İçeriğe geç

Geçmişe Yolculuk Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig eserlerinden Geçmişe Yolculuk Kitap Alıntıları sizlerle…

Geçmişe Yolculuk Kitap Alıntıları

İnsan yaşlanıyor; ama değişmiyor."
Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam…
İnsan yaşlandıkça kendi gençliğini arıyor ve küçük anılar budalaca mutluluklar yaşatıyor."
Seni tanıdığım günden beri daima sana ait oldum .
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
Ama duygularının değişmediğini düşünse de içindeki ihtiraslı gerginlik artık yavaş yavaş çözülüyordu. Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yapraklarının kuruyup dökülmemesi için toprağın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bilr belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ve canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi hâlde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.
Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yap raklarının kuruyup dökülmemesi için toprağın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bile belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ve canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi halde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
Issız eski parkta karlar içinde, arıyor geçmişi iki gölge
O dudaklara yıllardır dokunmamıştı, oysa bir zamanlar o dudaklar dudaklarına değdiğinde tenini yakardı
Hayır, sakın bir şey düşünme şimdi, hiçbir şey isteme, arzulama, böylece kal, düş görür gibi belirsize doğru bırak kendini, yabancı bir selle sürüklen, birbirinize dokunmadan ama yine de birbirinizi hissederek, birbirinizi arzulayarak ama ulaşamadan, yazgıya doğru salınarak ama sonra dönüp kendi kaderine boyun eğerek. Böylece kal yalnızca, bu bitmeyen alacakaranlıkta, saatlerce, sonsuza kadar, düşlerle sarıp sarmalanarak.
Her şey eskisi gibi, sadece biz değiliz, biz değiliz
Ben bu evde yaşadım, benden bir şeyler kalmış burada, o yıllara ait bir şeyler, okyanus ötesine bütünüyle gitmemişim, kendi dünyama hâlâ bütünüyle geçmemişim
Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalışarak uyuşturmuştu.
Yine hiçbir harekette bulunmadan, yine konuşmadan karşılıklı oturuyorlardı, yalnızca bakışları öpüşüyordu.
Acz içinde geçen yıllar, dedi içinden, duygularımıza karşı acz içinde geçen yıllar: Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş, bedenimin tek bir siniri bile onu farklı algılamıyor. Hiçbir şey yitmemiş, hiçbir şey geçmemiş, varlığı eskiden olduğu gibi sevgi dolu bir mutluluk yaratıyor.
O, o, seviliyordu, hem de o mesafeli kadın seviyordu onu – Bir gökyüzü doğmuştu şimdi, ışıl ışıl ve uçsuz bucaksız, yaşamının ışık saçan öğlesi, ama aynı zamanda yıkıcıydı ve bir saniye içinde keskin kıymıklara dönüşüyordu.
Hisleri uyuşmuş, kendinden geçmiş, duyguların birbirine girmesinden bunalmış halde yatağın üzerinde bir, belki de iki saat öylece yatmıştı.
Bu berrak, hareli, zenginliğin zırhıyla sarılı kadın ona ULAŞILMAZ, çok yükseklerde ve çok uzakta görünüyordu; o güne kadar karşılaştığı kadınlardan farklıydı.
Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yapraklarının kuruyup dökülmemesi için toprağın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bile belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ve canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi halde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.
Henüz adı olmayan bir duyguydu bu, ancak gizlendiği yerde çoktan biçim bulmuş ve kora dönüşmüştü…
Hayır, bu kadın farklıydı. O, bambaşka ihtirasa yer olmayan bir gök küreden ışık saçmaktay dı, bakir ve dokunulmazdı.
Acz içinde geçen yıllar, dedi içinden. Duygularımıza karşı acz içinde geçen yıllar: Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş, bedenimin tek bir siniri bile onu farklı algılamıyor. Hiçbir şey yitmemiş, hiçbir şey geçmemiş, varlığı eskiden olduğu gibi sevgi dolu bir mutluluk yaratıyor.
dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş.
İnsan özgürlüğünden gönüllü bir şekilde vazgeçmez.
Issız eski parkta karlar içinde,
Arıyor geçmişi iki gölge
Her şey eskisi gibi ,sadece biz değiliz, biz değiliz!
Aşkının unutulmuş mezarı üzerinde açan canlı çiçeklerdi onlar.
Hiçbir şey yitmemiş ,hiçbir şey geçmemiş , varlığı eskiden olduğu gibi sevgi dolu bir mutluluk yaratıyor.
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktır
İnsan yaşlanıyor ama hep aynı kalıyor.
Ama aşk sadece içindeki karanlıkta acıyla büyüyen bir cenin gibi sadece kendisinden ibaret olmamış, nefes ve dudaklarına çıkmıştı.
fakat aşk ancak, bedenin karanlıklarında bir cenin gibi acıyla savrulmaktan kurtulup nefes ve dudakları üzerinden kendini açıkladığı,itirafa cesaret edebildiği zaman gerçek aşk olur."
“Issız eski parkta karlar içinde,
Arıyor geçmişi iki gölge”
Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş , bedenimin tek bir siniri bile onu farklı algılamıyor. Hiçbir şey yitmemiş, hiçbir şey geçmemiş , varlığı eskiden olduğu gibi sevgi dolu bir mutluluk yaratıyor.
Issız eski parkta karlar içinde
Arıyor geçmişi iki gölge
Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam…
Kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı.
Zaman…. nerede kaldı? "
İnsan yaşlanıyor, ama değişmiyor. "
İnsan yaşlandıkça kendi gençliğini arıyor ve küçük anılar budalaca mutluluklar yaşatıyor. "
…acaba o ses, anımsayarak gerçekleri söyleyen o ses ona dönüp, geçmişle birlikte bugünün üzerindeki örtüyü de kaldıracak mıydı?
Bazı sözler olmalıydı, bir olay, bir yaşantı; duyduğu, hissettiği, bir şey, bir melodiye bürünmüş, çok derinlerde yatan, uzun yıllar dokunmadığı bir şey.
Ona bugünden söz etmeyi neden başaramıyorum?
Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı.
İnsan yaşlanıyor, ama değişmiyor.
Ne çok zaman geçmiş ne çok zaman yitirilmişti.
…Zaman nerede kaldı?"
"Zaman bizim içimizde."
İnsan yaşlandıkça gençliğini arıyor.
İnsan yaşlanıyor, ama değişmiyor."
Adam mektupları hâlâ arada sırada çıkarıyordu, ancak mürekkepleri solmuştu, sözcükler artık yüreğine saplanmıyordu…
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
İnsan birbirini tanımayınca bir arada yaşamak her zaman güçtür.
Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş, bedenimin tek bir siniri bile onu farklı algılamıyor. Hiçbir şey yitmemiş, hiçbir şey geçmemiş, varlığı eskiden olduğu gibi sevgi dolu bir mutluluk yaratıyor.
Sen beni unutmak istedin."
Ama aşk, cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
…çift kimlikli bir canlıydı, hem içlerindeydi hem değildi, masaya ihtiyaca göre konulup kaldırılan manolya gibi bir süs eşyasıydı…
Ve adam bir ürpertiyle gerçekleşen kavrayışının anlamını, sözcüklerin gerçeği söyleyen anlamını ansızın hissetti: Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler, canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler… Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam… Ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı.
Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yapraklarının kuruyup dökülmemesi için toprağın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bile belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ve canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi halde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.
Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalıştırarak uyuşturmuştu.
içimde kabaran bu huzursuzluk bendeki sarsılmaz ve kesin olan şeyleri neden yok ediyor?
Beni anlamak istemiyorsun ama anladığını çok iyi biliyorum..
Her şey eskisi gibi, sadece biz değiliz, biz değiliz.
Lütfen birbirimize karşı dürüst olalım.
Bir erkek özgürlüğünden kolay vazgeçmez.
Ne uzun bir zaman. Ne çok yitik zaman…
Hayır, sakın bir şey düşünme şimdi, hiçbir şey isteme, arzulama, böylece kal, düş görür gibi belirsize doğru bırak kendini, yabancı bir selle sürüklen, birbirinize dokunamadan ama yine de birbirinizi hissederek, birbirinizi arzulayarak ama ulaşamadan, yazgıya doğru salınarak ama sonra dönüp kendi kaderine boyun eğerek. Böylece kal yalnızca, bu bitmeyen alacakaranlıkta, saatlerce, sonsuza kadar, düşlerle sarıp sarmalanarak.
Ne çok zaman geçmiş, ne çok zaman yitirmişti, ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönülebiliyordu.
Ne çok zaman geçmiş, ne çok zaman yitirmişti, ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönülebiliyordu.
Ne kadın eski kadındı ne adam eski adam.
… dikkatlice sözcüklerin arasında dönüp dolaşmaktan sersemledikleri için sohbet sonunda yorucu olmaya başlamıştı.
Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalışarak uyuşturmuştu.
“Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler, canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler… Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam… Ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı.”
İnsan özgürlüğünden kolay kolay vazgeçmez,"
“Dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş.”
Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı.
“Hiçbir şeyi unutmadığını söyledin. Ama unutma ki, ben artık yaşlı bir kadın sayılırım. İnsanın saçları kırlaşınca ne isteyecek ne de verecek bir şeyi kalıyor. Rica ediyorum, geçmişi geçmişte bırak.”
Aklımı toplayıp her şeyi berrak görebilsem keşke.
“Sadece anılarla yaşamak insanın doğasına aykırıydı; nasıl bitkiler ve bütün canlılar renklerinin solmaması ve çanak yapraklarının kuruyup dökülmemesi için toprağın besleyici gücüne ve gökyüzünden süzülüp gelen canlı ışığa ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde sözde gizli düşlerin bile belli ölçüde tensel gıdaya, duygulu ve canlı bir desteğe ihtiyacı vardı; aksi halde kanları çekilir, ışıma güçleri zayıflardı.”
Aşk , bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu , nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve ifade edebildiği zaman gerçek aşktır.
Yemin etmişti, hayır bir daha başkasının evine , kendine ait olmayan bir zenginliğin içine asla dönmeyecekti.
acaba o ses, anımsayarak gerçekleri söyleyen o ses oka dönüp, geçmişle birlikte bugünün üzerindeki örtüyü de kaldıracak mıydı?
Gölgeler, canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler…
Issız eski parkta karlar içinde,
Arıyor geçmişi iki gölge
bakışlarında tek nefes olmuş kin, kin, kin.
Hayır düşünme, seni gizemli bir şeye doğru götüren görünmez gücün kollarına kendini tamamen bırak, sorumsuzca, bütün kaslarını gevşeterek…
“İnsan yaşlanıyor, ama değişmiyor.”
İki taraf da karşılıklı oynuyor ama kimse kimseyi aldatmıyor.
İnsan yaşlanıyor ,ama değişmiyor . “
”Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam…”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir