Ece Temelkuran kitaplarından Devir Kitap Alıntıları sizlerle…
Fakat bu ikisine bakınca insan anlıyor ki… Belki de gerçek, iki çocuk arasındaki en kısa doğrudur."
Gülmesinler! Öyle gülmesinler!
Çünkü onlar başka türlü gülüyor. Biz başka türlü. Babam su içiyor gibi gülüyor mesela. Annem içinden kuşlar çıkıyor gibi gülüyor. Anneannem bir tepsi börek gibi gülüyor. Samim Abi atlar koşuyor gibi gülüyor, Ayla Abla Heidi gibi gülüyor, Heidi’nin dağdan aşağıya koştuğu zaman ki gibi. Ama Jale’anım Teyze sanki sıra dayağı olurken öğretmen bir tek ona vurmamış gibi gülüyor.
Gülmesinler! Öyle gülmesinler!
Çünkü onlar başka türlü gülüyor. Biz başka türlü. Babam su içiyor gibi gülüyor mesela. Annem içinden kuşlar çıkıyor gibi gülüyor. Anneannem bir tepsi börek gibi gülüyor. Samim Abi atlar koşuyor gibi gülüyor, Ayla Abla Heidi gibi gülüyor, Heidi’nin dağdan aşağıya koştuğu zaman ki gibi. Ama Jale’anım Teyze sanki sıra dayağı olurken öğretmen bir tek ona vurmamış gibi gülüyor.
Gülmesinler! Öyle gülmesinler!
Anne ile babanın odasında uyku kokusu kalmamıştır hiç şimdi. Sabah olur o. Yatak dağınık kalınca, pikenin altına girerim ben, orada uyku kokusu kalmış olur ama yakalamak için pikeyi açınca kaçar. Zaten koklayınca hemen biter.
O zaman salona gidiyorum ben. Böyle tek başıma evde gezince eşyalara da birşey oluyor. Gözleri yok, ağızları da; ama çok dikkatli bakınca, hiç gözünü kırpmazsan olur böyle, her şeye bir şey oluyor. O zaman masanın içi homurdanıyor. Akşamları herkes gelince susuyor masa. Ama gündüz, anneannem uyurken mesela, bir ses oluyor. Parlak kokuyor masa. Koltukların belleri ağrıyor bazen, yanları ağrıyor. Merhem kokuyorlar o zaman, anneanne merhemi.
Kokuları da bir tek ben biliyorum bence. Mesela anneannem çok güzel koktuğunu bilmiyor. Onun odası da anneanne kokuyor. Ay aman geçmiş gün, unuttum gitti şimdi" kokuyor anneannemin kapısının arkasında asılı tülbentler. Misafir terlikleri "İlahi! Çok yaşa emi!" kokuyor. Çekmecesi pudra kokuyor, geceliği pötibör bisküvi. Gözünü kapatınca insanı güldürür. Dikiş makinası tıkır tıkır kokuyor, öğlen uykusu gibi.
Beraber yürümek çok güzel şey. Sanki kalbi kocaman oluyor insanın.
Sevmek bir kuşun kanadının kırılmasıdır biraz da.
Kafamın içinde çok şey var anne. Kitap okuyunca geçer sadece.”
Ece Temelkuran
Devir, Ece Temelkuran
Ece Temelkuran
Devir, Ece Temelkuran
Sevmek bir kuşun kanadının kırılmasıdır biraz da.
Belki de gerçek, iki çocuk arasındaki en kısa doğrudur.
Biz büyüdük şimdi ama insan büyüyünce kendini küçük zannediyor galiba. Dünden daha küçük olmuşuz gibi.
Kafamın içinde çok şey var anne. Kitap okuyunca geçer sadece.
İhtiyarı da genci de ölüme aynı mesafede…
Hayatla ilgili ‘ şöyle olsaydı nasıl olurdu’ diye hesap yapılmaz. Başka çaresi yoktu, diye düşünmek zorundayız.
Kendini koruyanlarla kendini ateşin içine atanlar aynı hızda yaşlanmıyor bana sorarsan.
Zulüm karşısında halkımın tepkisi: Zalime direnmek değil, zulmü kendinden de güçsüz olana yöneltmek!
Bu memleketin hastalıkları bizde de var Ali. Önce herkesin içinde insanı taşlayıp sonra kuytu köşede özür diliyoruz. Bu ülke böyle Ali. Özür dileyerek bile utandırır insanı. Seni utandıranlar hiç utanmazlar ama
Sakladığın sürece istediğin günahı işleyebilirsin. Burası Türkiye!
Kafanın içinde çok şey var anne. Kitap okuyunca geçer sadece..
İnsanın derdi insanla çözülür.
Acı,kendi kendine hikmet yumurtlamıyor…
Bu ülke, insanı her gece çaresizlik hissiyle uyutup sabah da sana ait olmayan bir utanç duygusuyla uyandırıyor. Gece sen bilmeden kim bilir ne rezaletler, felaketler yaşanıyor. Sabah da kendi kendimizi, bulunmadığı mız yerlerdeki ölümler için suçlayarak, utanarak uyanıp … His kuşatması bu. Felç oluyoruz, felç!"
Zulüm karşısında halkımın tepkisi: Zalime direnmek değil, zulmü, kendinden de güçsüz olana yöneltmek!
Hayatla ilgili ‘şöyle olsaydı nasıl olurdu’ diye hesap yapılmaz. Başka çaresi yoktu, diye düşünmek zorundayız.
Ben artık susmak istemiyorum.
Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa..
Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa..
“Şu yalancı dünyada her canlı bir eş arar
Taşın kalbi yok ama onu bile yosun sarar…”
Taşın kalbi yok ama onu bile yosun sarar…”
Annem bana sarıldı. Ben biraz ağladım karnında. Annemin karnı ne güzel. Sonra yüzüme baktı. Annemin yüzü bana ne kadar yakın duruyor şimdi. Nefesi ne güzel kokuyor. Ben öyle durmak istedim.
Belki o da anlıyordur benim demediklerimi. Biz büyüdük şimdi ama insan büyüyünce kendini küçük zannediyor galiba. Dünden daha küçük olmuşuz gibi.
Konuş Ali. Herkes sana bakacak, yanlış bir şey söyleyeceksin diye korkma. Çünkü o kadar çok gürültü var ki zaten bas bas bağırsak bile duyulmaz.
Bize gülüyorlar. Sanki safmışız, kandırılmışız gibi. Yoksulluktan söz etmenin modası geçmiş gibi gülüyorlar. Zamanın sahibiymiş gibi. Bu alaycı gülüş silahtan daha tehlikeli. Sanki sonunda o gülüş büyüyecek büyüyecek bütün memleketi kaplayacak.
İnsan çok yalnız kalınca kederli şeyleri bir tek ben düşünüyorum sanır. Otobüsler, dolmuşlar, trenler, vapurlar bunlar hep insana… Nasıl desem? Kederde de bir kibir var. Tek sende var sanıyorsun. Ah bir de tabii, büyüyünce anlayacaksın, vapurlar, trenler!.. Bunlar hep her şeyin mümkün olduğu yerlerdir. Tanışmaların, sevişmelerin.
Ben artık susmak istemiyorum. Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa.
Sanki olmuyormuş gibi her şey. O yüzden ben korkmuyorum. Başka bir şey oldu bana. Sanki film izliyormuşum gibi oldu. Sanki kozanın içindeymişim, dünya dışarıdaymış gibi oldu.
Herkese, her şeyi bir anda söyleyivermek diyorum, toyluk sayılır; gönlün en derininde birikeni, bir kerede muhatabına sayıp döküp sonra susmak. Bu da intihar gibi bir şeydir efendim… Biri seni kurtarmazsa kendi sözünle kanaya kanaya can verirsin.
Sakladığın sürece istediğin günahı işleyebilirsin. Burası Türkiye!
Bu ülke, insanı her gece çaresizlik hissiyle uyutup, sabah da sana ait olmayan bir utanç duygusuyla uyandırıyor.
Kirpiğim yanağıma düşüyor, tutup dilek tutarız ya, yapamıyorum. Kirpiğimin diyeceğinden korkuyorum.
Sanırsın göğsümde bir öküz oturuyor bazen. Bilmem ne oluyor bana. Hani diyorum acaba elden ayaktan mı düşüyorum, hücceten gidecek miyim ama bakıyorum öyle vücuden bir şeyim yok. Araz zihnimde…
Ben anlarım ki annemin ne gün Önder Amca’yla buluşacağını. Yine acıtan, güzel ayakkabılarını giyer o. Anlarım ki ben.
Annemle onların öğrenciyken çekilmiş fotoğrafları var, çok gülüyorlar orada. Ben annemi hiç öyle görmedim. O yüzden o fotoğrafa bakıyorum ben bazen. Annemin eski albümü var, son sayfaları boş olan, siyah sayfalı olan. Aralarında resim defterlerindeki gibi ince kâğıtlar var. Fotoğraflar kenarlarından üçgen üçgen siyah kulaklara takılır, onlardan. Orada işte gözleri böyle kapanmış gülmekten, öyle fotoğrafları var. “Hayatının en mutlu günleri onlar”, eskiden, bizden önce yani.
Kırıldığın yer artık memleket değil mi Hasan? Öyle olsa toplayalım bohçayı toptan gidelim.
Biz başka bir zamanın insanlarıyız. Memleketin bu hale geleceğini hiç hayal edermiydik! Bir yerde biz de hata etmiş olacağız..
Bir harfle öldürebilir bir insan bir insanı.
Hep üzüntülü kokuyor salon. Sessiz gibi.
Acaba ölsem beni daha mı çok severler belki?
O öyle bir soru ki… Hükmü kesmiş zaten. Kadının senden ne tür bir hayal ürettiğini bilemiyorsun ama öfkesinden hayalin büyüklüğünü tahmin ediyorsun. O gün bana o hayalin ne büyük, benim ne küçük olduğumu hissettirdi.
Anlamalıydım ben. Gözünde bir tuhaf ışık vardı. Karar vermiş kadınların gözünde o tuhaf ışık olur zaten.
Zamanın tozunu yutmuyorsan bedelini ödersin. Zamanın tozunu yutunca da bedel ödersin de… Ama bir kere zamanın tozunu yutmazsan ve etrafındakiler yutmuşsa iş bitmiştir, geri dönüşü yok.
Kadının gözünden düşmeyeceksin. Düşünce de gözüne gireyim diye debelenmeyeceksin.
Zamanın tozunu yutmadan zamanın içinden geçmek mümkün değil.
Ne güldük o gün… Herkes gülerken durup bir an bütün arkadaşlara bakıp, ‘İşte yaşamak bu!’ demiştim. Yüzünü dağdan gelen suya tutmak gibi.
Sakladığın sürece istediğin günahı işleyebilirsin. Burası Türkiye!
Ulan bu memleket it sürüsü. Kendine benzemeyenin gözünü oyarlar..
Bana mı oluyor sadece bilmiyorum ama bazen…
Nasıl desem… Tamamen kopuyorum olup bitenden. Sanki bütün bunlar başka bir ülkede oluyormuş gibi. Evet, çok fena, çok korkunç, bunu hissetmemem gerektiğini biliyorum ama sanki başka bir ülkenin başına geliyormuş gibi bütün bunlar..
Nasıl desem… Tamamen kopuyorum olup bitenden. Sanki bütün bunlar başka bir ülkede oluyormuş gibi. Evet, çok fena, çok korkunç, bunu hissetmemem gerektiğini biliyorum ama sanki başka bir ülkenin başına geliyormuş gibi bütün bunlar..
“Yastığa böyle yan yatınca kulağının içinde kalbin atıyor mu senin de? Dinlediğin zaman gürültü oluyor.”
“Burası sessiz olduğu için duyuyorsun sen kalbinin sesini.”
“Ama duyunca sanki içimde kocaman mağara varmış gibi oluyor Ali.”
“Biz daha küçüğüz kızım.”
“Olsun insanın içinde yine de mağara olabilir.”
“Olabilir.”
“Burası sessiz olduğu için duyuyorsun sen kalbinin sesini.”
“Ama duyunca sanki içimde kocaman mağara varmış gibi oluyor Ali.”
“Biz daha küçüğüz kızım.”
“Olsun insanın içinde yine de mağara olabilir.”
“Olabilir.”
” Hatırlamak bir oyun. Geçmişi yeniden yazma oyunu. Kendinle oyna da, tarihle pek oynama. Tehlikeli!
Hepimiz, içinde dün, dışında yarın olan pencere camları gibiyiz. Aynı anda dünün ve yarının görüntüleri yansıyor üzerimize. Bugün, saydam; yok gibi. İki görüntünün birbirine karıştığı saydam bir an gibiyiz.
Çocuklara iyi şeyler devretmiyoruz. Bu gidişle umut bile kalmayacak geriye.
Konuş Ali. Herkes sana bakacak, yanlış bir şey söyleyeceksin diye korkma. Çünkü o kadar çok gürültü var ki bas bas bağırsak bile duyulmaz.
Çünkü biz inandık ki, okuyunca, aydınlanınca herkes hep birlikte daha çok çalışacağız.
Annem olmadığı için masayı dağınık yaptılar…
Annem olmayınca öyle karışık oluyor her şey.
Annem olmayınca öyle karışık oluyor her şey.
Bazıları kendini feda eder, ötekiler de izler, bekler ki yangın geçsin, yanan yansın, memleket onlara kalsın.
Ben artık susmak istemiyorum. Çünkü insan belki bir daha hiç konuşamaz bir kere susarsa. Kuğu gibi dili dışarıda kalır, ses çıkmaz. Ben artık hep konuşacağım.
Çocuklara iyi şeyler devretmiyoruz. Bu gidişle umut bile kalmayacak geriye.
Üst üste on yıl, baharı kökünden biçersen, bahar gelmekten vazgeçer mi sence?
Bir şarkı diline pelesenk oldu mu bil ki diyemediğin derdin o şarkıda saklı.
İnsan film gibi olacak sanıyor… Hayatın… Hayatımızın makaslanacak çok bölümü var Önder.
İyi kötü bir hayal olarak kurulmuş başkent Ankara, Türkiye’nin tam ortasındadır. Ankara’nın tam ortasında da bir park bulunur. O parktaki küçük havuzda kuğular yüzer. Onlara dilsiz kuğu" denir. Hiçbir yere gitmez ve hiç ses çıkarmazlar. İnsanlar parktan geçerken, aniden durur ve unuttuklarını hatırlamadıkları bir şeyi onlar biliyormuş gibi kuğulara bakar. Çünkü evet, o kuğuların bu ülkenin tam kalbinde durup susarak sakladıkları bir sır vardır. Bu çılgın ve hüzünlü ülkede her şeyin neden ve nasıl olup da hala devam edebildiğini sadece o dilsiz kuğular bilir…
Memleket ikiyüzlü seviyor… Yeminle yalan seviyor bunlar.
Kafamın içinde çok şey var anne. Kitap okuyunca geçer sadece.
Zulüm karşısında halkımın tepkisi: Zalime direnmek değil, zulmü, kendinden de güçsüz olana yöneltmek!
Pijamalı amcalar var sokakta. Saklambaç oynuyor gibiler. Duvarların kenarından yürüyorlar. Orada bir fırın var, ekmek almak için oraya gidiyorlar. Sonra hemen geri evlerine koşuyorlar. Ekmekle ilgili bir oyun oynuyorlar. Ama çok ciddi oyun oynuyorlar.
Küçük şeyleri unutmayanlar, en geri hatıraları da unutmayanlardır.
‘Bu ülkede güzel olan hiçbir şeyin yaşamasına izin verilmez..’