İçeriğe geç

Çünkü Zordur Sevgi Kitap Alıntıları – Rainer Maria Rilke

Rainer Maria Rilke kitaplarından Çünkü Zordur Sevgi kitap alıntıları sizlerle…

Çünkü Zordur Sevgi Kitap Alıntıları

&“&”

Kolay ve zor diye bir şey yoktur. Zor olan yaşamın kendisi­dir. Sen de yaşamak istiyorsun, öyle değil mi? Dolayısıyla, zor olanı üstlenmeye bir yükümlülük diye bakıyorsan yanı­lıyorsun. Seni buna yönelten, ayakta kalma içgüdüsüdür. Peki, yükümlülük nedir o zaman? Yükümlülük zor’u sev­mektir. .. Baktın ki zor sana gereksinim duyuyor, burada­yım diyebilmektir.
Nereye gidileceği bilinmedi mi, veda etmek içinden pek gelmez insanın. Ölmek üzere olanların veda etmekte o ka­dar zorlanmalarının nedeni de budur.
Sanatın başı derin saygıdır, kendine saygı, her yaşantı­ya, her nesneye, büyük örneklerden her birine ve henüz sı­nanmayı bekleyen kişisel özgücüne saygı.
Birinin ölmesi ölüm değildir tek başına, birinin yaşayıp da yaşadığını bilmemesidir ölüm, birinin ölmek isteyip öle­memesidir.
Bizlere gereken yalnızlıktır, büyük, içsel bir yalnızlık. Ken­di içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak …
Sevenlerin yapacağı tek şey vardır: Birbirinin özgürlü­ğüne dokunmamak.
İnsana yakın olan yalnızca kendi iç dünyasıdır; başka her şey uzağındadır onun.
Geçmişten bize kalan, sevgiyle kucak açtığımız şeylerdir ancak. Oysa biz, tüm yaşantılarımız bizde kalsın isteriz."
Bir sevgidir şiirler bir kimse bulunup armağan edilemeyen ya da yitirilmiş bir sevgidir, karanlık bir kalbin içine düşürülmüş elden."
Özgür çocuklar yetiştirmek, yüzyılımıza düşen en soylu görevdir.
Sanki arkandan geliyorlarmış gibi tüm vedalaşmaların önünden yürü!
İnsana yakın olan yalnızca kendi iç dünyasıdır; başka her şey uzağındadır onun.
Her şeyden bağımsız tek ülkedir çocukluk, içinde kralları barındıran biricik ülkedir.
Yok olmaya layık pek çok nesnenin ortadan silinip gitmesi isteniyorsa, bunun en iyi yolu, onları kendi haline bırakmaktır.
İnsan pek çok şeyi yıkıp yok eder, bir şeyi onarıp sağaltma gücü bağışlanmamıştır kendisine.Sanki arkandan geliyorlarmış gibi tüm vedalaşmaların önünden yürü!
İyi bir evlilik eşlerden her birinin ötekini yalnızlığının bekçisi yaptığı, ona duyabileceği en büyük güveni duyduğu evlilik­tir.
Sevilmek, yana yana tükenmektir. Sevmek, kandilin ya­ğı bitmeksizin yanmaktır ışıl ışıl. Sevilmek geçiciliktir, sev­mek kalıcılık.
Sevgi yüce bir nedendir tek kişinin olgunlaşıp kendi içinde bir varlık sahibi olmasını, dünya olmasını, bir başkası uğrunda dünya olmasını sağlayan.
İnsan olarak bir baş­kasını sevmemiz, belki de yükümlü kılındığımız en çetin, en ağır bir görev, en büyük sınanma ve sınav, bütün ötekilerin yalnızca hazırlık oluşturduğu bir çalışmadır. Bunun içindir ki gençler, her bakımdan bu toy kişiler sevginin altından kalka­cak durumda değildir, henüz öğrenmeleri gerekir sevgiyi, bü­tün varlıkları, bütün güçleriyle her çarpmada kabaran yalnız ve ürkek kalpleri üzerine odaklanıp sevgiyi ilkin öğrenmeleri gerekir.
Ne var ki, birbirine olabildiğince yakın insanlar
arasında da uçsuz bucaksız uzaklıklar söz konusu."
Belli bir durum ağır ve katlanılmaz nitelik kazandı mı, bir değişimin arifesinde bulunuyoruz demektir
Her insanın kötü olduğu bir anını yakalayabiliriz. Önemli olan, bulunulduğu yerde durmamaktır, yaşamanın budur gizi
Beklenen her şey çıkıp gelir sonunda, hiçbir şey gelmez­lik etmez; yeter ki acele edip gelmekte olan şeyi karşılama­ya çıkılmak istenmesin, o zaman kaçırılır elden
Asla tutmaya çalışmamakla sımsıkı tutuyorum seni
Ken­di içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak
Sanki arkandan geliyorlarmış gibi tüm vedalaşmaların önünden yürü!
Ne olur, insan doğadaki acımasızlığı bahane ederek kendi acımasızlığını bağışlatmaya çalışmaktan vazgeçebilse..
Ben, tek bir özlem düşünebiliyorum, mucizeler yaratarak dünyayı bir uçtan bir uca dolaşan. Tüm nesneler, bizim çokluk yolunu şaşırmış düşünce ve isteklerimizi kısa bir süre için ağırlamaya işte öylesine hazır.- Gündüz ortaya koyduğum etkinlikle nesneler içinden yürüyüp gitmişsem, her nesnenin koynunda bir gece dinlenmek isterim.- Her nesnenin yanı başında uyumak bir kez, her nesnenin sıcaklığıyla yorgun düşmek, düşlere onun nefes alıp verişleriyle inip çıkmak, onun tatlı, gerilimlerden uzak ve çıplak yakınlığını organlarımda duyumsamak ve uykusunun burcu burcu kokusuyla güçlenmek, sabah olunca da o daha uyanmadan, veda etmeksizin yoluma koyulmak, yoluma koyulmak isterim.
Her şeyden bağımsız tek ülkedir çocukluk , içinde kralları barındıran biricik ülkedir. Bu ülkeye sırt çevirip de bir sürgün hayatı yaşamak niye? Ne diye bu ülkede yaşlanıp olgun bir insan düzeyine erişilmek istenmez? Başkalarının inandıklarına inanmak niye? O ilk çocukluk günlerinin güvenli ortamında yaşarken inanılan şeylerden daha mı çok doğru" saklıdır başkalarının inandıklarında.
Değiştiğimi ne diye bir başkasına söyleyeyim? Değişiyorsam, daha önceki kişi olmaktan çıkıyor, şimdiye kadarkinden değişik biri oluyorum demektir; o zaman bilip tanıdığım bir kim senin kalmayacağı da açıktır.
Evet der yaşam, aynı zamanda hayır der. O, ölümse… hep evet diyendir, yalnızca evet çıkar ağzından. Sonsuzluk önünde evet.
Birinin ölmesi ölüm değildir tek başına, birinin yaşayıp da yaşadığını bilmemesidir ölüm, birinin ölmek isteyip ölememesidir. Pek çok şeydir ölüm; onu yaşamımızdan çıkarıp atmanın yolu yoktur. Ölüm de doğum da içimizdedir her gün ve bizler kimsenin gözünün yaşına bakmayız doğa gibi. Doğa, ölümün de doğumun da üstünde sürdürür yaşamını yas tutmadan, paylaşmasız – Aci ve sevinç yalnızca birbirinden değişik renklerdir o yabancı için bize bakan.
Sabah erkenden güz mevsimine ilişkin yazdıklarını okudum; mektubunun içine yerleştirdiğin tüm renkler geriye doğru bir dönüşüm geçirip bilincimi güç ve parıltıyla doldurdu tika basa. Ben dün, dağılmış bulutlarıyla buradaki ışıl ışıl sonbaharı hayranlıkla yaşarken, sen, bizim buradakinin adeta ipek üzerine nakşedildiği gibi, yurdumuzun kırmızı ağaçlara nakşedilmiş sonbaharı içinde gezip dolaşıyordun. Biri ötekisi gibi duygulandıriyor bizi; tüm değişimlere işte öylesine bağımlı kılınmışız, alabildiğine değişken yaratıklarız; içimizdeki her şeyi kavramaya yönelik eğilimle sağda solda dolanıyor, kavrayamadığımız o sınırsız büyüklüğü kendi yüreklerimizin eylemine dönüştürerek bizi yıkıma sürüklemesini önlemeye çalışıyoruz.
Sanatçı için Tanrı erişilmek istenen en son, en yüce amaçtır. Dindar kişiler O var," mahzun kişiler "O vardı," derken sanatçı gülümser, "O olacak!" der. Ve sanatçının inancı inançtan daha fazla bir şeydir, çünkü Tanrı’yı kendisi yaratmaya çalışır, her görüşü, her bilişiyle, sesi fazla çıkmayan her sevinciyle Tanrı’nın gücüne yeni bir güç, ismine yeni bir isim katar.
Bir gün gelecek, sözcüğe aşırı değer vermekten el çekme gereği duyulacak, sözcüğün ruh adacığımızı toplu yaşamanın o büyük kıtasına bağlayan pek çok köprüden yalnızca biri olduğu ister istemez anlaşılacaktır. Köprülerin en genişidir belki sözcük, ama en zarifi değil, Şurası bir gün hissedilecektir ki, sözcüklerde hiçbir zaman tümüyle içtenlikli davranamayız; sözcükler fazlasıyla kaba kıskaçlara benzer, dokunmalarıyla o görkemli yapıttaki alabildiğine narin çarkları kırıp dökmeleri bir olur. Dolayısıyla, sözcüklerden ruh üstüne açıklamalar beklemekten vazgeçmeliyiz, çünkü kendisi yardım gereksinen kişiden yardım ummak hoş bir şey değildir.
Sanat çocukluktur; sanat ortada bir dünyanın çoktan var olduğunu bilmemek, yeni bir dünya yaratmaktır. Kendinden önce var olanı yıkmak değil, yalnızca onu gereken yetkinliğe erişmemiş görmektir. Pek çok olanaktır sanat. Pek çok istektir. Ve ansızın mutlu bir gerçekleşmedir, ansızın yazın gelmesi, güneşin yüz göstermesidir daha önce sözü edilmeksizin, farkına varılmadan. Yapılan bir işi asla sona erdirememektir. Yedinci günü yaşayamamaktır asla, her şeye iyi gözüyle bakmaktır. Gençlik denilen şey yetinmezliktir. Dünyayı yarattığında fazlasıyla yaşlanmış olmalıydı Tanrı, yoksa altıncı günün bitiminde işi tatil etmezdi, bininci günün bitiminde bile yapmazdı böyle bir şeyi. Hatta bugün bile yapmazdı. Ona karşı çıkmamın asıl nedeni de budur, bir sanatçı olmayışıdır onun. Doğrusu üzücü bir şeydir Tanrı’nın sanatçı olmayışı.
Kanımca evlilik kurumu", geçirdiği geleneksel gelişim sonucu elde ettiği ağırlığı pek hak etmemekte. Evli olmayan birinden "mutlu" olmasını beklemek kimsenin aklından geçmiyor. Ama biri kalkıp evlendi de mutlu olamadı mı hayretle bakılıyor buna. Oysa ister bekâr, ister evli, bir kişinin mutlu olması gerçekte hiç de önemli değildir.
Platon’u, onun Şölen" isimli yapıtını okuyunuz: "Eros güzel değildir, güzel ve iyilikçi olaydı, kendisine yöneltilecek bir suçlamadan söz edilemezdi. Ne var ki, hoyrattır sevgi, züğürttür, bir başkası uğruna çekilen çiledir, bir başkasına yöneltilmiş beklentidir, bütün damarlarında hiç vakit geçirmeden Tanrı aşamasına çıkabilmek, Tanrının gerisinde kalmamak amacıyla güzel, güçlü ve yüceltici olması için bir başkasına duyulan işte öylesine mutlu, öylesine ateşli istektir!…"

Var oluşumuzun bayramını kutlayacak yer olarak seçmek varken, ne diye cinselliğimizin vatanını çekip aldık elinden?… Ancak suçlular ve hırsızlar gibi ses etmeden, gizlice çevresinde bir süre dolandıktan sonra kendimizi içinde bulmamız niye? Neden suç ve günah vücudumuzun bir başka yerine yerleştirilmedi? Üreme istemini, Tanrının lütuf ve keremi içine çekip almanın bir anlamı var mı? Benim cinselliğim benden sonraki kuşaklara yönelik değildir, kendi yaşamımın gizidir o -, ve öyle görülüyor ki yaşamın ortasında yer almasına izin verilmediğinden pek çok kişi cinselliği yaşamlarının kıyısına itip sürmüş, bu da onların dengelerini yitirmesine yol açmıştır.

Ancak ölümden yola çıkarak (yeter ki yok olup gitmek değil, bizi düpedüz aşan bir yoğunluk olarak bakılsın ölüme), ancak ölümden yola çıkarak sevgiye haksızlık etmekten kaçınabiliriz. Ama işte bu konuda büyüklerin o alışılmış görüşleri yanıltır bizi, yolumuza durur. Bu konudaki geleneklerimiz bize yol gösterecek niteliklerini yitirmiş, köklerinden aldığı güçle artik beslenemeyen kuru dallara dönüşmüştür. Ayrıca, erkeğin dalgınlığını, dikkatinin çelinmesini ve sabırsızlığını buna ekler, öte yandan erkekle ancak seyrek yaşanan mutlu ilişkiler sırasında kadının büyük çapta veren biri olduğunu, çocuğun birbirinden kopmuş ve yıkılmış erkekle kadını her zaman geride bırakıp ileri geçtiğini, yine de onlar gibi bir çaresizlik içinde bulunduğunu düşündük mü, başımızı önümüze eğip şunu itiraf etmemiz gerekiyor: Durumumuz hiç de iç açıcı değildir.
Sevilmek, yana yana tükenmektir. Sevmek, kandilin yağı bitmeksizin yanmaktır ışıl ışıl. Sevilmek geçiciliktir, sevmek kalıcılık.

Sevmek seveni o kadar ileri bir aşamaya çekip götürebilir ki, sevilenin yetersizlikleri duygulandırıcı, hatta hayranlık uyandıran bir niteliğe bürünerek seveni daha da çok sevmeye yöneltebilir.

Bir bakirenin güzelliği, sezgilerde duyumsayıp hazırlandığı, kendisine korkular, özlemler yaşatan annelikten kaynaklanır. Bir annenin güzelliği ise, kendi çocuğunun hizmetine adanmaktır. Yaşlı kadında ise zengin bir anıdır bu güzellik. Bana öyle geliyor ki, erkekte de vardır annelik, bedensel ve ruhsal bir annelik; erkeğin kadını döllemesi de bir çeşit doğurma eylemidir. Ve yine bir doğurma eylemidir bir yapıtı yaratıp ortaya koyması sanatçının, alabildiğine bir iç zenginliğinden. Belki karşıt cinsler sanıldığından daha yakındır birbirine ve belki dünyanın büyük ölçüde yenilenmesi erkekle kadının, yoldan sapan tüm duygu ve isteksizliklerden kurtulmuş, karşıt cinsler değil de kardeş ve komşular olarak birbirine yaklaşmasından, omuzlarına yüklenen o ağır cinsiyet yükünü el ele verip bir doğallık, ağırbaşlılık ve sabırla taşımalarından oluşacaktır.
Kalpleriyle sürekli ilgilenmek dışında bir hünerleri yoktur kadınların, bütün sanatları budur. Genelde başka uğraşlar peşinde koşan erkeklerin, sevgi işini yüzlerine gözlerine bulaştıran bu amatörlerin, daha kötüsü bu duygu sömürücülerinin bazen güçlendirip sonra yine bozguna uğratarak kadınların bu ilgisini zaman zaman paylaştığı görülür. Performans peşinde koşmakla yükümlüdür erkekler, bir kadında yaşadıkları mutluluk belki onları daha bir şevkle, daha bir ivedilikle kendilerini çalışmaya vermeleri, sevgide kazanılmış yoğunluğu çalışmalarına yansıtmaları gerektiği inancına yöneltir. Bunun sonucunda da kadından uzaklaşırlar, bütün dikkatleri işleri güçleri üzerinde odaklanır, çalışırken öğrenir, işlerine bağlanır, işlerine saplanıp kalırlar. Arada bir yarı dalgın, yarı açgözlü dönüp kadınlarına kur yaptıkları anlar dışında, kusursuz ve hatalı davranışları birbirinden pek ayırt edemezler. Oysa hep bekleyen, ikide bir yüzüstü bırakılan, ikide bir bozguna uğratılan sevgi bahçesi, kendilerinden bakım istemektedir. Erkeklerde böyledir durum. Kadınlara gelince, söz konusu bahçeden başka bir şey yoktur ellerinde, bu bahçenin kendisidir kadınlar, bu bahçenin gökyüzüdürler, onun rüzgârı, onun esintisiz sessizliğidirler aynı zamanda, kendileri dışında bir devinimi, bir kıpırdanışı gerçekleştiremezler; bekleyişlerin, doyumların ve ayrılıkların ritmik düzeni içinde yaşamı ve mevsimleri sabırla sineye çekerler.
Ortada bir suç varsa, sevgideki özgürlüğün çoğaltılmasına çalışmamaktır.
Ken­di içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak..
Biri bir şey mi kaybetti, bir insanı, bir sevinci ya da mutluluğu örneğin, asla umutsuzluğa kapılmamalıdır; çünkü her şey ileride daha görkemli bir şekilde kendisine dönüp gelecektir. ille de elden çıkıp gidecek olan çıkıp gider elden, bizim olan bizde kalır…
Sevenlerin yapacağı tek şey vardır, birbirinin özgürlü­ğüne dokunmamak… Asla tutmaya çalışmamakla sımsıkı tutuyorum seni."
Sevmek uzun bir zaman parçası­nı kucaklayan, yaşam süresinin hayli ilerisine kadar uzanan bir yalnızlıktır insan için, tek başınalıktır yoğun ve derin…
Duygularımız bana eylemlerimizin önüne gerilmiş perdeler gibi görünüyor.
Her geçen günün bir anlamı olmalı ve bu anlamı rastlantılardan değil, benim kendimden almalıdır.
[…] şiir herkesin sandığı gibi salt duygulardan oluşmaz (erken yaşta yeterince duygu bulunur herkeste); şiiri oluşturan yaşantılardır.
Özgür çocuklar yetiştirmek, yüzyılımıza düşen en soylu görevdir.
Nesneler üzerinde giderek genişleyen halkalar halinde
yaşıyorum yaşamımı
en son halkaya ulaşamayacağım belki
yine de deneyeceğim
Yaşamımızı yöneten, dile gelmez yasalardır hep.
Sanki arkandan geliyorlarmış gibi tüm vedalaşmaların önünden yürü!
Ne diye bir tedirginliği, bir acıyı, bir hüznü yaşamımızdan dışlamak istiyorsunuz; bunların üzerinizde nasıl bir çalışmada bulunacağını bilemezsiniz çünkü. Ne diye nereden çıkıp geldikleri, amaçlarının ne olduğu sorusunu kendi elinizle peşinize takıp sizi kovalamasına izin veriyorsunuz? Bir geçiş süreci yaşadığınızı, değişmek kadar hiçbir şeye o kadar can atmadığınızı bilmiyor değilsiniz çünkü.
Her sevince açık tut kendini, ama seçmek gerekirse acıyı seç!
Kendi kalbi önünde hiç kimse sınavı başaramaz.
Ölümü sevmeliyiz demek istemiyorum, ama
yaşamı öylesine cömert bir sevgiyle, işin içine hesap kitap karıştırmadan, bir ayrıma başvurmaksızın olduğu gibi sevmeliyiz ki, farkına varmadan ölüme, yaşamın bu öbür yüzüne de yer verelim bu sevgide, yaşamı severken onu da sevmekten geri kalmayalım.
İnanınız ki bir dosttur ölüm, bize alabildiğine yakın, davranışlarımız ve bocalamalarımızla asla yolundan şaşmayan biricik dostumuzdur…
Dost denilen kişiler dans ve müzik gibi olmalı, asla bilinçli değil, istemdışı bir gereksinime uyarak onlara doğru yola koyulmalıdır. Dostluk, bunun sonucunda doğup çıkmalıdır ortaya. Birbirlerine doğru yürüdüler mi, biri ötekine ayakbağı olur.
Kalabalıklar, yalnızların varlığını hoş karşılamaz.
Kimselerin pek uğramadığı ıssız bir köşeden bir başkasına söz etmek, söz konusu yerin ıssızlığından büyük bir bölümünü yitirmesine yol açmaz mı?
İnsana yakın olan yalnızca kendi iç dünyasıdır; başka her şey uzağındadır onun.
Yalnız olmak iyidir, yalnızlık zordur çünkü, bir şeyin zorluğu da onu yapmamız için artı bir neden oluşturur.
Sanatçı için Tanrı erişilmek istenen en son, en yüce amaçtır. Dindar kişiler O var," mahzun kişiler "O vardı," derken sanatçı gülümser, "O olacak!" der. Ve sanatçının inancı inançtan daha fazla bir şeydir, çünkü Tanrı’yı kendisi yaratmaya çalışır, her görüşü, her bilişiyle, sesi fazla çıkmayan her sevinciyle Tanrı’nın gücüne yeni bir güç, ismine yeni bir isim katar.
Bir sanat yapıtından alıcısına özlem dışında başka şey ulaşmamalıdır; bizler yapıtın komşuları değiliz. Sanat yapıtları bir kuyudaki görüntüler gibidir bizler için, onlara ancak belli bir uzaklığa kadar yaklaşabiliriz, yoksa görmek istediğimiz şeyin üzerini kendimizle örter, kapatırız.
Sanatı kendine iş edinen kitapların en iyileri, okuyuculardaki daha büyük sanat kitaplarına gereksinim duygusunu kamçılayanlardır.
Sanat çocukluktur; sanat ortada bir dünyanın çoktan var olduğunu bilmemek, yeni bir dünya yaratmaktır. Kendinden önce var olanı yıkmal değil, yalnızca onu gereken yetkinliğe erişmemiş görmektir. Pek çok olanaktır sanat. Pek çok istektir. Ve ansızın mutlu bir gerçekleşmedir, ansızın yazın gelmesi, güneşin yüz göstermesidir daha önce sözü edilmeksizin, farkına varılmadan.
İç dünyanın sonsuz derinliklerinde gerçekleşen olgunluğun bir itiraf gibi dışavurumu her sanatın başta gelen amacıdır ve sanat yapıtı bunu dile getirmek için başvurulan bir bahanedir yalnızca.
Asla tutmaya çalışmamakla sımsıkı tutuyorum seni.
Sevenlerin yapacağı tek şey vardır: Birbirinin özgürlüğüne dokunmamak. Oysa birbirini tutup bırakmamak kolay gelir sevenlere, önceden öğrenilmesi de gerekmez.
Ortada bir suç varsa, sevgideki özgürlüğün çoğaltılmasına çalışmamaktır.
Ne var ki, birbirine alabildiğine yakın insanlar arasında da uçsuz bucaksız uzaklıkların söz konusu olabileceğini varsayarsak […]
Neden suç ve günah vücudumuzun bir başka yerine yerleştirilmedi? Üreme istemini, Tanrının lütuf ve keremi içine çekip almanın bir anlamı var mı?
İnsanlar birbirinden öylesine korkunç derecede uzak yaşıyor ki!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir