İçeriğe geç

Bir Delinin Anıları Kitap Alıntıları – Gustave Flaubert

Gustave Flaubert kitaplarından Bir Delinin Anıları kitap alıntıları sizlerle…

Bir Delinin Anıları Kitap Alıntıları

&“&”

Ruhun var diye kendini özgür mü sandın ?
Hazin ve tuhaf çağ bizimki! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
Hazin ve tuhaf çağ bizimki ! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
Umudunu yitirince gökyüzüne bak.
Hazin ve tuhaf bir çağ bizimki! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
Hazin ve tuhaf çağ bizimki! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
Hazin ve tuhaf çağ bizimki! Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
“Gökyüzü neden bu kadar temiz ve yeryüzü neden bu kadar rezil..?
Ne getireceği belli olmayan güzel yarınlara…
Hazin ve tuhaf çağ bizimki!Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor…?"
Bu büyük haksızlık çağlayanı hangi okyanusa doğru dökülüyor?
Güvenmeyin papatyalara , keyfine göre kaşarlık yapıyor.
Ruhun var diye kendini özgür mü sandın?
Haklısın azizim, kalp aptaldır…
Zavallı insani zayıflık! Kelimelerinle, dilinle, seslerinle, konuşuyor ve kekeliyorsun; Tanrı’yı, gökyüzünü ve yeryüzünü, kimyayı ve felsefeyi tanımlıyorsun, ve çıplak bir kadının veya… bir yılbaşı pastasının sende yol açtığı bütün neşeyi dilinle ifade edemiyorsun!
Hareketlerinden biri bile var mı ki kibir tarafından yönlendirilmesin veya çıkar tarafından hesaplanmış olmasın?
İnsan, dehası ve sanatıyla, daha yüksek bir şeyi taklit eden sefil bir maymundan başka bir şey değil.
Kibir beni aşka itti, hayır şehvete; hatta ona bile değil, ete.
Ve şimdi, her şey hakkında bu kadar alaycıyken, varoluşun grotesk olduğuna böylesine acı şekilde ikna olmuşken, hâlâ hissediyorum, farkında olmadan ortaokulda hayal ettiğim şekliyle ve daha sonra hissettiğim, beni o kadar ağlatan ve o kadar güldüğüm o aşkın, aynı zamanda şeylerin en yücesi, veya aptallıkların en soytarıca olanı olduğuna hâlâ o kadar inanıyorum ki!
Evet, ölüyorum, zira geçmişini denize dökülen su gibi görmek yaşamak mıdır, şimdiki zamanı bir kafes, geleceği bir kefen gibi görmek?
Hayatı henüz görmüştüm ki, ruhumda derin bir iğrenme hissi uyandı; bütün meyveleri ağzıma götürdüm, bana acı geldi, bunları geri ittim, ve şimdi de açlıktan ölüyorum. Böylesine genç ölmek, kabir umudu olmadan, orada uyuyacak olmaktan emin olmadan, oradaki huzurun bozulup bozulamayacağını bilmeden! Hiçliğin kucağına atlamak ve sizi kabul edeceğinden şüphe etmek!
Denizi hayal ediyordum, uzak yolculukları, aşkları, zaferleri, varoluşumun içinde düşük yapan, yaşamadan önce ceset olan bütün şeyleri…
Birçok gün, birçok sene boyunca, hiçbir şeyi düşünmeden veya her şeyi düşünerek oturdum, sarmak istediğim, ve beni yiyip bitiren sonsuzluğun içinde aşınarak!
Peki, bütün sefahatler, zihin, beden ve ruh sefahatleri tarafından piçleştirilmiş bu toplum ne zaman son bulacak?
Hatırlıyorum da, henüz çok küçükken, ceplerimi boşaltır, fukaraya verirdim. Benim geçişimi nasıl da gülümseyerek karşılarlardı ve ben de onlara iyilik etmekten nasıl zevk alırdım! Bu, benim uzun zamandır unuttuğum bir haz, zira artık yüreğim kuru, gözyaşlarım kurudu. İyi yürekli ve safiyane beni kirleten ve kötü hale getiren insanlara lanet olsun! Şiirin ve kalbin güneşine doğru yükselen her şeyi kurutan ve solduran, medeniyetin o kuraklığına lanet olsun!
Ben ki kendimi dünya kadar büyük hissediyordum ve düşüncelerimden sadece bir tanesi, yıldırım gibi ateşten yapılmış olsaydı, beni toz haline getirirdi, zavallı deli!
Olmayanı anlamak ve hiçlikten bir bilim yaratmak isteyen insan; insan… Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmış olan ve müthiş dehası bir tutam otun önünde duruveren ve bir toz zerresi problemini aşamayan ruh!
İnsan, bilinmedik bir el tarafından sonsuzluğun içine atılan kum tanesi, uçurumun kenarındaki bütün dallara tutunmak isteyen, erdeme, aşka, bencilliğe, hırsa bağlanan ve daha iyi tutunmak için bütün bunları erdem sayan, Tanrı’ya yapışan ve her zaman zayıflayan, elleri bırakan ve düşen, zayıf ayaklı, zavallı böcek…
… zira söz düşüncenin uzak ve zayıflamış bir aksinden başka bir şey değildir.
Çocukken, görüleni severdim; yeniyetmeyken hissedileni; erkek oldum, artık hiçbir şeyi sevmiyorum.
Ah çocukluğum ne hayalperestti! Nasıl da, sabit fikirleri, yapıcı görüşleri olmayan zavallı bir deliydim!
Oysa hayatım olgular değildir; hayatım, düşüncemdir.
Ne hayat ama! Yaşadım mı ki? Gencim, yüzümde kırışıklıklar ve kalbimde tutkular yok. Ah! Hayatım ne kadar eakin oldu, o kadar tatlı ve mutlu geliyor ki, huzurlu ve safiyane! Ah! Evet, huzurlu ve sessiz, içinde ceset yerine ruh yatan bir mezar…
Bir deli! İnsana dehşet veriyor. Siz, siz nesiniz okuyucu? Kendini hangi kategoriye koyuyorsun? Aptallarınkine mi, delilerinkine mi? – Şayet seçmek sana kalsa, kibrin yine de son halini tercih ederdi.
Ne çok kez evinin önünden geçtim ve penceresine baktım!
Kalbimin ne kadar boş olduğunu hissediyorum, zira etrafımdaki bütün bu insanlar, içinde öldüğüm bir çöl yaratıyorlar.
– Toz zerresinin büyüklüğü! Hiçin ihtişamı!
Yıldızlara bakarken gururla gülümsüyorsun çünkü onlara isim verdin, mesafelerini ölçtün, sonsuzu ölçmek ve uzayı zihninin sınırları içine hapsetmek istermişsin gibi.
[…] kavga ne kadar uzun sürerse sürsün, her zaman bir yenilen olacaktır.
İyilik ya da kötülük yapmak konusunda özgür müsün?
Bir ruhun olduğu için mi kendine özgür, diyorsun?
Ve kuşku sonra gelir; söylenmeyen ama hissedilen bir şeydir bu.
Sonsuzlukta güzeli isterdim ve bulduğum tek şey kuşku.
Demek ki küçücük bir ateşmiş; şimdiyse soğuk külden başka şey değil.
Bir in­sanda ne çok delilik var!
Haklısın azizim, kalp aptaldır.
Her şey bir düş gibi gelip geçmişti.
Ne kadar da mutluydum! Gecenin içine düşen günbatımının mutluluğu, kumda kaybolan dalga gibi, kıyı gibi geçip giden mutluluk …
Ah! İnsanın ilk yürek atışları, ilk aşk çarpıntıları! Ne tatlı ve ne tuhaflar!
Benim için her şey hala yaşıyor gibi.
Evet, ölüyorum, zira geçmişini denize dökülen su gibi görmek yaşamak mıdır, şimdiki zamanı bir kafes, geleceği bir kefen gibi görmek?
Birçok gün, birçok sene boyunca, hiçbir şeyi düşünmeden veya her şeyi düşünerek oturdum, sarmak istediğim, ve beni yiyip biti­ren sonsuzluğun içinde aşınarak!
Hazin ve tuhaf çağ bizimki!
Taş aniden düşecek, kendi kendini ezecek, ve üstünde ot bitecek!
Zihnime ve ilkelerime iftira atılsa da, kalbime saldıran yoktu.
Ey deniz, seni her zaman sevdim."
Ah! Acıklı ve tatsız çağ!
Haklısın azizim, kalp aptaldır..
Mutluluğu şüphede bulacağıını sanıyor­dum,
ne akılsızmışım!
Bir mezar taşı gibi soğuk ve sakindim.
Ve bıkkınlık sardı beni; her şeyden şüphe etme noktasına gel­dim.
Peki, bu genç yaşta bunca keder niye?
Bana yeniden yaşamam, insanların arasına karışınam gerektiği söyleniyor!… Peki ama, kırık dal nasıl meyve taşıyabilir?
Çocukken, görüleni severdim; yeniyetmeyken hissedileni; erkek oldum, artık hiçbir şeyi sevmiyorum.
Ah çocukluğum ne hayalperestti!
Hayatımda ne kadar çok saat, uzun ve tekdüze saat­ler, düşünmekle, şüphe etmekle geçti!
“Gençlik, çılgınlık ile düş kurmanın, şiir ile aptallıkların çağı.”
“İnsan, bilinmeyen bir el tarafından boşluğa atılmış şu kum tanesi, uçurumun kenarında bulabildiği her dala zayıf bacaklarıyla tutunmaya çalışan zavallı böcek; erdemden, aşktan, tutkudan medet uman ve kendini sağlama almak için bütün bunlardan birtakım değerler yaratan, Tanrı’ya sımsıkı sarılan, sonunda mutlaka gücünü yitiren, ellerini bırakan ve düşen..”
—zira söz, fikrin uzak ve zayıflamış yankısından başka bir şey değil—
“Bana hayata tutun, kalabalıkların arasına karış diyorlar! İyi de, kırılmış bir dal, meyvelerini taşıyabilir mi artık? Yelin koparıp tozlar arasında sürüklediği yaprak nasıl yeniden yeşersin? Peki ama böylesine gençken bunca acı niye? Ne bileyim! Belki kaderimde vardı böyle yaşamak, yük taşımaya başlamadan gözü yılmış, henüz koşmamışken nefes nefese kalmış biri olarak..”
“Kendi halinde ve sessiz, burası doğru; ne var ki, tıpkı bir mezar gibi; ruhu da içinde yatan cesetten oluşan.”
Çocukken aşk düşleri görürdüm; genç adamken, başarı; yetişkin adam olduğumdaysa mezar, aşktan umudu temelli kesenlerin şu son aşkı.
Ne ifadeye, ne de şekle ihtiyacı olan bir şey isterdim, bir parfüm gibi saf bir şey, taş gibi güçlü, bir şarkı gibi ele gelmeyen bir şey.. "
Sonsuzlukta güzeli isterdim ve bulduğum tek şey kuşku.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir