanlar. Durun… Kendinize gelin. Ne yapıyorsunuz?
İnsanlar değişmeden kaldıkça kötülüğü iyileştiremez…
Herkes yalnızca kendi vicdanıyla savaşmış olsa savaş olmazdı.
…bu hayatta, anlayamamış olduğum, hala da anlayamadığım bir şeyler var.
Hiçbir şey sonsuza kadar değildir.
Beklemesini bilen için her şey zamanında olur.
Sana da oluyor mu? Artık hiçbir ama hiçbir şey olmayacakmış, iyi olan her şey geçmişte kalmış gibi geliyor mu? Sıkıldığın değil ama üzüldüğün oluyor mu?
Bu dünyada ödül beklemenin imkânsız olduğunu, bu dünyada onurun da adaletinde olmadığını hiç unutmayacağım. Bu dünyada düzenbaz ve zalim olmak gerek.
İnsan eğitimli olunca, anlıyor musun, okumuş ve düzgün insanları sever.
Böyle önemsiz şeyleri konuşmaya, düşünmeye değer mi?
Alıştığımız yolun dışına çıktığımız zaman her şeyimizi kaybettiğimizi düşünürüz; ama yeni ve iyi bir şey ancak o zaman başlayabilir.
İnsan manevi acılar yaşarken nasıl iyi olabilir? Bu zamanda biraz duygulu olan bir kimsenin elinden üzülmemek gelir mi?
Hayatımın en iyi yılları boş yere, kimseye bir faydam olmadan geçiyor.
Tek bileceğimiz hiçbir şey bilmediğimiz. Ve insan bilgeliğinin en üst noktası bu.
Eğer ölümden sonra ne olacağını bilmemiz mümkün olsaydı, o zaman hiçbirimiz ölümden korkmazdık.
En güçlü iki silah sabır ve zamandır.
Yaşama hala değer veriyorsam bunun tek nedeni bana hayat verecek, beni arındıracak ve yüceltecek ilahi bir varlıkla karşılaşma ümididir.
İşin doğrusu mutluluktan çok korku var. Korkuyoruz, hep korkuyoruz!
Evet, ben aptaldım, insanlara hâlâ inanıyor, onları seviyor, kendimi feda ediyordum.
Hastanelerde ve mezarlarda yatan elli bin kişi onları ilgilendirmiyor çünkü inceleme alanlarına girmiyor.
Olup bitenler çok garip geliyordu, hiçbir şey umduğu gibi değildi.
Harekete geçelim baylar. Zaman her şeyden değerli…
Hayvanlara da merhamet lazım.
Ah, kendimizi teselli etmek için dinimiz de olmasaydı hayat ne kadar hazin olurdu.
Hiç anlamıyorum, gerçekten hiç anlamıyorum, neden erkekler savaş olmadan yaşayamıyor? Neden biz kadınlar hiçbir şey istemiyoruz, bize böyle şeyler gerekmiyor?
Ben hepinizi sevdim, hiçbirinize kötülük yapmadım ama siz bana ne yaptınız.
Senin suçun, onu sevmediğin halde evlenmendir. Senin suçun hem onu hem de kendini aldatmandır.
Sadece aptalların ve zamparaların sağlığı bozuk olur evlat, beni tanırsın; sabahtan akşama kadar bir şeylerle meşgul olurum, hiçbir şeyin ölçüsünü kaçırmam, bu yüzden sağlığım da yerinde.
İnsanlardaki kusurların sadece iki kaynağı olduğunu söylerdi: Tembellik ve batıl inanç. Ve sadece iki erdem olduğunu: Çalışma ve akıl.
İnsanlardaki kusurların sadece iki kaynağı olduğunu söylerdi: Tembellik ve batıl inanç. Ve sadece iki erdem olduğunu: Çalışma ve akıl.
Bu dünyada ödül beklemenin imkansız olduğunu, bu dünyada onurun da adaletin de olmadığını hiç unutmayacağım. Bu dünyada düzenbaz ve zalim olmak gerek.
Her şeyi anlamak, her şeyi affetmektir.
Dinmeyen şu hezeyanlar insana ağır geliyor.
Maddi gücün ötesinde, insanı etkileyen tüm maddi koşulların ötesinde bir mutluluk yüreğin mutluluğu, sevginin mutluluğu! Bunu her insan anlayabilir ama sadece Tanrı gerçekleşmesini sağlayabilir ve emredebilir.
Dünya kuruldu kurulalı, insanlar birbirlerini öldürmeye başladı başlayalı, hiç kimse kendini bu düşünceyle rahatlatmadan, kendisi gibi olana karşı bir suç işlememiştir.
Bilinmeyen, akıl almayan ve korkunç şeylerin olmasını beklemek dayanılır gibi değildi.
Kim haklı, kim suçlu? Hiç kimse. Yaşıyorsan, yaşamana bak: Yarın öleceksin, benim bir saat önce ölmüş olabileceğim gibi. Ve insan yaşamı sonsuzlukla karşılaştırıldığında sadece bir an olduğuna göre onu da zehir etmeye değer mi?
Sevmek için güzellik şart değildir ki… İnsan kimi seviyorsa, güzel odur.
“Çünkü seni seviyorum!” demek istedi ama bunu söylemedi.
Bir şey aramış gibi uzaklara, Tuna’nın sularına, gökyüzüne, güneşe bakmaya başladı. Gökyüzü ne kadar güzel, açık, sakin ve derin görünüyordu. Batmakta olan güneş ne kadar parlak ve harikaydı. Uzaklarda Tuna’nın suları ne kadar renkli ve oynak pırıltılarla yanıyordu. Tuna’nın arkasındaki masmavi dağlar, manastır, gizemli geçitler, ağaçların tepelerine kadar sise bürünmüş çam ormanları ise daha da güzeldi. Orada her şey barış ve mutluluk içindeydi.
Rostov: Orada olsaydım başka hiç ama hiç bir şey istemezdim diye düşündü. Sadece benim içimde ve bu güneş ışığında bu kadar mutluluk varken burada…İnleyişler, acılar ve bu ehemmiyetsizlik, bu telaş.. İşte yine aynı şeyi tekrar tekrar haykırıyorlar. Herkes birden geriye doğru koşuyor ve ben de onlarla beraber koşuyorum. Ve işte ölüm.. Ölüm üzerimde dolaşıyor, etrafımda dolanıyor…Her tarafta onu görüyorum, hissediyorum. Bir an sonra ben de bu güneş ışığını, bu suları, bu dağ geçidini bir daha göremeyeceğim.
Ölülerle dirileri ayıran çizgiye benzer bir çizginin bir adım ötesi… Bilinmezlik, acı ve ölüm… Ne var orada? Orada, o tarlanın, o ağacın arkasında, o güneşle aydınlanmış damın altında kim var? Kimdir orada olan? Bunu kimse bilmez, ama bilmek ister. Herkes o çizginin ötesine geçmekten hem korkar, hem bunu ister. Bilirsin ki, o çizgiyi er geç aşmak, ötesinde neyin bulunduğunu öğrenmek zorunda kalacaksın, tıpkı ölümün ötesinde ne bulunduğunu öğrenmek zorunda olduğun gibi. Oysa kuvvetli, sağlam, neşeli ve heyecanlısındır, çevrende de aynı şekilde sağlam heyecanlı hayat dolu insanlar vardır…
Düşman karşısına çıkan her insan, böyle düşünmese bile buna benzer bir duygu içinde kalır. Bu duygu o an olup bitenlere apayrı bir anlam kazandırır, o sırada olup biten her şey insanın zihninde sevinçle karışık kesin bir iz bırakır.
Bir elma olgunlaşıp yere düşünce, bu düşüşün nedeni nedir? Sapının kuruması, ağırlığının elmayı yere doğru çekmesi, güneşin yakması, rüzgarın etkisi, çok ağırlaşmış olması ya da dibinde duran çocuğun onu yemek istemesi midir? Neden bunların hiçbiri değildir. Burada söz konusu olan, sadece her hayati, organik, temel olayın gerçekleşmesine yol açan koşulların bir araya gelmesidir. Ve hücre dokusunun çürümesinden ötürü elmanın düştüğünü söyleyen botanik bilgini, ancak elma ağacının altında duran ve elmayı yemek istediği, bunu Tanrı’dan dilediği için düştüğünü söyleyen çocuk kadar haklıdır.
Berg zavallı bir kadından üstün olmanın bilinci içinde gülümsedi; çünkü kendi karısı hoştu, güzeldi ama bütün benzerleri gibi kuş beyinliydi, bir erkeğin kıymetini takdirden yoksundu. Vera da kendi hesabına aynı sebepler yüzünden gülümsüyordu. Çünkü o da kendisini bu iyi, kusursuz kocadan daha üstün görüyordu. Kocası da birçok erkek gibi hayatı ters tarafından görmekte, kendini çok akıllı bir adam sanmaktaydı. Halbuki Vera’ya göre bütün erkekler aptal, kendini beğenmiş, bencil yaratıklardı.
İnsan, bir hayvanın can çekiştiğini görünce ürperti duyar. Kendisi -kendi öz varlığı- gözlerinin önünde ölüyormuş, var olmaktan çıkıyormuş gibi gelir.
Ya bu can çekişen, hayvan değil de insansa hem de sevdiği , üzerine titrediği biriyse, o zaman yaşamının sona ermesinden dolayı duyulan ürpertiye üstelik, onun üstünde, ruhu yaralanır, parçalanır. Bu yara vücuttaki bir yara gibi kimi zaman öldürür, kimi zaman iyi olur, ama yine de acır, dokununca acıtacak şeylerden kaçınır.
Piyer tutsaklıkta, aklıyla değil, bütün varlığıyla, bütün yaşamıyla insanın mutluluk için yaratılmış olduğunu, mutluluğunu da kendi içinde taşıdığını, mutluluğun insanın kendi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret olduğunu, bütün mutsuzluğun da yoksunluktan değil, fazlalıktan ileri geldiğini anlamıştı. Anlamıştı ki acının da, özgürlüğün de sınırı vardı ve mutlulukla mutsuzluğun sınırı birbirine çok yakındı…
Eskiden kendisine üzüntü veren ve durmadan arayıp durduğu şey, yani amaç, hedef denilen şey, artık onun için yoktu. O arayıp durduğu amacın, şimdi kendisi için yok olması, sadece o sırada rastgele hissettiği bir duygu değildi; hissediyordu ki, zaten ortada böyle bir amaç yoktu, olamazdı da! Hem ona bu eksiksiz, bu sevinç dolu özgürlük duygusunu veren, bütün bu süre içinde onu mutlu yapan da bu amaç yoksunluğuydu.
Onların eğitimi için bir babanın yapabileceği her şeyi yaptığımı biliyorsunuz!. / Daha heyecanlı bir gülümsemeyle gülümsedi!. / Düşünceli gözlerle ona bakarak: / Acı kadere sabrını gösteren bir jestle / yavaş yavaş dolmaya başlamıştı!. En seçkin kimseler oradaydılar!. / Geçen kış evlenmişti ve şimdi bir bebek beklediği için pek ortada gözükmüyorsa da, ufak toplantılara hala katılıyordu!.
Her şeyi, herkesi sevmek, aşk uğrunda her zaman kendini feda etmek, aslında belli olarak hiç kimseyi sevmemek ve bu dünyadaki yaşantıdan apayrı bir yaşantı sürdürmeye başlamak anlamına geliyordu. Bu yeni başlayan sevgiye kendini verdikçe yaşamdan daha çok uzaklaşıyor, onu daha çok reddediyor ve böylece aşktan yoksun olarak hayatla ölüm arasında duran o korkunç sınırı kesinlikle ortadan kaldırıyordu.
Olayların nedenlerinin tümü, insan kavrayışının ulaşamadığı bir şeydir. Ama nedenleri arama yetkisi de, insanoğlunda doğuştan vardır. Olayların koşullarının karmaşıklığını kavrayamayan insan, gerçek neden sandığı sonsuz sayıdaki olasılıklardan, rastgele önüne ilk çıkanı alarak: ”Neden budur” der.
Kendi kendine, “Aman Tanrım,” dedi. “Hep aynı insanlar, hep aynı şey… Babam bile fincanını her zamanki gibi tutup çayı dünkü gibi üflüyor. Yarın da yine öyle üfleyecek.” Odadakilerin hepsine karşı öfke duydu. Hiçbir değişiklik olmadığı için onlara kızıyordu.
Kendi kendine: “Aşk nedir ki?” diyordu. “Aşk, ölümün inkarıdır, aşk hayat demektir. Anlayabildiğim her şeyi aşk sayesinde anlıyorum. Her şey onda. Aşk, Tanrı demektir, ölmek de aşkın ufacık parçası olan benim, sonsuz ve büyük kaynağa geri dönmem demektir.”
Sonradan eski alışkanlığına uyarak, kendi kendine hemen: ‘Peki bundan sonra ne olacak? Bundan sonra ne yapacağım?’ diye soruyor, bundan sonra da gene kendi kendine karşılık veriyordu. ‘Hiç bir şey yapmayacağım: Sadece yaşayacağım. Ah, ne hoş şey!’.
Efendim, akıl hastanesi başhekimi de geldi. Ne yapacaksın? diye soruyor.
– Gitsinler, hepsi gitsinler. Delileri de şehre salıversin! Mademki orduyu deliler kumanda ediyor, akıl hastanesindeki delilerin de özgürlüklerine kavuşmaları yerinde olur.
Bir insanın başka insanları, hatta düşmanlarını bile sevmesi demek Tanrı’yı da bütün belirtileriyle sevmesi demektir. Bizim için kıymetli olan bir kimseyi sevmek, İnsani bir sevgidir. Düşmanını sevmek hemen hemen tanrısal bir sevgidir…
Aldığı yaradan sonra kendine geldiği vakit, ruhunu birden yaşamın yükünden kurtaran, ölümsüz, özgür ve bu dünyaya hiçbir bağlantısı olmayan aşk çiçeği açılmış ve Prens Andrey artık ölümden korkmaz, onu düşünmez olmuştu.
Biliyor musun azizim, insan birini sevmiyorsa uyuyor demektir. Alt tarafı neyiz ki? Toprağız. Ama birini sevince Tanrı gibi oluruz, dünyanın yaratılışındaki insanlar gibi tertemiz kesiliriz.”
Onun kafasını kurcalayan tek şey şuydu: ‘Hayatın amacı nedir? Niçin yaşıyoruz? Bu dünyada ne yapıyoruz?’ Bunu her gün belki de bin defa kendi kendine soruyordu ama cevap veremeyeceğini de biliyordu.