İçeriğe geç

Bozkurt Atatürk – Türk’ün Bilge Başbuğu Kitap Alıntıları – Bora İyiat

Bora İyiat kitaplarından Bozkurt Atatürk – Türk’ün Bilge Başbuğu kitap alıntıları sizlerle…

Bozkurt Atatürk – Türk’ün Bilge Başbuğu Kitap Alıntıları

&“&”

Bu üç düşünür; İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp olmuştur.
Mustafa Kemal’in, Türk tarihinin bir bütün olarak ele alınıp araştırılarak ortaya konulmasını sağlamak maksadıyla ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi’nin ana hatlarını şu şekilde
sıralamak mümkündür:
1. Medeniyetin ilk çıkış yeri Orta Asya’ dır,
2. Brekisefal ve beyaz ırkın ilk yurdu Orta Asya’ dır,
3. Türkler brekisefal ve beyaz ırktan olup ana yurtları Ona
Asya’dır,
4. İlk medeniyetin yaratıcısı Türkler olmuştur,
5. Tarih öncesi devirde, Orta Asya’da meydana gelen büyük
ve uzun süren kuraklık yüzünden bu medeniyet dağılmış ve sahibi olan Türkler de Hind’e, Çin’e, Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Kafkasya’ya, Balkanlara ve dünyanın diğer yerlerine göç etmişlerdir. Bu göç esnasında gittikleri yerlere medeniyetlerini götürmüşler ve oralardaki toplumlara öğretmişlerdir. Böylece medeniyet dünyaya Türkler tarafından yayılmıştır.
6. Anadolu’nun ilk yerli halkı olan Hititler, Orta Asya’dan
gelmiş Türkler olup bizim atalarımızdır.
Türk Tarih Tezi, Türkler aleyhinde yazılan Batılı tarih tezlerine tepki olarak ortaya konmuştur.
1920 yılına gelindiğinde ise, dünya Müslümanlarının ancak
%3’ü (300 milyon Müslümanın 10 milyonu) özgürdür. Bunlar
Sakarya ile Aras Nehirleri arasında yaşayan Türklerdir. Onlar da
Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde kelimenin tam anlamıyla
bir ölüm kalım mücadelesi vermektedirler. İngiliz Başbakanı o
sıralarda Türkler Asya’nın Kızılderilileridir ve akıbetileri de
öyle olacaktır." diyerek, Türk milleti için bir yok oluş projesi
önermektedir.
Atatürk daha öğrencilik yıllarında bağımsız bir millet olmadan çağdaş bir devlet olmaz kurulamaz" olduğunu anlamıştı.
Bir ulusun bütün yönetimi
bana bırakılsaydı ilkin dilini düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmayınca söylenen anlaşılmaz ve yapılması gereken yapılmadan
kalır, böyle olunca töreler ve sanat geriler, adalet yoldan çıkar, halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir.”

Konfüçyüs

Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafızasını
kaybeden insan; dostunu düşmanını nasıl ayırt edemezse, alacağını-vereceğini nasıl bilemezse, geleceğini nasıl planlayamazsa
milletler de böyledir. Hafızasını kaybeden milletler de; dostlarını
düşmanlarını ayırt edemezler,
alacaklarını vereceklerini bilemezler, istikballerini de planlayamazlar. Hafıza kaybı, vizyonun yok
olması demektir.
19 MAYIS 1919,
TÜRKLERİN YENİDEN ERGENEKONDAN
ÇIKIŞI

…Sonra gök yeleli bir bozkurt çıktı ortaya, nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, bozkurtun önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan
çıktılar.

İngilizler, güzel İstanbul’un ve Boğaz’ın tadını çıkartırlarken
Anafartalar’da ordusuna ölmeyi emredebilecek kadar gözü kara
bir subay esareti kabul edemiyor ve Haliç’te gördüğü yabancı
zırhlılara bakarken bundan sonra ne olacağını soran yakınındaki
bu vatanın kaygılı gerçek evlatlarına:
Geldikleri gibi giderler…” diyordu.
Mondros’ta imzalanan, bir mütarekeden çok, bir milletin
sonsuz esaretini simgeler ve bunu hazırlayacak belge niteliğindeydi. Antlaşmada görülen her iki ucu açık ifade ve yuvarlak
cümleler ile her türlü bahane ile işgal edilebilinir ve daha korkuncu bir millet tarih sahnesinden tamamen silinebilirdi. Gerçek
niyet de buydu.
Fikirleri duygularına uymayan bir insan ruhça hastadır.
Gerçekten yoksul Türk’ün elinde sadece yüreği kalmıs, tüm silahına el konulmuştu…
Çanakkale’de kazanılan özgüven, Türk’e Kurtuluş Savaşı’na kalkışma cesaretini verir. Kurtulus Savaşı bir cürettir. Bu cüret ise Çanakkale’de kazanılan özgüvenden doğmuştur.
Fakat pes etmek de yok. Daha cok okuyacağız, daha çok aydınlanacağız… Vatanımız için ve hürriyet için kafa yoracağız!
Yunan ordusunun öncüleri olan özel giysili gözde birliği Efsun Alayı saat 7:30’da başlayan işgade saat 11.00 sularında Konak Meydan’ına varmislardi. Türk vatanının bu kadar kolay teslim edilmesine razı olmayan genç gazeteci hemen handaki odasına koşarak gelmiş ve tozlanmis masasından baba yadigârı tabancası beline takarak Efsun Alayı’nın karşısına dikilmişti. Efsun Alayı mağrur ve gururla İzmir kaldırımlarını çiğnerken bir anda Hasan Tahsin’in tabancasından çıkan kurşunlar sancaktar olan teymeni kanlar içinde devirdiğinde olayın şoku alayı duraksatarak dağıtmiştı. Kısa süre sonra başka taciz olmadığını anlayan Yunan askerleri teslim olmamak için kaçarak uzaklaşan gazeteciyi kurşun yağmuruna tutarak şehit etmişlerdi.
Bu namludan çıkan kurşunlar, Türk’ün asla teslim alınamayacağının ve aslında stratejik bir gerçek olan Anadolu’nun işgal edilemeyeceğini habercisi olmuştur.
Şehit olurken bile silahını sıcak cesedinden alamayan düşman, şimdi bu büyük milletin elinden saltanatın emri ile alıyordu.
Çanakkale’de kazanılan özgüven, Türk’e Kurtuluş Savaşı’na kalkışma cesaretini verir. Kurtuluş Savaşı bir cürettir.
“Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Kendi deyimi ile zafer sırça bir kadehe benzerdi ve zorlamak, kadehin kırılmasına neden olabilirdi.
… Sonra gök yeleli bir bozkurt çıktı ortaya, nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önüne dikildi.
Bu namludan çıkan kurşunlar (Hasan Tahsin’in kurşunları), Türk’ün asla teslim alınamayacağının ve aslında stratejik bir gerçek olan Anadolu’nun işgal edilemeyeceğinin habercisi olmuştur. O kurşun sadece bir Yunanlı Teğmene değil , emperyalizme ve onun uşaklığını yaparak Türk’ü esir edebileceklerini düşünen aklıevvellere bir uyarıydı. Ama onlar, bunu anlamayacaklar ve anladıklarında da çok geç olacaktı.
Savaş, millî bir amaç için yapılır.
Bir milletin şerefli ordusu, yabancı komutanların eline oyuncak edilemezdi, ama tarih bu gerçeği hep böyle acı tecrübelerle gösteriyordu.
Bu gözleri çakmak çakmak, kurt bakışlı sarışın genç subay o bildikleri Türk subaylarına benzemiyordu.
Başka milletlerin şairleri, münevverleri böyle çalışıp milletlerini uyandırırken nerede bizim mütefekkirlerimiz? Bizim bir Nâmık Kemâlimiz var. O, Türk milletinin yüz yıllardan beri beklediği sesi verdi.
Tarihte inkılaplar önce aydın kişilerin kafasında fikir hâlinde doğmuş , zamanla toplumu sarmıştır.
Kırım coğrafyası tarihin çok eski dönemlerinden beri Türklüğün yerleştiği bir saha olmuştur. Çünkü, Hazar Denizi’nin kuzeyini takip ederek Karadeniz’in kuzeyine gelen Türk boyları, bu coğrafyada yerleşerek devletlerinin çekirdeğini atmışlar ve buradan Avrupa’ya doğru akınlara başlamışlardır. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Sabarlar, Kumanlar (Kıpçaklar), Peçenekler ve Uzlar bu coğrafyada at koşturup kurultaylar düzenlemişler ve güçlü siyasî teşekküller oluşturmuşlardır."
Türk Tarih Tezi bir bilimsel araştırma olmasının yanında hem tarih hem de binlerce yıllık geçmişi bulunan bir millete karşı sorumluluktu. Mustafa Kemal yıkıntıların arasından genç ve modern bir devlet kurmuştu ve doğaldır ki millet fikri ve genç cumhuriyet ideolojisinin benimsenmesi gerekiyordu."
Egemenlik anlayışı, devlet felsefesi ve hukuk alanında İslam uygarlığının mirasçısı durumunda olan Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarından Tanzimat’a kadar, Türklüğün tarihi ile ilgilenilmemesinin başlıca sebebi, o dönemde, din ağırlıklı bir tarih anlayışının egemen olmasıdır. Bu dönemde, Türk milletinin İslam uygarlığına yaptığı hizmetler göz ardı edilmiş, yalnızca geleneksel İslam tarihinin nakledilmesinden ibaret bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Türklerin, Islamiyet’ten önceki devirlerde kurdukları devletler ve dünya medeniyetine yaptıkları katkılar, İslam ağırlıklı tarih anlayışının ilgi alanına girmemektedir. Bu yaklaşım, "millet"in tarihiyle değil, "ümmet"in tarihiyle ilgilenmiştir. Osmanlı Devleti’nden önceki Türk kavimlerinin ve devletlerinin tarihi, Müslüman olmadıkları için kaleme alınmamıştır."
Hilafetin kaldırılması ile birlikte yeni kavramlarla tanışan milleti, aynı zamanda gerçek İslam dini ile de tanıştırmak gerekiyordu. Mustafa Kemal hurafelerden uzak, bazı softaların kendilerince yorumladığı dinin tüm batıl itikatlardan ayrılarak hak ettiği yere kavuşmasının yanı sıra, dinin ferdî bir özgürlük olması gerektiğine inanıyordu."
Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanından sonra, cumhuriyete gölge edebilecek, cumhuriyetin ilanından memnun olmayanların siyasi ihtiraslarına alet olabilecek bir mahiyet göstermesi bakımından halifeliği rejim için zararlı görmekte idi."
Türk ulusu millî varlığının kurtarılmasını Mustafa Kemal’e, Mustafa Kemal’i kazanmasını da Çanakkale Muharebelerine borçludur."
Çanakkale’de kazanılan özgüven, Türk’e Kurtuluş Savaşı’na kalkışma cesaretini verir. Kurtuluş Savaşı bir cürettir. Bu cüret ise Çanakkale’de kazanılan özgüvenden doğmuştur."
Mustafa Kemal, başta Türk ordusu olmak üzere stratejik kurumların yabancı kurullarca denetlenmesi, oryante edilmesi hususuna sürekli olarak muhalefet ediyor. Bunun Türk’ü aşağılamak olduğunu söylüyor ve bir milletin yazgısının onur kırıcı bir biçimde yabancı bir millete bırakılmasından duyduğu endişe ifade ediyordu."
Bir devlette millî şuur, toprak, egemenlik öğelerini tamamlayan politik örgütlenme, düzen ve disiplin sağlar. Bu öğe diğer bütün öğelere sahip toplumu, hukuk ilkeleriyle yönetmeyi düzenler. Özellikle egemenliğin vazgeçilmez bir tanımlayıcısıdır. Yörükler Anadolu’ya geldiklerinde toplumsal ve kültürel özelliklerini en iyi muhafaza eden gruplardan olması açısından da önemlidir."
Osmanlı Devleti, 17 ve 18. yüzyıllardan itibaren kendi şanlı mazisi ile kendisinden üstün hale gelen Avrupa gerçeği arasında kalmıştır. Bir yandan, mükemmel olarak kabul ettiği Fatih-Kanuni döneminin klasik sisteminden kopamıyor ve ıslahatlarla özlemini duyduğu mazisine dönmeye ve maziyi canlandırmaya gayret ediyor, öbür yandan üstünlüğünü ispat etmiş Avrupa gerçeğini de kabullenmek durumunda kalıyordu."
Mustafa Kemal Atatürk milletinin kendi deyimi ile muasır medeniyetler seviyesine çıkması için ömrünü vakfetmiş gerçek bir Türk milliyetçisi, Türk’ün bilge başbuğu ve 1919 yılında esir edilmek istenen kutlu budununu hapsolduğu dağın ardından yeniden çıkartan bir Bozkurt’tur.

Ruhu şad olsun..

Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin…"

Türk halk kültüründe Bozkurt dişinin cepte taşınmasının nazardan koruyacağına inanılırdı. Kırgızlarda, bozkırda gezerken kurt görmek uğurdur. Rüyada kurt görmek de yine hayra yorulur. Hilal taktiği adı verilen yarım çember ile düşmanı ortaya alıp çemberi kapatma stratejisi kurtlardan görülerek ilk defa Türkler tarafından uygulanmıştır."
Atatürk iki önemli kamu bankasını kurdu. Bunlardan biri madenciliği desteklemek, bir diğeri ise memurların, çalışanların ve vatandaşların gereksinimlerini ucuza alabilmelerini sağlamak için kuruldu. Bu iki bankaya verilen isimler oldukça ilginçti: Etibank ve Sümerbank. Bunun altında yatan mantık ise söz konusu iki medeniyetin Türk kökenli olmaları ve yeni kurulan Cumhuriyette Türklere tarih bilincinin aşılanmak istenmesiydi."
Kitabın başlığı alışılmış başlıkların dışında. Atatürk’le ilgili böyle bir başlık önce yadırganıyor. Halbuki Bozkurt bir sembol. Nasıl Fransızlar’ın sembolü horoz, Ruslar’ın sembolü ayı ise, Türkler’in sembolü de Bozkurt’tur."
Tarih,milletlerin hafızasıdır.Hafızasını kaybeden insan;dostunu düşmanını nasıl ayırt edemezse,alacağını-vereceğini nasıl bilemezse,geleceğini nasıl planlayamazsa,milletler de böyledir.Hafıza kaybı,vizyonun yok olması demektir.
………Özel yarar çoğunlukla genel yararla çelişki içindedir.Oysa yalnız yarışma ile ülkede ekonomik düzen kurulamaz.Çünkü özgür yarışma güçlü ile zayıfı karşı karşıya bırakır.İkinci olarak kimi ortaklaşa yararlar vardır ki bireyler ve şirketlerin bunu sağlamaya gücü yetmez ya da yeterince karlı bulmadıkları için o işi yapmak istemezler.Oysa bunlar ulus için yaşamsal önem taşır ve devlet yapmak zorunda kalır.Devlet herkesin ortak yararını ve ilerlemesini düşünür.
&”Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin. Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.&” Namık KEMAL
Kurtuluş Savaşı bir cürettir. Bu cüret ise Çanakkale’de kazanılan özgüvenden doğmuştur.
Özgürlük olmayan bir ülkede, ölüm ve yıkılış vardır.
Mustafa Kemal, başta Türk ordusu olmak üzere stratejik kurumların yabancı kurullarca denetlenmesi, oryante edilmesi hususuna sürekli olarak muhalefet ediyordu. Bunun Türk’ü aşağılamak olduğunu söylüyor ve bir milletin yazgısının onur kırıcı bir biçimde yabancı bir millete bırakılmasından duyduğu endişeyi ifade ediyordu. Çok kısa zaman sonra Osmanlı Devleti’nin en büyük askeri hezimeti Balkan Savaşı yaşanacak, Alman kurmayların idaresindeki Osmanlı ordusunun durumu hiç istemediği halde onu haklı çıkartacaktı. Sadece taktik anlamda değil, kendilerine kurdukları özellikle lojistik sistemi ile Osmanlı ordusu, Almanya’nın zerre kadar umurunda değildi.
– Düşmandan kaçılmaz, dedim.
– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.
&”Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin. Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.&” Namık KEMAL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir