Doğan Cüceloğlu kitaplarından Öğretmenim Bir Bakar mısın? kitap alıntıları sizlerle…
Öğretmenim Bir Bakar mısın? Kitap Alıntıları
Kitap çalışmanızı duyurduğunuz Instagram paylaşımınız sonrasında gerçekten çok heyecanlandım ve tüylerim diken diken oldu.
Sebebi, beni ve sınıfımızda bulunan diğer 62 kişiyi özel olarak okutan canım öğretmenim A.P.’yi hatırlatmanızdır.
Beni 34 yıl geriye götürdünüz.
Ben 1976 Adana doğumluyum. İlkokula Adana merkezde başladım. Ancak ailemin işlerinin iyi gitmemesi sebebiyle 2. sınıfın başında 3-4 bin nüfuslu Tufanbeyli ilçesine taşındık.
Aslında dezavantajlı gibi görünen bu durum, benim için müthiş bir avantaja döndü. Canım öğretmenimle diğer türlü tanışamayacaktım.
Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışığı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir. Öğretmenimin benim gözümde niçin iyi bir öğretmen olduğunu anlatmak istiyorum: 1- Okuyan ve kendini geliştiren bir öğretmendi. Genç ve idealist bir öğretmendi, her gün gazete okurdu. Kendisini geliştirir, etrafındakilere de okuma alışkanlığı kazandırmaya gayret gösterirdi. Bir gün bana, 8 yaşında bir çocuğa, La Fontaine’den Masallar isimli kitabı, ilk sayfasına bir kaç güzel söz yazıp imzalayarak hediye etti. Benim hayal gücüm zengindir, buradan geliyor olabilir!
2- Yaşadığı coğrafyanın zenginliğinden yararlanırdı. Başlarda da söyledim, 3-4 bin nüfuslu bir taşra kasabasında olmamızdan dolayı imkânlar kısıtlı gibi görünürken öğretmenim farklı bir bakış açısıyla alternatifler üretirdi. Örneğin, bulunduğumuz ilçenin Şar isimli köyü (eski adı Komana) sınırları içerisinde tarihi eserler bulunmaktaydı. Sekiz dokuz yaşlarındaki çocukları toplayıp oraya gezi organize etmişti. (37 yaşımda. Roma şehrindeki Collesium’u gördüm. Onun minyatürünü de gezi sırasında Şar köyünde görmüştüm.) Ayrıca turu düzenlemek için belediye başkanından nasıl araç talep ettiğini hepimize anlatmış, insan ilişkileri ve iletişim teknikleri eğitiminin temelini o gün atmıştı bize.
Hepimizi ara sıra kısa yürüyüşlere çıkarır, sonrasında piknik yapmaya götürür, doğayla buluştururdu.
3- Liyakate inanırdı, kimseyi ötekileştirmezdi. 63 kişi olan sınıfımızdaki herkese eşit mesafede dururdu. Kimseyi kayırdığını hissetmezdik. Temizlik kolu" seçimi yapılacaksa, o göreve gerçekten kişisel temizliğine özen gösteren kişilerin aday olmasını sağlardı. Kendi seçmezdi, sınıfın seçim yapmasını organize ederdi.
4- Sosyal aktiviteler yaptırırdı. Bizimle futhol, mendil kapmaca, koşu gibi çeşit çeşit spor aktivitesi yapardı. Kenar da durmaz, bizzat oyunların içinde olurdu. Hatta futbol oynadığımız sahanın taç çizgilerinin birinden açık kanalizasyon geçerdi. Top kanala düştüğünde bilin ki taç olmuştur. Bir gönüllü topu çıkartır ve birkaç kez yere vurarak suyu temizlemeye çalışırdı. Böyle anlarda öğretmenimizin yüzünü görmeliydiniz. Sonraki birkaç dakika topa dokun makta isteksiz davranırdı, biraz zaman geçince oyuna o da devam ederdi.
Her sene sonu karne gününde sürpriz bir aktivite yaptırırdı. Bir sene herkes kendi seçtiği şarkıyı söyledi. Öğretmenimiz kayda aldı hepimizin sesini. Ben "Bir ilkbahar sabahı" şarkısını söylemiştim.
Sonraki sene karne gününde herkes bir şarkı eşliğinde oynadı. Şarkıların çoğunu öğretmenimiz canlı söylüyordu. Bizler de sıramız geldiğinde teker teker oynuyorduk. Ben "Karanfil deste gider" şarkısını seçmiştim. Kendisi şarkıyı bilmiyordu, diğer sınıftan şarkıyı bilen başka bir öğretmeni sınıfa davet etti. Diğer öğretmen söyledi, ben oynadım valla!
On yaşlarında sınıfta tiyatro gösterisi sahneledik. Kendimizin yazdığı bir parodiyi canlandırdık.
5- Vefalıydı. Sadece bir yıl öğretmenliğimi yapmış 1. sınıf öğretmenime hitaben, öğretmenler gününü kutladığım bir mektup yazdırdı. (Zorla değil, bir yöntem öğreterek!) Bizler ilkokuldan mezun olduk, liseyi bitirdik ve hepimizi tekrar toplayıp Şar köyünde bir piknik organize etti. Yaptığı daha nice güzel şey, benim ve diğer arkadaşlarımın hayatına katkı sağladı.
Belki yaptığı şeyleri çok iyi ifade edememiş olabilirim, ama günün sonunda 34 sene sonra hâlâ en iyi ilkokul eğitimini aldığımı hissettiriyor bana. Özel olduğumu hissettiriyor.
Umarım katkısı olur hocam.
Sevgler,
F.K.
Benim babam şoförlük yaparak bizim geçimimizi sağlıyordu. Durumumuz ne kötü ne çok iyiydi. Bir öğretmenler gününde annem, öğretmenime hediye olarak elime, siyah bir bakkal poşeti içinde memleketten gelen fındığı tutuşturdu. Kara kara düşünerek okula vardım. Neyse, herkes sırasından tek tek ayağa kalkarak öğretmenin yanına gidip masasına hediyeyi bırakıyor, onun elini öpüyordu. Masanın rengârenk hediye paketleri ile dolmasının verdiği sıkıntıdan iyice sinmiştim.
Sıra bana geldi. Fındık poşetini, öğretmenin görmemesini dileyerek sıramın altına, yere bırakmıştım. Öğretmenim Gelsene kızım," dediğinde utancımdan ne kafamı kaldırabildim ne de onun yanına gitmeye yeltenebildim. Benim yüreği güzel öğretmenim durumu anladı. "Aa, bana mı o sıranın altındaki hediye? Getir bakalım, çok merak ediyorum," dedi. Mecburen kalktım, öğretmenime verdim siyah poşeti. Öğretmenim hiçbir hediyeyi açmamıştı. Lütfen benimkine de bakmasın diye dua ederken benim poşetimi açtı ve büyük bir sevinç gösterisi ile bana sarıldı. Çok teşekkür etti, fındığı çok sevdiğini söyledi. Bütün sınıf arkadaşlarımın sırasına birer avuç fındık bıraktı ve herkesten bana teşekkür etmesini rica ederek benim sayemde hepimizin fındık yiyeceğinden bahsetti. Sonra da beni alkışlattı.
Yerime oturduğumda çok mutluydum.
Böyle günlerde hediyelerin beğenilmemesi gibi konularda etraftan duyduklarım karşısında benim öğretmenimin nasıl naif olduğunu, aslında öğretmen kelimesinin içini tam anlamı ile doldurduğunu görebiliyorum. Benim kızım da inşallah böyle ince yürekli, yüreği sıcak bir öğretmene denk gelir. Sevgiler…
Kitap çalışmanızı duyurduğunuz Instagram paylaşımınız sonrasında gerçekten çok heyecanlandım ve tüylerim diken diken oldu.
Sebebi, beni ve sınıfımızda bulunan diğer 62 kişiyi özel olarak okutan canım öğretmenim A.P.’yi hatırlatmanızdır.
Beni 34 yıl geriye götürdünüz.
Ben 1976 Adana doğumluyum. İlkokula Adana merkezde başladım. Ancak ailemin işlerinin iyi gitmemesi sebebiyle 2. sınıfın başında 3-4 bin nüfuslu Tufanbeyli ilçesine taşındık.
Aslında dezavantajlı gibi görünen bu durum, benim için müthiş bir avantaja döndü. Canım öğretmenimle diğer türlü tanışamayacaktım.
Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışığı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir. Öğretmenimin benim gözümde niçin iyi bir öğretmen olduğunu anlatmak istiyorum: 1- Okuyan ve kendini geliştiren bir öğretmendi. Genç ve idealist bir öğretmendi, her gün gazete okurdu. Kendisini geliştirir, etrafındakilere de okuma alışkanlığı kazandırmaya gayret gösterirdi. Bir gün bana, 8 yaşında bir çocuğa, La Fontaine’den Masallar isimli kitabı, ilk sayfasına bir kaç güzel söz yazıp imzalayarak hediye etti. Benim hayal gücüm zengindir, buradan geliyor olabilir!
2- Yaşadığı coğrafyanın zenginliğinden yararlanırdı. Başlarda da söyledim, 3-4 bin nüfuslu bir taşra kasabasında olmamızdan dolayı imkânlar kısıtlı gibi görünürken öğretmenim farklı bir bakış açısıyla alternatifler üretirdi. Örneğin, bulunduğumuz ilçenin Şar isimli köyü (eski adı Komana) sınırları içerisinde tarihi eserler bulunmaktaydı. Sekiz dokuz yaşlarındaki çocukları toplayıp oraya gezi organize etmişti. (37 yaşımda. Roma şehrindeki Collesium’u gördüm. Onun minyatürünü de gezi sırasında Şar köyünde görmüştüm.) Ayrıca turu düzenlemek için belediye başkanından nasıl araç talep ettiğini hepimize anlatmış, insan ilişkileri ve iletişim teknikleri eğitiminin temelini o gün atmıştı bize.
Hepimizi ara sıra kısa yürüyüşlere çıkarır, sonrasında piknik yapmaya götürür, doğayla buluştururdu.
3- Liyakate inanırdı, kimseyi ötekileştirmezdi. 63 kişi olan sınıfımızdaki herkese eşit mesafede dururdu. Kimseyi kayırdığını hissetmezdik. Temizlik kolu" seçimi yapılacaksa, o göreve gerçekten kişisel temizliğine özen gösteren kişilerin aday olmasını sağlardı. Kendi seçmezdi, sınıfın seçim yapmasını organize ederdi.
4- Sosyal aktiviteler yaptırırdı. Bizimle futhol, mendil kapmaca, koşu gibi çeşit çeşit spor aktivitesi yapardı. Kenar da durmaz, bizzat oyunların içinde olurdu. Hatta futbol oynadığımız sahanın taç çizgilerinin birinden açık kanalizasyon geçerdi. Top kanala düştüğünde bilin ki taç olmuştur. Bir gönüllü topu çıkartır ve birkaç kez yere vurarak suyu temizlemeye çalışırdı. Böyle anlarda öğretmenimizin yüzünü görmeliydiniz. Sonraki birkaç dakika topa dokun makta isteksiz davranırdı, biraz zaman geçince oyuna o da devam ederdi.
Her sene sonu karne gününde sürpriz bir aktivite yaptırırdı. Bir sene herkes kendi seçtiği şarkıyı söyledi. Öğretmenimiz kayda aldı hepimizin sesini. Ben "Bir ilkbahar sabahı" şarkısını söylemiştim.
Sonraki sene karne gününde herkes bir şarkı eşliğinde oynadı. Şarkıların çoğunu öğretmenimiz canlı söylüyordu. Bizler de sıramız geldiğinde teker teker oynuyorduk. Ben "Karanfil deste gider" şarkısını seçmiştim. Kendisi şarkıyı bilmiyordu, diğer sınıftan şarkıyı bilen başka bir öğretmeni sınıfa davet etti. Diğer öğretmen söyledi, ben oynadım valla!
On yaşlarında sınıfta tiyatro gösterisi sahneledik. Kendimizin yazdığı bir parodiyi canlandırdık.
5- Vefalıydı. Sadece bir yıl öğretmenliğimi yapmış 1. sınıf öğretmenime hitaben, öğretmenler gününü kutladığım bir mektup yazdırdı. (Zorla değil, bir yöntem öğreterek!) Bizler ilkokuldan mezun olduk, liseyi bitirdik ve hepimizi tekrar toplayıp Şar köyünde bir piknik organize etti. Yaptığı daha nice güzel şey, benim ve diğer arkadaşlarımın hayatına katkı sağladı.
Belki yaptığı şeyleri çok iyi ifade edememiş olabilirim, ama günün sonunda 34 sene sonra hâlâ en iyi ilkokul eğitimini aldığımı hissettiriyor bana. Özel olduğumu hissettiriyor.
Umarım katkısı olur hocam.
Sevgler,
F.K.
Benim babam şoförlük yaparak bizim geçimimizi sağlıyordu. Durumumuz ne kötü ne çok iyiydi. Bir öğretmenler gününde annem, öğretmenime hediye olarak elime, siyah bir bakkal poşeti içinde memleketten gelen fındığı tutuşturdu. Kara kara düşünerek okula vardım. Neyse, herkes sırasından tek tek ayağa kalkarak öğretmenin yanına gidip masasına hediyeyi bırakıyor, onun elini öpüyordu. Masanın rengârenk hediye paketleri ile dolmasının verdiği sıkıntıdan iyice sinmiştim.
Sıra bana geldi. Fındık poşetini, öğretmenin görmemesini dileyerek sıramın altına, yere bırakmıştım. Öğretmenim Gelsene kızım," dediğinde utancımdan ne kafamı kaldırabildim ne de onun yanına gitmeye yeltenebildim. Benim yüreği güzel öğretmenim durumu anladı. "Aa, bana mı o sıranın altındaki hediye? Getir bakalım, çok merak ediyorum," dedi. Mecburen kalktım, öğretmenime verdim siyah poşeti. Öğretmenim hiçbir hediyeyi açmamıştı. Lütfen benimkine de bakmasın diye dua ederken benim poşetimi açtı ve büyük bir sevinç gösterisi ile bana sarıldı. Çok teşekkür etti, fındığı çok sevdiğini söyledi. Bütün sınıf arkadaşlarımın sırasına birer avuç fındık bıraktı ve herkesten bana teşekkür etmesini rica ederek benim sayemde hepimizin fındık yiyeceğinden bahsetti. Sonra da beni alkışlattı.
Yerime oturduğumda çok mutluydum.
Böyle günlerde hediyelerin beğenilmemesi gibi konularda etraftan duyduklarım karşısında benim öğretmenimin nasıl naif olduğunu, aslında öğretmen kelimesinin içini tam anlamı ile doldurduğunu görebiliyorum. Benim kızım da inşallah böyle ince yürekli, yüreği sıcak bir öğretmene denk gelir. Sevgiler…
Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir boşladı mı, artık hiç bitmez!…
3 genç kız annesiyim. Hepimizin olduğu gibi benim de öğrencilik yaşantımda birçok anım oldu. Bir tanesini ben de paylaşmak istedim. 1988 yılında düşüncelerinin bizlerden farkll olduğunu bildiğimiz, ancak belki biraz korku belki de aldığımız eğitim sebebiyle saygıda kusur etmediğimiz bir psikoloji öğretmenimizle aramızda geçen bir diyaloğu paylaşmak istedim.
Öğretmenimiz ders anlatırken bize her ne kadar kendi düşüncelerini dikre etmek istemese de biz her şeyin farkındaydık. Öğretmenimizin derste konu anlatımı yaptığı bir gün oldukça zeki bir sınıf arkadaşım söz isteyerek kendi düşüncelerini ifade etmek istedi. Arkadaşımızın düşüncelerinin kendisininkiyle ters düşmesi üzerine öğretmenimiz ”Kes! Kes! Bana bu düşüncelerle maval okuma! diyerek arkadaşımı susturdu.
Genç delikanlı mahcup bir şekilde, sessizce yerine oturdu. Hepimiz şok olmuştuk. Bense çok kızgındım. Öğretmenimiz konuyu değiştirmeye çalışarak ders anlatmaya devam etti. Olayın üzerinden on dakika ancak geçmişti. Öğretmenin anlattığını duymuyordum. Aklım hâlâ az önceki olaydaydı. Israrla söz istedim. Öğretmenim söz verdiğinde "Az önceki arkadaşıma söz hakkımı vermek istiyorum. Siz arkadaşımı susturdunuz. Ben onun ne söyleyeceğini bilmek istiyorum, " dedim.
Öğretmenim çok şaşırmıştı. Bütün sınıfın önünde, benim bu talebime karşı çıkmadan arkadaşıma "Kalk bakalım. Sözünü tamamla," dedi. Arkadaşım çok şaşırmıştı, kalktı ancak konu geçtiği için ne söyleyeceğini sanırım biraz heyecandan biraz da az önce yaşamış olduklarından dolayı unutmuştu. Alakasız bir şeyler söyledi. Arkadaşımın konuşması bittiğinde öğretmenim bana dönerek "Ben onun zırvalayacağını bildiğim için sözünü kesmiştim," dedi. Ben de "Ne olursa olsun buna hakkınız yoktu," dedim. Öğretmenimiz cevap veremeden zil çaldı, o gün bütün arkadaşlarım bana sanki tuhaf bir yaratıkmışım gibi bakmışlardı. Yıl sonunda aynı öğretmenimiz sınavda toplam beş soru sordu. Soruların dördü sene boyunca öğrettikleri üzerineydi. Son soru psikoloji dersinin bize ne kattığı hakkındaydı. Dört soru toplam 50 puan, son soru 50 puandı.
"Kitaplarınızı açın ve istediğinizi yazın," dedi. Hepimiz yazdık. Lise son sınıf öğrencileri olarak hepimiz sınav sonuçlarını merakla bekliyorduk. Öğretmenimiz sınıfta sonuçları okurken bir yandan da hepimize tek tek soruyordu: "Kaç bekliyorsun?" Kimimiz 20, kimimiz 70 diyorduk… Okuduğu tüm notlar 50 veya altıydı.
Sıra bana geldiğinde aynı soruyu sordu. Ben de "Arkadaşlarımın aldığı notlara bakılırsa sanırım 50 alırım, " dedim. Çünkü son soru derste anlatılanlar değil, tamamen öğretmenimizin bizimle ilgili gözlemleri üzerinden verebileceği bir nottu. "Sana verilebilecek not 1000 olsaydı, 1000 verirdim. Ancak sistem gereği 100 verebiliyorum," diye cevap verdi.
Arkadaşlarımın hepsi şaşkınlıkla "Hocam biz de yazdık, neden bizim notumuz düşük?" diye sormaya başladı. Öğretmenimiz, "Kalk söyle bakalım ne yazdığını arkadaşlarına," dedi. Ben de dersin bana kattığı en önemli şeyi söyledim: "Karşımdaki insanın düşünce ve davranışları nasıl olursa olsun, kendi hakkımı ve sevdiklerimin hakkını, aynı zamanda düşüncelerimi saygı kuralları çerçevesinde savunmayı öğretti." Ben bu olaydan sadece şahsi bir şeyler öğrendiğimi düşünmüyorum. Sanırım öğretmenim de benim gibi, kendince bir şeyler öğrenmişti. Saygılarımla.
2. Mükemmel olmaya çalışmaz; yaptığı hataları ve kusurları bir gülümsemeyle karşılar ve iki şeyi aynı anda yapmaya özen gösterir:
a) Hata ve eksiklerini görür, ama kendini yargılamaz,
b) Yukarıda ‘Nasıl daha güçlü bir öğretmen olabilirim?" başlığı altında anlattığımız uygulamayı gündeminde tutar. Niyetinin saflığı içinde geçen her haftanın sonunda, bir önceki haftadan daha iyi bir öğretmen olmayı hedefler. Kendini kendinden başka kimseyle kıyaslamaz.
3. Kendisiyle kurduğu ilişkiyi önemser. Evrende tek olduğunu ve başka hiç kimsenin kendisiyle, kendi özüyle kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kuramayacağının farkındadır. Şu evrende tekliğinin farkındalığını hiç unutmamaya özen gösterir.
4. Kendi potansiyeline güvenir. Davranışları bazen hatalı olabilir; bilir ki doğrusunu öğrenip hataların üstesinden gelme potansiyeli kendinde vardır. Doğru, iyi ve adil olanı öğrenip yapacak gücü olduğuna inanır.
5. Kendini sevilmeye layık biri olarak görür, gelişimi için zaman ayırıp emek vermeye değer biridir. Her gün kendisinin bedenen, aklen, manen ve duygusal olarak gelişimi ile sosyal ilişkileri için zaman ayırır. Kendini sever.
6. Kendini hem saygıdeğer bir birey hem de geliştirdiği büyük resim içinde ailesinin, okulunun, mesleğinin, milletinin ve insanlığın değerli bir üyesi olarak görür. Ailesine, mesleğine, milletine ve insanlığına yakışacak şekilde var olmaktan sorumluluk duyar ve özen gösterir.
• Bugün kendim olma cesaretim ne kadar vardı? Bugün, yaşamımda kendim olarak ne kadar var oldum? Yaşamınızda kendiniz olarak var olmayı (YKOVO) 0 ile 100 arasında bir ölçek üzerinde değerlendirin.
Kendinize şu soruları sorun:
a) Bugün kendim olarak var olma miktarımdan memnun muyum?
b) Daha çok kendim olarak var olabilir miydim?
c) Neden istediğim derecede var olamadım?
• Bugün hangi olumlu ve olumsuz duyguları yaşadım?
a) Olumlu duygularım nelerdi?
Sevgi
Yakınlık
Dostluk
Hâlden anlama
Yardımlaşma
Güven… vb.
b) Olumsuz duygularım nelerdi?
Kaygı
Korku
Öfke
Kıskançlık
İğneleme, istihza… vb.
Gözden geçirerek Bu duygular benim hakkımda ne diyor?" sorusunu sorun ve günlüğünüze farkına vardıklarınızı kısa notlar hâlinde yazın.
• Aşağıdaki üç soru çerçevesinde gününüzü değerlendirin:
1. Bugün neleri iyi yaptım?
Bilinçli olarak yaptığınız iyi şeyleri düşünün ve cömert davranarak aklınıza gelen en ufak ayrıntıyı dahi yazın. Örneğin, "Öğlen yemeğe giderken elimi yıkamayı ihmal etmedim," demek size önemsiz görünmesin.
2. Bugün neleri daha iyi yapabilirdim?
İyi yapmak mümkün iken tam iyi yapamadığınız, içinize sinmemiş şeyleri içiniz bilir. Onları yazın. Örneğin, bir öğrenciyle göz göze geldiğinizde onun söylemek istediği bir şey olduğunu hissettiğiniz hâlde, onu görmemiş gibi yaptığınızı içiniz bilir. Düşünün ve nasıl hissettiğinize bakın. İçiniz "İyi ki öğrenciyle konuşmadım, aksi hâlde uğraşıp yeni sorunları dinlemek durumunda kalacaktım, aferin bana," mı diyor; yoksa içinizde bir yerde hafif bir hüzün, kendinize dönük bir yargılama mı var? Farkına varın ve ona göre ileriki günlerle ilgili karar verin.
3. Öğrendiğim bir şey oldu mu, bugün ne öğrendim?
Ne öğrendiğinizi bir cümle ile defterinize yazın.
• Merak eden yönüm bugün canlı mıydı? Neyi merak ettim, niçin merak ettim ve merakımı gidermek için ne yaptım?
Yukarıda önerdiğim adımları uygulamak her insan için önemli gelişim süreçleri oluşturur. Her meslekten insan bunu uygulayabilir, ama öğretmenin uygulaması sadece kendinin değil, öğrencilerinin ve onların anne babalarının da gelişimini etkileyecektir. Bir öğretmenin yukarıda söylediğimiz uygulamaları her gün yapması, diğer öğretmenlerin de mutlaka dikkatini çekecek ve onları da etkileyecektir.
“Şimdi, dedim sınıfın öbür köşesine geçerek. “Burası 10. Burada kaptırmışsınız kendinizi, anlatılanı ilgiyle dinliyorsunuz. Anlatılan şeyler, yapılan şeyler ilginizi çekiyor. Diyelim o sırada ben geliyorum, ‘Haydi dondurma yemeye gidelim,’ diyorum Siz, ‘Gitmeyeceğim ,’ diyorsunuz. ‘Parasını ben vereceğim ,’ diyorum. Siz ‘İstemiyorum ,’ diyorsunuz. ‘Üstüne para vereceğim ,’ diyorum. ‘İstemem, dondurman da paran da senin olsun, ben burada kalmak istiyorum ,’ diyorsunuz. İşte burası 10, burada tam kendinizsiniz.” Sonra sıfırla on arasında kalan, iki köşe arasındaki bir yeri işaretleyip “Şurası ise 5, ‘Dondurma yemeye gitsem de olur, sınıfta kalsam da olur,’” dedim.
“Şimdi,” diye sözlerime devam ettim , “size verdiğim o ufak kâğıda lûtfen yazın, bu okulda siz ne kadar varsınız? 0 ile 10 arasında bir rakam yazın!” Bir oğlan çocuğu el kaldırdı, “Kûsurlu verebilir miyiz?" diye sordu. Alay ediyor sandım , ama “Verebilirsiniz,” dedim.
Aralarında geziniyorum, baktım çocukların hepsi kûsurlu veriyor. 5,4; 6,2; 5,6 gibi… 5,4 yazana “Neden 5,4?” dedim. Şöyle bir bakıp “Öyle hissediyorum,” dedi. Sanki içinde barometre var. Barometrede ne yazıyor ise öyle yazmak zorunda, çünkü barometre o rakamı gösteriyor.
Öğleden sonra ortaokul ikinci sınıfa girdim. Ölçeği 100 yaptım . Öğrencilere küçük kâğıtları dağıttım ve sınıfın köşelerine giderek var olma derecelerini sıfır ve yüz olarak anlattım . “Siz bu okulda ne kadar varsınız?” diye sordum. Yuvarlak rakam yazan yoktu. 72 yazmış çocuk. “Neden 72?" diye sorunca, “Öyle hissediyorum," dedi. Düşûnmeye başladım. Bu çok önemli bir gözlem benim için. Seminerlerimde diyorum ki: “Şimdi size sorsam ne kadar susuzsunuz diye, hemen bilir ve bir şey söylersiniz. 100 üzerinden ölçek versem ne kadar açsınız, ne kadar yorgunsunuz bilirsiniz. Beyin takip ediyor. Bakın, beyindeki muhasebeci bir şeyi daha takip ediyor: Şimdi burada siz kendiniz olarak ne kadar varsınız?”
Akşam yatmadan önce şöyle bir otuz saniye düşünün, bu gün ben kendi hayatımda, kendim olarak ne kadar vardım?Çok düşünmenize gerek yok. İçiniz bilir ve hemen cevap verir. Üniversite öğrencilerine seminerlerimde söylüyorum. Her gün “Bugün ben kendi hayatımda, kendim olarak ne kadar vardım?” sorusunu sorun ve içinizin verdiği cevapları kaydedin, her gün kaydedin. Hafta sonu ortalamasını bulun, ay sonu ortalamasını bulun, yıl sonu ortalamasını bulun. Onlara “Hayatınızın en önemli verisini topluyorsunuz," diyorum. Kendi yaşamında kendin olarak var olabilmek, şevkin, yaratıcılığın kaynağıdır. Yaratıcı düşüncenin kaynağıdır.
İnsanın kendi yaşamında kendisi olarak var olmasına izin veren ortamlarda insan şevklidir, izin vermeyen ortamlarda ise şevksiz.
Onu görür görmez çok sevdim. Etrafımdaki diğer büyükler gibi değildi. Saçlarımı ilk o okşadı, bize her zaman maneviyatı aşıladı.
Bize hiç unutmadığım bir oyun öğretti. Her gece oynamadan uyumayın,” derdi. Oyun şuydu: “Yastığa başınızı koyunca yanınıza bir polis abi gelsin. Bugün ne yaptın, arkadaşını üzdün mü, başkasının eşyasını aldın mı, hiç yalan söyledin mi vb. sorular sorsun. Ama kimse yalana kaçmasın! Sorulardan birinin cevabı evetse, hemen sabah bunu düzelt. Tüm soruların cevapları hayırsa mışıl mışıl uyu," derdi.
O zaman 6 yaşındaydım, şimdiyse 36 yaşındayım ama adının vicdan olduğunu sonradan öğrendiğim o polis abiyle konuşmadan hâlâ uyuyamıyorum…
…
Öğretmenimin el yazısı çok güzeldi. Onu hep hayranlıkla seyrederdim. Bugün hâlâ sadece el yazısı yazabiliyorum. Bir türlü düz yazı yazamadım, çünkü ben onu hiç unutmadım, unutmayacağım! Onu rahmet ve minnetle anıyorum! İlk aşkım, sevgili öğretmenim! Mekânın cennet olsun…
O yıllarda henüz ilkokulu yeni bitirmiş ve ortaokulun ilk sınıfına geçmiştim. Dersime giren bütün öğretmenler önce anne babamızın mesleğini, sonra da adımızı ve soyadımızı soruyordu.
Ders tanışma dersi. O güne kadar birlikte bir anımızın dahi olmadığı babamın mesleğinin tam olarak ne olduğunu kestirebilmiş değilim. Babam tır şoförü, aylar boyunca başka bir şehirde ya da ülkede oluyor. Anneme, “Babamın mesleğini sorduklarında ne diyebilirim ? diye sordum. Tır şoförü demek galiba beni biraz rahatsız etmişti. Bir gün annem, "Nakliyeci diyebilirsin," dedi.
Ve ben o günden sonra dersimize ilk kez giren öğretmenlerin, ismimizden daha önce merak ettikleri babamın mesleği için "nakliyeci" demeye başladım. Ama gördüm ki asıl zorlu süreç bundan sonra başlıyor. Çünkü hiç kimse nakliyecinin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.
…
Derken bir gün Türkçe dersimize yeni bir öğretmen geldi ve yine bir tanışma faslı başladı. Diğerlerinden çok da farklı olmayan bir tutum sergilemesini beklerken birden "Evet, babalarınızın ve annelerinizin mesleklerini hiç merak etmiyorum. Ben önce isminizi, sonra da ileride ne olmak istediğinizi ve hedeflerinizi merak ediyorum," dedi. Hayatımın şokunu yaşamıştım. Boyum fasa olduğu için en ön sırada, sağ tarafta oturuyorum. Bu yüzden eli ilk bana doğru uzandı. "Söyle bakalım küçük kız, adın ne ve ne olmak istiyorsun," diye sordu.
İşte o anda karar verdim ne olmak istediğime! "İsmim F.," dedim, "ve Türkçe öğretmeni olmak istiyorum." Bütün sınıf önceden sözleşmiş gibi aynı anda kahkahayı bastı. Genç ve güzel öğretmenimle ben, ikimiz de çok şaşırmıştık. Sınıftaki herkesle tanışması bittikten sonra öğretmen bana dönüp "Arkadaşlarının sana neden güldüğünü anladın mı?" diye sordu. Ben de "Hayır," dedim. "Çünkü hiçbir arkadaşın henüz ne olmak istediğine karar verememiş," diye açıkladı.
…
işte ben de, o gün mesleğine yeni başlayan Türkçe öğretmenimin bende bıraktığı o derin izlerle, bugün meslekte 11. yılımı bitirdim. 11 yıldır mesleğine son derece inanan ve tıpkı o gün öğretmenimin yaptığı gibi öğrencilerinin anne ve babasının mesleğini hiç merak etmeyen; onları ait oldukları geleceğe taşıma yolunda hep çaba harcayan; çocuklara, yaşama ve güzelliklere inanan idealist bir Türkçe öğretmeniyim.
Geleceğin içinde tıkanıp kalmak da sağlıksızdır. Böyle kişilere gerçekle ilişkisini kesmiş hayalperestler denir. Gerçeklerden koparak hayal dünyasına girmek iyice abartılırsa akıl hastalıklarına yol açabilir. Geçmişi hesaba almadan, geleceği düşünmeden, sadece şimdiyi ve burayı düşünerek hareket etmek tehlikelerle dolu bir hayat tarzıdır. Şehvet anları, değişik uyuşturucu ilaçların etkisi altında yapılan davranışlar, insanın tüm hayatını olumsuz etkileyen sonuçlar doğurabilir. Geçmiş, gelecek ve şimdi-burada dengesi, sağlıklı ve anlamlı bir yaşamın temelidir.
O yıllarda henüz ilkokulu yeni bitirmiş ve ortaokulun ilk sınıfına geçmiştim. Dersime giren bütün öğretmenler önce anne babamızın mesleğini, sonra da adımızı ve soyadımızı soruyordu.
Ders tanışma dersi. O güne kadar birlikte bir anımızın dahi olmadığı babamın mesleğinin tam olarak ne olduğunu kestirebilmiş değilim. Babam tır şoförü, aylar boyunca başka bir şehirde ya da ülkede oluyor. Anneme, “Babamın mesleğini sorduklarında ne diyebilirim ? diye sordum. Tır şoförü demek galiba beni biraz rahatsız etmişti. Bir gün annem, "Nakliyeci diyebilirsin," dedi.
Ve ben o günden sonra dersimize ilk kez giren öğretmenlerin, ismimizden daha önce merak ettikleri babamın mesleği için "nakliyeci" demeye başladım. Ama gördüm ki asıl zorlu süreç bundan sonra başlıyor. Çünkü hiç kimse nakliyecinin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.
…
Derken bir gün Türkçe dersimize yeni bir öğretmen geldi ve yine bir tanışma faslı başladı. Diğerlerinden çok da farklı olmayan bir tutum sergilemesini beklerken birden "Evet, babalarınızın ve annelerinizin mesleklerini hiç merak etmiyorum. Ben önce isminizi, sonra da ileride ne olmak istediğinizi ve hedeflerinizi merak ediyorum," dedi. Hayatımın şokunu yaşamıştım. Boyum fasa olduğu için en ön sırada, sağ tarafta oturuyorum. Bu yüzden eli ilk bana doğru uzandı. "Söyle bakalım küçük kız, adın ne ve ne olmak istiyorsun," diye sordu.
İşte o anda karar verdim ne olmak istediğime! "İsmim F.," dedim, "ve Türkçe öğretmeni olmak istiyorum." Bütün sınıf önceden sözleşmiş gibi aynı anda kahkahayı bastı. Genç ve güzel öğretmenimle ben, ikimiz de çok şaşırmıştık. Sınıftaki herkesle tanışması bittikten sonra öğretmen bana dönüp "Arkadaşlarının sana neden güldüğünü anladın mı?" diye sordu. Ben de "Hayır," dedim. "Çünkü hiçbir arkadaşın henüz ne olmak istediğine karar verememiş," diye açıkladı.
…
işte ben de, o gün mesleğine yeni başlayan Türkçe öğretmenimin bende bıraktığı o derin izlerle, bugün meslekte 11. yılımı bitirdim. 11 yıldır mesleğine son derece inanan ve tıpkı o gün öğretmenimin yaptığı gibi öğrencilerinin anne ve babasının mesleğini hiç merak etmeyen; onları ait oldukları geleceğe taşıma yolunda hep çaba harcayan; çocuklara, yaşama ve güzelliklere inanan idealist bir Türkçe öğretmeniyim.
Geleceğin içinde tıkanıp kalmak da sağlıksızdır. Böyle kişilere gerçekle ilişkisini kesmiş hayalperestler denir. Gerçeklerden koparak hayal dünyasına girmek iyice abartılırsa akıl hastalıklarına yol açabilir. Geçmişi hesaba almadan, geleceği düşünmeden, sadece şimdiyi ve burayı düşünerek hareket etmek tehlikelerle dolu bir hayat tarzıdır. Şehvet anları, değişik uyuşturucu ilaçların etkisi altında yapılan davranışlar, insanın tüm hayatını olumsuz etkileyen sonuçlar doğurabilir. Geçmiş, gelecek ve şimdi-burada dengesi, sağlıklı ve anlamlı bir yaşamın temelidir.
…
Ü.G. öğretmenim resim derslerini okulun bahçesinde yaptırırdı. Sandalyeleri su arkının içine yerleştirip akan suyun içinde resimler yapardık. Sulu boya fırçalarını akan suya daldırıp temizlerdik. Bu bize büyük keyif verirdi. Öğretmenimiz böyle isterdi. Akan suda yüzünü yıkayıp gülümserdi.
Okulun bahçesine, mevsime uygun sebzeler diktirirdi. Çarşamba günleri tarım dersi yaptırırdı. Evden çapa, kürek getirip sebzeleri çapalardık. Her öğrencinin bir ağacı vardı, onlara gözümüz gibi bakardık. Bazı günler bizi kır gezintilerine çıkarır, bize tabiatı anlatırdı. Birlikte kır oyunları oynardık.
Ders dışı okuma günleri düzenlerdi. Herkes okuduğu masalı, öyküyü anlatırdı. Öğretmenimiz de merakla dinlerdi. Sonra Çıkardığınız ders, buradaki ana fikir nedir?" diye sorardı.
Köye sinema geldiğinde film uygunsa öğrencileri toplu hâlde sinemaya götürürdü.
Eşi S. Hanım da öğretmendi. Müzik derslerini hep o verirdi. Kimi zaman bu iki öğretmenimiz bizlerle birlikte şarkılar söylerdi. Öyle çok hoşumuza giderdi ki… Çok mutlu olurduk.
Öğretmenimiz, öğrencilerin müteşebbis ruhunun gelişmesi için okul kooperatifi yararına, teneffüslerde simit, gofret, şeker sattırırdı. Ben de kahveli şeker satmış ve bundan çok büyük keyif duymuştum. Kazanılan parayla öğretmenimiz okula yakacak odun satın alırdı. Ayrıca yine kazanılan parayla okulun etrafına uzunca bir duvar çektirmişti.
Ulusal bayramlarda müsamereler düzenler, bütün köyde bu müsamereleri izlerdi. Ben de o oyunlarda rol alırdım.
…
Öğretmenimiz köy derneği kurmuştu. İlçede, köy derneği yararına Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyununu organize ettiler. Bazı kişiler oyunun yazarını beğenmeyince bu defa dernek yararına değil, kendi başına organize etti. Oyundan edilen kâr ile köy camisine iki halı alıp sermişti.
Zeki öğrencilerin velilerini ikna edip çocuklarına ilkokuldan sonra da eğitim aldırmalarına zorladı. Öğrencinin aidat masraflarını cebinden öder, velilere söylemezdi. Bütün bunları bildiğim ve yaşadığım için size yazmayı bir görev bildim.
Sınıftan biri hasta olsa, diğer öğrencilerle hasta olanın evine ziyarete giderdi. Birinin yakını vefat etse; velilere haber verir, cenaze evine yemek yardımı yapmak için yardım isterdi. Öğrencileri, velileri, bir de din kültürü hocasını alır cenaze evine ziyarete giderdi.
…
"Çocuklarınızla alışverişe giderken bütçeyi siz belirleyin, alacağı şeyi kendi seçsin. İleride eşini, işini seçmeyi bilmesi gerekir, " derdi. Durumu olmayan insanlara yardım etmemize vesile olurdu. "Sınıfıma karışmayın, onlar benim çocuklarım," derdi. Yedek kıyafet isterdi. Olur da bir çocuk altına kaçırırsa ailesi gelene kadar üzerini değiştirirdi. İnsani yönlerinin güzelliği yanı sıra iyi bir öğretmendi. Disiplin ve sevgi dengesini güzel ayarlardı. Çocukların gönlüne sevgiyi, beyinlerine bilgiyi nakış gibi işlerdi. Şimdi kızım iyi bir lisede. Neredeyse tüm öğrencileri başarılı oldu. Güzel yürekli U.A. öğretmenimize emeklerinden, özverisinden dolayı teşekkür ediyorum. Öğretmenlik, yürek işi. Bilgi ve okumak yetmiyor.
…
Ü.G. öğretmenim resim derslerini okulun bahçesinde yaptırırdı. Sandalyeleri su arkının içine yerleştirip akan suyun içinde resimler yapardık. Sulu boya fırçalarını akan suya daldırıp temizlerdik. Bu bize büyük keyif verirdi. Öğretmenimiz böyle isterdi. Akan suda yüzünü yıkayıp gülümserdi.
Okulun bahçesine, mevsime uygun sebzeler diktirirdi. Çarşamba günleri tarım dersi yaptırırdı. Evden çapa, kürek getirip sebzeleri çapalardık. Her öğrencinin bir ağacı vardı, onlara gözümüz gibi bakardık. Bazı günler bizi kır gezintilerine çıkarır, bize tabiatı anlatırdı. Birlikte kır oyunları oynardık.
Ders dışı okuma günleri düzenlerdi. Herkes okuduğu masalı, öyküyü anlatırdı. Öğretmenimiz de merakla dinlerdi. Sonra Çıkardığınız ders, buradaki ana fikir nedir?" diye sorardı.
Köye sinema geldiğinde film uygunsa öğrencileri toplu hâlde sinemaya götürürdü.
Eşi S. Hanım da öğretmendi. Müzik derslerini hep o verirdi. Kimi zaman bu iki öğretmenimiz bizlerle birlikte şarkılar söylerdi. Öyle çok hoşumuza giderdi ki… Çok mutlu olurduk.
Öğretmenimiz, öğrencilerin müteşebbis ruhunun gelişmesi için okul kooperatifi yararına, teneffüslerde simit, gofret, şeker sattırırdı. Ben de kahveli şeker satmış ve bundan çok büyük keyif duymuştum. Kazanılan parayla öğretmenimiz okula yakacak odun satın alırdı. Ayrıca yine kazanılan parayla okulun etrafına uzunca bir duvar çektirmişti.
Ulusal bayramlarda müsamereler düzenler, bütün köyde bu müsamereleri izlerdi. Ben de o oyunlarda rol alırdım.
…
Öğretmenimiz köy derneği kurmuştu. İlçede, köy derneği yararına Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyununu organize ettiler. Bazı kişiler oyunun yazarını beğenmeyince bu defa dernek yararına değil, kendi başına organize etti. Oyundan edilen kâr ile köy camisine iki halı alıp sermişti.
Zeki öğrencilerin velilerini ikna edip çocuklarına ilkokuldan sonra da eğitim aldırmalarına zorladı. Öğrencinin aidat masraflarını cebinden öder, velilere söylemezdi. Bütün bunları bildiğim ve yaşadığım için size yazmayı bir görev bildim.
Sınıftan biri hasta olsa, diğer öğrencilerle hasta olanın evine ziyarete giderdi. Birinin yakını vefat etse; velilere haber verir, cenaze evine yemek yardımı yapmak için yardım isterdi. Öğrencileri, velileri, bir de din kültürü hocasını alır cenaze evine ziyarete giderdi.
…
"Çocuklarınızla alışverişe giderken bütçeyi siz belirleyin, alacağı şeyi kendi seçsin. İleride eşini, işini seçmeyi bilmesi gerekir, " derdi. Durumu olmayan insanlara yardım etmemize vesile olurdu. "Sınıfıma karışmayın, onlar benim çocuklarım," derdi. Yedek kıyafet isterdi. Olur da bir çocuk altına kaçırırsa ailesi gelene kadar üzerini değiştirirdi. İnsani yönlerinin güzelliği yanı sıra iyi bir öğretmendi. Disiplin ve sevgi dengesini güzel ayarlardı. Çocukların gönlüne sevgiyi, beyinlerine bilgiyi nakış gibi işlerdi. Şimdi kızım iyi bir lisede. Neredeyse tüm öğrencileri başarılı oldu. Güzel yürekli U.A. öğretmenimize emeklerinden, özverisinden dolayı teşekkür ediyorum. Öğretmenlik, yürek işi. Bilgi ve okumak yetmiyor.
…
O an, Nasıl olsa beni dinlemeyecek!" yargısı ile konuştuğumu fark ettim. Anladım ki kendime saygım yoktu. Ancak M . hocam, bana benden fazla saygı göstermişti. Beni sarsan bunun farkına varmaktı. O an hocama on kere daha anlatsam, beni on defasında da aynı ilgiyle dinleyeceğini hissetmiştim.
Bir gün annesi ilk defa okula, çocuğunu sormaya geldi. Kadın o kadar fakir ve hayat tarafından ezilmiş görünüyordu ki anlatamam. Yanında oğlu varken bana Hocam, bizim çocuğun durumu nasıl," diye sordu.
Öğrencim ve annesi gözümün içine bakıyor, ne diyeceğimi merak ediyorlardı. "Böyle terbiyeli, böyle akıllı bir öğrenciyi; hayatımda tanıdığım en iyi öğrencilerden birini yetiştirdiğiniz için teşekkür ederim. Dersine biraz daha çalışırsa on numara olacak," dedim. Çocuk gözlerini kocaman açmış, bana bakıyordu. Annesi çocuklar gibi mutlu bir şekilde eve gitti.
Sonra çocuk hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sebebini sorduğumda "Hocam, şu ana kadar hiçbir öğretmenim anneme benim hakkımda böyle şeyler söylememişti. Annem de okuldan hiç mutlu olarak çıkmamıştı,’ dedi.
O günden sonra çocuk 180 derece değişti ve madde bağımlısı arkadaşlarını terk etti.
Aradan zaman geçti. Bir konuyu iki hafta boyunca anlattım, sonra da sınav yaptım. Çocuklar çok kötü notlar aldı. Epeyce sinirli bir şekilde sınıfa girip onlara kızdım. "Nasıl bu kadar düşük notlar alırsınız. Bundan sonra ödevlerinizi artırıyorum," dedim. Gerçekten de çok fazla ödev verdim. Önde oturan bir çocuk el kaldırıp "Hocam, bize bu kadar ödev veremezsiniz," dedi. "Niyeymiş, bal gibi veririm," dedim. "Siz bize haksızlığa uğrarsak kendimizi düzgün bir şekilde savunmamızı söylemiştiniz. Şu an kızgın olduğunuz için yapamayacağımızı bile bile bize çok fazla ödev veriyorsunuz," dedi.
İçimde iki kişi karşılıklı konuşmaya başladı. Şeytan, "Sen öğretmensin. O öğrenci! Hem küstaha bak hele, nasıl konuşuyor. Senin de bir gururun var herhalde," derken; melek, "Eğer çocuğa daha çok kızarsan, bil ki bir daha hakkını hiç savunamayacak. Statü olarak ondan daha üst konumda olanlara karşı koyun gibi hep itaat edecek," diyordu.
İşte burada melek, hâlden anlama, olaya karşıdakinin gözüyle bakma ve empati değerinin sesi oluyor.
Karşımda nefesini tutmuş, ne söyleyeceğimi bekleyen bir sınıf ve boncuk boncuk bana bakan bir öğrencim vardı.
"Tamam, haklısın. Size çok kızgınım, ama bunu söylediğine sevindim. Teşekkür ederim. Hadi, şu ödevin yarısını iptal edelim," dedim. Çocukların gözlerindeki sevinç paha biçilemezdi. Gurur mu? Umurumda olmadı.
Konuyu başka bir teknikle tekrar anlattım. Sonuç çok güzeldi. Çok yorulmuştum, ama değdi.
Burada altını çizmek istediğim iki ilişki var. İlki öğretmenin öğrenciyle ilişkisi. İkincisi de öğretmenin kendisiyle ilişkisi. Kendi tanıklığının gücünü keşfetmiş öğretmen, yalnız öğrencinin gözüyle değil, kendi gözünden de olayı değerlendirmek durumundadır, inandığı değere uygun davranmak, öğretmenin kendi gözünde saygınlığını koruyabilmesi için gereklidir.
Beni seviyor mu?
Bana değer veriyor mu?Başaracağıma inanıyor mu?
Özel olduğumu hissediyor muyum? Sorduğum soru ne kadar basit ya da aptalca olursa olsun, beni salak yerine koymadan sorumu yanıtlıyor mu? Yoksa bana aptal muamelesi mi yapıyor?
Beni cesaretlendiriyor mu? Yoksa umudumu mu kırıyor? (Üniversite sınavını kazanamayacağımıza emin olduğunu söyleyen öğretmenlerim oldu.) Öğrenciler arasında ayrım yapıyor mu?
Bu ülkede, üniversiteyi bitirene kadar devlet okulunda okudum. Genel olarak çalışkan" bir öğrenciydim. Lise boyunca okulda iyi derecelerim oldu. Diğer yandan bir dersten zayıf alırken sonraki sene 100 aldığım da oldu. Değişen tek şey öğretmendi.
Dönüp geriye baktığımda en güzel yıllarımın bu sistemin içinde başarılı olmaya çalışarak geçtiğini görüyorum. Değer verdikleri tek şey aldığım notlardı. Ben de sisteme bir şekilde adapte oldum ve sınavlardan yüksek puanlar aldım. Ailem başarılarımdan dolayı benimle hep gurur duydu. Ancak içimde koca bir boşluk vardı. Ne kadar yüksek not alırsam alayım dolduramadığım bir boşluktu bu. Hep eksiklik hissediyordum.Günün sonunda iflah olmaz bir mükemmeliyetçiye dönüştüm.
Ne acı! Eğitim insanın içini doldurmalı, boşaltmamalı! İçinde koca bir boşluk olan insanın hayatı anlamlı, coşkulu ve güçlü olamaz. Mektup çok güçlü mesajlar vererek devam ediyor. Bugün geldiğim noktada, kendimizi eze eze alınan notların, okul derecelerinin beş kuruş etmediğini düşünüyorum. Bunlar insanı mutlu etmiyor. Öz güven vermiyor.
Zannedildiği gibi iyi bir iş bile vermiyor. Güveni, sevgiyi, onayı sadece başarıya bağlıyor ve mutsuzluğun asıl kaynağı oluyor. Kalan yıllarımızı da bunu çözmek için harcıyoruz.
Öğretmenler bize kendimizi değerli hissettirsin, doğuştan getirdiğimiz potansiyelin ve farklılıkların ne kadar güzel olduğunu göstersin, hata yapmanın normal olduğunu anlatsın ve ne kadar hata yaparsak yapalım ilerlemeye olan inancımızı kırmasın yeter. Gerisini zaten hallederiz.
Bana iyi bir öğretmen " diyebilmeniz için nasıl biri olmamı, konuşmamı ve davranmamı isterdiniz?İsimlerini belirtmeden yazacakları mektupta her birinden bu sorunun cevabını öğrenirdim. Ayrıca her dönemin sonunda öğrencilerimin bana ayrı bir mektup daha yazmalarını ve aşağıdaki sorularımı cevaplamalarını İsterdim: 1. Öğretmen olarak neleri iyi yapıyorum? Beğendiğiniz şeyleri örnekleyerek yazın.
2. Öğretmen olarak sizce neleri daha iyi yapabilirim? Onları da lütfen örnekleyerek yazın.
3. İyi bir insan olarak yetişmenizde ve gelişmenizde benim dersim ve öğretmenliğim size nasıl daha faydalı hâle gelebilir? Bunun doğrusu yanlışı yok; aklınıza gelen önerilerinizi lütfen açıkça yazın.
Böyle bir tutum, eğitimin her kademesi ve alanında öğretmenin gelişmesi için önemli görüşlerin ifadesine olanak sağlayacaktır. Her kes kendi kapasitesi dâhilinde görüşünü belirtecek ve değerlendirmesini yapacaktır. Böyle bir süreç içinde tamamıyla saçma sapan gözlem, öneri ve düşüncelerle karşılaşırsanız hiç hayret etmem, ama yıllar içinde çok yararlanacağınız bir kaynak oluşmaya başlayacaktır. Sınıfta öğrencilerin çoğunluğunun benzer gözlem ve önerileri olup olmadığını, ayrıca yıllar içinde nasıl benzerlikler ve farklılıklar oluştuğunu görmeniz mümkün olur.
Öğretmen olmak gerçekten bir ayrıcalık! Böyle bir yolu izleyen öğretmen zaman içinde sıra dışı, usta bir öğretmen olur. Meslek yaşamı boyunca binlerce öğrencisinin ve onların aracılığıyla toplumun kafa ve gönül gelişimine katkıda bulunabilir. Ne müthiş bir hizmet fırsatı!
Bir gün Pikniğe gidelim, ama her şeyi siz hazırlayacaksınız," dedi. Başımızda durup her şeyi organize etti. Boş saatimizde para topladık, kıyma aldık, köfte yaptık. Kimisi gidip içecekleri aldı kimi de ekmekleri kesti.
Gittik, afiyetle kendi yaptığımız yemekleri yedik. Daha sonra "Sıralarınız çok kötü, " dedi. Gerçekten de üstleri yazı ve oyuklarla doluydu. Oturduk, beraber plan yaptık. Babası marangoz olan bir arkadaşımız zımpara makinesi getirdi. Biz de el zımparaları, vernik ve fırça aldık. Sıraların yüzeylerini temizleyip vernikledik. Sıralar kıymete bindi tabii, onlara gözümüz gibi baktık.
Sınıf hocamızdı ama bize veya sıkıntılara rağmen değil, sınırları olmasına rağmen bizimle beraber yürüdü. Bize hedef koydu; malımıza sahip çıkmayı, sorumluluk almayı, ekip olarak çalışmayı öğretti. Yaşamımda bana güzel değerler katan, onları pekiştiren çok hoca olmuştur. Allah hepsinden razı olsun.
Öğretmenlikte otuz yılı aşmış biri olarak genç öğretmenlere naçizane tavsiyem, çocuklarımıza sorumluluk vermek. Ben sınıflarımın en haylaz denilen öğrencilerini kendime yardımcı ilan ettim. Yani sınıf başkanlarını, sınıfla benim aramdaki iletişimi sağlayan, koordine eden kişileri hep onlardan seçtim.
…
Belki sınıfın en başarılı öğrencileri olamadılar, ama inanın diğer öğretmenlerin yakındıkları hiçbir şeyle karşılaşmadım. .. Benimle birlikte sınıfta değerli olduklarını hissettiler ve diğerlerine de hissettirdiler.
Sevilmediğini hisseden öğrenci ise ya hüzünlüdür, ya öfkelidir ya da karamsarlığa kapılır. Yani öğretmen öğrencisini sevmediği zaman öğrenci, Ne yapayım, bu öğretmen de sevmeyiversin, hepsi sevecek değil ya!" demez. Olumsuz duygular içinde kendini öğretmene ve eğitime kapatır.
• Öğretmen bana zaman ve emek veriyor. Niçin?Çünkü benim gelişmemi, olabileceğim en gelişmiş insan olmamı istiyor.
• Öğretmen niçin benim gelişmiş insan olmamı istiyor?
Çünkü olabileceğimin en iyisi olarak yetişmemi ve hayatımın anlamlı, güçlü ve coşkulu olmasını istiyor.
• Niçin istiyor?
Çünkü öğretmen beni seviyor. Öğrenci bu noktada mutludur ve daha fazla soru sormaz. Ama biz öğrenci adına soru sormaya devam edelim.
• Öğretmen öğrencisini niçin seviyor?
Çünkü o, niyetinin saflığını keşfetmiş bir öğretmendir. Öğrencisine emek veren bir öğretmenin, milletinin geleceğine, insanlığa emek verdiğinin farkındadır.
Beni seviyor mu?
Bana değer veriyor mu?Başaracağıma inanıyor mu?
Özel olduğumu hissediyor muyum? Sorduğum soru ne kadar basit ya da aptalca olursa olsun, beni salak yerine koymadan sorumu yanıtlıyor mu? Yoksa bana aptal muamelesi mi yapıyor?
Beni cesaretlendiriyor mu? Yoksa umudumu mu kırıyor? (Üniversite sınavını kazanamayacağımıza emin olduğunu söyleyen öğretmenlerim oldu.) Öğrenciler arasında ayrım yapıyor mu?
Bu ülkede, üniversiteyi bitirene kadar devlet okulunda okudum. Genel olarak çalışkan" bir öğrenciydim. Lise boyunca okulda iyi derecelerim oldu. Diğer yandan bir dersten zayıf alırken sonraki sene 100 aldığım da oldu. Değişen tek şey öğretmendi.
Dönüp geriye baktığımda en güzel yıllarımın bu sistemin içinde başarılı olmaya çalışarak geçtiğini görüyorum. Değer verdikleri tek şey aldığım notlardı. Ben de sisteme bir şekilde adapte oldum ve sınavlardan yüksek puanlar aldım. Ailem başarılarımdan dolayı benimle hep gurur duydu. Ancak içimde koca bir boşluk vardı. Ne kadar yüksek not alırsam alayım dolduramadığım bir boşluktu bu. Hep eksiklik hissediyordum.Günün sonunda iflah olmaz bir mükemmeliyetçiye dönüştüm.
Ne acı! Eğitim insanın içini doldurmalı, boşaltmamalı! İçinde koca bir boşluk olan insanın hayatı anlamlı, coşkulu ve güçlü olamaz. Mektup çok güçlü mesajlar vererek devam ediyor. Bugün geldiğim noktada, kendimizi eze eze alınan notların, okul derecelerinin beş kuruş etmediğini düşünüyorum. Bunlar insanı mutlu etmiyor. Öz güven vermiyor.
Zannedildiği gibi iyi bir iş bile vermiyor. Güveni, sevgiyi, onayı sadece başarıya bağlıyor ve mutsuzluğun asıl kaynağı oluyor. Kalan yıllarımızı da bunu çözmek için harcıyoruz.
Öğretmenler bize kendimizi değerli hissettirsin, doğuştan getirdiğimiz potansiyelin ve farklılıkların ne kadar güzel olduğunu göstersin, hata yapmanın normal olduğunu anlatsın ve ne kadar hata yaparsak yapalım ilerlemeye olan inancımızı kırmasın yeter. Gerisini zaten hallederiz.
Yaşı, cinsiyeti, görünüşü, ailesinin sosyo-ekonomik durumu, şivesi, hâl ve tavrı, aktif ya da pasif, konuşkan ya da suskun oluşu ve okul başarısından bağımsız olarak her bir öğrenci sınıfta diğerine insan olarak denktir ve sınıfta kendisi olarak var olabilmesi için öğrenciye eşit fırsatlar verilmelidir. Sınıfta bulunan her bir öğrenci öğretmenden ve sınıfın eğitim olanaklarından eşit şekilde yararlanabilme olanağına kavuşmayı hak eder.
1. Öğrencisiyle iletişim kurmak amacının farkındadır ve o amacı nasıl ifade edeceğini bilir. Buna öğretmenin zihinsel olgunluğu diyorum.
2. Söyleyeceklerini, iletişim kurduğu öğrencinin gözünden değerlendirerek konuşur Buna öğretmenin duygusal olgunluğu adım veriyorum.
3. İletişim ânında içinde bulunulan sosyal ortamı dikkate alır; nerede, kimlerle, ne zaman, nasıl konuşacağım bilir. Buna öğretmenin sosyal olgunluğu adını veriyorum.
4. Neden bu mesleği seçip öğretmen olduğunun bilincinde, niyetinin saflığına ulaşmış bir öğretmendir. Buna öğretmenin büyük resmi keşfetmesi, yani manevi olgunluğu adını veriyorum.
Öğretmenin niyetinin saflığını keşfetmesi bu dört alandaki olgunluğunun sonucunda ortaya çıkar. Niyetinin saflığını keşfetmemiş bir öğretmen, insanı araç olarak görüp eğiten sistem ile insanı amaç olarak görüp eğiten sistem arasındaki farkı göremez.
Bana iyi bir öğretmen " diyebilmeniz için nasıl biri olmamı, konuşmamı ve davranmamı isterdiniz?İsimlerini belirtmeden yazacakları mektupta her birinden bu sorunun cevabını öğrenirdim. Ayrıca her dönemin sonunda öğrencilerimin bana ayrı bir mektup daha yazmalarını ve aşağıdaki sorularımı cevaplamalarını İsterdim: 1. Öğretmen olarak neleri iyi yapıyorum? Beğendiğiniz şeyleri örnekleyerek yazın.
2. Öğretmen olarak sizce neleri daha iyi yapabilirim? Onları da lütfen örnekleyerek yazın.
3. İyi bir insan olarak yetişmenizde ve gelişmenizde benim dersim ve öğretmenliğim size nasıl daha faydalı hâle gelebilir? Bunun doğrusu yanlışı yok; aklınıza gelen önerilerinizi lütfen açıkça yazın.
Böyle bir tutum, eğitimin her kademesi ve alanında öğretmenin gelişmesi için önemli görüşlerin ifadesine olanak sağlayacaktır. Her kes kendi kapasitesi dâhilinde görüşünü belirtecek ve değerlendirmesini yapacaktır. Böyle bir süreç içinde tamamıyla saçma sapan gözlem, öneri ve düşüncelerle karşılaşırsanız hiç hayret etmem, ama yıllar içinde çok yararlanacağınız bir kaynak oluşmaya başlayacaktır. Sınıfta öğrencilerin çoğunluğunun benzer gözlem ve önerileri olup olmadığını, ayrıca yıllar içinde nasıl benzerlikler ve farklılıklar oluştuğunu görmeniz mümkün olur.
Öğretmen olmak gerçekten bir ayrıcalık! Böyle bir yolu izleyen öğretmen zaman içinde sıra dışı, usta bir öğretmen olur. Meslek yaşamı boyunca binlerce öğrencisinin ve onların aracılığıyla toplumun kafa ve gönül gelişimine katkıda bulunabilir. Ne müthiş bir hizmet fırsatı!