İçeriğe geç

Dünya Hepimize Yeter Kitap Alıntıları – Sarkis Çerkezyan

Sarkis Çerkezyan kitaplarından Dünya Hepimize Yeter kitap alıntıları sizlerle…

Dünya Hepimize Yeter Kitap Alıntıları

&“&”

Annem ve ailesi Taşnaklar’dan çok etkilenmişlerdi, siyasi insanlardı. Ama babamın ve ailesinin böyle bir eğilimi hiç yoktur. Galiba onlar Anadolu’da yaşadıkları, zenginliklerine ve Türk halkının dostluğuna güvendikleri için Ermeni siyasi hareketlerine hiç bulaşmamışlardı. Bu yüzden tehcir hiç beklemedikleri bir uygulamaydı ve hazırlıksız yakalanmışlardı. Bu nedenle tehcir onları ruhsal olarak çok kırdı, çökertti
Hâlbuki iktidardakilerin aşiret partisinden farkı yok! Cumhuriyet ne, demokrasi ne bildikleri yok. Halk ismini söylemeyi bile bilmiyor, demirkırat diyor. Peki demokrasinin ne olduğunu bilmeyen, nasıl demokrat olur ? Celal Bayar, batı’ya karşı demokrat olduk" dedi. Eee hoş geldin. Nasıl oldu bu? "Olduk işte" Dünkü ittihatçı… Bir günde nasıl demokrat olur? O değil miydi daha iktidara gelir gelmez "Ezan Arapça okunmalı diyen?" Temelini o atmadı mı bugünlerin, dini siyasete alet etmenin, O dönemden başlamıyor mu bunlar ? Ama bunları açıkça yazan da yok bu ülkede.
Cemal Paşa’nın Adana valisi olduğu yıllarda, Sarkis amcam Ceyhan’a tosun almaya gitmiş. Cemal Paşa’nın da iki kızı varmış. Kızlar ud dersi alıyorlarmış bir âmâ udiden. Amcam atın üstünde vali konağının yanından geçerken, duvarlarından ağaçların sarktığı bahçeden, ud sesi duymuş. Amcam ud sesine dayanamayıp, atıyla ağaçların gölgesine gelmiş ve onları izlemiş. Bu arada kızlardan biri görmüş amcamı, kıyafetinden Yörük zannetmiş. Nasıl buldun Yörük amca, beğendin mi?" diye seslenmiş amcama. "Hanım kızlar çok beğendim. İyi çalıyorsunuz" demiş amcam. "İstediğin bir parça varsa çalalım" demiş kız. Amcam da Kayserili ya "Bana Gesi bağlarını çalarsanız çok memnun olurum" diye cevap vermiş. Onlarda tutmuşlar gesi bağları türküsünü çalmışlar. Türküyü dinledikten sonra kızlara teşekkür etmiş, ayrılmış oradan amcam.

Bu olaydan çok etkilenmiş amcam. Karaman’a geldiği zaman olayı babama da anlatmış. "Bizim oğlan, ben ölürüm, sen sağ kalırsan, sana da vasiyetim olsun, senin çocuklara veya benimkilerin birisine ud çalmayı öğret de, ara sıra gelsin benim mezarımın başında çalsın" diye vasiyette bulunmuş babama.

Zavallı amcam, nereden bilecek ki, 1909’da aynı şehirde, Adana’daki katliamda kendiside öldürülecek ve mezarı bile olmayacak.

İktidardan memnun değilsin, diğeri de memnun değil, halk da memnun değil, o zaman bu işi kolaylaştırın, biraz yan yana gelmeyi öğrenin, ortak bir şey yapın.

Anadolu’da bir laf var: "İt taşlamaktan et satmaya vakit bulamıyoruz."

Bizim Türkiye solcusunun haline çok uyuyor bu laf."

Lenin’in ağabeyi, Narodnik, Çar’a suikasttan idam edilmiş. Entellektüel bir aile. Lenin de artık o çevrelerde isminden bahsedilen bir insan. Kazan’da hukuk talebesi. Çar polisi gelmiş, üniversiteyi basmış. Talebeler grup grup orda burda toplanmış. Lenin gitmiş rektörün yanına, "Böyle bir üniversitenin talebesi olmaktan kendimi azad ediyorum." diyerek rektörün önüne atmış kimliğini… Tutuklanmış. Bir siyasi polis komiseriyle beraber gidiyorlar. İkisi arasında bir diyalog geçiyor:

Polis diyor ki: "Delikanlı ne yapmak istiyorsun? Ağabeyin idam edildi, senin için ilmek yas tutuyor, sana kavuşmak için. Çarlık büyük bir duvar, gelip kafanızı vuruyorsunuz o duvara."

Lenin’in cevabı şu: "Biz o duvarı biliyoruz. Bir şu ellerimizi bir araya getirip de hep beraber o duvarı silkeleyecek durumda gelsek, yıkacağız o duvarı."

Bu memlekete Migros geldi "Türk Migros" dediniz, Pirelli geldi "Türk Pirelli" oldu. Bilmem ne geldi, Türk … oldu. Bu halkın kıçına yerleştirilen bütün kazıklar böyle bir jelatine sarıldı, öyle yerleştirildi."
Çarlık Rusya’sında yasaklı olan Taşnak Partisi, II. Meşrutiyet sonrası dönemde legal bir partiydi. Seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi ile ittifak yapıyordu. Türkiye’nin her yanında şubeleri vardı."
Demokratlarmış! Demokrat insan barbar mı? Ne kadar insanın başını yediler! Nazım Hikmet gibiler başka memleketlerde öldü. Neydi suçu Nazım’ın? Hazineyi mi boşaltmıştı, birilerini mi öldürmüştü, ne yapmıştı bu adam? Layık mıydı böyle olmaya? Aziz Nesin, zavallı adam, çat içeri, çat dışarı. Marko Paşa’yı çıkarırdı, o yasaklanır, Yedi-Sekiz Hasan Paşa’yı çıkarır, o kapatılır, Öküz Ahmet Paşa’yı yayınlar. Baş edemezler Aziz Bey’le, bu kez de matbaalara, "bunu basmayacaksın" derler. Ama ona da çare bulur, dergi basılır ve "Gutenberg matbaasında basıldı" diye yazar…
Halk cahil, "iyi oldu gavurlara" dedi çıktı. Onu anlamak mümkün. Ama bizim aydınlarımıza hala aklım ermemiştir. Bu politikalara karşı kendini ortaya atan, tepki gösteren aydın yok. Hepsinin kulakları Ankara’da. Resmi ağız, derin devlet ne derse, onu yapıyorlar, onun dışına çıkmaya korkuyorlar."
Birkaç gün sonra bir kadın geldi dükkana, genç bir Rum kadın. "Bir evimiz var" dedi, "orayı tahrip ettiler, yapılacak işler var, şunlara bir bak". Kumkapı’da Rum zenginlerinden Şekerci Yani isminde birine ait, büyük, kale gibi bir ev. Gittik oraya ki ne görelim. Aşağıdan yukarıya her tarafı kırmışlar, dökmüşler. Taban halılarını bir baştan bir başa kesmişler. Üst katlara çıktık. Yukarıda tavan arasında Rumların ibadet ettikleri ve duvarlarında ikonalar, kandiller, aziz resimleri bulunan bir bölüm vardı. Burada ne varsa hepsini kırmışlar, dökmüşler, odanın ortasına yığmışlar, bir de üşenmeden üstüne sıçmışlar…

Çıktık geri geldik dükkana, oturuyoruz kadınla, ne yapabiliriz diye konuşuyoruz. O sırada Laz Mehmet dükkanın önünden geçiyordu, kadın bir tuhaf oldu onu görünce. "Bu adam" dedi, "sandığın kapağını açtı, ziynet eşyalarım vardı, aldı cebine koydu. Şu ayağındaki mavi pantolon da kocamın pantolonu".

Dükkan komşumuz, meslektaşımız Laz Mehmet yağmacılardan biriydi yani. O günden sonra bir daha selamlaşmadık, o da selam veremedi, ne yaptığını iyi biliyordu."

Harp bittikten sonra Stalin bir ültimatom verdi Türkiye’ye. "İki komşu devlettik, komşunun birisinin evi yanarken yandaki komşunun yanan ateşe su atması lazım. Bizim ülkemiz cayır cayır yanarken siz öyle yapmadınız." dedi ve başladı örnekleri sıralamaya. "26 tümen askeri Doğu cephesinde tuttunuz. Niyetinizi çok iyi biliyorduk. Biz de size karşı 26 Kafkas birliklerini orada bağlı tuttuk, size güvenemediğimiz için. Halbuki eğer size güvenebilseydik, o 26 tümeni Doğu cephesine sürerdik ve harbi bir sene evvel bitirirdik. Bu, bir. İkincisi, Müttefiklerin size yardım olarak gönderdiği botlar, Doğu cephesinde Alman askerlerinin ayağından çıktı." Stalin bunları belgelerle koydu ortaya. Karartmalar vardı geceleri. Alman denizaltıları Karadeniz’de sıkıştı mı Akdeniz’e geçirirlerdi. Akdeniz’de sıkıştı mı Karadeniz’e geçirilirdi. Bütün bunları saydı, saydı. "Bunlar komşuluğa yakışmıyordu, üstelik de Sovyet hükümeti Türkiye’nin bağımsızlık savaşında size karşılıksız yardımda bulundu" dedi. Stalin bu suçlamaları belgeleriyle ortaya koyunca İsmet Paşa’nın paçaları tutuştu, Kars-Ardahan meselesini attı ortaya. Halbuki böyle bir şey söz konusu değildi, yaptıklarını haklı çıkarmaya çalışıyordu bu iddiayla. O kadar."
İngilizler ve Amerikalılar Türkiye’ye yardım olarak asker postalı gönderdiler. İngilizlerin verdiğine Çörçil, Amerikalıların verdiğine Roosvelt denirdi. Bizim ayağımız hiç görmedi bu postalları, genellikle subaylara verilirdi. Ama Türkiye’ye verilen o ayakkabılar doğu cephesinde Alman ölülerinin ayağından çıkmış, bu, postalların içindeki seri numaralarından anlaşıldı."
Anadolu’da hali vakti yerinde olanların bir nikahlı karısı olur, bir de avrat, karı denilen ikinci eşleri. "Avrat" denilen ikinci eşler, içki alemlerinde hizmet eden kadınlardır genellikle. Hatta derler ki, erkeğin anası öz gelininden daha iyi bakarmış ikinci eşe."
Sultan Abdülhamid, namı diğer Kızıl Sultan, otuz üç yıllık saltanatı boyunca kan akıttı her yerde. Yöresel katliamların mucidi kendisi idi. Tokat, Amasya, Harput, Trabzon, Dalorik ve Anadolu’nun bir çok yöresinde işlenen cinayetlerin acıları daha unutulmadan, padişahı tahtından indiren ve onun saltanatına son vermek için ermeni aydınlarıyla sıkı işbirliği yapan İttihat ve Terakki ileri gelenleri, kanlı sultanın yarım bıraktığı işin daha da acımasızını kendileri uyguladılar."
“Pozantı’da Babamın Ermeni Tren şefi ile kavgasının nedeni aslında çok basit, hem de utanç verici. Ermeni tren görevlileri meğer babamın bizi bindirmek istediği vagonu boşaltıp yol boyun o Ermeni kadınla birlikte olmak istiyorlarmış.”
“Zavallı Babam: ‘1909’da Karaman’da bizi kilise de toplayan ve konuşma yapan Ermeni akıllıymış, biz eşekmişiz.
Ben isteseydim, beş yüz Ermeni gencin altına beş yüz at, beş yüz kişiye de beş yüz mavzer verebilirdim.
Keşke yapsaymışım. Türkler yine anamızı ağlatırlardı ama hiç olmazsa adam gibi ölürdük’ derdi.”
“Pozantı’da Babamın Ermeni Tren şefi ile kavgasının nedeni aslında çok basit, hem de utanç verici. Ermeni tren görevlileri meğer babamın bizi bindirmek istediği vagonu boşaltıp yol boyun o Ermeni kadınla birlikte olmak istiyorlarmış.”
“Tehcirde Halep / Meskene’de Babamların yanındaki çadırda tek bir kadınla çocuğu kalıyormuş.
Çocuk gece boyunca “Açım açım açım…” diye bağırarak yemek istiyormuş. Kimsede yiyecek yokmuş ki versin.
Ve çocuğun sesi kesilmiş, bir daha da duyulmamış.
‘Sabahleyin baktık ki, kadın, çocuğun ölüsünü omuzuna vurmuş, aldı götürdü eliyle gömdü’ diye gözü yaşlı anlatırdı anam bu dramı.”
“Tehcirde ablamı bir Arap köyünün girişine bırakmış anam: “Biz ölsek bile bu çocuk yaşasın bari” diye düşünmüş. Babam dönüp bakmış ki, arkadan ağlayarak koşuyor ablam…
“Gel yavrum gel” demiş, yola devam etmişler. Arşaluys koydular ismini ablamın.”
“Sarkis amcam Adana’da ud çalan bir Türk kızından Gesi Bağlarını çalmasını istemiş o da çalmış, Amcam da babama “ben ölürsem mezarımda ud çalın” demişti.
Babamın hediye ettiği udu çalmayı öğrenmiştim ama Adana katliamında katledilen amcamın mezarı belli değildi ki, başında ud çalsaydık.”
Cemal Paşa’nın Adana valisi olduğu yıllarda, Sarkis amcam Ceyhan’a tosun almaya gitmiş. Cemal Paşa’nın da iki kızı varmış. Kızlar ud dersi alıyorlarmış bir âmâ udiden. Amcam atın üstünde vali konağının yanından geçerken, duvarlarından ağaçların sarktığı bahçeden, ud sesi duymuş. Amcam ud sesine dayanamayıp, atıyla ağaçların gölgesine gelmiş ve onları izlemiş. Bu arada kızlardan biri görmüş amcamı, kıyafetinden Yörük zannetmiş. Nasıl buldun Yörük amca, beğendin mi?" diye seslenmiş amcama. "Hanım kızlar çok beğendim. İyi çalıyorsunuz" demiş amcam. "İstediğin bir parça varsa çalalım" demiş kız. Amcam da Kayserili ya "Bana Gesi bağlarını çalarsanız çok memnun olurum" diye cevap vermiş. Onlarda tutmuşlar gesi bağları türküsünü çalmışlar. Türküyü dinledikten sonra kızlara teşekkür etmiş, ayrılmış oradan amcam.

Bu olaydan çok etkilenmiş amcam. Karaman’a geldiği zaman olayı babama da anlatmış. "Bizim oğlan, ben ölürüm, sen sağ kalırsan, sana da vasiyetim olsun, senin çocuklara veya benimkilerin birisine ud çalmayı öğret de, ara sıra gelsin benim mezarımın başında çalsın" diye vasiyette bulunmuş babama.

Zavallı amcam, nereden bilecek ki, 1909’da aynı şehirde, Adana’daki katliamda kendiside öldürülecek ve mezarı bile olmayacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir