İçeriğe geç

Tanrı Beni Görüyor mu? Kitap Alıntıları – Murat Gülsoy

Murat Gülsoy kitaplarından Tanrı Beni Görüyor mu? kitap alıntıları sizlerle…

Tanrı Beni Görüyor mu? Kitap Alıntıları

&“&”

Sıradan insanlar ancak hedeflerden söz edildiğinde rahatlarlar. Oysa çoğu zaman, gerçekte hedefin ne olduğunu asla bilmeden doğup ölürler."
Ne tuhaf değil mi: uyanış bir unutuşla mümkün oluyor bazen. Çoğu zaman. Yeni bir güne uyanabilmek için bazı şeyleri unutmamız gerekiyor."
Dost sohbetlerinin en güzel tarafı da bu bence. İnsan kendi kendine düşünürken ciddiye almadığı şeyleri bir dostuyla beraber sonuna kadar sahiplenebiliyor."
Ya ben yoksam! Burada yok olsam ne fark eder ki? Kim farkına varır ki? Aklına kimse gelmedi.
Dedektifimin zihnini bulandıran benim belleğimden başka bir şey değil. Son sözünü düşünüyor, fısıltıyla, istekle, acıyla: Kal…""
Çok hikaye öldürmüşüm. Bazen iskeletleriyle karşılaşıyorum, önce ürküyor sonra işini bilen bir katil gibi yorgun hissediyorum.
Uzun suskunluklar giriyor insanlarla arama.
Şiir söylenemiyorsa aşktan söz edilmiyor demektir.
Ama ne gariptir şiir denilen şey. İnsan hep kendisi için yazılmış sanır.
Garip bir alışkanlık oldu. Gerçi bu üçüncü gün. Ama benim bir alışkanlığı tarif edebilmem için 3 kez olmuş olması yeterlidir. Matematiksel bir takıntı belki, tüme varmak için kullandığımız o kadim akıl yürütme. Daha önce de okumuştum elbette bu şiirlerini. Ama o okuyan şimdiki ben midir? Emin değilim.
yaşadıkça yaşayacağımız azalıyor
ne kadar koşarsam koşayım hep aynı uzaklıktayım
benim duvarlarımın bittiği yerdesin
gitmek istiyorum ama gidemiyorum. insanın terk edecek kimsesi yoksa gitmesinin de bir anlamı olmuyor
senin ellerinle sevmeye çalıştım kendimi. olmadı.
hep daha çoğunu isterken elimdekinin tükendiğini fark etmemiştim. oysa daha ötesi yok ki. azalmaktan öteye bir yaşam biçimi yok ki. çoğalttığımız hep başkaları. daha çok aşk daha çok yalnızlık demekmiş. seni terk ettikten sonra onları da terk ettim. ne kadar çok terk ettiysem o kadar çoğaldım.
yazdıklarım bu duvarın tuğlalarından başka bir şey değil
kaçındığım şey silmeye çalıştığım şey benmişim
geldiniz fakat ben burada o kadar çok bekledim ki ne söyleyeceğimi unuttum.
çok uzun zaman oldu. ben burada sizi bekliyordum. yo, hep aynı kişiyim. hiç değişmedim. kendimi kaybetsem de değişmem ben. öyle der, beni tanıyanlar. ya siz? siz değişir misiniz zamanla?
insan iyi bir suskunluk içinde kendini tamamen yitirebilir.
artık dışarısı dediğim yer soğuk bir mezar
bir yanılsamadan başka nedir ki yıldız dediğin… aslolan beni sarmalayan karanlık gece. o kadar masum, o kadar kederli…
bugün ölüm yıl dönümün ama senin bundan haberin yok artık
ne kadar üflersem üfleyeyim söndüremiyorum. çünkü nefesim ulaşmıyor ona. çünkü çok uzakta.
iç karanlığım siyah bir gecenin okyanusu
belki de o ağır yalnızlık anlarından birinde beni sarmalamasını istediğim bir hayalin tutsağı oldum..
neden bilmiyorum unutmak ölümden daha çok korkutuyor beni
geçmişi yeniden ele geçirmek için bugünü feda etmek gerekiyor
insan gençken inanacak o kadar çok şey buluyor ki
Okumak düşlerle yaşamanın başka bir biçimiydi onun için.
Sağda solda alık alık dolanırken bir de baktım kırk yaşında beyaz yakalı dar gelirli bir küçük burjuva olmuşum"
.. Ne tuhaf değil mi: Uyanış bir unutuşla mümkün olur bazen. Çoğu zaman. Yeni bir güne uyanabilmek için bazı şeyleri unutmamız gerekiyor."
Sadece hikayeler anlatan bir insanı hiç tanıyamamak da mümkün."
Her yolcu kendini ilk sanır.
Cevabını bildiği soruları sormamalı insan.
İnsanın geniş bir ailesi olması büyük bir romanda yaşamak gibi olmalı. Her birinin hikâyeleri ve dedikoduları ile akan bir hayat…
Bence insan adından etkilenir. Hatta eskiden köylerde ruhsal bunalım geçirenlerin adını değiştirirlermiş. Adını taşıyamadı derlermiş."
Ne çok annesi babası ayrı çocuk var sınıfımda biliyor musunuz? Eskiden parmakla gösterilecek kadar azdı böyle çocuklar… Şimdi her şey tersine dönmüş durumda."
Adım Fırat. Fırat Saner. Basın Sitesi’nde oturuyorum. Bir yayınevinde çalışıyorum. Depo sorumlusuyum. Bekârım. Otuz üç yaşındayım. Bir süre önce insanlar, gerçek olmadığı söylemeye başladılar. Yüzüme karşı. Hayatın hikâye, diyorlar. Onlara inanmıyorum.
Bir ara, haberlerde bangır bangır söylüyorlardı: Deliliğe yol açan bir salgının Çin’den tüm dünyaya yayılmaya başladığını. Geceler boyunca açık oturumlarda izlemiştim. Uzmanlara göre küreselleşen dünyadaki eşitsiz işbölümünün bir sonucuydu bu.
Niyeti iyiydi. Bunu anlamıştım. Yine de elini sıktıktan sonra lavaboya koştum. Sabunla iyice yıkadım ellerimi. Bahri Bey’in Çin’den gelen delirtici bir virüsün etkisinde olduğuna emin olmuştum."
[…] Benim biraz kafam karışık bugünlerde, özür dilerim. Ben zaten uzunca bir süredir özür dilemek dışında bir şey yapamıyorum hayatta. Ben olduğum için özür diliyorum herkesten. Çevreye vermiş olduğum rahatsızlıktan ötürü…
[…]
İsteyen istediğini söyleyebilir bana. Ben nasılsa, özür dilerim sonunda.
Ben hala kendimden uzakta, başkalarının hikayelerinde, başka hayatlarda geziniyorum. Garip bir pişmanlık hissi…
[…] ortasından, tam anlamıyla içinden geçtiğimiz şehre bakıyordum. Soru zihnimde şekil değiştiriyordu: Acaba kalbinden içeri girilen başka bir şehir var mıdır?
Siz de inanmıyorsunuz, değil mi? Benim bir hikayenin içinde olduğumdan eminsiniz. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Her şeyi doğru ve eksiksiz biçimde hatırlayabiliyor musunuz? Çevrenizdeki her şeyin gerçek olduğundan emin misiniz? Bakın: İşte örnek arıyorsanız, karşınızda duruyor. Ben… Size bunları anlatıyorum. Benim gerçek olmadığımı düşünüyorsunuz. Siz ise gerçeklerin dünyasındasınız, öyle mi? Peki, sizin o gerçekler dünyasında nasıl oluyor da benim gibi gerçekdışı, kurmaca biriyle karşılaşabiliyorsunuz? Sizin gerçekler dünyasına, kim bilir benim gibi ne hayal ürünü şeyler karışmıştır! Yok, ama siz her şeyin en doğrusunu bildiğinizi düşünüyorsunuz. Hayır, yanılıyorsunuz ve beni de yanıltamayacaksınız: Adım Fırat. Fırat Saner. Basın sitesinde oturuyorum. Depo sorumlusuyum.
Unutmamak için yazıyorum. Arzu’yu, çocukluğumu, heyecanlarımı, korkularımı, deliliklerimi… Neden bilmiyorum, unutmak ölümden daha çok korkutuyor beni.
74 mercedes […] İlkgençliğimin en havalı arabası olması bir yana Arzu’yla ilgili bir nesneydi benim için Mercedes.
Sana rüyalarımdan söz etmiş miydim? Her zaman… Anlatarak bitirebileceğimi sanıyorum ama olmuyor. Anlattıkça çoğalıyor imgeler. Dışarıya bakıyorum. Neresi burası diyorum kendi kendime. Orada bir dünya var. Ama her baktığımda farklı şekillere bürünen garip bir yer. Anlaşılmaz şey: bilmediğim dilde yazılmış bir dua. Göz yanılgısından başka bir şey olmadığını söylerdin. Cam, yağmur, gözyaşı… Görüntüyü bulandıran hangisi?
Paraya önem vermenin ayıp olduğuna inanmıştım ilkgençliğimde. Başka birçok şeye daha inanmıştım. İnsan gençken inanacak o kadar çok şey buluyor ki. Zaman geçtikçe tüm bunlar azalıyor… dostlar, arkadaşlar azalıyor, insanın başındaki saçlar azalıyor, aklından geçenler azalıyor.
Yarın için bir beklentim yok. Bekleme ustası değilim.
Zaman geçerken azalıyor. Büyürken küçülüyoruz. Yaşadıkça yaşayacağımız azalıyor. Ardımızda bıraktığımızdan başkası yok. Yalnızız.
Gitmek istiyorum ama gidemiyorum. İnsanın terk edecek kimsesi yoksa gitmesinin de bir anlamı olmuyor.
Daha çok aşk daha çok yalnızlık demekmiş.
Geldiniz. Fakat ben burda o kadar çok bekledim ki, ne söyleyeceğimi unuttum. Belki şöyle demek daha doğru olur, söyleyeceklerimin önemi kalmadı. Sanki zaman, düşüncelerimin bozulmasına neden oldu. Bilmiyorum.
Hiçbir zaman kendimi tam anlamıyla ortaya koyamadım. Her zaman bir şeyler eksik oluyor. Tam olarak ifade etmek istediklerimi ben de bilmiyorum. Daha doğrusu, söyle derseniz hemen söyleyemem. Bir tutukluluk, bir eksiklik, bir gecikmişlik duygusu hâkim. Uzun suskunluklar giriyor insanlarla arama.
Sıradan insanlar ancak hedeflerden söz edildiğinde rahatlarlar. Oysa çoğu zaman gerçekte hedefin ne olduğunu asla bilmeden doğup ölürler.
Çocukluğumun hazine sandığını sana göstermiş miydim? Dünyanın garip nesnelerini biriktirdiğim bir dönemde. Yapraklar, taşlar, kabuklar, kozalak ve kelebek ölüleri. Hayata bir daha öyle iştahla dokunmadım.
Ben zaten uzunca bir süredir özür dilemek dışında bir şey yapamıyorum hayatta. Ben olduğum için özür diliyorum herkesten. Çevreye vermiş olduğum rahatsızlıktan ötürü…
Şiir söylenemiyorsa aşktan söz edilmiyor demektir.
İnsan ancak aşık olduğunda sonunu düşünmeden davranıyor, bunu da bu yaşımda öğrenmiş oldum. Sen çoktandır bildiğin için mi erkenden gittin?
Dayanacak gücü toplamam gerekli önce. Ardından boğabilirim o ışığı.
Ama ne gariptir şiir denilen şey. İnsan hep kendisi için yazılmış sanır.
Sabahları uyanıyor, şiir okuyor, göğe bakıyorum. Şükrediyorum. Bir gün daha onu düşüneceğim diye. Bir gün daha yanacağım diye.
Tüm hayatım, yazılmamış şiirlerin gölgesinde geçmiş olacak.
İç karanlığım siyah bir gecenin okyanusu. Arada sırada bir işaret fişeği gibi, ufukta parlayan bir yıldız gördüğümde, heyecanlanıyorum. Elim ayağım buz kesiyor. Zamanı şaşırıyorum. Evin içinde dönüp duruyorum. Deli gibi.
Hep konuşsun istiyordum. İçimde açılmış olan büyük yaranın, onun sesinden damlayan ilaçla iyileşeceğini hissediyordum.
Önemli biri değilim, bunu kabul ediyorum ama… Yine de böylesine yok sayılmak onuruma dokunuyor. Her şeyin bir onuru vardır. Taşın, toprağın, ağacın… Hiçbir şey yok sayılmaz. Hiçbir şey, varken yok sayılamaz.
Neden bilmiyorum, unutmak ölümden daha çok korkutuyor beni.
Şimdi kırk yaşında bir adam olarak bu kadarını hatırlayabiliyordum. Yaşlandıkça geçmişi daha iyi hatırlayacak, bu resmin eksik parçaları kendiliğinden tamamlanacaktı. Ne kadar garip bir durum. Geçmişi yeniden ele geçirmek için bugünü feda etmek gerekiyor.
Geldiniz. Fakat ben burada o kadar çok bekledim ki, ne söyleyeceğimi unuttum. Belki şöyle demek daha doğru olur, söyleyeceklerimin önemi kalmadı. Sanki zaman, düşüncelerimin bozulmasına neden oldu. Bilemiyorum.
Aramızda upuzun bir hikâye olabilirdi. Boşluklar kelimelerle dolabilirdi. Fakat bazen kelimeler düşünceleri boğuyor. Bazen. Her zaman değil. Bazen. Arada sırada.
Hiçbir zaman kendimi tam anlamıyla ortaya koyamadım. Her zaman bir şeyler eksik oluyor. Tam olarak ifade etmek istediklerimi ben de bilemiyorum. Daha doğrusu, söyle derseniz hemen söyleyemem. Bir tutukluk, bir eksiklik, bir gecikmişlik duygusu hâkim. Uzun suskunluklar giriyor insanlarla arama.
Ama ne gariptir şiir denilen şey. İnsan hep kendisi için yazılmış sanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir