İçeriğe geç

İslam Felsefesi Tarih ve Problemler Kitap Alıntıları – M. Cüneyt Kaya

M. Cüneyt Kaya kitaplarından İslam Felsefesi Tarih ve Problemler kitap alıntıları sizlerle…

İslam Felsefesi Tarih ve Problemler Kitap Alıntıları

&“&”

“Felsefe,dinin arkadaşı ve süt kardeşidir. Hakikat hakikate ters düşmez aksine onu destekler.”

İbn Rüşd, Tehâfüt, 869,
Faslü’l-makâl s.75,115

Bazı kimselerin, halkın ayak takımından bazılarının sırf felsefe ile ilgilenmeleri yüzünden yoldan çıktıkları zannıyla felsefe kitaplarının okunmasını yasaklamak tıpkı, su içerken suyun boğazında düğümlenmesi sebebiyle ölen kimselere bakarak,susamış birini tatlı ve soğuk su içmekten alıkoyarak onun da ölümüne yol açmaları gibidir. Oysa suyun boğazda düğümlenerek ölüme sebebiyet vermesi ârızî bir durum olduğu halde susuzluktan dolayı ölmek tabiî ve kaçınılmazdır.

İbn Rüşd

Nefsin işlevini gerçekleştirmesi, bir müzisyenin müziğini icra etmesine benzemektedir.

Müzisyenin müzisyen olarak bulunması onun ilk yetkinliği, müziğini icra etmesi ise son yetkinliğidir.

İbn Bâcce

Reddedilecek bir görüşe, en az o görüşü ileri süren kişi kadar vakıf olmak gerekir..

Gazzâli

Pamuk ve ateş birbirine temas ettiklerinde Allah her zaman yanma olayını yaratacaktır..
Şüpheler hakikate götürür. Bu sebeple şüphe etmeyen kimse bakmaz, bakmayan kimse görmez, görmeyen kimse ise körlük ve dalâlet içinde kalır.

Gazzâlî

Ebû Yûsuf Yaʻkūb el-Kindî, altın çağını yaşamakta olan Abbâsîler’in, bilim ve düşünce hareketlerinin en yoğun olarak devam ettiği bir dönemde İslâm toplumunda “filozof” olarak ortaya çıkan ilk isim olma özelliğini taşımaktadır. Yazdığı ve tercüme edilmesini sağladığı çok sayıdaki eserle o, hem müslümanların “felsefeyle tanışmasını sağlamış hem de gününün ilmî ve fikrî tartışmalarına felsefenin ne kadar önemli ufuklar sağladığını göstermiştir. Fârâbî ve İbn Sînâ gibi sistem kurucu büyük isimler, Kindí’nin ismini gölgelemiş olsa da bugün kendisine “İslâm felsefesi” dediğimiz o zengin geleneğin başlatıcısının Kindî olduğu, tarihî bir gerçektir
Sokrates öncesi filozoflardan başlayarak milâttan sonra VI. asra kadar uzayan bir dönemde üretilmiş felsefî ve bilimsel literatürün Arapça’ya aktarılması, kültür ve medeniyetler arası etkileşim tarihinin şahit olduğu en önemli hadiselerden biridir. Dört halife döneminde başlayarak Emevî ve Abbâsî hilafeti boyunca devam eden fetihlerle birlikte müslümanlar farklı kültür ve medeniyet havzalarıyla karşılaştıklarında, sadece farklı din ve kültürlerden toplumlarla değil, aynı zamanda belirli bir felsefî ve bilimsel paradigmayla da yüz yüze geldiler. Bu felsefî ve bilimsel paradigmayı oluşturan literatür, Abbâsî Halifesi Mansûr’un Bağdat’ı inşasını takip eden süreçte Arapça’ya tercüme edildi.
750 tarihinde devirerek iktidara geçen Abbâsîler tarafından, ilk aşamada siyasî sâiklerle başlatılan ve desteklenen tercüme hareketi sayesinde, kâhir ekseriyetini hem Grekçe, hem Süryânîce hem de Arapça’yı bilen hıristiyanların oluşturduğu mütercimler vasıtasıyla başta Aristoteles’in eserleri ve onlara dair yazılmış Yeni Eflâtuncu şerhler olmak üzere, mevcut Yunanca felsefe ve bilim külliyatı kısa bir zaman diliminde Arapça’ya çevrilmiştir.

Tevârüs edilen felsefî birikimin uzlaştırma fikrine dayanıyor olmasının da verdiği ilhamla, tercüme hareketiyle başlayan süreçte felsefenin ve hikmetin sürekliliği, birikimselliği ve evrenselliği bağlamında çağlar boyu çeşitli kültür havzalarında tezahür eden ezelî hikmetin bu defa İslâm medeniyetine misafir olduğu vurgulanmış ve çoğu zaman bu ezeli hikmet ile peygamberler tarihi arasında sıkı bir ilişki kurularak, felsefenin ve hikmetin nebevî bir kökene sahip olduğu ve “peygamberlik kandilinden” kaynaklandığı üzerinde israrla durulmuştur.

Bu sayede zimnen meşruiyet kazanan tercüme hareketine paralel olarak tercüme edilen metinlerin işaret ettiği felsefî problemler, gelişmekte olan İslâm medeniyetinin farklı entelektüel ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ele alınmış ve bu sayede ağırlıklı unsurunu müslümanlar oluştursa da bünyesinde azımsanmayacak sayıda hıristiyan ve yahudiyi de içeren, ancak her halükârda etnik açıdan oldukça renkli bir filozof zümresi oluşmuştur.

Tarihî bir olgu olarak bakıldığında, öncelikle ifade edilmesi gereken husus, İslâm dünyasının, adına felsefe denilen alanla tanışmasının, VIII. yüzyılın ortalarından itibaren Bağdat merkezli olarak sistematik bir hal alan tercüme hareketi yoluyla gerçekleştiğidir. Siyasî, sosyal ve entelektüel pek çok saikin yön verdiği bu tercüme hareketi sayesinde Antik ve Helenistik dönemde Akdeniz havzasında üretilen felsefe ve bilim mirası, ya doğrudan Grekçe asıllarından ya da VI.-VII. yüzyıllarda kısmen çevrildikleri Süryânîce metinler aracılığıyla Arapça’ya tercüme edilmeye başlanmış ve bu tercüme faaliyeti yoğunluğu azalsa da derinliği artarak yaklaşık iki yüzyıl boyunca devam etmiştir.
Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız.
Herbir insan doğal olarak mutlu" olmak ister.
Razî, kaybedildikleri anda verecekleri üzüntü ve elemden dolayı SEVGİLİ EDİNMEKTEN KAÇINMANIN, SEVGİLİ EDİNMEKTEN daha iyi olduğunu belirtmektedir.
Elem doğal durumun bozulması haz ise doğal duruma geri dönmek demektir. Razî bir örnekle bunu açıklar: Gölgede oturan insanın durumu haz ve elem açısından nötr bir durum olup bu durum doğal durumdur. Gölgeden yakıcı sıcağa çıkan insan güneşin yakıcılığı ile elem duymaya başlar ve bu alemden kaçmak için yeniden gölgelik yere geçen insan doğal durumuna tabii durumuna yani nötr durumuna geri dönmüş olur bu durumda tabii duruma geri dönmek de haz alma durumunu ifade etmektedir.
Söyleyin bana filozof ben değilsem ya kimdir?
Insan nefsi şehvet, öfke ve akıl olmak üzere işlevleri farklı üç ayrı güce sahiptir. Şehvet neslin bekasını, öfke korunmasını, akıl ise fikri ve ahlaki erdemleri edilmesini sağlamaktadır.
Gerçek Bir"in dışındaki her "bir", gerçek değil mecazi "birdir."
Kindi, felsefeyi; İnsanın gücü ölçüsünde var olanların hakikatini bilmesidir." şeklinde tanımlamaktadır.
Aristotelesçi kozmoloji ile ilgili en önemli meselelerden biri esir maddesinden oluşan ay üstü feleği ile dört unsurdan oluşan ay altı feleği arasındaki ilişkisizlikti.
Gazalî’nin, uzletten çıkıp dini tecdid için Nişabur’a dönmesi, artık önceki tedris yıllarında olduğu gibi makam ve mevki kazandıran ilimleri öğretmek için değil; tam tersine makam ve rütbeden uzaklaştıran ilme davet içindi.
Dinin düzenine, ancak dünyanın düzeniyle ulaşılabilir ve dünyanın düzeni ise yalnızca erdemli bir yönetici eliyle gerçekleşir. Dolayısıyla, Yönetici, dünya düzeni için zorunlu, dünya düzeni de dinin düzeni için zorunludur. Dinin düzeni ise âhirette saadete ermek için zorunludur."
Akıl taraftarlarının sırf akıl vasıtasıyla bilgilere ulaşmaları imkânsızdır. Aklın yapabileceği tek şey &‘nübüvvet gözünün idrak ettigini, idrak etmekten aciz olduğuna şehadet etmesi’dir. Yani tabiri câizse aczini beyan edip işi ehline bırakmasıdır."
Gazzalî, ahiret için faydası olmayan ilimlerle uğraştığına ve bunun Allah’a yönelik bir iş olmadığına, asıl sâikin makam arzusu ve şöhret kazanmak olduğuna karar verir.
Bu ruh hali, onun Bağdat’tan ayrılma hikâyesinin de başlangıcıdır.
Gazzalî’ye göre tasavvuf, zevk, hâl ve sıfatların değişimi"ni içeren bir yoldur ve öğrenmekle ulaşılabilecek bir özellikte değildir.
Gazzalî, filozofların görüşlerini inceledikten sonra hatalı görüşlerini Tehafütü’l- Felâsife adlı eserinde yirmi meselede toplamış ve bunların üçünde onları tekfir etmiş, kalan on yedi meselede ise onların bid’ate bulaşıkları hükmünü vermiştir.
Geleneksel olarak din ve felsefe arasındaki gerilim söz konusu olunca gündeme gelen ve Gazzalî’nin bu eserinde çürütmeye çalıştığı yirmi meseleden tekfiri gerektirdiğini düşündüğü üç husus şunlardır:
a) Âlem ezelî ve kadimdir.
b) Allah sadece tümelleri (el- külliyât) bilir; tikelleri ( el- cüz’iyyat) bilmez.
c) Cesetler dirilmeyecek, mükâfat ve mücazat cismanî değil ruhani bir tarzda olacaktır.
Gazzalî diyor ki:
Filozoflar en fazla hatayı metafizik alanda yapmışlardır."
Belli bir ilmi biriminden sonra taklidî imana sahip olmayı reddeden Gazzalî, kendisine öğretilen bilgilerden şüphelenmekte ve bu bilgileri gözden geçirme sürecine gitmektedir.
Gazzali, kesin bilgi nedir?" sorusuyla işe başlamıştır. "Kendisiyle, bilinen bir şeyin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açığa çıktığı, yanlışlık ve vehmin bulunmadığı bilgi" diye tanımladığı yakînî bilgiyi kıstas olarak belirlemiş ve bu türden olmayan hiçbir bilginin güvenilir olamayacağına kanaat getirmiştir.
Devlet kurmak insanın iradesinin bir ürünü olduğuna göre, ortaya çıkan bu yapı iradî iyilik veya iradî kötülüğün sergileneceği beşeri bir tasarımdır."
Fârâbî, el-ilmü’l-medeni’nin ahlâk ve siyaset olmak üzere iki ana kolu olduğunu açık bir şekilde vurgular ve Arapçada ilk defa bu alan için &‘siyaset felsefesi’ (el-felsefetü’s-siyâsiyye) tabirini kullanır."
Fârâbî’nin amelî aklın kozmik boyutunu hem filozof hem de peygamber açısından mümkün görmesi, İbn Sînâ’nın ise bu kozmik boyutu sadece peygamberin amelî aklına hasretmesi, birincisinin yasa koyuculuğu filozof ve peygambere dağıtmasına, ikincisinin ise bunu yalnızca peygambere hasretmesine yol açmıştır."
Vahiy ve nübüvvete otoriter bir konum tayin eden İslâm düşüncesinin siyaset tasavvuru ile Eflatun’un yasaların ilahi kaynağını mümkün görmesi arasında bir yakınlık bulunduğu, bu sebeple felâsifenin siyasetin ilgili konularında yasaların kaynağını tamamen seküler bir yönteme irca eden Aristoteles’i değil Eflatun’u tercih ettiği bir gerçektir."
İslâm felsefesinin klasik çağının nazari felsefe alanındaki zirvesini İbn Sînâ temsil ediyorsa, meşhur eserlerinin isimlerinden anlaşılacağı üzere Fârâbî de aynı oranda amelî felsefenin merkezini oluşturmaktadır."
İbn Bacce’ye göre erdemli ev, ancak erdemli devlet içinde mümkündür.
İbn Bacce’ye göre insanı bitki ve hayvandan ayıran şey akıldır. İnsan sahip olduğu akılla nefsini kontrol altına alır, doğru yola erişir
Aklın hayvanî arzuları kontrol edememesi durumu vahşi hayvan ahlâkına sahip olanlar" diye isimlendirdiği bir grup için söz konusudur. Bu tür insanlarda hayvanı nefis, nâtık (düşünen) nefse galebe çalar ve arzular daima düşünceye muhalefet eder. İbn Bacce bu tür insanları hayvanlardan daha tehlikeli olarak kabul etmektedir. Çünkü bu tür insanlar hayvanî karekterli fiillerini gerçekleştirmek için akıllarını kullanırken, hayvan ise sadece tabiatının gerektirdiğini yapmaktadır.
Bir ilmin bozukluğunu anlayabilmek için o ilmi son haddine kadar bilmek gerekir.(…)İlk sahibinden daha üst seviyeye çıkmak gerekir."

Gazzâlî

“İnsanın Allah’a dair bilgisi, varlık alemine ilişkin bilgisiyle doğru orantılıdır.”
(İbn Rüşd)
…Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip çıkmaktan utanmamalıyız. (…)"
İstenilene ulaşıldığında elde edilen haz, aynı şeyi kaybetmekten dolayı hissedilen elemden daha az olmaktadır.

(Ebubekir er-Râzî – et-Tıbbu’r-rûhânî)

Okumadığım bir kitap, karşılaşmadığım bir ilim adamı bulunsa, büyük zarara uğramam söz konusu olsa bile o kitabı okurum ve o âlimi tanırım.
(Ebubekir Râzî – es-Siretü’l-felsefiyye)
“Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız.”
(Kindi – İlk Felsefe Üzerine)
Hasta-hekim ilişkisinde, hekim açısından gizlilik hasta açısından ise açıklık esastır.
Kindî, sayıların birlerin toplamından veya katlarından ibaret olup sonlu ve sınırlı olduğunu, sınırlı olan şeyin katının da sınırlı olacağını ifade etmektedir. Söz gelimi 2, 4, 8, 16, 32, 64… katsayı dizisinin başlangıcı 2 ise de sonunun açık olduğunu düşünebiliriz; ancak 2 sayısı sınırlı olduğuna göre onun katları olan sayılardan oluşan dizinin de fiil alanına çıktığı oranda sonlu ve sınırlı olması kaçınılmazdır.
Şehvet neslin bekâsını, öfke korunmasını, akıl ise fikrî ve ahlakî erdemleri edinmesini sağlamaktadır.
Tabiat anlamsız iş yapmaz
İslâm felsefe geleneğini başlatan bir şahsiyet olması sebebiyle Kindî’nin, felsefenin bütün şubelerine ilgi duyduğu ve metafizik, fizik, matematik, tıp, astronomi, meteoroloji, optik, ilâhiyat, ahlâk, siyaset, psikoloji, kimya, diyalektik, astroloji, kehanet gibi o dönemde felsefenin kapsamında olan neredeyse her alana dair, sayısı 277’yi bulan zengin bir külliyat vücuda getirdiği görülmektedir.
Öte dünya öğretisi = Eskatoloji
Felsefenin amacı, insanın vâkıf olabileceği oranda tüm var olanların hakikatlerine vakıf olmasıdır.
750 tarihinde Emevîler’i devirerek iktidara geçen Abbâsîler tarafından, ilk aşamada siyasî sâiklerle başlatılan ve desteklenen tercüme hareketi sayesinde, kâhir ekseriyetini hem Grekçe, hem Süryânîce hem de Arapça’yı bilen hıristiyanların oluşturduğu mütercimler vasıtasıyla başta Aristoteles’in eserleri ve onlara dair yazılmış Yeni Eflâtuncu şerhler olmak üzere, mevcut Yunanca felsefe ve bilim külliyatı kısa bir zaman diliminde Arapça’ya çevrilmiştir.
Varmak için koştuğum o kutsal ülkeye…
Şüpheler hakikate götürür. Bu sebeple, şüphe etmeyen kimse bakmaz. Bakmayan kimse görmez. Görmeyen kimse ise körlük ve dalâlet içinde kalır.
hakikatin mahiyetini idrak konusundaki susamışlığı, araştırmacılığı ve taklitten uzak yapısı..
İslam filozoflarının ahlak felsefelerine dair genel bir okuma, bu felsefeleri geleneğe ya da Antik-Helenistik tartışmalara müracaat etmeden anlamanın güç olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak bununla birlikte onların, bilhassa içinde bulundukları dini ve kültürel şartları göz önünde bulundurarak kendilerine özgü düşüncelerini kurmayı başardıklarının göz ardı edilmesi de yanlış anlaşılmalara sebep olacaktır.
İslam felsefesi geleneği her şeyden önce teoloji değil, felsefedir ve modern öncesi zamanlarda felsefenin kapsamına giren tüm varlık alanları (bugün pozitif bilim olarak adlandırıldığımız alan da dahil olmak üzere) bu gelenek içinde bütün boyutlarıyla ele alınmıştır.
Felsefe (hikmet), bir akıl yürütme ve nazar disiplinidir ve insan bu disiplinden [şu iki alana dair] [derinlikli] bir bilgi elde etme (tahsil) noktasında istifade eder:
[i] Tüm varlığın (vücud), özü itibariyle (bi nefsihi) nasıl bir hal üzere olduğunu ve
[ii] ne tür fiillerde bulunması gerektiği. Bu sayede insan nefsi değer kazanır, etkinleşir ve var olan âleme benzeyen akledilir (makul) bir alem haline gelir.

İbn Sina, Risale fi aksami’l-ulumi’l-akliyye

Dindeki görüşler, ispatlarını felsefede bulur ama bu görüşler dinde ispatsız olarak benimsenir ve alınır."
Farabi
İrade, idrak edilen şeye arzu ile yönelmedir."
Farabi
Şüpheler hakikate götürür. Bu sebeple, şüphe etmeyen kimse bakmaz. Bakmayan kimse görmez. Görmeyen kimse ise körlük ve dalâlet içinde kalır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir