İçeriğe geç

Seraphita Kitap Alıntıları – Honore de Balzac

Honore de Balzac kitaplarından Seraphita kitap alıntıları sizlerle…

Seraphita Kitap Alıntıları

&“&”

– Minna, meşenin dibinde saklanan menekşe içinden şöyle der: Güneş beni sevmiyor, buraya uğramıyor." Güneş de içinden şöyle der: "Aydınlatırsam ölür bu zavallı çiçek!" Ve çiçeğin dostu olduğundan, sevgilisinin taç yapraklarını renklendirmek için ışınlarını meşe yapraklarının arasından süzerek zayıflatır.
İnanın bana, mucizeler dışarıda değil içimizdedir.
Çölün ortasındayken nasıl olsa kimse duymaz diyerek sessizliğini koruyanın vay hâline! Bu dünyada her şey konuşur, her şey dinler. Söz dünyaları yerinden oynatır.
Ölmenin iki türü vardır: Ölüm bazılarına zafer, bazılarına yenilgidir.
Buzla güneşin birleşiminden mi doğmuş? Donduruyor ve yakıyor, kıskanç bir hakikat gibi kendisini bir gösterip bir geri çekiyor, beni hem çekiyor hem itiyor, bana bir hayat bir ölüm veriyor, onu hem seviyorum hem nefret ediyorum. Artık böyle yaşayamam, ya tamamen cennette ya tamamen cehennemde olmalıyım.
Kadın sevgiyle anlar, anlamadığı zaman hisseder, hissetmediği zaman görür; görmüyor, hissetmiyor, anlamıyorsa, o zaman bu dünya meleği sizi korumak için sezgisini kullanır ve korumasını da sevginin kayrası altında gizler.
Elveda, ilk-özler gibi geniş soyutlamalarınızın koyu karanlıkları içinde doğuyu arayan gemiciler! Elveda, düşüncenin rehberliğiyle gerçek ışığa götürülen düşünce şehitleri! Elveda, hakarete uğrayan dehanın yakınışını, çok geç aydınlanan bilginin iç çekişini işittiğim zihinsel çalışma evreleri!
Meşenin dibine saklanan menekşe içinden şöyle der: Güneş beni sevmiyor, buraya uğramıyor." Güneş de içinden şöyle der: "Aydınlatırsam ölür bu zavallı çiçek!"
-Sen benim tüm sevgim olacaksın !
-Sen de benim tüm gücüm olacaksın !
Sizi sevmemek için ne yapmam gerektiğini bana öğretin.
Arzularınızı bakışlarınızdaki kıvılcımlardan kim olsa okuyabilir.
İnanın bana, mucizeler dışarıda değil içimizdedir.
Doğada hiçbir yerde birbirinin tıpatıp aynı iki nesneye rastlanmaz. Demek ki doğal düzende iki kere iki hiçbir zaman dört edemez. Zira bunun olabilmesi için tıpatıp aynı birimleri bir araya getirmek gerekir, ama siz de bilirsiniz ki aynı ağaçta tıpatıp aynı iki yaprak, ne de aynı ağaç türünün içinde tıpatıp aynı iki ağaç bulmak imkansızdır.
Hiçbir sahne asla ne görünüşte bu kadar basit ne de gerçekte bu kadar geniş kapsamlı olmuştur.
En gerçek ihtişam ögeleri şeylerde değil bizim içimizdedir.
Teni oruçla, sahte sözü sükûtla, sahte bilgiyi alçakgönüllülükle, kibri hayırseverlilikle, toprağı sevgiyle yendim; haracımı ızdırapla ödedim, kendimi inançta yanarak arıttım, hayatı dua ederek diledim.
Bu dünyada her şey konuşur, her şey dinler. Söz dünyaları yerinden oynatır.
Ölmenin iki türü vardır: ölüm bazılarına zafer, bazılarına yenilgidir.
Bir olgu var ki sizi eziyor: Sonsuzluk.
İnanmak bir Tanrı vergisidir! İnanmak hissetmektir.
Dünya mükemmel değilse bir yürüme veya ilerlemeyi kabul eder; ama mükemmelse durağandır.
Bilim maddi alemin, sevgi manevi alemin dilidir. Bu yüzdendir ki insan açıklamaktan çok tasvir ederken, meleksi ruh görür ve anlar. Bilim arayıştadır, sevgiyse bulmuştur. İnsan doğayı onunla kendi ilişkisi içinde yargılar, meleksi ruh ise gökle ilişkisi içinde…
Buzla güneşin birleşiminden mi doğmuş? Donduruyor ve yakıyor, kıskanç bir hakikat gibi kendisini bir gösterip bir geri çekiyor, beni hem çekiyor hem itiyor, bana bir hayat bir ölüm veriyor, onu hem seviyorum hem nefret ediyorum. Artık böyle yaşayamam, ya tamamen cennette ya tamamen cehennemde olmalıyım.
Aşkımın nasıl bir şey olduğunu görmüyor musun: Kendisi için hiçbir çıkar gözetmeyen bir sevgi, yalnız seninle dolu bir duygu, geleceğini aydınlatmak için seni gelecekte de izleyen bir sevgi olduğunu? Zira bu aşk gerçek ışık… seni, ağırlığıyla ezen bu hayatla hesabını kesmiş bilmeyi ve sevmenin ebedi olduğu dünyaya şimdi olduğundan daha yakın görmeyi ne denli şiddetle arzu ettiğimi görebiliyor musun? Yalnızca bir hayat için sevmek, acı çekmek değil midir? Bir yaratığın, çift tabiatlı olduğu zaman; asla aşka ihanet etmeyeni, tapmak için önünde diz çöküleni sevmekle ne kadar yüce duygulara yükseldiğini şimdi anlıyor musun?
– Nereye gidiyorsunuz? diye sordu Bay Becker.
– Tanrı’ya gitmek istiyoruz, dediler, siz de bizimle gelin babacığım.
Cenevre ve Paris, Aralık 1833 – Kasım 1835
İnsan sözcükleri ona uygulanamaz; onunla kalpten kalbe konuşmak lazım.
Evet, nihayet beni de “ışık”a ve “söz”e susattın işte!
Kalbime koyduğun aşk ile susuzluktan yanıyorum, ruhunu ruhumda ebediyen saklayacağım;
Hâlâ tenin peçesi altındaki ruhu oradan da ışığını yayıyor ve benzini günden
güne ağartıyordu
Hayır, sadece anlama yetisiyle donatılmışım ve bu korkunç bir şey. Çekilen acı Wilfrid, bizim için hayatı aydınlatan bir ışıktır.
Bizi bu kadar kusursuz kılan da zaten bu içgüdümüz. Siz erkeklerin çabayla öğrendiklerini biz doğrudan hissediyoruz.
-Öyleyse sizi ne kadar sevdiğimi niçin hissetmiyorsunuz?
-Siz beni sevmiyorsunuz da ondan.
Sizi sevdiğim gibi sevin beni.
Hepiniz dul olarak doğuyorsunuz, dedi Séraphita, ama benim izdivacım
daha doğduğum anda planlanmıştı; ben nişanlıyım.
Ben gökten uzakta, yurdundan kovulmuş bir sürgün gibiyim; yerden uzakta bir ucube gibi. Kalbim artık çarpmıyor, sadece kendimle ve kendim için yaşıyorum. Ruhumla hissediyor, alnımla nefes alıyor, düşüncemle görüyor, sabırsızlık ve arzulardan ölüyorum. Bu dünyada hiç kimse benim dileklerimi yerine getiremez, sabırsızlığımı yatıştıramaz ve ben ağlamayı da unuttum. Yapayalnızım. Kaderime boyun eğiyor ve bekliyorum.
“Güneş beni sevmiyor, buraya uğramıyor.”
Güneş de içinden şöyle der: “Aydınlatırsam ölür bu zavallı çiçek!”
..ama umutlarımın alevini sende de tutuşturabilmeyi o kadar isterdim ki! Belki de bir gün bir araya gelebilirdik o zaman, sevginin ölümsüz olduğu dünyada.
Aklına gelen bazı düşünceleri dillendirmekten vazgeçti, kolunu ufukta bir nokta gibi görünen Christiana’ya doğru uzattı ve bak! dedi.
-Pek küçükmüşüz, dedi Minna.
-Evet, ama duygu ve zekamızla büyük oluyoruz diye devam etti Seraphitus.
Yanıtlarının hepsinde, her zaman, bilmem nasıl bir derinlik var ki, senin yanında her şeyi hiç çaba harcamadan anlıyorum. Ah, ne güzel! Özgürüm.
Sebeplerini anlayamadığınız olaylara olağanüstü dersiniz..
Her aşırı ilke bir yadsımanın görünümünü ve ölümün alametlerini içinde taşır: Hayat da zaten iki gücün çarpışması değil midir?
insana karşı durulmaz duyu ve güdüler verip de bunların tatmin
edilmesini yasaklamak gülünç değil mi?
“Büyük-Her Şey”in yürüyüşü içinde sürüklenerek bir kez yaşıyorsak,
o zaman canımız ne isterse onu yapalım!
Kuşkularınız yukarıdan aşağı iniyor, her şeyi kucaklıyor, amacı da
araçları da…
Ölmenin iki türü vardır: Ölüm bazılarına zafer,
bazılarına yenilgidir.
“Bütün bu öfkenin sebebi ne?”
İnsan hem sonuç hem sebeptir; beslenir, ama besler de.
Kuşkularınız yukarıdan aşağı iniyor, her şeyi kucaklıyor, amacı da araçları da…
En gerçek ihtişam öğeleri şeylerde değil bizim içimizdedir.
Ölüm bazılarına zafer, bazılarına yenilgidir.
Sizi sevdiğim gibi sevin beni.
Ne mutlu acı çekenlere!
Ne mutlu safdillere!
Ne mutlu sevenlere!
Gökteki mutlulukları yalnız ışık açıklar
Dinmeyen bir arzu geleceğin bize verdiği bir sözdür.
Umut et!
Dünya kadınlarının sevgilerine hâkim olan iki duygu vardır:
Kendilerini ya teselli etmek, yerden kaldırmak, kefaretlerini ödemek
istedikleri acı çeken, düşkün, suçlu yaratıklara adarlar; ya da tapınmak,
anlamak istedikleri ve çoğu zaman da altlarında ezildikleri üstün, yüce,
güçlü kişiliklere verirler.
Ruhumla hissediyor, alnımla nefes
alıyor, düşüncemle görüyor, sabırsızlık ve arzulardan ölüyorum. Bu
dünyada hiç kimse benim dileklerimi yerine getiremez, sabırsızlığımı
yatıştıramaz, ve ben ağlamayı da unuttum. Yapayalnızım. Kaderime
boyun eğiyor ve bekliyorum
“Güneşbeni sevmiyor, buraya uğramıyor.”
Güneş de içinden şöyle der:
“Aydınlatırsam ölür bu zavallı çiçek!”
dinmeyen bir arzu geleceğin bize verdiği bir sözdür. Umut et!
Kendime ait hiçbir şeyim olmasın isterdim
Her konuda umut
kıracak kadar kusursuzsun.
Görünen dünyanın yasalarından öğrendiğimiz ufak şeyler bize üst dünyaların sonsuzluğunu keşfettirir.
İnsanlar bilimlerinde, kürelerinin üzerinde her şeyin göreli olduğunu ve genel bir evrimle, zorunlu olarak bir ilerlemeye ve bir son getiren sürekli bir üretime bağlandığını göremedikleri için her zaman yanılırlar.
Sayın baylar, can çekişmekte olsak bile hâlâ size gülümsememiz gerekiyor! Sanırım siz buna saltanat sürmek diyorsunuz.
Bizi bu kadar kusursuz kılan da zaten içgüdümüz. Siz erkeklerin çabayla öğrendiğini biz doğrudan hissediyoruz.
Bütünümle sen olmak isterdim!
Saf ruhtan ibaret olanlar, ağlamaz.
Kalbim artık çarpmıyor, sadece kendimle ve kendim için yaşıyorum.
Bana bütün gördüklerimden daha güzel görünüyorsun.
Her aşırı ilke bir yadsımanın görünümünü ve ölüm alâmetlerini içinde taşır.
Umut et! Ama saf olmak istersen bu dünyaya ait duygulara daima kadir–i mutlak Yaratan fikrini de karıştır; o zaman bütün yaratıkları seveceksin, kalbin de çok yükseklere çıkacak!
Vatan, tıpkı annesinin yüzü gibi, bir çocuğu asla korkutmaz.
“ten dışsal bir doğuştur”.
&”… sözlerinin anısı hâlâ o kadar yakıcıydı ki, daha ilk kelimelerde duraklıyor, hiçbir şeyin çekip alamadığı bir hayal âlemine dalıyordu.&”
&”…oysa onunla benim aramda her zaman öyle bir uçurum açılıyor ki, yanında olduğum zaman soğuğu içime işliyor, uzak olduğumdaysa bilincimden kayboluyor.&”
Türler insan elinin karıştıramayacağı kadar kesinlikle ayrılmıştır.
Uyanık mıyım?
Yoksa hâlâ uyuyor muyum?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir