İrfan Aycan kitaplarından Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebi Süfyan kitap alıntıları sizlerle…
Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebi Süfyan Kitap Alıntıları
&“&”
Netice olarak, iktidar için mücadele verirken halifenin bir şûra tarafından seçilmesini israrla savunan Mu’âviye, ona ulaştıktan sonra sadece devlet idaresinin kendi ellerinden çıkmaması için, İslam’ın şûra prensibine ters düşen ve geçmişteki halifelerle pek benzerliği bulunmayan Yezîd’i veliaht tayin ederek bu sistemi Müslümanlar arasında yerleştirmiştir.
Hz. Peygamber (sas.) ve ondan sonra gelen Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerini birlik içinde yaşayan Müslümanlar, Hz. Osman’ın son dönemlerinde ortaya çıkan hadiselerle siyasallaşmaya başlamışlardır. Sonraki yıllarda Hz. Osman’ın katledilişi, Hz. Ali’nin hilafete geçişi, diğer taraftan Muâviye’nin Hz. Osman’ın kanını talep edip yeni halifeye biat etmeyişi gibi hadiseler, Müslümanların siyasallaşmalarını hızlandırmış , İslam toplumunda gergin bir atmosfere sebep olmuştur.
Dolayısıyla Müslümanların, bu dönemde din ve siyasetin birlikteliği anlayışından, siyasetin dine nazaran ilk plana geçişi anlayışına doğru yöneldiklerini, yani sosyal bir değişime maruz kaldıklarını görüyoruz.
Aslında Hz. Osman’ın valileri ve yakınları arasında onun kanını talep edebilecek çok daha layık kimseler mevcuttur, ancak yakınlık unsuruna rağmen, güç unsurunun öne çıkarılması değişik bir amaca matuftur. Bu yolla Muâviye, Hz. Osman’ın katledilmesini esas alarak, yoğun bir çabayla, Suriye’deki varlığını iktidara alternatif olma yolunda sarf etmiştir.
Nitekim, bu cinayet Şam’dan o kadar kuvvetli telkin edilmiştir ki bütün Suriyeliler Hz. Osman’ın katili olarak Hz. Ali’yi bilmişler ve onun intikamını alacaklarına yemin etmişlerdir. Netice olarak Muâviye, Hz. Osman’ın intikamının alınmasını iktidarı ele geçirme yolunda bir vesile ittihaz etmiştir.
Muâviye, Hz. Hasan’a geçimini temin edebilmesi ve borçlarını kapatabilmesi amacıyla beytülmalden büyük bir meblağ ödeyecek ve Faris’te bazı toprakların haracı kendisine bırakılacaktır. Diğer husus ise Hz. Ali’nin arkadaşları ve taraftarları canları, malları, kadınları, çocukları emniyet içinde olacak ve gizli veya açık kine maruz kalip zulmedilmeyeceklerdir. Mu’aviye ile Hz. Hasan, yukarıdaki konuları ihtiva eden anlaşmalarını Meskin’de buluşarak imzalamışlardır.
661 Ramazan ayında içinde bulunulan şartları beğenmeyen ve Nehrevan’da öldürülen Haricilerin intikamını almak isteyen Abdurrahmân b. Mulcem, Burek b. Abdullah, Amr b. Berk isimli üç kişi, İslam dünyasında cereyan eden bütün hadiselerin mesulü gördükleri Hz. Ali, Mu’âviye ve Amr ibnu’l-As’ı öldürmek için anlaşmışlar ve öteden beri meydana gelen hadiselerin yeni bir boyut kazanmasına neden olmuşlardır.
Bu üç Haricînin suikast girişimlerinde, Hz. Ali öldürülmüş, Muâviye yaralı kurtulmuş, Amr ibnu’l-As ise namaza başkasını göndermesi sebebiyle hedef olmamıştır.
Muhammed b. Ebi Bekr, Mısır’ın tamamından ancak dört bin kişilik bir ordu çıkarabilmiştir. Bu askerlerin iki bini Kinâne b. Bişr’in komutasında, geri kalanı da kendi komutasında olmak üzere Amr’ı karşılamaya çıkmıştır. Bu kuvvetlerle Amr ibnu’l-As’ın ordusu, Musennât adı verilen mevkide karşılaşmıştır.
Çok şiddetli çarpışmaların ardından Muâviye b. Hudeyc, Kinâne b. Bişr’i öldürmüş, Kinâne’nin ölümü valinin ordusunun dağılmasına sebep olmuştur. Bu durum karşısında vali, etrafında kalanlarla birlikte bir harabeye sığınmak durumunda kalmıştır. Mu’âviye b. Hudeyc’in Muhammed b. Ebî Bekri sığındığı harabeden çıkararak önce öldürdüğü, sonra da bir eşek leşinin içine koyarak ateşe verdiği belirtilmektedir.
Sonuç olarak tahkim, Müslümanlar arasındaki siyasi problemlere herhangi bir çözüm bulamamış, aksine mevcut çıkmazları daha da derinleştirmiştir. Konuyla ilgili bütün rivayetlerden çıkan ortak fikir, Siffin’de yenilginin eşiğinde iken önce Kur’an sayfalarını mızrakların ucuna taktırarak savaşı durdurmasını bilen ve bu olayla Hz. Ali’nin ordusunda ayrılık ve fitne çıkmasına sebebiyet veren Mu’âviye, mücadeleyi savaş meydanından politik mücadele zeminine kaydırmış, Ezrůh’ta da iktidar merdiveninin son basamağına çıkmıştır.
Buraya kadar isyan ve halifeyi tanımama şeklinde gelişen Mu’àviye’nin tavrı, bundan sonra çok daha değişik bir boyut kazanacak ve o her türlü teşebbüs gücüyle idareye el koymaya çalışacaktır.
Siffin’de savaşı üstünlükle bitirmeye çok yakın olan Hz. Ali ve ordusu, Mu’âviye’nin hakeme başvurma oyununa gelen bir kısım askerleri yüzünden, politik mücadelede inisiyatifi tamamen Muâviye’ye kaptırmıştır. Zira bu esnada Hz. Ali sadece Mu’àviye ile değil, kendi ordusundaki asilerle de mücadele etmek durumunda kalmıştır.
Tahkimin kabul edilmesi ile Mu’àviye, isyan eden bir validen ziyade anlaşmaya oturulan bir taraf olarak görülmüş, hatta görüşmelerin nasıl bir usul içinde yapılacağı, gündemin nasıl oluşturulacağı, Hz. Ali’nin ordusundaki anlaşmazlık sebebiyle, hep Muâviye’nin istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Nitekim ihtilafı çözecek hakemleri herkesin kendi tarafından seçmesi bile Muâviye’nin fikridir.
Siffîn Savaşı, hilafetin bütünlüğünü sağlamak için gayret sarf eden Hz. Ali ile ona karşı bilinçli bir şekilde hareket edip biatten geri duran Muâviye arasındaki iktidar mücadelesini nihai noktaya götüren ilk sıcak karşılaşmadır.
Mu’âviye âdeta Hz. Osman’ın dirisinden ziyade, ölüsünden istifade etmek istemiştir. Çünkü yaşlı halifenin yatağında ölmesi ile muhalifleri tarafından öldürülmesi çok farklı sonuçlara yol açabilecek iki husus olup Hz. Osman’ın öldürülmesi, Mu’âviye’yi ve Ümeyyeoğullarını daha haklı bir konuma getirmeye veya kendi iktidar davalarını sürdürebilmeleri amacıyla bir bahane oluşturmaya yetecektir.
Nitekim Mu’âviye’nin Medine’de muhacir ve ensanı hedef alarak tehdit etmesi, Medine’deki Ümeyyeoğullarının Hz. Ali’ye, “Sen bizi helak ettin, bu işi müminlerin emirine sen yaptın, eğer isteğine ulaşırsan dünyayı başına yıkarız.90 deyip onu hedef almaları ve yine Velîd b. Ukbe’nin,"Haşimoğulları, Osman’ın yerine geçmek için onu öldürdüler." demesi, hedefin kesinlikle belli olduğunu göstermektedir.
Hatta ilk iki rivayette olduğu gibi hedef daha halifenin sağlığında belirlenmiştir. Bunun sebebi, Hz. Ali’nin, her ne şekilde olursa olsun Hz. Osman’ın ölümünden sonra en kuvvetli halife adayı olmasıdır.
Öte yandan Mısırlılara işlerin yoluna gireceğine dair teminat veren Hz. Ali, ele geçirilen mektubu önce sahabeye göstermiş, sonra da halifeye giderek yapılanların ne demek olduğunu sormuştur. Halife, son birkaç yıldan beri olduğu gibi her şeyden habersizdir. Mısır’a giden köle, deve ve mühür kendisine ait, yazı ise Mervân’a aittir. Dolayısıyla isyancılar Mervân’ın kendilerine teslimini istemişler, fakat halife öldürülmesi endişesiyle Mervân’ı onlara teslim etmemiştir. Mektup meselesi diğer vilayetlerde de yayılınca Kûfe’den ve Basra’dan da gruplar gelmeye başlamıştır.
Bu sefer halifenin kesinlikle görevini bırakması istenmiş, ancak Hz. Osman, “Allah’ın giydirmiş olduğu bu elbiseyi kesinlikle çıkartmam. diyerek bu isteği reddetmiştir. Mısırlıların hiddeti o kadar artmıştır ki Hz. Osman’ı camide bayılıncaya kadar dövmüşler, hiddetleri, dövdükleri kimsenin Resulullah’ın en yakın arkadaşlarından biri olduğunu dahi unutturmuştur.
Mısırlılar kızgınlıkla Medine’ye dönüp Resulullah’ın bütün ashabını toplamışlar ve ele geçirdikleri mektubu onlara da okuduklarında bu durum Medinelileri de galeyana getirmiştir. Bu hadiseden sonra Medine’de Hz. Osman’ın hiçbir destekçisinin kalmadığı belirtilmektedir.
Medine’de Huzeyloğulları, Zühreoğulları, Mahzumoğulları, Gifaroğulları ve önde gelen sahabiler muhalif hareketin faal üyeleri olmuştur. Hz. Â’işe Medinelilere, “Resulullah’ın şu elbisesi daha eskimedi. Osman onun sünnetini eskitti. demiştir. Bu yüzden Mervân, Hz. Â’işe’yi, isyancılara mektup yazarak onları isyana teşvik etmekle suçlamıştır.
Medine’de yapılan bu toplantının sonunda halife, valilere, idareye ve idarecilere muhalif olanların sıkıştırılmalarını, savaşa gönderilmelerini veya divandan aldıkları maaşların kesilmesini emretmiştir. Hatta Hz. Osman, muhaliflerin öldürüleceğini söylediğinde Hz. Ali ona, yapılması gerekenin öldürmek değil, adaletle davranmak olduğunu belirtmiştir.
Tedbir gibi görülen bu emirler, vilayetlerdeki muhalif hareketin önlenmesi yerine, kızışmasını ve büyümesini hızlandırmıştır. Hz. Osman kesinlikle eleştiri kabul etmemiş, muhalifleri ve muhaliflerin elçilerini ya cezalandırmış ya da sürgüne göndermiştir. Devletin tebaasını farklı siyasi yapılara bölen bu uygulamalar, muhaliflerin geniş çevrelerce destek görmelerini sağlamıştır. Ümeyye soyundan olan idareciler devleti aile çiftliği gibi görmüşse ve o şekilde idare etmekte israr etmişlerdir.
Hz. Osman, Medine hazine görevlisine gelerek Hakem b. Ebi’l-As’a beytülmalden bir miktar para verilmesini emretmiş, beytülmal memuru da, “Ben sizin ailenizin hazine memuru değilim, ben Müslümanların hazine memuruyum. diyerek hazine kapısının anahtarlarını Hz. Osman’ın önüne atmıştır. Hz. Osman ona, “Sen bizim hazine memurumuzsun, verdiğimizi alırsın, sustuğumuzda da susarsın." cevabını vermiştir. Bunun üzerine hazine memuru görevini bırakmış ve yerine Zeyd b. Sâbit tayin edilmiştir.
Muâviye, Suriye’deki gücünü Hicaz’dan gelenler yerine Suriye’deki Kelb kabilesine dayandırmak istemiştir. Önce kendisi bu kabileden biriyle evlenmiş, sonra da Hz. Osman’ı evlendirmiştir. Böylece bu güçlü kabile ile akrabalık tesis edilmiştir.
Suriye bölgesinin fethi için Arap Yarımadası’ndan çıkan Müslümanlar, fetihler sonucu eskiden hiç sahip olmadıkları servete kavuşmuşlardır. Bu servet onları İslam’ın istediği sade yaşantıdan uzaklaştırıp gösterişli bir hayata yöneltmiştir.
Ganimet zengini bazı Müslümanlar malzemelerini dışarıdan getinttikleri luks evler yaptırmışlardır. Mu’aviye de Şam’da elHadra isimli sarayını inşa ettirmiştir. Bu hal tabiatıyla bazı Müslümanları rahatsız etmiş, yaşanan hayatı özden uzaklaşma olarak görmüş ve gerek valiye gerekse halifeye doğrudan tenkitler yöneltmişlerdir.
Sahabeden Eba Zerr, el-Hadra Sarayı’nı yaptırdıgında Mu’aviye’ye, Eger bunu Müslümanların hazinesinden bina ettiysen hainlerdensín, eğer kendi malından bina ettiysen musriflerdensin." diyerek muhalefetini göstermiştir.
Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında Islam toplumunu sarsacak bir durum ortaya çıkmamıştır. Çünkü hadiselerin yoğunluğu iç politikada değil, dış politikada olmuştur. Fetihlerin karada ve denizde devam ediyor olması, insanların da bu fetihlere katılmaları, dikkatleri içeriden ziyade dışarıya yöneltmiştir. Ancak fetihlerin hep başarı ile neticelenmesi bazı hallerde avantaj yerine dezavantaja dönüşebilmiştir. 645’te Ermenistan’dan elde edilen ganimetin paylaşılmasında Şamlı ve Kûfeli askerlerin karşı karşıya gelmeleri ve yine benzeri bir hadisenin 648’de Kıbrıs’ta meydana gelmesi Allah yolunda savaşın yerini, ganimet elde etme arzusunun aldığını gösteren ilk işaretlerdir.
Hz. Osman’ın, devlet kademelerinde akrabalarını görevlendirmesi kendi tercihi olmakla birlikte, Ebû Sufyân gibi Ümeyyeoğullarının önde gelenlerinin de yönlendirmelerinin bu tercihte etkili olduğu aktarılmıştır. Ancak daha Hz. Peygamber’in ashabı hayatta iken, kimi kılıç zoruyla Müslüman olmuş, kimisi idam edilmekten kurtarılmış, kimisi de münafıklıktan ilahî damga yemiş; bu kimselerin mevki sahibi olması bu tayinler tarafından hiç de hoş karşılanmamıştır.
Mu’âviye’nin kısmi bir yetkiyle de olsa Şam’a tayini hem Ebû Sufyân’ı hem de ailesini çok sevindirmiştir. Yezîd’in vefatı üzerine taziye için kendisine gelen Hz Ömer’in, Yezîd’in yerine Muâviye’yi tayin ettiğini bildirdiği zaman Ebû Sufyan, halifeye şükranlarını bildirmiş, eski onurlarının iade edildiğinin ifadesi olan bazı sözler söylemiştir.
Muâviye’nin kırk yıllık siyasi ve idari hayatını üzerine bina ettiği en önemli prensiplerinden birisi de parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymayışıdır. Bütün bunlarin kifayet etmediği yerde ise güce başvurmuştur. Savaş meydanlarında pek bir kahramanlığı olmamasına rağmen Mu’âviye, nadir yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan ve ileri görüşlü bir idareci ve masa başı mücadelelerden hep zaferle ayrılan bir politikacıdır.
Hasan el-basri’nin aynı zamanda idareye bakış açısını yansıtan ve genelde müslümanların Mu’àviye ve idarecileri hakkındaki kanaatlerini içeren tavrı önemlidir.buna göre o, Mu’àviye hakkında, Mu’àviye için dört günah vardır ki onlardan sadece biri olsa dahi,onun büyük günah işlediğini gösterir." Demiş ve bu hususları söyle sıralamıştır:
1.fazilet sahipleri ve sahabenin hayatta kalanları varken,onlarla meşveret etmeden,sefihleri iş başına getirip ümmetin arasını bozması, 2.şarap içtiği,ipekli giyip tambur çaldığı ortaya çıktıktan sonra yezid’i kendine halef tayin etmesi, 3. Peygamber’in hadisine rağmen ziyad’ı nesebine katması, 4.hucr b.adiyy’i katletmesi."
Yalnız burada ortaya çıkan husus,her iki halde de Abdurrahman’ın Suriye’de şahsına teveccüh gösterilen bir kimse olması ve Mu’àviye’nin bundan rahatsızlık duymasıdır.neticede Mu’àviye Abdurrahman’dan kurtulmanın yolunu,onu zehirletmekte bulmuştur.bu yol, Mu’àviye’nin daha önce de başvurduğu ve bu işe gayr-i müslimleri aracı yaptığı bir yoldur.bu olayda da ibn asal ismindeki, muhtemelen Hristiyan olan bir tabibi,kendisinin haracdan muaf tutulması ve hımıs şehrinin haraç görevliliğine tayin edilmesi karşılığında Abdurrahman’ı zehirlemekle görevlendirmiştir.
Mu’aviye döneminde Suriye bölgesinde meydana gelen en önemli hadise, hımıs valisi Abdurrahman b.halid b.velid’in zehirlenmesidir.
Mu’aviye ve Hz. Ali’nin Müslümanlar arasındaki konumları eskisine nazaran farklılaşmış, siyasi hava Muâviye lehine gelişmeye başlamıştır. Artık Hz. Ali’nin karşısında, siyasi muhalifi
Mu’àviye ile siyasi çıkmazlardan kalkarak dini bir sapmanın ilk örneğini teşkil eden Hariciler vardır.
Muâviye, Amr ibnu’l-As’ın teklif ve telkiniyle askerlere emir vererek Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna taktırmış, güya onları Allah’ın kitabının hakemliğine davet etmiştir.
Ümeyyeoğullarının,halifenin artık sonunun geldiğine inanmaları ve bu durumda ellerinde bulunan idareyi bırakmamak için yeni ve daha kuvvetli bir dayanak aramalarıdır.onlara göre Hz .Osman’ın kanını dava etmek daha çıkar bir yoldur.aksi takdirde idarenin ümeyyeoğullarının ellerinden tamamen çıkacağının bilincidedirler.buna en açık örnek Mervan b.el- hakem’in,halifeyi evinde muhasara edenlere,siz bizim elimzideki idareyi ele geçirmek için geldiniz.seklindeki sözüdür.
Hz.osman,Medine hazine görevlisine gelerek hakem b.ebil-as’a beytülmalden bir miktar para verilmesini emretmiş,beytülmal memuru da,ben sizin veya ailenizin hazine memuru değilim,ben müslümanların hazine memuruyum."diyerek hazine kapısının anahtarlarını Hz.osman’ın önüne atmıştır.hz.osman ona,"sen bizim hazine memurumuzsun, verdiğimizi alırsın, sustuğumuzda da susarsın."cevabını vermiştir.bunun üzerine hazine memuru görevini bırakmış ve yerine zeyd.b.sabit tayin edilmiştir.
Şairlerin toplumu etkilemede güçleri inkâr edilemez. Bu yüzden Muâviye’nin etrafında da çok sayıda sair mevcuttur.
Mu’aviye, bilgi edinmeyi, edip, şair ve bilge kimselerle sohbet etmeyi, onların hikmetli sözlerinden ve tecrübelerinden istifade
etmeyi seven, her zaman öğrenmeye açık bir insan olmuştur. O,her meslekten insanları toplar, onlara ziyafetler verir ve kendilerine ihtisas sahalarında sorular yöneltirdi. Şurden anlar,şiire önem verir ve şiiri teşvik ederdi. Şiir için, “Şiire önem verin, edebin çoğu ondadır, seleflerimizin izleri ondadır, sizi doğru yola iletici hususlar ondadır. Eğer İbnu’l-Etnábe el-Ensârî’nin şiiri olmasaydı
(Siffin’de) Yevmu’l-Herir’de kaçmaya azmetmiştim.
Mu’aviye, nadir yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan ve ileri görüşlu bir idareci ve masa başı mücadelelerden hep zaferle aynılan bir politikacıdır. Kendisi Hz. Ali karşısındaki avan-
tajlarını şu şekilde anlatmaktadır. “Ben ona göre dört hususta daha avantajlıydım. Ben sırrımı saklıyordum, o açığa vuruyordu; benim düzgün ve itaatkâr bir ordum vardı, onun bozuk ve isyankar bir ordusu vardı; ben, onu Cemel ashabıyla baş başa bıraktım ve (kendi kendime) dedim ki eğer Cemel ashabı ona
galip gelirse onlar bana Ali’den daha ehvendir. Eğer Ali onlara galip gelirse ben de onları dininde şüpheye düşürürüm.ben Kureyş’e Ali’den daha sevimli geliyordum.ondan kaçıp da bana gelenlere ne mutlu.
insanlarla ilişkilerine son derece önem veren ve onu sağlam temeller üzerine oturtmaya çaba gösteren Mu’àviye, bu konudaki prensibini şu şekilde açıklamaktadır. Insanlarla kendi aramda ebediyen koparmadığım bir dostluk bağı vardır. Onlar ipi koparmaya çalıştıklarında ben onu gevşetirim, onlar ipi gevsetirlerse ben ona asılırım."
Mu’àviye’nin kırk yıllık siyasi ve idari hayatını üzerine bina
ettiği en önemli prensiplerinden birisi de parasının iş gördüğ yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymayışıdır.
Mu’aviye’ye göre akıl bir ölçektir.aklın üçte biri meselelere nüfuz etme kabiliyeti,üçte ikisi ise hatalara görmezlikten gelmedir.akıllığın ölçüsü de sonunda çıkılmak istenecek bir işe girmemek,yani nereden bulaştım şu işe dememektir.Ona göre insanların en sabırlısı da görüş, fikir,kanaat,duygu,arzu ve heveslerine karşı gelen"kimsedir.
Tarihte Arap’ın dört dahisinden biri olarak ün salan mu’aviye, birçok hasleti kendinde toplamakla ve bu hasletleri hayata aktarmakla bu özelliğini elde etmiştir
Mu’aviye’nin hz.peygamber’in katipleri arasında bulunduğuna hiçbir şüphe yoktur,ancak yapmış olduğu katipliğin niteliği hususunda rivayetler farklılık arz etmektedir.
Dış seferlerin uzun süren bir iç mücadelenin akabinde olması, toplumun yeniden yapılanmasına yardımcı olmak ve kolaylaştırmak, dikkatleri bu seferlere çekip iç huzuru temin etmek gayesine matuftur.
Herhangi bir bedevi kabilesinin, arada bir anlaşma yoksa öteki ailelerin mensuplarını düşman olarak gördükleri gibi, Haricîler de kendileri dışındaki herkesi, farklı görüşlerdeki Müslümanlar olsa bile, kanı dökülebilecek düşmanlar olarak görmüşlerdir.
Mu’âviye’nin kırk yıllık siyasi ve idari hayatını üzerine bina ettiği en önemli prensiplerinden birisi de parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymayışıdır. Bütün bunların kifayet etmediği yerde ise güce başvurmuştur.
Söyledikleri söz hak, fakat onların bu sözle istedikleri batıldır.
Rivayetlerde İslami dönemde kesilmiş kafası şehirden şehire dolaştırılan ilk kimsenin , Amr b. El hamık olduğu belirtilir.
Allah hainleri sevmez.
Ben ümmetin birliği, maslahatı ve kanın akmasını önlemek için savaşı terk ettim.
Eğer bunu (sarayı) müslümanların hazinesinden bina ettiysen hainlerdensin, eğer Kendi malından bina ettiysen müsriflerdensin.
Dış seferlerin uzun süren bir iç mücadelenin akabinde olması, toplumun yeniden yapılanmasına yardımcı olmak ve kolaylaştırmak, dikkatleri bu seferlere çekip iç huzuru temin etmek gayesine matuftur.