İçeriğe geç

6 Numaralı Koğuş Kitap Alıntıları – Anton Çehov

Anton Çehov kitaplarından 6 Numaralı Koğuş kitap alıntıları sizlerle…

6 Numaralı Koğuş Kitap Alıntıları

Geçmişinden nefret ediyordu, en iyisi geçmişi hatırlamamaktı, ancak şimdiki halinin de geçmişinden farkı yoktu.
Kader de bizi ne yaban yere atmış! En sıkıcı yanı da burada ölecek olmamız. Çok yazık!
Hayat can sıkıcı bir tuzaktır. Düşünen bir insan olgunluğa eriştiğinde ve tam bir bilinç kazandığında kendini istençsiz olarak sanki çıkışı olmayan bir tuzağın içindeymiş gibi hisseder. Aslında insan, iradesi dışında birtakım tesadüfler tarafından yokluktan var olmuştur. Peki neden? Varlığının anlamını ve amacını öğrenmek ister, sorularına cevap alamaz ya da saçma sapan cevaplar alır. Kapıyı çalar, ama açan kimse olmaz. Ölüm de aynı şekilde iradesi dışında karşılar insanı. İşte tıpkı bir hapishanede ortak bir felaketle birbirine bağlı olan insanlar bir arada olduklarında kendilerini nasıl daha rahat hissederlerse, hayatta da analiz etmeye ve sentezlemeye yatkın olan insanlar bir araya geldiklerinde, onurlu ve özgür düşüncelerini birbirlerine aktararak vakit geçirdiklerinde bu tuzağın farkına varmazlar. Bu bakımdan akıl yeri doldurulamaz bir zevk kaynağıdır.
Ah! Şimdiki nesilden akıl mı beklenir!
Akıl, hayvanlar ve insanlar arasında keskin bir sınır çizer, insandaki ilahi yöne ışık tutar, hatta bir dereceye kadar gerçekte var olmayan ölümsüzlüğün yerini tutar. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki akıl, elimizde olan yegâne zevk kaynağıdır. Etrafımızda akla dair hiçbir şey görmüyor, duymuyoruz, bu da zevkten mahrum olduğumuz anlamına geliyor. Gerçi elimizin altında kitaplar var, ama canlı bir sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor. Çok da doğru olmayan bir kıyaslama yapmama müsaade edecek olursanız, bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor.
Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye? Bir tüccarın ya da memurun fazladan beş, on yıl yaşamasının kime ne faydası var? Tıbbın gayesi, ilaçların acıları hafifletmesi olarak görürseniz kaçınılmaz olarak ortaya şu soru çıkar: Acıları hafifletmenin amacı nedir? İlk olarak, acıların insanı kusursuzluğa götürdüğü söylenir. İkinci olarak ise, eğer insanoğlu acılarını haplarla ve damlalarla hafifletebileceğini öğrenirse, bugüne kadar onları hem her türlü kötülükten koruyan hem de onlara mutluluk bahşeden dini ve felsefeyi tümüyle terk edebilir. Ölüm döşeğindeki Puşkin korkunç acılara maruz kalmış, zavallı Heine birkaç yıl felçli yaşamıştı. Peki acı çekmedikleri takdirde bir amip gibi bomboş ve anlamsız bir yaşam sürdürecek olan falanca Andrey Yefimıç ya da Matryona Savişna’nın hasta olmasına engel olmak niye?
Önyargılar, gündelik yaşantımızdaki bütün bu pislik ve iğrençlikler gereklidir, çünkü bunlar gübrenin kara toprağa dönüşmesi gibi zamanka faydalı bir şeye dönüşür. Kökeninde pislik barındırmayan iyi bir şey dünya üzerinde bugüne kadar görülmemiştir.
Bir canlı ne kadar basitse o kadar az duyarlıdır ve uyarılara karşı daha zayıf karşılık verir. Ne kadar gelişmişse, gerçekliğe karşı daha fazla duyarlıdır ve daha enerjik bir biçimde tepki verir.
Hayat can sıkıcı bir tuzaktır.
Önyargılar,günlük yaşantımızdaki bütün bu pislik ve iğrençlikler gereklidir,çünkü bunlar gübrenin kara toprağa dönüşmesi gibi zamanla faydalı bir şeye dönüşür.Kökeninde pislik barındırmayan iyi bir şey dünya üzerinde bugüne kadar görülmemiştir.
Bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor.
Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye ?
Gene de içiniz rahat etsin, sayın bayım, gerçekten güzel günlere kavuşacağız. Belki doğru sözleri yerinde kullanarak konuşamıyorum, bana gülebilirsiniz ama yeni bir yaşamın ışıkları parlayacak, gerçekler, doğrular kötülüğü yenecek, bir gün bizim sokağa da bayram gelecek. Her ne kadar ben bunları görmeden gebereceksem de, başkalarının torunlarının torunları o güzel günlere kavuşacak. Güzel günleri yürekten selamlıyor, sevincimi şimdiden haykırıyorum!
En acı ve kırıcı olan şey, bu hayatın acılara karşılık olarak mükafatla sonra ermemesi.
Gene de yaşam tuzaklarla doludur, dostum. Düşünen insan gelişi gelişe tam bir olgunluğa eriştiği zaman kendini ister istemez içinden çıkılmaz çıkamayacağı bir kapana kısılmış hisseder. Gerçekten de öyle, olgunluğa erişmiş bir insan, biz canlı varlıkların birtakım rastlantılar sonucu yoktan var olduğumuzu düşünmeye başlar, kendi kendine yaşamın anlamını, amacını sorar; yanıt alamayınca ya da saçma sapan açıklamalar ile karşılaşınca sorularıma yanıt verecek başka kapılar çalar. Ancak çaldığı hiçbir kapı açılmaz. Derken ölüm birdenbire dikilir karşısına, bu da isteği dışında gelişir.
Yirmi yıldır hep aynı soruları sormaktan bıkmıştı zaten.
Birtakım kör inançlara göre, yaşamın kiri, pisi, çirkefi eninde sonunda bir işe yarardı. İğrenç hayvan gübresinin zamanla çernozem’e* dönüşmesi gibi. Yeryüzündeki güzel şeylerin hepsinin kaynağında birtakım pislikler yatmıyor muydu?

*Ukrayna ve Orta Rusya’da bol buğday yetişen bitek toprak.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kulaklarında rüzgârın uğultusu, çığlık atmakta zorlanarak koştu da koştu… Kahpe dünyanın, peşini bırakmayan zulmünden, kötülüğünden kaçıyordu.
Onun düşüncesine göre halk, büyük amaçlar taşımadan yaşıyordu. Gününü gün etmeye bakan bu insanlar yaşamlarına renk katmak için zorbalığa başvuruyor, anlamsız şeylerle uğraşıp duruyorlardı. Bir de hile hurda ile uğraşanlar vardı ki bunu hiç sormayın! Alçakların karnı tok, sırtı pekti; namuslu insanlar ise yarı aç dolaşıyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yaşam savaşı ve kuşkularla hırpalanmış iç dünyasını ayna gibi yansıtan, sürekli solgun, mutsuz ve yüzdür bu. Tuhaf, marazi tikleri vardır ama çektiği derin acıların yüzünde bıraktığı ince çizgiler hiç de anlamsız değildir; onun ruhsal zenginliğini, okumuşluğunu gösterir.
Acıyı küçümsersiniz, ama parmağınızı kapıya sıkıştırdığınız vakit en yüksek perdeden inlersiniz!
Acıyı küçümsersiniz, ama parmağınızı kapıya sıkıştırdığınız vakit en yüksek perdeden inlersiniz!
Siz hayatı görmediniz, onu zerrece tanımıyorsunuz. Gerçeklikle tanışıklığınız ise yalnızca teoriden ibaret.
Hayatın yükü altında ezilebilir, ondan nefret edebilirsiniz, ama onu küçümseyemezsiniz.
Hayatı derinlemesine kavramaya yönelik gayret etmek gerek. Gerçek lütuf, bu hayatın içerisinde mevcut.
Demek ki ben acı çektiğim, memnun olmadığım ve insanların alçaklıklarına şaşırdığım için aptalım.
Bir bilgin ya da sadece düşünen, kafası çalışan bir kimse, diğerlerinden tam da acıyı küçümsemesi ile ayrılır. Bu kişi her zaman halinden memnundur ve hiçbir şeye şaşırmaz.
İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil, içindedir.
En acı ve kırıcı olan şey, bu hayatın acılara karşılık olarak mükafatla sona ermemesi.
Benim hastalığım, yirmi yıl içinde bütün kasabada tek akılı adam bulabilmemdir. Ama o da bir deli!"
Yalnız kalmadan hakiki mutluluğu bulmak mümkün değildi."
İnanmasam da azıcık dua edince huzur buluyorum."
Hiçbir zaman acı çekmememişsiniz, yalnızca bir ayyaş gibi, başkalarının acılarıyla beslenmişsiniz. Ben ise doğduğum günden bugüne kadar hep acı çektim. Bu yüzden açıkça şunu söyleyebilirim ki, kendimi sizden üstün ve bütün ilişkilerde daha yetkin görüyorum. Siz bana akıl veremezsiniz."
Hayatı derinlemesine kavramaya yönelik gayret etmek gerek. Gerçek lütuf, bu hayatın içerisinde mevcut."
Acı, acı hakkındaki canlı düşüncedir."
İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil, içindedir."
Ancak öyle anlar olur ki, yaşama tutkusu beni sarıp sarmalar, işte o zaman aklımı yitirmekten korkarım. Doya doya, delicesine yaşamak istiyorum."
Dostoyevski ya da Voltaire’in eserlerinin birinde, birisi ‘Eğer Tanrı olmasaydı bile insanoğlu onu icat ederdi,’ demiş."
Hayatınız muazzam bir şafak tarafından aydınlatılacak olsa da eninde sonunda sizi de bir tabutun içine çivileyip çukurun içine atacaklar."
Hakikat galip gelecek, ancak işin özü değişmeyecek, doğanın kanunu hep aynı kalacak. İnsanlar bugün olduğu gibi yine hastalanacak, yaşlanacak ve ölecektir."
Yalnız kalmadan hakiki mutluluğu bulmak mümkün değildi.
Yüksek ideallerden yoksun olan toplum zorbalıkla, kaba bir sefahetle ve ikiyüzlülükle çeşitlendirilmiş cansız, anlamsız bir yaşam sürdürmektedir. Namuslular kıt kanaat geçinirken, namussuzların karnı tok sırtı pektir.
Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?
‘Tanrım, öbür dünyada cehennem gerçekten yok mu ? Bu alçaklar yaptıklarından ötürü bağışlanacak mı ? Nerede adalet ?’
“Lanet olası hayat! En acı ve kırıcı olan şey, bu hayatın acılara karşılık olarak mükâfatla sona ermemesi.”
Doya doya, delicesine yaşamak istiyoum ben!
“Gökten düşen melek muhtemelen, diğer meleklerin henüz tatmadığı yalnızlık duygusunu arzuladığı için Tanrı’ya ihanet etmişti.”
“Gerçeklikle hiçbir bağınız yok. Hiçbir zaman acı çekmemişsiniz, yalnızca bir ayyaş gibi, başkalarının acılarıyla beslenmişsiniz.”
Şuna derinden inanıyorum ki, ölümsüzlük olmasa bile yüksek insan aklı ölümsüzlüğü er ya da geç icat edecekti.
“Bütün bir hayat bu duygulardadır. Hayatın yükü altında ezilebilir, ondan nefret edebilirsiniz, ama onu küçümseyemezsiniz.”
Bana güleceksiniz, ancak yeni bir hayatın şafağı ışıyacak, hakikat galip gelecek ve bizim sokağımıza da bayram gelecektir!
Zaman. İki yüz yıl sonra da olsaydım bambaşka biri olabilirdim
Bilincin dışında doğada meydana gelen bu süreçler, insanın aptallığından daha aşağıdır, çünkü aptallıkta bile bir bilinç ve irade mevcuttur.
Kader de bizi ne yaban yere atmış! En sıkıcı yanı da burada ölecek olmamız. Çok yazık!
Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye?
“Hayat can sıkıcı bir tuzaktır.”
İşte tıpkı bir hapishanede ortak bir felaketle birbirine bağlı olan insanlar bir arada olduklarında kendilerini nasıl rahat hissederlerse, hayatta da analiz etmeye ve sentezlemeye yatkın olan insanlar bir araya geldiklerinde, onurlu ve özgür düşüncelerini birbirlerine aktararak vakit geçirdiklerinde bu tuzağın farkına varmazlar. Bu bakımdan akıl yeri doldurulamaz bir zevk kaynağıdır.
Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?
Namuslular kıt kanaat geçinirken, namussuzluların karnı tok sırtı pektir.
Akıl , insanlar ile hayvanlar arasında keskin bir sınır çizer ,
Nikita bu dünyada düzeni her şeyden çok seven ve bundan ötürü de dayak atma gerekliliğine inanan saf , iyi niyetli , işine bağlı kıt görüşlü insanlardandır .
Kadınlardan ve aşktan daima tutkuyla, heyecanla bahsederdi; ancak bir kez bile aşık olmamıştı.
İnsanlar hakkında yargıda bulunurken farklı renkleri gözetmeden sadece siyah ve beyaz gibi keskin renkler kullanılırdı.
Hapishaneler ve tımarhaneler var olduğu sürece içinde birilerinin oturması gerekir. Siz değilse ben, ben değilse başka üçüncü biri elbet girecektir buralara.
Yalnızca ölüm karşısında saygıdan çok korku duyan bir korkak, bedeninin zamanla bir otun, taşın ya da kurbağanın içinde yaşayacak olmasıyla teselli olabilir.
İvan Dmitriç ise bütün dünya zulmünün sırtına bindiğini ve onu kovaladığını düşünüyordu.
Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?
Ona göre insanlık namuslular ve namussuzlar olmak üzere ikiye ayrılıyordu; ikisinin arası yoktu.
Yine de konuşmaya başladığında karşınızdakinin bir deli olduğunu anlarsınız. Akıldışı sözlerini kağıda aktarmak güçtür. İnsanların alçaklıklarından, hakikate kafa tutan zorbalıktan, zamanla yeryüzüne inecek olan güzel hayattan, zorbaların aptallığın ve acımasızlığını her dakika anımsatan pencerelerin parmaklıklarından bahseder.
İki yüz yıl sonra doğsaydım bambaşka biri olabilirdim."
…ama ben tek başıma bir hiçim."
Bilincin dışında doğada meydana gelen bu süreçler, insanın aptallığından daha aşağıdır, çünkü aptalıkta bile bir bilinç ve irade mevcuttur; süreçlerde ise buna eşdeğer bir şey yoktur."

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir