İçeriğe geç

Kitaplarla Söyleşi 1 Kitap Alıntıları – Oğuzhan Saygılı

Oğuzhan Saygılı kitaplarından Kitaplarla Söyleşi 1 kitap alıntıları sizlerle…

Kitaplarla Söyleşi 1 Kitap Alıntıları

&“&”

İngiltere’nin bazı propagandalarının günümüzde dahi İngiliz aydınlarının iman sandığında olduğunu şu cümlelerle anlatır Koloğlu: İttihat ve Terakki’ye hiç Sabetaycılık damgası vurmayan İngilizler, İttihatçıların getirdiği Meşrutiyet’in, kendilerinin Mısır ve Hindistan’daki sömürgelerini etkileyeceğinden korkmuşlar, bu yüzden de İttihatçıların Manastır-Selânik eksenli gelişmesini bahane ederek, Sabetaycılık, dolayısıyla Yahudilik kampanyası başlatmışlardır. Yani İttihatçıların İslam dinine ihanetle suçlanmasını sağlayan İngilizlerdir. Oysa Filistin’i Yahudilere hediye eden de İngiltere’dir.(s.183) Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı’nın İstanbul’daki Büyükelçiye " Abdülhamit’i unutun, İttihatçıları yerin dibine batırın!" talimatı verdiğini söyler.
Umutsuzluktan umuda yolculuğunun başlangıcını Nick, "… sonunda bir çocuk olarak, Tanrının bizimle tek yoldan konuşmadığını anladım." sözleriyle dile getirir."

[Nick Vujıcıc, Limitsiz Yaşam, kitabı]

Özellikle engellilerin kendilerine acıma duygusuyla yaklaşılmasından oldukça rahatsız olduğunu belirtirler Selim ve Kerim kardeşler. Bu kardeşlerin başarılarını okuyunca insanın engelliler", "engellilik" kavramını tekrar sorgulayası geliyor. İnsan "Acaba bu insanlar mı engelli yoksa yaşamımızın önemli bir kısmını mazeret üreterek geçiren bizler mi engelliyiz?" diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor.
Üç batı dilindeki yazıları okuyamayan bir araştırmacının tam bir bilimsel araştırma yapamayacağını vurgular. Örneğin Bernard Lewis’in üç doğu dilini (Türkçe, Arapça ve Farsça) mükemmel bilip kullandığını belirtir.(s.157)"

[Emine Çaykara, Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık kitabı.]

Lewis ile dostluğunun çok iyi olduğunu öğreniyoruz. İnalcık, Lewis ioe yaptığı bir şakalaşmayı anlatır. Kanuni, şeyhülislamı Ebusuud Edendi’yle aynı yaşta oldufu için ona Sinde sindaşım, dünyada yoldaşım, ahrette kardeşim." dermiş. Lewis de Kanuni’nin sözünü tekrarlayarak "yaşta yaştaşım, ahrette kardaşım" deyince İnalcık Hoca "Valla güzel, yaşta yaşıtız, ama ahrette cennette mi yoksa cehennemde mi beraber olacağız? " dermiş.
“İstanbul’un beş yüz kahvehanesinde vasati olarak ellişer kişiden yirmi beş bin kişinin ve bunlar cümlesinden, sarıklı, cüppeli hoca efendilerin sabahtan akşama kadar kağıt, dama, tavla oynayıp tembel tembel oturmaları, sokakta yürüyen erkeklerin rastladıkları müslüman kadınlara laf atmaları…” (s.161)
Arap ihtilali, esir arap subaylarını canlandırdı. Bunlar ruslara, “Biz de sizlerdeniz. Bizlere esir muamelesi yapmayın” diye iddia edip dilekte bulundular. Yeni hükümet bu iddiayı dinledi ve arapları serbest bıraktı. Bunlar şehirde serbest dolaşmakla kalmayıp kaçma teşebbüsünde bulunan Osmanlı subaylarını ihbar edip yakalatarak esirlikten esirliğe sürünmelerine, genel hapishanelere göndermelerine neden oldular.
İhsan Bey, sahrada bir çobanın veya deve kervanı güdücülerinin uzun uzun çektiği yaleller arasında “Yaşa, yaşa, Enver Başa” nakaratlarına sık sık rastlandığını, Enver Paşa’nın başına “re’sek Enver Başa” diye yemin edildiğini, bu yeminin üzerine yalan söylenmeyeceğini belirtir.
“1,5 milyon insan nereye gömülmüştür? Gösterin de açalım?”
Bugün Kürt olarak bilinen, hatta ve hatta şöyle söyleyim Kürt-Alevi olarak bilinen birçok insan da maalesef Ermeni dönmeleri.
1900 yılında Osmanlı Devleti’nde İngiltere’ye ait altmış altı konsolosluk olduğu ve bu konsoloslukların etkin şekilde çalıştıkları bilgisiyle ilk kez karşılaştığımda çok şaşırmış hatta irkilmiştim.
Türkçe Kur’an tercümesini İçtihad desteklerken Sebilü’r Reşad karşı çıkmıştır.
“Müfrezemiz; (ermeni) muhacirlerin ailelerini; Kerak’a getirirken arızalı arazide, onların eşyalarıyla beraber taşıyamadıkları çocuklarını, askerlerimiz, omuzlarında ve tüfeklerinin namlularının yanında, taşıdılar.” (Ali Fuat Erden)
Erzurum’u bu öneminden dolayı Tavernier, “İstanbul-İsfahan yolu üzerindeki son Türkiye kenti”, Evliya Çelebi “Saadet diyarı, sağlam kale”, İsmail Habip Sevük “Anadolu’nun hem kilidi hem anahtarı” diye nitelemiştir.
“İstanbul doğumluların askerlikten muaf olması” gibi bir uygulamayla ilk kez karşılaştığında oldukça şaşırır, … savaşın başladığı yıl alaylara numara verilmediğini, bu durumun birçok karışıklıklara neden olduğunu … anlatır. … Sefer esnasında subaylara harita verilmediğini, … Türkçe hiçbir harita görmediğini ısrarla vurgular.
Yurt dışından gelen diğer akademisyenlere olduğu gibi yazara da iki yıl kadar sürede Türkçeyi ders olarak anlatabilecek kadar öğrenme şartı koşulur. ( #kitapşuuru )
1945’te hukuk fakültesinde öğrencileri sınav yaptıktan sonra dekanın kendisine başbakanın oğlunun notunu değiştirmesini teklif ettiğini, kendisinin de bunun mümkün olamayacağını, kabul etmesinin prensiplerini çiğnemek anlamına geleceğini belirtir.

Saraçoğlu, kendisinin bu erdemli davranışını tebrik ve takdir eder. (S.332) ( #kitapşuuru )
Örneğin, kabiliyet ve liyakata göre insanların -padişahlık hariç- her makam ve mevkiye gelebileceğini oysaki kendi ülkesinde böyle bir durumun olmadığını beyan eder.
“Millî haysiyet ve şerefi, üç buçuk palikaryanın ayakları altında çiğnenen bir hükümete memurluk edemem.” diyerek Devlet memurluğundan istifa eder. (S.67) ( #kitapşuuru )
İttihatçılara yönelik yaftalanan dinsiz, mason ve sabetaycı yargılarının İngilterenin yalanı olduğunu anlatır.
… arif bir büyüğüne gece karanlığında ışık saçan alevlerin neler olduğunu merak ettiğini sorar. Tabi sonradan bunun ateşböceği olduğunu öğrenir. Verilen cevabı ömür boyu unutamaz: “Allahın şehitlerimize yaktığı kandillerdir.” ( #kitapşuuru )
Hoca’nın dünyada akademik kariyerinin yükselmesine ve otorite haline gelmesine rağmen 1973’te yazdığı bir kitabının, yedi dile çevrildikten sonra ancak 2003’te Türkiye’de yayımlandığını öğreniyoruz. (S.160) #kitapşuuru
“İlim ve marifet karşısında diz çöküp hürmet göstermeyen milletlerin akıbeti hüsrandır.O millet yaşayamaz, çünkü yaşamaya layık değildir.”
Cemalettin Afgani
Bugünkü günde ticaret, sanat, iktisat, cihetlerince Türkler Türkiye’deki Hristiyan milletlerin hepsinden daha geridedir. Çünkü Hristiyan milletlerin bütün gövdesi, yani erkekleri ve kadınlarının hepsi canlı, hepsi hareket halinde ve hepsi çalışıyor. Türk milletinin ise sadece yarısı, sadece erkekleri çalışıyor, sadece yarısı canlı. Gövdelerinin yarısı mefluç( felçli).Bir erkeğin kazancını beş on kişiden meydana gelen bütün bir aile tüketiyor. Diğerleri hiç para kazanamıyor.Çünkü şeriat mı diyeyim, âdet mi diyeyim, bunların önünü kapatıyor. Bunları kara çarşaflara sokuyor, ağızlarına temiz hava girmiyor. Bunları kafesli pencereler içindeki dört duvarın arasına tıkıyor. Yüzlerine güneş ışığı bile düşmüyor.Bunlar kocalarının üzerinde ağır bir yüktürler. Hayatın acı dakikalarında bunlar kocalarının kaygılarını paylaşamıyorlar, eşlerine teselli vermiyorlar….. çalışan eşleri, babaları, çocukları bir ay hastalanıp maaş alamasa veya işinden çıkarılsa veya ölüp gitse bütün aile için kıyamet kopuyor, bütün aile sefalete mahkûm oluyor."
Soykırımın en büyük belirtilerinden birinin de toplu mezarlar olması gerektiğini söyler. 1.5 milyon insan nereye gömülmüştür.? Gösterin de açalım?" diyerek , Anadolu’da bir tane dahi toplu mezar bulunmadığını, buna karşılık Ermenilerin katlettiği Türklerle ilgili onlarca toplu mezar bulunduğunu, ölüler üzerine propaganda yapmak istemediklerini, ama yapılması gerektiğini söyler.
… maalesef Ermeni dönmeleri. Ve TİKKO’ nun içerisinde yer alan, PKK’ nın içerisinde yer alan insanlardan birçoğu bunlardan. Yani bizim zannettiğimiz gibi bir Kürt hareketi değil PKK veya TİKKO hareketi.
…Şark tarafından ne vakit bir harp patlarsa devlet hemen bağırırdı: Aman Kahraman Erzurum!’ Amana zamana lüzum yok; mademki kahramandır,balını yapan arı gibi o da kahramanlığını yapacak.Kahraman her harpte yapacağını yaptı ve devlet her harp bitiminde kahramanını unuttu. Kan akıtmak, Erzurum en önde; imar etmek, Erzurum çok uzakta. Vatana olan borcun hiçbir vakit sonu olmaz; fakat bu serhat beldesi vatana borcundan ziyade vatandan alacaklıdır."
Bizim askeri sistemimizle Türk sistemini karşılaştırınca geleceğin bize neler hazırladığını düşünüp korkudan titriyorum.Karşılaşan iki ordudan biri galip gelecek ki bu hehalde Türk ordusu olacak diğeri de mahvolacaktır. Çünkü Türk Ordusu sırtını kuvvetli bir imparatorluğun geniş kaynaklarına dayamış, zinde, tecrübeli, sarsilmamış bir kuvvet.Askerleri zafere alışmış, zor şartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline riayetkar, uyanık ve kanaat ehlidirler.Bizimkilerde ise umumi bir fakirliğe mukabil hususi bir israf, yıpranmış kuvvet, maneviyat bozukluğu , tahammül yokluğu ve idmansizlik var.Serkeş askerler,aza kanaat etmeyen subaylar.Disiplin kavramıyla alay ederiz.Başıboşluk, sarhoşluk, serkeşlik,zevke düşkünlük bizde alabildiğine vardır. Daha kötüsü yenilgiye alışmış bulunmamızdır. Bu durumda neticenin ne olacağı gün gibi aşikardır.
Bir şişeyi karşıya hedef belirlemek için dikersin.Nişan alıp vurmaya çalışırsın.Biri, ikisi, üçü derken illlaki birisi hedefi tutturur. İnsanların bedduasını ve duasını almak da böyle bir şeydir. Düzenli ve devamlı insanlara iyilik ve zulüm ediyorsan bunun karşılığını her halükarda alacaksın.
..amaçsız insan kafası kesik tavuk gibi oradan oraya atar kendini.
…okul hayatında başarılı olamamış hatta okul hayatı yok denilecek kadar az olanların içerisinden ne deryaların ne beyinlerin ne cevherlerin çıktığına da şahidiz.
Okumak ibadettir, okumamak vatana ihanettir; daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır."
Bir grup vatandaş seçilmek için, bir grup da geçinmek için Anadolu’nun anasını ağlattılar."
Kanuni olmak kolaydır, ll. Abdülhamid olmak zordur."
Ülkenin bazı aydınlarının bile samimi duygularla ile dile getirdiği, gençlerimize enfekte ettiği bizden adam olmaz" yıllarının artık geride kaldığını belirtebiliriz. " Galatasaray’ın UEFA şampiyonu olması, Türkiye Milli Futbol Takımının dünya üçüncüsü olması, Orhan Pamuk’ un Nobel Edebiyat ödülünü alması " Nuri Bilge Ceylan’ın" yönettiği filmlerin ardı sıra dünya çapında ödüller alması…
Abdülhamid’e atfen anlatılan, Filistin’de devlet kurmak Isteyen Siyonistlerin lideri Teodor Herzl’in Abdülhamid’in karşısına geçip küstahça toprak talebinde bulunması ve Padişahın buna verdiği cevabın İsrail kaynaklarında geçmediğini Ilgaz Zorlu, böyle bir durumun olmadığını da İlber Ortaylı belirtir.
Basına uygulanan sansürün oldukça abartılı olduğunu, hatta kendisinin burnunun uzun olduğu için bunu ima eden kelimeleri yasakladığını, bunun gibi sansür listesi çıkarıldığını ve sıkı bir ihbarcılık furyası uyguladığını Mustafa Erdoğan anlatır.
Abdülhamid’e olan hayranlığına. rağmen Mim Kemal Öke, bu dönemde yaşasaydı Mehmet Akif, Said Nursi gibi ona muhalif olabileceğini; Padişahın Osmanlı’yı ayakta tutmak için yaptığı politikaları durağanlık" ve "çöküş” olarak yorumlayabileceğini ifade eder.
Yine bu konuyla ilgili Sefa Saygılı görüşleri kapsamında Ürdün’e yaptığı gezideki izlenimlerini anlatırken Ürdün turizm rehberinde ünlü casus ve subay Lawrence’in karanlıkta doğan bir güneş gibi resmedildiğini ve bu isimli birçok dükkânın olduğunu üzülerek hatta ağlayarak gördüğünü söyler.
Kendisinin zannedildiğinin aksine muhafazakár bir kişiliğe sahip olmadığını, yaşamının tiyatroyla, operayla iç içe modern bir boyutta olduğunu vurgular.
Vahdettin Engin, bu savaş sonucunda Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da toprak kayıpları olduğunu vurgular. Ayrıca Tunus’un Fransızlarca, Mısır’ın İngilizlerce işgal edilmesi, Kibrıs’ın İngiltere’ye, Doğu Rumeli vilayetlerinin Bulgaristan’a verilmesinin Sultan Abdülhamid döneminde olduğunu hatırlatır.
Orhan Koloğlu, bazı kişilerin Sultan hakkında Şeyhinin elini öperdi." iddiasına şiddetle karşı çıkar. Bunu iddia edenlerin Sultanı çok iyi bilmediğini, Padişah olarak kimsenin elini öpmeyeceğini kimseye karşı boyun eğmeyeceğini, Sultan Reşat’ın tekkeye gittiğini, böyle davranış beklenebileceğini ama Abdülhamid’in böyle bir şey yaptığına dair elde bir kaynak olmadığını vurgular.
Saati geriye çevirmek, tarihin baraj yıkan sularına engel olmak, süreçleri ters yüz etmek kişilerin harcı değildir.
Nitekim Enver Paşa’cı pek çok subay da bu coşku ile dağa çıktılar; fakat vatanseverlikleri, imparatorluğu dağılmaktan kurtaramamış, bilakis meşum sonu engelleyememişti. Sultan Abdülhamid de engelleyemezdi."
Graham Bell, belleklerde telefonun bulucusu olarak yer etse de adının öne çıkmadığı çalışmaları da vardı. National Geographic Society Derneği’ni birçok arkadaşıyla kurar.
1.Sağlıklı olun.

2. Manevi güce inanın.

3. Birlik konusuna önem verin.

4. Bilgili olun, lisan öğrenin.

5.Hedefinizi belirleyin.

6. İşinize sahip çıkın.

7. Hangi işi yapacaksanız, o işi en iyi bilenlerle" işbirliği yapın.

8. Beraber çalıştıklarınıza güvenin.

9. Kurumlaşın.

10. Tasarruf yapın

Gözlem yapmayı, gözlemlerini hatırlamayı, sonu gelmeyen nasıllar ve niçinlere cevap aramayı sürdüren bir kişinin zihni körelmez."
Kitaplığı olmayan bir üniversite, cephaneliği olmayan bir kışlaya benzer."
Okumak ibadettir, okumamak vatana ihanettir; daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır."
Bizim Tarih kitaplarında milliyetçi sözleri ayıklamaya meraklı olanlar, yabancıların tarih kitaplarında neler yazdığını hiç bilmiyorlar."
Milli Mücadele aleyhinde olanlar hakkında &‘hain’ yaftasının sık kulllanılmaması gerektiğini belirtir.
Orhan Beyin ve zamanı verimli kullanması dikkat çekmektedir. Türkçe ve Osmanlıcanın dışında yedi dil bilen, on beş ülkenin arşivlerinde çalışan bir kişidir.
Kendini koyu Atatürkçü sayan kesime de güven vermek zorundasınız. Herkesin sizinle aynı fikirde olması şart değil."
Babası aynı zamanda şarap satan bir imamdır.
Güzellik ve iyilik örnek alındıkça artıyor, eksilmiyor.
İnalcık, Lewis ile yaptığı bir şakalaşmayı anlatır. Kanunî, şeyhülislamı Ebusuud Efendi’yle aynı yaşta olduğu için ona Sinde sindaşım, dünyada yoldaşım, ahrette kardeşim." dermiş. Lewis de Kanunî’nin sözünü tekrarlayarak "yaşta yaştaşım, ahrette kardaşım" deyince İnalcık Hoca "Valla güzel, yaşta yaşıtız, ama ahrette cennette mi yoksa cehennemde mi beraber olacağız?"
Bu Cuma gecesini kaçırdım diye yanma. Coşana Cuma gecesi çoktur. Yeter ki sen coşmaya bak.
Acaba bu insanlar mı engelli yoksa yaşamımızın önemli bir kısmını mazeret üreterek geçiren bizler mi engelliyiz? #kitapşuuru
Bir eğitimci olarak öğrencilerimize ve çocuklarımıza doğru, çalışkan ve başarılı insanların yaşamını okutarak bu topraklardaki özgüvensizlik ruhunu kovabileceğimizi umut ediyorum.
Okumak ibadettir,okumamak vatana ihanettir;daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır.
Bilgi,sevgidir ,ışıktır ve görmektir.
Kerimî, ilim,irfan,medeniyet,maarif ve sanayi alanlarında İslam âleminin geri olmasına çok üzülür.Bu alanda geri kalmışlığı çok sorgular.Batıda gördüklerinin ülkesinde, özellikle İslam âleminde ne zaman görüleceğinin rüyasını sık sık kurar.
Acaba bu insanlar mı engelli yoksa yaşamımızın önemli bir kısmını mazeret üreterek geçiren bizler mi engelliyiz?"
2006 yılında Danimarka’da Peygamberimiz hakkında yayınlanan bir karikatür başta İslam ülkeleri ve birçok ülkede tepki toplamıştı. Kitaptan öğreniyoruz ki 1881 yılında Viyana’da yayımlanan bir karikatürde de Hz Muhammed geçmektedir. Başında fesi ile Müslümanların ilahı gibi gösterilmeye çalışılmaktadır (s.298). Bilmiyorum Batı’nın bilinçaltında bazı şeylerin değişmediğini söylemeye gerek var mıdır?

1291′ de Erzurum’u ziyaret eden Marco Polo’nun Anadolu’dan bahsederken Türkiye demesi ilginçtir.

Bizim tarih kitaplarında milliyetçi sözleri ayıklamaya meraklı olanlar, yabancıların tarih kitaplarında neler yazdığını hiç bilmiyorlar.
“ Benim zevkim de, hobim de iştir.” der Mert Çelik fabrikasının sahibi Mehmet Tanrısever…
Merak küpünün içerisine batırılmış gibi sürekli sorular yöneltir çevresindekilere.
1590’a doğru bir İtalyan gezgin Paris’te yirmi iki saatçi bulunduğuna işaret etmişti
Cep saatleri 15. Yüzyılın sonlarına ya da 16. Yüzyılın başlarına doğru ortaya çıktı
Etkin bir okurun dipnotları es geçme gibi bir lüksü yoktur
..Bütün hayatım boyunca, mesleğimin ve özel işlerimin arasında, mensubu bulunduğum küçüklü büyüklü kuruluşlar yararına gönüllü çaba göstermeyi her zaman için görev bildim
.. “özellikle babam için ‘görev’ her şeyden önce gelirdi. Dolayısıyla ben de “görev” saydığım her şeyi, elimden gelen en iyi biçimde yerine getirmeye çabalardım.”
“Okumak ibadettir, okumamak vatana ihanettir; daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir