İçeriğe geç

Toprak – 2 Kitap Alıntıları – Emile Zola

Emile Zola kitaplarından Toprak – 2 kitap alıntıları sizlerle…

Toprak – 2 Kitap Alıntıları

&“&”

Uğrunda cinayet işlenmeye dek vardığımız o toprak, bütün korkunçluklarımız, sefilliğimize rağmen, bizim bilemediğimiz amacı doğrultusunda hayatı yenilemeye devam eder.
Ebedi olan tek şey toprak, geldiğimiz de, yine döneceğimiz yer de orası.
Ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz.
Ama kim bilir! Ürünü yakan kırağı, onu baltalayan dolu nasıl gerekliyse, dünyanın dönmesi içinde kan ve gözyaşı gereklidir…
…diğer yanda ise kan emici, toprak kemirici, köyün alnında kara leke olan muzaffer eşkıyalar var…
Toprak biz azgın böceklerin kavgalarından çok uzaktaydı; ha durmaksızın hummalı bir şekilde çalışan karıncalar, ha biz aynı şeydi onun için.
Toprak besin kaynağı olacak, tohum ekenin karnını doyuracaktı.
Ama ne önemi vardı ki! Duvarlar yansa da, toprak yanar mıydı hiç!
…namuslu kişiler için en iyi ödül alnı açık yürüyebilmektir…
Zaten kavgadan çok, olayları hep akıl yoluyla çözmeyekten yanaydı.
– Yarısı hakkın ha! dedi. Burayı bir don bir gömlek geldin sen be! Şimdi de malların yarısını götürme cüretini mi göstereceksin!
Girmesin içeri! Bize de hastalık bulaştıracak!
Bu hep böyle olmuştur, yine böyle olacak! Hele sefalet ve açlık, sizi kurtlar gibi şehirlere saldırtsın bakalım… Şu gelen buğday, Belki de buna vesile olacak! Bolluk peşinden kıtlığı sürükler! Bu hep böyledir, buğday için ayaklanılmış, buğday için kan dökülmüştür!
Bari en kolay, eğlenceli yanına kaçın işin de grev yapın! Hepinizin birikmiş parası var, uzun zaman, gerektiği kadar dayanabilirsiniz! Ancak ihtiyacınız kadarını ekin, pazarlara hiçbir şey yollamayın! Bir çuval buğday, bir file patates bile! Bakın Paris nasıl da açlıktan geberiyor!
Buralardan uzak kalmak beni öylesine hasta ediyor ki, öleceğim sandım! Belki bunu aptalca buluyorsundur ama öyle işte… Elimde değil, ağaç gibiyim işte, topraktan köküm çıkarıldı mı ölür giderim…
Ölmek öyle kolay bir iş değilmiş… Sadece istemekle olmuyor…
Tükenen iradesi ve otoritesinden sonra, en son yenilmişliği de buydu; insanca yaşamış birinin çektiği sefalet, yaşlı bir hayvan gibi bir köşeye atılmış olmaktan duyduğu acı… Yine de hiç şikayet etmiyordu; verdiği onca hizmetten sonra, gücü tükenince gereksiz yere yulaf tüketiyor diye vurulması gereken bir beygir olma düşüncesini kanıksamıştı.
Sabahtan akşama dek onları görüyor, ama ne bakıyor ne de bir laf ediyordu. Kör ve dilsiz, canlılar içinde bir gölge gibiydi.
İnsanın ne evi, ne çocuğu ne de başka bir şeyi olmayınca sokakta yatar, aç kalırdı.
Babam gelip ayaklarıma kapanacak onu evime alayım diye!" Bu cümle baba ve kız arasındaki bağı bıçak gibi kesip atmıştı. Yok! Yok! Onun o kusursuz kadın kibirliği ile zafer kazanışını görmektense, açlıktan gebermeyi, bir hendekte kıvrılıp uyumayı tercih ederdi.
Aklımı kaçırmış gibi bir halim var mı benim?
Onların ne yaptığı bizi ilgilendirmiyor… Bizden uzak, cehenneme direk…
Doktorun bu hoşgörüsüz tavırları, köylülerin, verdiği ilaçların yarısından şüphe etseler de saygı duymalarını sağlıyordu. İlaç ne kadar pahalıysa o kadar iyi mi demek oluyordu yani?
Hastalık korkusuyla çeneleri açılan köylülerin bu sorgulamalarına alışmış olan doktor, onlara beygir muamelesi yaptığından, konuşmaya tenezzül bile etmezdi.
Yeryüzünde bunca serseri, bunca kaltak varken işler nasıl yürüsün?
Toprakta illallah dedi bizden yahu!
– Valla Tanrı’nın verdiği nimetlerden faydalanmamak aptallık olur… Ben de uzun zaman boyunca, köylülerimiz gibi önyargılı davrandım… Ama Kaka Ana beni değiştirdi… Şu komşunuz Kaka Ana onu tanıyor musunuz? Kadının hakkı var, köklerine lazımlığı boşalttığı lahanalar, lahanaların kralı… Nasıl büyük nasılda lezzetliler… Edilecek bir tek kelime yok… Sonuç ortada…
Zira çocukluğundan beri hep adaletsizlikle savaşmıştı. Tek bir çaresi vardı ve bu da kesindi, onca zaman sabrettiği için kendisine kızıyordu.
Asıl olan tek şey mutlu olmaya duyduğumuz ihtiyaçtır!
Tıpkı fırlatılan bir taşın eninde sonunda yere düşmesinin kaçınılmaz oluşu gibi! Bu işin içinde ne öbür dünyanın papazlarının, ne de Tanrı gibi onları da hiç görmediğimiz o hukuk, adalet dedikleri şeyin işi olacak! Asıl olan tek şey mutlu olmaya duyduğumuz ihtiyaçtır!
Siz beni her söylenene kafa sallayan bir kukla mı sandınız!..
Ah şu köle soyu! Hep onu kırbaçlasa da, doyurandan yanalar… Günlük ekmeğinin ötesini düşünüp, görmeyen bir bencilliğin varisleri…
Kendi kulaklarınızla duydunuz işte, buğdayın ucuzlamasını istiyor… İthal buğdayların gelip bizim ürünlerimizi ezmesinden yana… Size daha önceden anlatmıştım, bunun sonu iflastır… Eh güzel vaatler ediyor diye onun peşinden gidecek kadar kafasızsanız, bilemem tabii… Tabii, tabii verin oyunuzu ona… Bakın bakalım sonradan umurunda olacak mısınız…
Hadi oradan yahu! İnsan attan inip eşeğe biner miydi hiç!
– O halde önce köylünün karnını doyurun…
Fransa’da ekmek 4 libreden yirmi meteliğe yükselsin, yoksullar acından ölsün! Sizin gibi gelişim yanlısı bir adam nasıl olur da böyle korkunç bir şeyi savunur?
Buğdayın altı franga, yani mal olduğu fiyata düştüğünü düşünecek olursak… Çapaya sabana davranmaktansa, geberip gitmek daha iyidir…
Devrim zamanı vurgunu! Zavallı köylüye tek bir şans tanımazken, haramiler ceplerini doldurmuştu!
Ne olursan ol, paran oldu mu, güç sendeydi işte…
Ah be lanet olası hükümet!
Bu defaki de halkı soyuyordu işte!
Her köylünün içinde, hayatta en namuslusunda bile gizli bir kaçak avlanma dürtüsü yatar.
Onlara muhtacım sanıyorlar ama yanılıyorlar… Gidip yollarda taş kırarım yine onlara minnet etmem.
– Şimdi biri ona dokunsun da göreyim! diye haykırdı. Ekmeğin tadını unuttururum adama ben!
Cehennem kelimesi Grande’ın yüzünde bir gülümsemeye sebep olmuştu. Hep dediği gibi, o cehennemi yeterince iyi biliyordu zaten, cehennem dediğin yer, yeryüzündeydi, yoksullar için…
“Ebedi olan tek şey TOPRAK ,geldiğimiz de yine döneceğimiz yer de orası…Uğrunda cinayet işlemeye dek vardığımız o toprak, bütün korkunçluklarımız,sefilliğimize rağmen,bizim bilemediğimiz amacı doğrultusunda hayatı yenilemeye devam eder.”
Gece olduğunda artık kimse onunla konuşmaz olmuştu.Varlığına tahammül edilen davetsiz misafirden başka bir şey değildi.
Ürünü yakan kırağı, onu baltalayan dolu nasıl gerekliyse, dünyanın dönmesi içinde kan ve göz yaşı gereklidir…"
Ölmek öyle kolay bir iş değilmiş… Sadece istemekle olmuyor…"
Yeryüzünde bunca serseri, bunca kaltak varken işler nasıl yürüsün? Toprak da illallah dedi bizden yahu!"
Bana sorarsanız eğer, bu hayata ne yapmaya geldin diye, size şunu söyleyeceğim: Ben bu hayata, sonuna kadar yüksek sesle yaşamak için geldim.
Bana sorarsanız eğer, bu hayata ne yapmaya geldin diye, size şunu söyleyeceğim: Ben bu hayata, sonuna kadar yüksek sesle yaşamak için geldim.
Ürünü yakan kırağı, onu baltalayan dolu nasıl gerekliyse, dünyanın dönmesi içinde kan ve göz yaşı gereklidir…"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir