Lütfi Sunar kitaplarından Müslüman Dünyada Çağdaş Düşünce-3 kitap alıntıları sizlerle…
Müslüman Dünyada Çağdaş Düşünce-3 Kitap Alıntıları
&“&”
İslam Cumhuriyeti, muhalefete gözdağı vererek ulusal azınlıkların kendi kaderlerini tayin etmeye yönelik taleplerini bastırmış, Müslüman ve Şii olmayan azınlıkların haklarını görmezden gelmiştir.
Asker, polis ve güvenlik güçlerinin yanı sıra Hizbullah ve Basij, kadınları hicaba girmeleri konusunda baskı yapmaktadır. Ayrıca sayısız ahlak polisi, veli-i fakihin mutlak egemenliğini güvence altına alan bir dizi baskı unsuru olmuştur.
Bir avuç Molla ile din adamları, ülkenin siyasi, yasal ve idari kurumları ile ekonomik kaynakları üzerinde tam yetkiye sahiptir.
Devlet, radyo ve televizyonu devrimin ideolojik yapısına hizmet etmektedir.
İran-Irak Savaşı’nın ardından yürürlüğe giren neoliberal politikalar ve kamuya ait ekonomik kurumların “özelleştirme” adı altında rejim yandaşları arasında dağıtılması sonucunda rejimin hayatını sürdürebilmesi açısından varoluşsal öneme sahip din adamları ve üst düzey İslamcı memurlar arasından yeni bir kapitalist sınıf ortaya çıkmıştır.
Bununla birlikte İslam Cumhuriyeti’nde gittikçe yoğunlaşan toplumsal ve ekonomik kriz ile birlikte ülke içerisindeki siyasi çatışmalar ve uluslararası baskılar, rejimin son on yılda bir krizden diğerine sürüklenmesine sebep olmuştur.
Kaç gazeteciyi solcu ve işçi aktivisti, çevreciyi, dinî ve etnik azınlık mensubu insanı ve kadın hakları savunucusunu cezaevine göndermiş olursa olsun İran’daki mevcut rejim öyle pek de kolay aşılamayacak zorluklar ve meydan okumalarla karşı karşıyadır.
Farklı ekonomik, siyasi, kültürel, ekolojik, idari ve dış ilişkilerde yaşanan krizlerin bir araya gelmesiyle bu krizler, rejim için varoluşsal bir tehdide dönüşmüştür.
Sokaklarda neredeyse her gün yapılan protestolardan da anlaşılabileceği üzere %39’un üzerinde olan enflasyon -ki gida enflasyonu %59’un üzerindedir-, %30’un üzerindeki genç işsizlik, emeklilik fonlarının sıkıntıda olması, işçilerin ve çalışanların maaşlarının geç ödenmesi, gün geçtikte daha fazla insanın sefalet ve yoksulluk içerisine düşmesine neden olmuştur.
Birçok endüstrinin acemi, beceriksiz ve yozlaşmış rejim yandaşlarına satılması çoğunlukla sanayisizleşmeye yol açmıştır.
Yolsuzluk o kadar yaygındır ki rejim, kleptokrasi (hırsızlar yönetimi) ismiyle müsemmadır.
ABD’nin nükleer anlaşmadan (JCPOA) çekilmesi ile yaptırımların yeniden uygulanması sonucunda petrol gelirlerinin azalması ve rejimin bölgesel çatışmalara katılmasından kaynaklı maliyetlerin artması, yönetimin iç krizlerle başa çıkma kabiliyetini ciddi bir şekilde sınırlandırmıştır. Son iki yılda ülke dışına kaçan sermayenin 59 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir.
IMF’nin beyin göçü ile ilgili daha önce yapmış olduğu tahmine göre yılda 150.000 ile 180.000 arasında akademisyenin ülkeden göç ettiği İran, akademik seçkinlerinin başka ülkelere göç ettiği ülkeler listesinde en üst sırada yer almaktadır.
Ulusal para birimi olan riyalin ABD doları karşısındaki değeri 1 dolar=70 riyal iken bugün 1 dolar=140.000 riyal olmuştur. Çevrenin yanlış yönetilmesi ise, su krizi ve çölleşme gibi büyük ekolojik sorunlar yaratmıştır.
Giderek artan sayıda iş durdurma eylem ve gösterileri, genç kadınların açıktan muhalefeti ile halkın içerisinde başörtülerini çıkarmaları ve İranlı gençlerin rejime meydan okumaları, Ocak 2018’de gerçekleştirilen gösterilere, 2009 yılında gerçekleştirilen ve Yeşiller Hareketi olarak bilinen ayaklanmanın aksine daha kalabalık kesimlerin katılmış olması veya destek vermesi şu anda rejimin belirli bir kısmının değil toplumun çok büyük bir kesiminin zorda olduğu anlamına gelmektedir.
İşçiler, işsizler, emekliler ve alt sınıflar tarafından gerçekleştirilen protesto gösterileri “ezilenlerin hükûmeti” olmak vaadiyle iktidara gelen mevcut rejim için hakikaten büyük bir handikaptır.
Rejim protestocu genç kadınlara ve grevdeki işçileri destekleyen öğrencilere sert tepkiler vermiştir.
Bu bakımdan İran nüfusunun %20’sini oluşturan Sünnilerin rolü bilhassa önemlidir.
Sünniler, teokratik politik sistemin elinde acı çekmektedirler. Kendileri muhafazakâr olmalarına rağmen İslam Cumhuriyeti’ne dair olan acı deneyimleri, Sünnileri, dinî vecibelerini laik bir devlet yönetimi altında, İran’daki dinî çoğunluk olan Şiilik temelinde kurulmuş olan mevcut ideolojik sisteme kıyasla daha iyi bir şekilde yerine getirebilecekleri konusunda ikna etmiştir.
Hatta Sünni dinî otoritelerin Seküler-Modernist söylemin ana savunucuları arasında olduğu dahi ileri sürülebilir.
Mesela; Sünnilerin fiilî lideri olan Şeyhu’l İslam Mevlana Abdülhamid, Sünnilerin Cumhurbaşkanı Ruhani’nin 2017 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde kazandığı zaferde oynadıkları önemli rol göz önüne alınarak seçim kampanyasında Ruhani’ye destek olan aktivistlerin bir araya geldiği ve 24 Mayıs 2017’de Tahran’da gerçekleşen toplantıya davet edilmiştir
İlginç bir şekilde yaptığı konuşmanın özü açık ve net bir siyasi laiklik talebi olmuştur. Siyasi laiklik talebinin bir hükûmet binasında gerçekleştirilen siyasi bir toplantı sırasında ve bir din adamı tarafından dile getirilmesi durumu belki de türünün ilk örneğidir.
Mevlana Abdülhamid’in konuşması dinleyiciler tarafından gayet olumlu karşılanmış ve “Mevlana Abdülhamid’e selam ver” sloganları eşliğinde takdir edilerek alkışlanmıştır.
Yine İran tarihinde ilk kez Sünni bir din adamı, laiklik konusundaki duruşu nedeniyle Şii başkentinin kalbinde, çoğunluğu Şii olan dinleyiciler tarafından bu kadar büyük ölçekte takdir edilmiştir.
Örneğin; 1979 Devrimi’nden sonra İran’ın ilk dışişleri bakanı olan İbrahim Yezidi, Tunus’taki Nahda Partisi’nin 26 Ekim 2011 tarihindeki genel seçimlerinin ardından partinin lideri Raşid el-Gannuşi’ye yazdığı bir mektupta, onu şu şekilde ikaz eder:
“Yüce Allah’tan sizi İran’da yaptığımız hataları tekrar etmekten alıkoymasını niyaz ediyorum.
Bu arada önde gelen başka yedi siyasi aktivist tarafından da Tunuslu Gannuşi, Libyalı Abdül Celil ve Mısır Geçici Yönetim Konseyi’ni muhatap alan bir mektup kaleme alınmıştır. Bu mektupta şu ifadelere yer verilir:
Bu mektupta sizleri muhatap alan kişiler, dinî düşünceler alanında aktif rollerde bulunmuş kişilerdir.
Her biri otuz yıldır devam eden İslam Cumhuriyeti’nin hayat serencamından tecrübeler edinmiştir. …
Libya Özgürlük Beyannamesi münasebetiyle Libya’nın yeni anayasasının şeriata dayanacağını söyleyen kardeşimiz Abdül Celil’in yapmış olduğu açıklama, Müslüman demokrat arkadaşlarınız ve bu mektupta imzası bulunanlar da dâhil olmak üzere özgürlük savunucusu aktivistler arasında ciddi kaygılar doğurmuştur. …
Onlar da tüm samimiyetleriyle, bu mektubu yazmaya ve ezilen diğer ulusların aynı hataları tekrarlamamaları adına edindikleri tecrübeleri sizinle paylaşmaya karar vermiştir. …
İran’ın Müslüman ulusu, dinî liderlerinin Devrim sırasında bulunduğu vaatlere dayanarak bütün arzularına dinî bir devlet yoluyla ulaşacaklarını düşündüler.
Fakat bu otuz yillik acı ve korkunç deneyim, din, devlet, güç ve iktidarın bir araya gelip karışmasıyla birlikte dinin ister istemez iktidara sahip olanların elinde bir araç hâline geldiğini gösterdi….
Tarihsel deneyime dayanarak “dinî devlet” hızlı bir şekilde “devletçi dine” dönüşecektir ki bu dönüşüm sonuçta din, devlet ve günlük hayat adına bir felaketi işaret etmektedir.
Sizlere, din ve devletin kaderlerini ta en başından ayırmanızı tüm samimiyetimizle tavsiye ediyoruz.
Debbağ, evrenin ve insanlığın yaratılması gibi konulardaki Kur’an ayetleri için rasyonel ve bilimsel bir açıklama yapmaya çalışan Mehdi Bezirgan ve Yedullah Sahabi gibi dini düşünürler ile arasına net bir mesafe koyar.
Bunun yerine Fransız Aydınlanması’na benzer bir şekilde Kur’an’ın amacının hiçbir zaman evrene ve insanlığa dair bilimsel ya da felsefi bir açıklama yapmak olmadığını belirtir.
Bu, Kur’an’ın her zamanda yeniden yaratılması gereken ahlaki mesajıdır.
“Felsefe ve bilimleri çalışmak için bu bilimlerle ilgili kitapların peşine düşmeliyiz… Dinin rafları her ürünle dolu olan bir süpermarket olması gerekmez” (akt. Tabatabai, 2018, s. 296).
Bu bakımdan İran nüfusunun %20’sini oluşturan Sünnilerin rolü bilhassa önemlidir.
Sünniler, teokratik politik sistemin elinde acı çekmektedirler. Kendileri muhafazakâr olmalarına rağmen İslam Cumhuriyeti’ne dair olan acı deneyimleri, Sünnileri, dinî vecibelerini laik bir devlet yönetimi altında, İran’daki dinî çoğunluk olan Şiilik temelinde kurulmuş olan mevcut ideolojik sisteme kıyasla daha iyi bir şekilde yerine getirebilecekleri konusunda ikna etmiştir.
Hatta Sünni dinî otoritelerin Seküler-Modernist söylemin ana savunucuları arasında olduğu dahi ileri sürülebilir.
Mesela; Sünnilerin fiilî lideri olan Şeyhu’l İslam Mevlana Abdülhamid, Sünnilerin Cumhurbaşkanı Ruhani’nin 2017 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde kazandığı zaferde oynadıkları önemli rol göz önüne alınarak seçim kampanyasında Ruhani’ye destek olan aktivistlerin bir araya geldiği ve 24 Mayıs 2017’de Tahran’da gerçekleşen toplantıya davet edilmiştir
İlginç bir şekilde yaptığı konuşmanın özü açık ve net bir siyasi laiklik talebi olmuştur. Siyasi laiklik talebinin bir hükûmet binasında gerçekleştirilen siyasi bir toplantı sırasında ve bir din adamı tarafından dile getirilmesi durumu belki de türünün ilk örneğidir.
Mevlana Abdülhamid’in konuşması dinleyiciler tarafından gayet olumlu karşılanmış ve “Mevlana Abdülhamid’e selam ver” sloganları eşliğinde takdir edilerek alkışlanmıştır.
Yine İran tarihinde ilk kez Sünni bir din adamı, laiklik konusundaki duruşu nedeniyle Şii başkentinin kalbinde, çoğunluğu Şii olan dinleyiciler tarafından bu kadar büyük ölçekte takdir edilmiştir.