İçeriğe geç

Ölüme Övgü Kitap Alıntıları – Marcus Tullius Cicero

Marcus Tullius Cicero kitaplarından Ölüme Övgü kitap alıntıları sizlerle…

Ölüme Övgü Kitap Alıntıları

&“&”

-Ölüm kötü bir şey bence.
-Ölüler için mi, yoksa ölecek olanlar için mi kötü?…
Bütün şeyler arasında kendi kendine hareket eden tek şey ruhsa ve bu, ruhun kendine has özü, niteliği olduğu için, ruh şüphesiz doğmamıştır, sonsuzdur…
Ruhun kaynağı yeryüzünde bulunamaz;çünkü hiçbir karışım ya da birleşimden eser yoktur ruhta. Ne topraktan çıkmış ya da şekillenmiş bir maddeden, ne de suya, havaya, ateşe benzeyen bir şeyden eser vardır onda…
Eflatun duyularla algılanan hiçbir nesnenin gerçek bir varlığı olmadığı fikrinini sık sık tekrarlar, çünkü başlangıcı ve sonu olan hiçbir şeyin var olmadığını, ancak asıl niteliği hiç değişmeyen şeylerin var olduğunu düşünür,bu şeye biz idea" diyoruz.Ruh bedende hapisken, ideaları kavrayamaz,bilgiyi kendisiyle getirir, dolayısıyla ne kadar çok biliyoruz diye şaşmamamız gerekir…
Yalnızca bedeni olan varlıklar değiliz ki biz,işte şu anda seninle konuşurken de senin bedeninle konuşmuyorum. Apollon KENDİNİ TANI" derken, kendi ruhunu tanı demek istemiştir…
… başlangıç doğmaz, çünkü her şeyin kaynağı bir başlangıçtadır, ama başlangıcın kendisi başka bir şeyden doğamaz, başka bir varlıktan doğan şey bir başlangıç olamaz… BÜTÜN ŞEYLER ARASINDA KENDİ KENDİNE HAREKET EDEN TEK ŞEY RUHSA VE BU, RUHUN KENDİNE HAS ÖZÜ, NİTELİĞİ OLDUĞU İÇİN, RUH ŞÜPHESİZ DOĞMAMIŞTIR, SONSUZDUR…
Duyularla algılanan nesneler durmadan değişir, hiçbir zaman aynı kalmaz. Ruh görünmeyen ve değişmeyen bir şeye, beden ise görünen ve değişen bir şeye yakındır. Beden ruhu görünen ve değişen şeylerin alanına sürükler, ruh yolunu şaşırır, ne yapacağını bilemez olur. Bilginin en yakınına ulaşmanın yolu bedenden o ölçüde uzak durmaktan geçer. Ruh, beden dışında bir hayatı olmasaydı gerçekliğin hakikatine, ideaların bilgisine erişilemezdi…
Onun isminin ağırlığı ezer geçer beni…
Halkın iyi insanlar hakkındaki gerçek yargısı, iyiliğin iyi insanlara mutluluk getiren bir şeyden çok özülmesi gereken bir şey olduğu yönündedir.
Çağımızda bir erkeğe yakışmayacak kadar hayalperest olduk, böyle olunca da, ölüm bizi kahinlerin söylediklerini gerçekleştirme fırsatını bulmadan yakalarsa, kendimizi alay konusu olmuş, türlü nimetlerle kandırılmış, aldatılmış hissedeceğiz.
Ruhun kendi kendini görecek gücü yoktur, ama tıpkı göz gibi, kendisini göremese bile başka şeyleri seçebilir.
her şeyden önce, ruhun bir hafızası vardır.
Yeryüzünde yaşarken bile atalarımızı saran karanlığı keskin kavrayış gücüyle delme aşkıyla yanıp tutuşanlar, sevinçlerin de en güzelini duyacaklardır.
doğa içimizde bitmek tükenmek bilmeyen bir hakikat aşkı uyandırmıştır.
Tenimiz arzuların ateşinde yanıp tutuşur, hele can attığımız şeyleri başkasında görüp imrenince isteklerimiz daha da körüklenir. Ruh tenden ayrılıp bütün isteklerden, kıskançlıklardan sıyrılınca elbette mutlu olacağız.
İnsan zihninde gelecek çağlar hakkında kök salmış bir çeşit önsezi vardır.
ruhlar bedenden ayrılınca gökyüzündeki barınaklarına giden yolu bulurlar.
Sanatı halkın saygısı besler, herkes üne kavuşma tutkusuyla işine sarılır, oysa halkın benimsemediği işlere kimse önem vermez.
Onun isminin ağırlığı ezer geçer beni …
Dünyaya gelişimiz, yaratılışımız bir kaza, bir rastlantı değildir, insanoğlunun ne yapıp ne ettiğini gözleyen bir kudret vardır elbette.
Çoğu insanın tanrılar hakkında yanlış bir fikri olduğu bir gerçektir, ama genellikle bunun sebebi insanın yozlaşmasıdır.
İnsan bu dünyadan ayrılırken, varlığı büsbütün ortadan kalkacak kadar yok olmaz.
Öleceğimiz düşüncesi gece gündüz her an içimizdeyken, yaşamaktan nasıl zevk alabiliriz?
Dünyaya gelişimiz, yaratılışımız bir kaza, bir rastlantı değildir, insanoğlunun ne yapıp ne ettiğini gözleyen bir kudret vardır elbette, Bu kudret bir soy yaratıp onun üremesini sağlayarak, türlü acılarla onu eritip bitirdikten sonra ölümün kucağına, oradaki sonsuz kötülüklerin kucağına atacak bir kudret değildir. Bu kudreti bir barınak, bizi koruması için hazırlanmış bir sığınak gibi görelim.
Bize gelince, “emr-i hak” vaki olup da bu dünyadan ayrılacağımız gün gelip çatınca, şükran duyarak, sevinç içinde boyun eğelim ölüme, ya besbelli bize ayrılan ebedi istirahatgâhımıza gidebilmemiz ya da bütün heyecanlardan ve sıkıntılardan kurtulabilmemiz için bir hapishaneden, zincirlerimizden kurtulduğumuzu düşünelim. Öte yandan, tanrı henüz buyruğunu vermemişken, başkaları korkunç bulsa da son günün bizim için hayırlı olduğuna inanalım.
Kusursuzluk derecesinde erdemli olma işini kusursuzca yerine getiren bir insanın ömrü kısa sayılmaz.
Ölümün bizi bu dünyadan başka bir dünyaya götüren bir yolculuk olduğu hikâyesi doğru ise, daha da mutlu olur elbet insan.
İnsanın bilgelikten daha çok değer verdiği bir şey yoktur, yıllar kalan her şeyi alıp götürse de, şüphesiz bilgelik getirir bize.
Ölümün ikizi olan uyku sende var, nasıl üstüne geçirdiğin elbise bedenini her gün sarıp sarmalarsa, uyku da her gün seni öyle sarıp sarmalar…
Hayat durmadan değiştiği, hiç beklenmedik şeyler getirebileceği, hayatın kendisi de zaten kısa olduğu için, ölüm hiçbir zaman bize çok uzak olamaz; bu yüzden de ölüm bilge kişiyi devletinin ve ailesinin çıkarlarını gözetmekten alıkoymaz, bu yüzden de gelecekten hiç haberi olamayacağı halde kendi derdiymişcesine geleceği düşünür o insan. Böylece, ruhun ölümlü olduğu sonucuna varan kişi ölümsüz işlere girişebilir, ama kendisine mutluluk getirmeyecek bir ün arayışıyla değil, erdem arayışıyla, üne kavuşma amacı güdülmese de mutlaka ün getirecek bir erdem arayışıyla…
Amacımız hakikate ermekse, ölüm bizi kötülükten çeker alır, iyilikten değil.
Bedenin esiri olmuş insanlar özgürlüğe kavuşunca bile hızla yol alamazlar, tıpkı yıllarca zincire vurulmuş olarak yaşamış esirler gibi. Ancak öbür tarafa varınca, ancak o zaman yaşayabileceğiz, çünkü aslında ölüm bu hayatın ta kendisidir.
Ruhun bedenden koparılması ölmeyi öğrenmekten başka nedir ki? İşte bu yüzden ölüme hazırlanalım, kendimizi bedenimizden ayıralım, yani kendimizi ölüme alıştıralım.
Hepimizin efendisi olan tanrı, bu dünyayı kendi izni olmadan terk etmeye kalkmamızı yasaklar, ama tanrının kendisi bize geçerli bir sebep gösterirse, tıpkı geçmişte Sokrates’, günümüzde de Caton’a, ve daha başkalarına gösterdiği gibi, senin gerçek bilgen de burasının karanlığından öteki tarafın aydınlığına mutlaka sevinçle geçecektir.
Bazıları gibi bilmediğim şeyi bilmediğimi söylemekten utanmam.
Öyleyse hareket ettiğinin bilincindedir ruh, üstelik dışardan gelen bir güçle değil, kendi gücüyle hareket ettiğinin de bilincindedir, bu yüzden hiçbir zaman kendinden kurtulamaz.
Her zaman hareket halinde olan şey sonsuzdur, ama başka bir şeyi hareket ettiren, kendisi de başka bir yerden hareket ettirilen şeyin, hareket etmeyi bırakınca yaşamayı da bırakması gerekir. Yalnızca kendiliğinden hareket eden o şey kendi kendini terk edemeyeceği için, hep hareket halindedir; ama bu şey aynı zamanda bir çıkış noktasıdır, hareket eden bütün öteki varlıklar için bir başlangıçtır. Öte yandan başlangıç doğmaz, çünkü her şeyin kaynağı bir başlangıçtadır, ama başlangıcın kendisi başka bir şeyden doğamaz, başka bir varlıktan doğan şey bir başlangıç olamaz da ondan. Her şeyin başlangıcında bir kaynak olması gerektiği göz önüne alındığında, bir şeyin hiçbir zaman bir kaynağı olmadıysa, bir sonu da olamaz, çünkü başlangıç bir kere yok edilince hiçbir zaman kendi kendine başka bir şeyden yeniden doğamaz, kendi varlığından yola çıkarak başka bir şey de yaratamaz. Buna göre hareketin başlangıcı kendi kendine hareket eden o şeyden gelir; üstelik o şey ne doğabilir ne de ölebilir, yoksa ilk hareketi başlatan şeyin itici gücünün etkisiyle üstümüzdeki gökkubbe çöker, yaratılmış tekmil varlıklar kımıldayamaz olur. Kendiliğinden hareket eden şeyin sonsuzluğu artık açığa çıktığına göre, bu özelliğin ruha verilmediğini kim söyleyebilir ki? Dışardan hız verilerek hareket ettirilen hiçbir şeyde ruh olmadığı için, ruhta bulunan şey, ona kendi içinden gelen ve kendisine ait olan hareketle ruha karışmış olan şeydir. Bütün şeyler arasında kendi kendine hareket eden tek şey ruhsa ve bu, ruhun kendine has özü, niteliği olduğu için, ruh şüphesiz doğmamıştır, sonsuzdur."
Beden ruhun kabı, barınağı olduğu için ruhun işleri, senin işlerindir.
Hiç görmediğimiz şeylerin asıl niteliklerini kavrayabilirsek ancak, tanrı kavramını, bedenden kurtulmuş tanrısal ruh kavramını zihnimizde şekillendirebiliriz çünkü.
Demek ki tanrının onlara verdiği akıl bu kadarmış.
Ruhun hızıyla yarışabilecek hız yoktur.
Çünkü ruh şimdi sımsıkı, yoğun diye nitelendirdiğim havadan daha sıcak, daha yakıcıdır. Bunu da toprak unsurundan meydana gelen bedenimizi ruhumuzun ateşiyle ısıtmasından anlayabiliriz.
“İnsan gelecek kuşaklar için ağaç diker.” Sonraki kuşaklar adına kaygılanmak değilse nedir bu? Böylece meyve verdiğini hiç göremeyeceği halde gayretle ağaç diker bir çiftçi, ya büyük bir insan kanunları, kuralları kamu düzenini oluşturacak tohumları ekmez de ne yapar? İnsanoğlunun çocuk doğurması, adını sürdürmesi, evlat edinmesi, titizlikle vasiyetnameler hazırlaması, mezar taşları dikmesi, bu taşlara yazılar yazması şu anı düşündüğümüz kadar geleceği de düşünmemizden başka ne anlama gelebilir ki? Peki, ya şuna ne diyeceksin? Kusursuz bir yaradılış fikrinin insanlara dayanması gerektiğinden şüphe edebilir miyiz? İnsanlara yardım etmek, onları gözetip korumak için dünyaya geldiğine inananlardan daha iyi yaradılışlı insanlar var mıdır?
Ölümden gelecek bir kötülük yoksa, hiçbir kötü yanı olmadığını senin de kabul ettiğin, zamanın peşine düştüğü ölümde de bir kötülük yoktur. Buna göre, ölümün kaçınılmazlığı da bir kötülük değildir, çünkü kötü olmadığını kabul ettiğimiz bir duruma gelmek demektir bu zaten.
Ölmeye can atmıyorum, ama ölmeye de aldırmıyorum."
Ölüm, ölü için bile yoksunluk olsaydı eğer, hayatta sonsuz, sınırsız bir kötülük halinin nesnesi olurduk, ölümü bir hedef olarak görüyorsam, o hedefe varınca da o kadar korkutucu bir şey kalmayacak.
Bir şeyden yoksun kalabilmek için önce var olmak gerekir, oysa ölülerin var olmadıklarını söylemiştin az önce, var olmadıklarına göre hiçbir şey olamazlar, bu yüzden yoksun da olamazlar.
A- Ölüm kötü bir şey bence.
M- Ölüler için mi, yoksa ölecek olanlar için mi kötü?

A- İkisi için de.
M- Ölüm kötü bir şey olduğu için tam bir yıkımdır.

A- Elbette.
M- Ölmüş insanlar yoksunluk içindedir, bundan sonra öleceklerin de olup olacağı budur.

A- Bence de öyle.

Bir yazar doğru görüşleri savunduğu halde, düşüncelerini incelikle dile getirmekte yetersiz kalabilir, ama içine doğan düşünceleri bir düzene sokup aydınlatmadıktan, o düşüncelere okuru çeken tatları veremedikten sonra, yazmaya kalkışmak kişinin vaktini de kalemini de bağışlayamayacağımız ölçüde kötüye kullanması demektir. Sonuçta, böyle yazarlar kendi yazdıkları kitaplar kendi çevrelerinde, kendi kendilerine okurlar; onlar gibi çalakalem yazma ayrıcalığını elde etmek isteyenlerden daha geniş bir okur kitlesine ulaşamaz hiçbiri.
Ama ya rüzgar bizi geriye savurursa?
Tenimiz arzuların ateşiyle yanıp tutuşur, hele can attığımız şeyleri başkasında görüp imrenince istediklerimiz daha da körüklenir.
(…), ruhun hızıyla yarışabilecek hız yoktur.
Öleceğimiz düşüncesi gece gündüz her an içimizdeyken, yaşamaktan nasıl zevk alabiliriz?
Var olmayan bir varlık içinyoksunluk içindedir" demekle ona bir nitelik yüklüyor, onun varlığını kabul etmiş olmuyor musun?
– Ölüm kötü bir şey bence?

-Ölüler için mi, yoksa ölecek olanlar için mi kötü?

– İkisi için de.

Benden geriye kalanlar acı çekmesin n’olur
İğrenç bir halde dağılmak üzere olan bedenimin
Pıhtılaşmış kana bulaşan toprakta
Uzanan çıplak kalmış, kırık kemiklerim…
Bence, kimse daha uzun bir ömrün daha tatlı olacağını kanıtlayamaz.
Ölüm bir gün nasıl olsa gelir, ister ağırdan al, ister acele et, ömür gelir geçer.
Gökyüzü pırıl pırıl parlar, ağaçlar çiçek açar,
Sevinç veren asmaların dalları tomurcuklanır
Meyvenin ağırlığıyla eğilir dallar,
Çiçeklerle dolar tarlalar,
Pınarlar suyla kaynar
Otlara bürünür çayırlar…
Ölmeye can atmıyorum, ama ölümü de aldırmıyorum."
Öleceğimizi bilerek yaşadığımız için, biz de yaşayan yoksunlar değil miyiz yani? Öleceğimiz düşüncesi gece gündüz her an içimizdeyken, yaşamaktan nasıl zevk alabiliriz?
Kısacası, artık gün ışığını göremeyen bütün insanlar yoksunluk içindedir.
bu hayat için gözyaşı dökmem gerekseydi, gözyaşı dökerdim.
Onun isminin ağırlığı ezer geçer beni..
Geriye kalan tek şey kaderle savaşmaktı.
Çünkü bir şeyin eksikliğini duymak o şeyi
istemektir.
Gerçekten zihin düşünür, geleceği görür, öğrenir, öğretir,keşfeder, hatırlar ve daha pek çok işe yarar: sever, korkar, acı çeker, sevinç duyar.
Peki, ya şuna ne demeli? Öleceğimizi bilerek yaşadığımız için, biz de yaşayan yoksunlar değil miyiz yani? Öleceğim düşüncesi gece gündüz her an içimizdeyken, yaşamaktan nasıl zevk alabiliriz?
ruhumuz varlığını sürdürürse, ölüm bizi ya
mutlu edecek ya da hiçbir duyum gücümüz kalmayıp yoksunluktan kurtaracakken, niçin ölümün bir kötülük olduğunu savunuyorsun?
Ölüler hiçbir şeyin eksikliğini duymazlar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir