İçeriğe geç

Robinson Crusoe Kitap Alıntıları – Daniel Defoe

Daniel Defoe kitaplarından Robinson Crusoe Kitap Alıntıları sizlerle.

Robinson Crusoe Kitap Alıntıları

Ah, insan korkunun pençesine düşünce ne de gülünç kararlar veriyor! Korku, insanı rahatlamak için mantığının sunacağı tüm araçlardan yoksun bırakıyor…"
Bugün sevdiğimizden yarın nefret ediyoruz; bugün peşinden koştuğumuzdan yarın köşe bucak kaçıyoruz; bugün arzuladığımızdan yarın korkuyor, hatta düşüncesi karşısında bile tir tir titriyoruz."
…Açlığın bir aslanı bile evcilleştirebildiğini henüz bilmiyordum."
“Bütün kötülerin içinde, ne kadar kötülük ederlerse etsinler, iyi bir taraf mutlaka vardır…”
“Parayı görünce gülümsedim: Ah, lanet olasıca..! Ne işe yararsın ki sen?”
Zira dünyadakı bütün qanunlar və hakimlər cəmiyyəti qoruyub saxlamaq üçündür, cəmiyyət üçün təhlükəli olan adamlar isə cəmiyyətdən kənar edilməlidir.
Mən əminəm ki, bizim ruhumuz bəzən gözə görünməyən aləmin sakinləri olan başqa, cisimsiz, bədənsiz, ancaq ruhdan ibarət olan varlıqlarla ünsiyyətə girə bilər, hətta onlardan müəyyən məsləhət və xəbərdarlıq da ala bilər.
Lakin çox böyük təəssüfə layiq bir işdir ki, biz hamımız burada dostcasına yaşaya bilmirik.
Dünyayı çekip çeviren Tanrı’nın kulunun nesnelere ilişkin görüş ve bilgisinin sınırlarını bu kadar dar tutması, onun eşsiz iyiliğinin bir örneğiydi; insanoğlu farkına vardığı takdirde zihnini bulandırıp moralini bozacak binlerce tehlikenin ortasında yürürken bile, gözünden ırak kalan olaylar ve çevresini kuşatan tehlikelerden bihaber olduğundan soğukkanlılığını ve huzurunu koruyabiliyordu.
Yapayalnız geçirdiğim bütün bu zaman içinde türdeşlerime karşı bu kadar içten, bu kadar güçlü bir arzu ya da yokluklarına ilişkin bu kadar derin bir üzüntü duyduğum hiç olmamıştı
..birinin kurtuluşuna yol açan şey, bir başkasının felaketi anlamına gelebiliyor.
Yaşamımızın akışı içinde hep kötülükten kaçınmaya çalışıyoruz, ama bir kez pençesine düştük mü bize en büyük dehşeti yaşatıyor ve içine düştüğümüz beladan bizi çıkaracak tek araç ya da kurtuluş kapımız da yine kendisi oluyor.
..hakkında hiçbir şey bilmediğimiz durumlardan nasıl da harika biçimde kurtuluyoruz; tutacağımız yol konusuna bir kuşkuya ya da tereddüde, adına ikilem dediğimiz şeye düştüğümüzde şu yoldan gitmeye niyetlenmişken gizli bir işaret bizi nasıl da öbür yola yönlendiriyor; akıl, eğilimlerimiz ve belki de işin mantığı, öteki yoldan gitmemizi buyuruyorken yine de zihnimizdeki nereden ve hangi gücün yardımıyla
kaynaklandığını bilemediğimiz tuhaf bir baskı bizi bu yoldan gitmeye zorluyor ve sonradan anlaşılıyor ki gitmemiz gereken, hatta hayal gücümüzü zorlayan şu yoldan gitmiş olsaydık mahvolacakmışız. Bu ve buna benzer pek çok kanaatimi sonraları kendime kesin kural edindim ve bir şeyi yapıp yapmama, ya da tutulacak yol konusunda o gizli işaretleri ya da zihnimin baskısını ne zaman hissettiysem, kafamda bir tür baskı ya da işaret belirmesi dışında başka hiçbir nedenim olmasa bile gizli buyruğa boyun eğmekte asla tereddüt etmedim.
Bunlar da beni insanoğlunun kendi koşullarını hiç durmadan kendilerinden iyi durumdakilerle kıyaslayıp duracağına, yakınmalarının ve söylenmelerinin önünü almak ve şükretmek için kendilerinden daha kötü koşullarda yaşayanlarla kıyaslasa, yaşam ne getirirse getirsin canının ne kadar az sıkılacağını düşünmeye yöneltti.
Tanrı’ya dua etmek, bedenin değil zihnin bir eylemi olduğu için, bu zihin karışıklığı bedensel yetersizlik kadar büyük, hatta ondan bile büyük bir şey olsa gerek.
Tehlikenin korkusu, gözle görülür bir tehlikenin kendisinden on bin kez daha ürkütücüdür; endişenin yükü bize, endişe duyduğumuz kötülükten kat be kat büyük gelir.
Ah, insan korkunun pençesine düşünce ne de gülünç kararlar veriyor! Korku, insanı rahatlamak için mantığının sunacağı tüm araçlardan yoksun bırakıyor.
Tanrı’nın yalnızca adil değil, kadiri mutlak olduğunu da anımsadım; beni cezalandırıp üzmeyi uygun bulmuşsa, beni kurtarmak da onun elindeydi. Bunu uygun bulmuyorsa, kendimi tümüyle onun iradesine teslim etmek benim sorgusuz sualsiz ödevimdi; öte yandan da ona umut bağlamak, yakarmak ve günlük hükmünün buyruk ve yönlendirmelerine sessizce uymak da boynumun borcuydu.
İnsanın yaşamı nasıl da Tanrı’nın tuhaf bir dama oyununa dönüşüyor! Koşullar değiştikçe eğilimler de nasıl gizemli kaynaklar tarafından alelacele değiştiriliveriyor! Bugün sevdiğimizden yarın nefret ediyoruz; bugün peşinden koştuğumuzdan yarın köşe bucak kaçıyoruz; bugün arzuladığımızdan yarın korkuyor, hatta düşüncesi karşısında bile tir tir titriyoruz
Tanrı yarattıklarına karşı bozguna uğrayıp mahvolmuş göründükleri koşullarda bile ne kadar merhametli davranabiliyor. En acı hükümleri bile tatlılaştırıp zindanlarda, hapishanelerdeyken bile kendisine şükretmemiz için nedenler sunabiliyor! Başlangıçta açlıktan ölmekten başka çıkar yol göremediğim bu ıssızlığın ortasında bile ne sofralar seriyordu önüme!
Nitekim zıddıyla gözümüze sokulmadan içinde bulunduğumuz gerçek durumu asla göremiyor, hep fazlasını istemekten sahip olduğumuzun değerini bilmeyi beceremiyoruz!
Bence elde edemediklerimizle ilgili bütün huzursuzluğumuz, sahip olduklarımız için şükretme huyumuz olmamasından kaynaklanıyordu.
Azıcık derinlemesine düşündüğümde, olayların doğası ve onlardan çıkardığım deneyimler, tek sözcükle bana bu dünyadaki bütün iyi şeylerin ihtiyaçlarımız dışında bir işe yaramadığını ve başkalarına vermek için ne kadar istiflersek istifleyelim, yalnızca kullanabildiğimiz kadarının keyfini sürebildiğimizi gösteriyordu, daha fazlasının değil.
Artık dünyaya beni hiç ilgilendirmeyen, ondan hiçbir şey beklemediğim ve sonuçta hiçbir arzumun kalmadığı uzak bir şey gözüyle bakıyordum: Uzun sözün kısası, dünyayla hiçbir işim yoktu ve olacağa da benzemiyordu; dolayısıyla ona belki de öteki dünyadan bakabileceğimiz bir gözle bakıyordum; yani bir zamanlar yaşadığım ama sonra uzaklaştığım bir yerdi ve İbrahim’in zengin adama dediği gibi Seninle benim arama büyük bir uçurum kondu."
…enine boyuna düşünmeden, üstesinden gelebilmek için gereken gücümüzün olup olmadığına bakmadan bir işe kalkışmanın ne kadar aptalca olduğunu şimdi görüyordum.
Eğer Tanrı beni yüzüstü bırakmayacaksa bütün dünya beni bırakmış olsa ne yazar ya da öteki türlü bakarsam, Tanrı’nın inayetini ve kutsamasını yitirdiğimde bütün dünya benim olsa kaybımın yerini tutar mı?"
Bütün bu sefil koşullarıyla şu anda sürdürdüğüm yaşamın beni, geçmiş günlerimdeki ahlaksız, lanetlenmiş, berbat yaşamımdan çok daha mutlu ettiğini artık aklım başıma gelerek anlamaya başlamıştım; şimdi bütün üzüntülerimle sevinçlerim, arzularım farklılaşmış, endişelerimin yönü değişmiş ve keyif aldığım şeyler ilk gelişimden bu yana, daha doğrusu geçmiş iki yıl boyunca tümüyle yenilenmişti.
Bana bu münzevi yaşamda, dünyanın bütün zevkleri ve insanlar arasında özgürce yaşarkenkinden daha mutlu olabileceğimi fark ettirdiği, münzevi yaşamımın ve insan toplumundan yoksun kalışımın eksiklerini gidermemde varlığıyla ve ruhuma saldığı yüceliklerle yol gösterdiği, bu dünyada merhametine öteki dünyada da onun ebedi varlığını içimde duymam için beni desteklediği, rahatlattığı ve yüreklendirdiği için alçakgönüllü ve içten şükranlarımı sundum.
Özgürlüğümün uğruna her şeyi yaparım. "
Ah, insanlar korkunun pençesine düşünce ne de gülünç kararlar veriyor.
“…yaşamın felaketleri, insanlığın hep en üst ya da alt kesimi arasında paylaşılır…”
Büsbütün tersi başımıza gelmedikçe bulunduğumuz durumun kıymetini anlayamıyoruz.
Acılar gibi,ani sevinçler de önce sarsar insanı."
Bence elde edemediklerimizle ilgili bütün huzursuzluğumuz, sahip olduklarımız için şükretme huyumuz olmamasından kaynaklanıyordu.
Bugün sevdiğimizden yarın nefret ediyoruz; bugün peşinden koştuğumuzdan yarın köşe bucak kaçıyoruz;
..kendimi asıl derdime kapatıp bana sunulan kurtuluşu hiç dikkate almadığımın farkına vardım ve kendime şu soruları sormaya başladım: Olabilecek en sıkıntılı durumdan, beni en çok korkutan hastalıktan hem de mükemmel biçimde kurtarılmamış mıydım? Peki bundan ne sonuç çıkartmıştım? Üstüme düşeni yapmış mıydım? Tanrı beni kurtarmış ama ben onu yüceltmemiştim, demek ki bunu kuruluştan saymamıştım; öyleyse daha büyük bir kurtuluşu hangi hakla bekleyebilirdim? Bu yüreğime çok dokundu ve derhal diz çökerek yüksek sesle, beni hastalıktan kurtardığı için Tanrı’ya şükrettim.
Eğer onun bilgisi dışında hiçbir şey meydana gelmiyorsa burada, bu berbat koşullarda olduğumu da biliyordur ve onun rızası dışında hiçbir şey meydana gelmiyorsa bütün bunlar başıma onun rızasıyla gelmiştir. Yalnız benim başıma gelenler değil dünyada olup biten her şeyde onun biricik gücüne bağlı olduğundan beni bu sefil koşullara atan da onun buyruğudur. Ardından kaçınılmaz biçimde şu soru geldi: Tanrı bunu bana niye yapmıştı? Ben bunu hak edecek ne yapmıştım? Bu sorgulama anında vicdanım sanki küfretmişim gibi beni yokladı ve galiba dile gelip benimle konuştu: SEFİL! Bir de ne yaptım diye mi soruyorsun? Berbat biçimde tükettiğin ömrüne dönüp bir bak ve kendine ne yapmadığını sor…."
Bu kadar çok gördüğüm bu yeryüzü ve deniz nedir? Hangi nedenle yaratılmıştır? Peki ya ben neyim ve vahşi ya da evcil, insancıl ya da zalim öteki yaratıklar nedir? Biz niye yaratıldık? Kuşkusuz hepimiz, yeryüzünü ve denizi, havayı ve gökyüzünü meydana getiren gizemli bir Güç tarafından yaratılmışız. Peki kim bu güç? Ardından en doğal biçimiyle, bütün bunları Tanrı’nın yarattığı geldi aklıma. Her şeyi yapabilen Güç her şeyi yönlendirip yönetebileceği için, hepsini ve kendileriyle ilgili her şeyi çekip çeviren ve hükmeden de odur. Eğer böyleyse, yaptıklarının büyük döngüsü içinde onun bilgisi ve rızası dışında hiçbir şey olamaz.
Zaten zamanımın ya da emeğimin pek az değeri vardı ve şöyle ya da böyle harcanacaktı.
Yeri gelmişken söylemeliyim ki mantık matematiğin özü ve temeli olduğu için, her şeyi mantığa uygun biçimde belirleyip birbiriyle bağdaştırarak ve nesneler hakkında en mantıksal kanaatlere vararak herkes zamanla her tür mekanik zanaatta ustalaşabilir
Konuşabileceğim ya da beni avutacak bir tek insan yok.
Sanki mutsuz olayım diye özellikle seçilip bütün dünyadan ayrı düşürüldüm.
Bütün kötülerin içinde, ne kadar kötülük ederlerse etsinler, iyi bir taraf mutlaka vardır derler.
Issız bir yerde yapayalnız bir biçimde yaşamımın sonuna dek kalmamın Tanrı’nın bir kararı olduğuna inanmak için de çok haklı nedenlerim vardı. Bunlar aklıma geldikçe yanaklarımdan aşağı acı gözyaşları süzülüyor ve bazen kendi kendime, Tanrı’nın kullarını niye tamamen mahvettiğini ve onları niye böyle sefil kıldığını soruyor; bu kadar umarsız, terk edilmiş, böylesine sıkıntı içindeyken bu tür bir yaşam için şükretmenin mantıksızlığını düşünüp sitem ediyordum.
Parayı görünce gülümsedim: “Ah, lanet olasıca! dedim yüksek sesle, "Ne işe yararsın ki sen? Benim gözümde hiçbir değerin yok; hayır, eğilip yerden almaya bile değmezsin; şuradaki bıçaklardan bir teki bile bu para yığınından daha değerli; seni kullanabileceğim hiçbir yer yok, o halde olduğun yerde kal ve canı hiçbir değer taşımayan bir yaratık gibi denizin dibini boyla."
Hiçbir şey yapmadan oturup olmayacak bir şeyi dilemek boşunaydı..
Acılar gibi, ani sevinçler de önce sarsar insanı."
..insanın başarısıyla şımarması çoğunlukla en büyük sıkıntılarının da kaynağıdır.
…demem o ki, herkes içinde bulunduğu durumu daha kötüsüyle kıyaslayıp durduğunda, Tanrı da ikisinin yerini değiştirip yaşattığı deneyimlerle önceki mutluluklarını aratabiliyor.
Heyhat! Doğru bir iş yapmamak, hep yanlışı seçmek benim açımdan hiç de şaşılacak bir şey değildi.
Ne bir insan gördüm ne de görmek gibi bir arzum vardı..
Özgürlüğüm uğruna her şeyi yaparım.
“İnsanın başarısıyla şımarması, çoğunlukla en büyük sıkıntılarının da kaynağıdır.”
..cinayət üçün hazırlanmış məkr çox nadir hallarda dərin yuxuya gedib yatır.
Fakat her zaman en kötüsünü seçmek kaderim olduğundan burada da aynısını yaptım…"
..o zamandan beri insanoğlunun, özellikle de gençlerin yaradılışlarının ne kadar da acayip ve akılsızca olduğunu sık sık gözlemlemişimdir; bu tür durumlarda sağduyularının kendilerine yol göstermesi gerekirken, günaha girmekten utanmıyorlar da pişmanlık duymaktan utanıyorlar; kendilerini saygın aptallar durumuna düşüren eylemlerden utanmıyorlar da kendilerini yalnızca bilge kılabilecek geri dönüşlerden utanıyorlar.
Bunu nasıl adlandırabileceğimi bilmiyorum; gözümüzün önünde durduğu halde bile isteye ona doğru koştuğumuz kendi mahvımızı, yine kendimizin hazırlamasına neden olan, bizi gizlice pençesine almış, bir hükmün varlığını da ileri sürmeyeceğim. Açıkçası sakin akıl yürütmelerime ve kanaatlerime ve ilk girişimimde aldığım, görmezden gelinemeyecek o iki derse beni karşı çıkmaya itebilecek tek şey, kaçınması olanaksız, karşı konulmaz, alnıma yazılı bir mutsuzluk olabilirdi ancak.
Ruh halimi anlatamam : Yüreğimi nasırlaştırarak içimden söküp attığım o ilk pişmanlığımı sürdüremiyordum.
Bütün pişmanlıklarımı, geçmişe yönelik bütün düşüncelerimi, geleceğe ilişkin bütün kararlarımı o bir tek gecenin cümbüşü içinde boğdum.
…yaşamın felaketlerinin hep insanlığın en üst ya da en alt kesimi arasında paylaşıldığını, ama o orta basamaktakilerin bu yıkımlardan çok azına uğradıklarını ve üst ya da alt kesimdekiler kadar iniş çıkış yaşamadıklarını mutlaka görürmüşüm; yani onlar bir yanda mücadeleyle dolu bir yaşamın, lüks ve aşırılıkların, öte yanda ise çok çalışma, ihtiyaçlarını karşılama isteği ve kötü ya da yetersiz beslenme gibi yaşam tarzlarının doğal sonucunda katlandıkları, gerek ruhsal gerekse bedensel pek çok rahatsızlık ve sıkıntıların uzağındaymışlar; yaşamın orta basamağı her tür erdem ve her tür zevk için biçilmiş kaftanmış; huzur ve bolluk, ortalama bir kaderin hizmetkârlarıymış; ölçüyü kaçırmamak, ılımlılık, sesini çıkartmamak, sağlık, toplumda kabul görmek, makul tüm eğlencelerle arzulanabilecek her türlü haz, yaşamın orta basamağında kalmanın ödülleriymiş; insan bu şekilde ellerini ya da zihnini yormak zorunda kalmadan, günlük tayını için kendisini köle gibi satmadan, başına ruhun ve bedenin huzurunu çalan allak bullak edici işler gelmeden, kıskançlık hırsıyla ya da büyük işler başarmak için gizliden gizliye içini yakan tutkuyla gözü dönmeden, dünyada kolayca, kendi halinde akıp giderek, yaşamın zevklerini acısız tadarak ve mutlu olduğunu hissedip gündelik deneyimleriyle bunu daha akıllıca öğrenerek bu dünyada sessiz ve sakin yaşayıp rahatça da göçüp gidermiş.
…kralların bile çoğu kez büyük işler yapmak için dünyaya gelmiş olmanın acınası sonuçlarına dövündüklerini ve alçaklıkla yücelik gibi iki aşırı ucun tam ortasına bırakılmış olmayı dilediklerini; bilgelerin ne yoksul ne de zengin olayım diye dua etmeyi mutluluğunun koşulu saymalarının da işte tam bunun kanıtı olduğunu söyledi.
… ve başka kimsenin bulunmadığı ıssız bir adaya düşmüş bir adam gibi yaşadığımı kendime yineleyip duruyordum. Fakat tam bir yalıtılmışlık içindeki ıssız ada yaşamını, o sıralarda sürdüğüm ve sürmeye devam etsem muhtemelen ziyadesiyle bolluk ve zenginliğe kavuşacağım böylesi yalnız bir yaşamla insafsızca kıyaslayan ben, öyle bir yere düşmeyi ne kadar da hak ediyordum; demem o ki, herkes içinde bulunduğu durumu daha kötüsüyle kıyaslayıp durduğunda, Tanrı da ikisinin yerini değiştirip yaşattığı deneyimlerle önceki mutluluklarını aratabiliyor.
“…günaha girmekten utanmıyorlar da pişmanlık duymaktan utanıyorlar.”
“…yaşamın felaketleri, insanlığın hep en üst ya da alt kesimi arasında paylaşılır…”
O, sonralar çox tez-tez məni xatırlayır və inanırmış ki, gec-tez mənimlə yenə də görüşəcəkdir.
Elə bil, mən heç bir zaman bu yerlərdə olmamışdım.
… aclıq nə dostluq bilir, nə qohumluq tanıyır, nə də ədalət və hüquq qəbul edir.
..ac qarına söz pis təsir edir.
Bunun mənası belə çıxardı ki, biz əvvəlcə onları xilas edirik, sonra isə yenə özümüz onların evini yıxırıq, dənizdə batmağa qoymuruq, amma acından ölməyə məcbur edirik. Buna görə də mən heç nə götürmək istəmirdim.
Kədəri də, qorxunu da təsvir etmək asandır, çünki ah-nalə, göz yaşları, başın və əllərin yeknəsəq hərəkətləri onların hamısı üçün ifadə vasitəsidir; lakin şadlıq, heyrət və sevinc həddini aşanda təəccüblü dərəcədə dəyişir və min bir şəklə düşür, bax, bunu təsvir eləmək çətindir.
İnsan hayatında göz önünde olan ya da görünürde olmayıp da düş gücüyle hayalde canlandırılan bir şeye duyulan sevgilerde bazı gizli ürpertiler vardır ve bu ürpertiler o şeye sahip olma, bağrına basma isteğini öylesine şiddetle hissettirirler ki, o şeyin yokluğu dayanılmaz bir hal alır.
İnsanın başına kötü bir şey geleceğini beklemesi, başına gelmesinden daha fazla acı vericiydi. Özellikle de o beklentiden silkinip kurtulması mümkün değilse.
Tanrı’nın kendilerine verdikleriyle yetinmeyen, kendilerine verilmeyen şeyleri görüp imrenen, halinden hep şikayet edenler için söylüyorum. Bana kalırsa, istediğimiz şeylere sahip olmamaktan duyduğumuz hoşnutsuzluk, sahip olduklarımızın değerini bilmemizden ileri geliyordu."
Öz arzularımı cilovlayıb boğdum.
Mən sözə başladım:
-“De görüm, əzizim, sən istərdinmi ki, mən gedəm?”
+“Yox, – deyə o, mehribanlıqla cavab verdi, – mən belə bir istəkdən çox uzağam.
Heç bir özgə şey mənə zövq vermirdi, vaxtımı heç nə ilə xoş keçirə bilmirdim, heç bir əyləncəm yox idi, mən yalnız adanın xəyalı ilə yaşayırdım.
..xəyalım məni bəzən o yerə aparıb çıxarırdı ki, mən özümü adada hiss edirdim.
Mən öz adamı hər gecə yuxuda görürdüm, gündüzlər isə bu xəyal məni tərk etmirdi.
Belə bir xalq məsəli var: südlə gələn sümüklə çıxar.
Mən də bütünlüklə ona inandım və bir dəfə də olsun elə bir hadisə üz vermədi ki, mənim ona olan etibarım qırılsın və ya peşman olum.
SEFİL! Bir de ne yaptım ben, diyorsun! Geriye dönüp yaşadığın berbat hayata bak da kendi kendine "ne yapmadım ben" diye bir sor bakalım! Neden çok daha önce yok olup gitmediğini sor! Neden Yarmount yollarında boğulup gitmediğini sor! Geminizi ele geçiren Sallee Korsanları ile yaptığınız savaşta neden ölmediğini sor! Afrika Sahillerinde neden yırtıcı hayvanlara yem olmadığını sor! Burada bütün ötekiler boğulurken neden yalnızca senin hayatta kaldığını sor! Ne yaptım ben diye soracak yüzün var mı acaba?"
Bütün kötülüklerin içinde, ne kadar kötülük ederlerse etsinler, iyi bir taraf mutlaka vardır derler.
Əgər meşədə ayı ilə üz-üzə gəlsəniz və ona toxunmasanız, o da sizə toxunmaz, ancaq bir şərtlə ki, siz, gərək, ona çox nəzakətlə yanaşasınız və yoldan kənara çəkilib əvvəlcə onun keçib getməsinə imkan verəsiniz, çünki ayı çox mötəbər bir cənabdır və heç kralla da üz-üzə gəlsə, yoldan çıxmaz
…bütün ömründə heç bir zaman nə belə qarlı dağ, nə də belə soyuq görməmişdi.
Zihnin huzursuzluğu, tedirginliği, vücudun hastalığı kadar hatta ondan da büyük bir rahatsızlıktır.
İnsan hayatı sanki Tanrı’nın garip bir satranç tahtasıdır! Bugün sevdiğimiz şeyden yarın nefret ederiz. Bugün aradığımız, peşinden koştuğumuz şeyden yarın kaçarız. Bugün arzu ettiğimiz şeyden yarın korkarız, hatta onu hayal etmekten bile ürkeriz.
Bana kalırsa, istediğimiz şeylere sahip olamamaktan duyduğumuz hoşnutsuzluk, sahip olduklarımızın değerini bilmememizden ileri geliyordu.
İnsanın yaşami nasıl da Tanrı’nın tuhaf bir dama oyununa dönüşüyor. Koşullar değiştikçe eğilimler de nasıl gizemli kaynaklar tarafından alelacele değiştiriliveriyor! Bugün sevdiğinizden yarın nefret ediyoruz; bugün peşinden koştuğumuzdan yarın köşe bucak kaçıyoruz; bugün arzuladığımızdan yarın korkuyor, hatta düşüncesi karşısında bile tir tir titriyoruz.
Onlara hədiyyə göndərmək məsələsində vaz keçdim, çünki onlar xeyli varlı idilər və belə hədiyyələrə ehtiyaclan da yox idi.
Bence elde edemediklerimizle ilgili bütün huzursuzluğumuz, sahip olduklarımız için şükretme huyumuz olmamasından kaynaklanıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir