İçeriğe geç

Hesabım Var Kitap Alıntıları – Onur Ünlü (Ah Muhsin Ünlü)

Onur Ünlü (Ah Muhsin Ünlü) kitaplarından Hesabım Var kitap alıntıları sizlerle…

Hesabım Var Kitap Alıntıları

&“&”

– Aklım her gün başımda benim.
Bir seferlik de şöyle kenarda dursun…
İnsan onun yüzüne bakınca, dünyaya gelmiş olduğuna seviniyordu.
“Durumum hiç iç açıcı değil Tolga, evet. Beni öldürebilirler. Ama ölmez sağ kalırsam oğlum, hesabım var…”
Ama Matta İncilinde ne denirdi: Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter."
”hayatın inandırıcı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur komiserim. hayatta bir şeyler olur, ister inanırsın, ister inanmazsın…”
“Çünkü bu iş böyleydi. Aşık olduysan, şiire düşerdin. Selman Bulut da düşmüştü.”
“Hele bir insanın fırlatıp atıldığı bu gezegende ev kirası ödemesi kadar onur kırıcı bir şey olamazdı.”
“Cehalet özgürleştirir, biliyorsun…”
“Bugün yine çok seksisin…”
“Tövbe estağfurullah…”
Bu dünya çok tuhaf bir yer Tolga" dedi esrarlı bir sesle: "Adamın biri bir gün bir kitap okur, üzerinde düşüne düşüne Muallimi Sâni olur, yaktığı ateşle kâinat aydınlanır. Aynı kitabı götürüp başka bir adama okuturlar; dönüp o ateşi yakana &‘Sen kâfirsin’ der… Onu da alıp Hüccetü’l İslam diye başlarının üstüne koyarlar…"
Madem bazı hesaplar öbür tarafa bırakılıyordu, o zaman bu taraf niye vardı?
Umut kuyunun içinde değildir ki zaten. İnsanın içindedir…
Sanıldığının aksine hayatta herkese yetecek kadar yer yoktu.
Mahiyetinden emin bulunduğunuz bir şeyin peşine inançla takılmak, ısrarcılıktır. Ama emin olmadığınız bir şeyin peşinden gitmek ısrar ettiğinizde, saplantılı bir manyağın tekine dönüşürdünüz.
Hayatta hiçbir şey, bir cinayet kadar yüzde yüz kesinliğe ihtiyaç duymazdı.
Herkes şunu çok iyi bilirdi ki, geçmişin gölgesi uzundu.
Hayatın inandırıcı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur komiserim. Hayatta bir şeyler olur. İster inanırsın, ister inanmazsın…
Yanmanın ne olduğunu anlamak için, o koru avuçlayıp, bizzat yanmak gerekirdi bazen. Ya da bunun gibi bir şeyler…
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız…
Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.
İman ile şüphe kardeştir.
&”Şu satranç da hayat gibi&” diye içlendi sonra. &”Bir şeyi kurtarmak için başka bir şeyi mutlaka feda etmen gerekiyor.&”
Ama dünya çok zor bir yer…
Söylenmemiş bir şeyi söylemeye çalışmak aptalların işiydi.
Yalnızsanız aşk daha çekici geliyor. Âşıksanız da yalnızlık.
Büyük gün yaklaşmakta ve hâlâ eksiklerim var benim…
Zannedildiğinin aksine yazılan şeyi yaşamayız; yaşadığımız şey kendi yazdığımızdır…
Biz neye benziyorsak hayatımız da ona benzer.
Ve aklına yine o Karacoğlan türküsü düştü: &”Bu dünyada sevdiğine sarılana/Ahirette sorgu sual yoğumuş…&”
Bu muydu sahiden? Dünyaya bunlar için mi gelmişi? Bunlara gerçekten sahip miydi? Peki dünyaya bir şeye sahip olmak için mi gelinirdi? Sahi, dünyaya niye gelinirdi?
Korkan başkadır, korkak başka! Korkaklar kaçar. Ama korkanlar, korktukları halde korktukları şeyin üzerine gidenlerdir…
Her şey için çok geç ve birçok şey için fazla erken
Bu gibi dükkanlarda kimse cennetten bahsetmez; müşteriler kitapları satın almaya, cehennem tehdidiyle teşvik edilirlerdi.
Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter.
Yaşamak uğraşının kaderin eline bırakılmayacak kadar ciddi bir mesele olduğunu bilirdi.
Bu hayatta kim olduğunu tayin eden şey, yapmaktan korktukların değil, korkmadan yaptıkların.
Yalnızlığın kaderi olduğuna inanmaya başlayacaktı.
Ona göre bu hayatta kim olduğunu tayin eden şey, yapmaktan korktukların değil, korkmadan yaptıklarındı.
Ama Matta İncilinde ne denirdi: Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter."
Medeniyet tarihi birbirinden berbat binlerce öneriyle doluydu, evet. Ama sonuçta yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğine, bir şekilde ulaşmayı başarmışlardı işte.
Madem bazı hesaplar öbür tarafa bırakılıyordu, o zaman bu taraf niye vardı?
Eğer hakikat herkes için bir ve aynıysa – ki şüphesiz öyleydi – asıl yaratıcılık, klişelerin dışına çıkıp manasızlık evreninde boğulmak değil, insanlığın ortak malı olan mana birikimine devrimci açılımlar getirerek, kaosa mütevazı katkılar sunmaktı.
Ona göre bu hayatta kim olduğunu tayin eden şey, yapmaktan korktukların değil korkmadan yaptıklarındı.
Hani artistlik yapıyordun ya bana.. Yok camiden Selman Bulut, yok bilmem ne! Şimdi de pavyondan Selman Bulut mu oldun?
Gençlik yılları boyunca ……. tozlu sayfalar arasında çılgınlar gibi koşturup dururken, uyku denen lanetli prensesin şehvetli çığlıklarını duymazdı bile.
“Çocuğuna otomobil değil bir şarkı,bir şiir bırak.
Aşağı mahallede gördüm arabalar eskiyor…”
Bu dünya çok tuhaf bir yer Tolga” dedi esrarlı bir sesle: “Adamın biri bir gün bir kitap okur, üzerinde düşüne düşüne Muallimi Sâni olur, yaktığı ateşle kâinat aydınlanır. Aynı kitabı götürüp başka bir adama okuturlar; dönüp o ateşi yakana &‘Sen kâfirsin’ der… Onu da alıp Hüccetü’l İslam diye başlarının üstüne koyarlar."

Ya da bunun gibi bir şeyler…

Ama dünya çok zor bir yer…"
Kafa mı attın? Hûma Hanım’a?"
"Yok canım… Hûma Hanım’a değil. İstikbalime…"
Sonra tramvaya binmek istedi Zeynep. Tıkırtısını özlemişti. Kendi ifadesiyle, hayat gibi kokan kalabalığını"…
Uçurumdan aşağıya bir demet gülü fırlatıp yankı beklemek gibi bir şey bu yaptığım.
Biz Tanrı’nın var olduğunu bildiğimiz için Tanrı var. Kendinden menkul şekilde var olup olmadığını bilmemize imkan yok çünkü.
Umut kuyunun içinde değildir ki zaten. İnsanın içindedir…
Sanıldığının aksine, hayatta herkese yetecek kadar yer yoktu.
Altı üstü yetmiş sene kalacağımız bu gezegende huzur içinde yaşayabilmek için, insan gibi oturup bir asgari müşterek temin etmek, niye bu kadar zordu?
Hayatın inandırıcı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur komiserim. Hayatta bir şey olur. İster inanırsın ister inanmazsın…
Yanmanın ne olduğunu anlamak için, o koru avuçlayıp, bizzat yanmak gerekirdi bazen. Ya da bunun gibi bir şeyler…
Ülkenin genel sorunu buydu zaten. Kimse işini doğru dürüst yapmıyordu.
“Şu satranç da hayat gibi” diye içlendi sonra. “Bir şeyi kurtarmak için başka bir şeyi mutlaka feda etmen gerekiyor.”
Korktuğunun başına gelmesinden korktu. Fakat ne kadar korkarsan, olayların da o kadar dışında kalırdın…
Yine kahır. Yine keder. Yine üzüntü.
Yalnızsanız aşk daha çekici geliyor. Aşıksanız da yalnızlık.
Umut kuyunun içinde değildir ki zaten. İnsanın içindedir.
Hayatın inandırıcı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur komiserim. Hayatta bir şey olur. İster inanırsın, ister inanmazsın…
Hakikate dayanmayan ahlaktan, Allah’a sığınırdı Selman Bulut. Onların öldüre öldüre kurmaya çalıştıkları medeniyetleri, daha sahur vaktinin ne zaman başlayıp ne zaman bittiği üzerinde bile ittifak edemiyordu. Öyle kolay değildi bu işler.
Şu satranç da hayat gibi" diye içlendi sonra. "Bir şeyi kurtarmak için başka bir şeyi mutlaka feda etmen gerekiyor."
Onyedinci yüzyıl romantikleri gibi, âşık olur olmaz niçin şiir yazması gerektiğini düşünmemişti bile. Çünkü bu iş böyleydi. Âşık olduysan, şiire düşerdin.
Belki de şiir yazmak, sandığından daha devrimci bir eylemdi. Belki de…
Kalbi yerinden sökülmüş gibiydi şimdi. Kocaman ve kanlı bir boşluk vardı göğsünde…
Ama Matta İncilinde ne denirdi: Yarının derdi yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter."
Tam bu sırada, onyedi yaşlarında kara kuru bir oğlan çocuğu, elindeki askıyı sallayarak geldi:

Çaylaaaar…" diye bağırdı sonra, televizyondan kaptığı bir edayla sesini kalınlaştırarak. "Ne tuhaf" diye düşündü Selman Bulut, "Eskiden televizyondakiler sokağı taklit ederdi…"

Günün birinde ölüp gidecek biri olarak başkalarını dert etmek, onu utandırıyordu. Çünkü öldüğünde ölecek olan başkaları değil, kendisi olacaktı. Demek ki hayat da onun hayatıydı.
Uçurumdan aşağıya bir demet gülü fırlatıp yankı beklemek gibi bir şey bu yaptığım" diye homurdandı kendi kendine. Homurdandığı bu cümlenin nerelerden hafızasına kazındığını hatırlayamadan… "Ama" diye düşündü sonra, "Nihayetinde bir demet gülü topladım ve uçurumun kıyısına kadar koştum…"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir