İçeriğe geç

Minhacü’l – Kasıdin ve Müfidü’s-Sadıkin Kitap Alıntıları – İbnü’l-Cevzi

İbnü’l-Cevzi kitaplarından Minhacü’l – Kasıdin ve Müfidü’s-Sadıkin kitap alıntıları sizlerle…

Minhacü’l – Kasıdin ve Müfidü’s-Sadıkin Kitap Alıntıları

&“&”

Söz konusu garizenin (mizaç-içgüdü) kuvveti had safhaya ulaşıp işlerin akıbetlerini bilir ve anlık zevk almaya davet eden arzuyu sindirip yener hale gelirse böyle bir garizenin sahibine &‘akıllı’ denilir. Çünkü böyle bir kişi anlık arzularla değil, işin akıbetine bakmanın gereğine göre bir şeyi yapmaya veya yapmamaya karar verir. İşte bu, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biridir.
Yahyâ b. Muâz da şöyle demiştir:
Aldanmanın en büyüğü, pişman olmadığı hâlde affedileceği ümidiyle günah işlemeye devam etmek, taat etmeksizin yüce Allah’a yakın olmayı beklemek, cehennem tohumlarını ekip cennet ekinini biçmeyi beklemek, masiyet işleyip itaatkârların gireceği cenneti istemek, sınırı aştığı hâlde yüce Allah’tan birtakım temennilerde bulunmaktır.
Bazen ilim, et yemenin süt çocuğuna zarar vermesi gibi birtakım insanlara zarar verebilir.
Ne zaman kalbinin namazla meşgul olmadığını görürsen bil ki bunun tek sebebi iman zayıflığıdır. İmanını kuvvetlendirmeye çalış.
Cinsel ilişkiye girip zevk almamasının veya hadis anlattığı halde bu liderliğe sevinmemesinin mümkün olduğunu hayal eden kimse imkansız bir şeyi hayal etmiş olur.
Hiç kuşkusuz başkasını ıslah etmek isterken kendisini helake sürükleyen kimse beyinsizdir. Böyle bir kişi, akrepler elbisesinin içine girdiği halde başkasının üzerindeki sinekleri kovmaya çalışan adama benzer.
Çoğu insanın zahiri amellere yönelmesinin ve kalplerini temizlemekten uzak durmasının sebebi, acı ilacı içmekte zorlanan kişinin vücuduna merhem sürmeyi tercih etmesinde olduğu gibi, kol ve bacak gibi uzuvlarla yapılan amellerin kolay, buna karşılık kalbin amellerinin zor olmasıdır.
Ya kendi nefsinle meşgul ol veya nefsini hallettikten sonra başkalarına vakit ayıranlardan ol! Sakın nefsini ıslah etmeden başkalarını ıslah edecek şeylerle meşgul olma!
Bazen ilim, et yemenin süt çocuğuna zarar vermesi gibi birtakım insanlara zarar verebilir.
İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur, sen ise malı korursun. Mal harcamakla eksilir. Oysa ilim harcamakla çoğalır.
Azim ve kararla dua etmelidir. Buhârî ve Müslim’in Enes radıyallâhu anhdan naklettiklerine göre Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri dua ettiği zaman azimle dua yapsın! Dilersen bana ver, demesin! Çünkü yüce Allah onu zorlayıcı değildir.
Arkadaşın düşmanına itaat ederse sana düşmanlık etmekte ortak olmuşlar" der; İMAMI- ŞAFİ
Bil ki, herkes arkadaş olunmaya uygun değildir.
İmrân b. Hıttân şöyle söylemiştir: “Allah için bin kardeş sevdim. Her
birinin adını, babasının ve kabilesinin adını, evinin yerini bilirim.” Bu da
İmrân b. Hıttân’ın o kardeşlerini ziyaret ettiğini göstermektedir
Ömer b. Hattâb radıyallâhu anh geceleyin bir din kardeşini hatırlayınca
“Ne uzun bir gece!” diyerek hayıflanır, sabah namazını kıldıktan sonra o
din kardeşini görmeye gider ve onu görünce sarılıp kucaklardı.
Büyüklerden birine şöyle
soruldu: “Kur’an okuduğun zaman kalbinden bir şey geçiyor mu?” Şöyle
cevap verdi: “Kur’an’dan daha çok sevdiğim bir şey var mı ki kalbimden
onu geçireyim!” Bu hâl ancak tazimin ve ünsiyetin bir sonucudur. Kalbin
ünsiyet kuracağı şeyler Kur’an’dadır. Nasıl olur da başka şeyleri
düşünmede ünsiyet aranabilir?
Ukbe b. Âmir radıyallâhu anhın naklettiğine göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah, Kur’an’ı ezberinde
bulunduran kalbe azap etmez.”

Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Medine’de ölmeye gücü yeten orada ölsün. Çünkü Medine’de ölen kişiye kıyamet günü şefaat edeceğim

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim Medine ehline tuzak kurup kandırırsa tuzun suda eridiği gibi erir.”

Kuşkusuz, insanın kendi evindeyken kalbinin Kâbe’yi düşünmesi,
Kâbe’deyken evini düşünmesinden daha iyidir.
İmam Şâfiî hazretleri her gün Kur’an’ı bir kez, Ramazan ayında ise altmış
kere hatmederdi.
Nâfi hazretlerinin anlattığına göre İbni Ömer radıyallâhu anhümâ sahip
olduğu herhangi bir mal çok fazla hoşuna gitmeye başlarsa onu Rabbi için sadaka olarak verirdi. Köleleri de bu huyunu bildikleri için bazen içlerinden biri ibadete ağırlık verip mescitten pek çıkmaz, İbni Ömer radıyallâhu anhümâ onu bu güzel hâlde görünce hemen azat ederdi. O böyle yapınca arkadaşları ona şöyle derlerdi: “Ey Abdurrahmân’ın babası, vallahi onlar bunu seni kandırmak için yapıyorlar.” İbni Ömer hazretleri de onlara şöylecevap verirdi:
“Kim bizi Allah uğrunda kandırırsa ona kanarız!”
Müslim’in Ömer b. Hattâb radıyallâhu anhdan naklettiği efrâd hadislerden
birinde şöyle gelmiştir:
“Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve selleme gelerek dedim ki ey Allah’ın elçisi, öyle bir arazi aldım ki ondan daha çok sevdiğim ve benim için daha değerlisi yok. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
‘Dilersen onu tasadduk et.’ Ben de onu sadaka olarak verdim.”
“Gözünüzü yummadan almayacağınız kötü şeyleri vermeye
kalkışmayın!”

(Bakara, 2/267)

Buhârî ve Müslim’in İbni Ömer’den naklettiğine göre Resûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem, Ramazan ayındaki fıtır sadakasını her Müslüman hür kişiye, köleye, erkeğe ve kadına bir sâ’ hurma veya arpadan verilmek üzere
farz kıldı ve insanlar bayram namazı kılmaya çıkmadan önce verilmesini
emretti.
Erkekler için mübah olan gümüş süs eşyası yüzük ve kılıcın kabzasıdır.
Müslim’in Ebû Hureyre radıyallâhu anhdan nakletmiş olduğu efrâd
hadislerden birinde Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Altın ve gümüş sahibi olup da bunların zekâtını vermeyenler için kıyamet gününde ateşten levhalar hazırlanır ve zekâtını vermedikleri o altınla gümüş cehennem ateşinde onların üzerinde kızdırılıp yanları, alınları ve sırtları onlarla dağlanır. Bu levhalar soğudukça uzunluğu elli bin yıl olan bir günde kullar arasında hüküm verilip cennete veya cehenneme gideceği belli oluncaya kadar tekrar tekrar kızdırılır. Denildi ki ey Allah’ın elçisi, deve sahibi de mi? Şöyle buyurdu: Evet, deve sahibi de. Kıyamet günü o develer için büyük ve açık bir alan açılır ve develerden tek bir yavru bile eksik kalmamak üzere hepsi gelip ayaklarıyla onu çiğner ve
ağızlarıyla dişlerler. Uzunluğu elli bin yıl olan bir günde kullar arasında
hüküm verilip cennete veya cehenneme gideceği belli oluncaya kadar sürünün başındaki devel mer onu çiğneyip dişledikçe arkadakiler gelerek aynı şeyi yapmaya devam ederler.”
“Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve selleme
Allah’ın en çok hangi ameli sevdiğini sorunca şöyle buyurdu: Vaktinde
kılınan namaz.”
Âhirete iman hâsıl olmadıkça kalbin ilgisi namaza odaklanmaz.
Çünkü namaz âhirete ileten bir vasıtadır. Bir de buna dünyanın hakirliği eklenince kalbin namazla meşguliyeti artar. Ne zaman kalbinin namazla meşgul olmadığını görürsen bil ki bunun tek sebebi iman zayıflığıdır. İmanını kuvvetlendirmeye çalış.
Kalp ne kadar kuvvetliyse ruh namazın sonuna kadar o kadar mutlu olur. Ne kadar zayıfsa kişinin kuvvetleri zayıflar. Üzerinde hareket emaresi olmayan nice diri insan gördük!
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ezanı duyduğunuz zaman müezzinin söylediklerini söyleyin.”
Çünkü yokluk da tıpkı varlık gibi bir sebebe muhtaçtır.
Ey âlimler, onunla
amel etmek için değil de başkalarına anlatmak için bir şeyler öğrenmek
isteyen adam nasıl âlim olabilir? İlim başlarınızın üzerinde ve amel
ayaklarınızın altında.
Enes b. Mâlik radıyallâhu anhın naklettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Miraç gecesinde dudakları
ateşten makaslarla kesilen birtakım kimseler gördüm. Dedim ki bunlar kim?
Dediler ki, ümmetinden dünya ehli olan hatipler! Kitabı okudukları hâlde
insanlara iyiliği emredip kendilerini unutuyorlardı. Hiç akıllarını
kullanmıyorlar mı?”
“Kim bir
dünyalık elde etmek için ilim öğrenirse kıyamet gününde cennetin kokusunu
duyamaz.”
İmam Şâfiî hazretleri rahimehullah bu konuda şu beyitleri söylemiştir:
Otlayan hayvanların arasına inciler saçar mıyım?
Saçılmış incileri bir koyun çobanı için dizer miyim?
Cahillere bir ilim öğreten onu zayi etmiş olur,
Hak edenlere ilim öğretmeyen de zulmetmiş olur.
İlim öğretenin karşılığını ancak yüce Allah’tan istemesi gerekir. Selef-i
salihin hocaları talebelerinden hediye almazlardı. Cerîr b. Abdülhamîd
şöyle anlatıyor: “Bir keresinde Hamza ez-Zeyyât bize geldi ve su istedi.
Ona su vermek istediğimde dedi ki, sen o musun? Ben de evet, dedim.
Bunun üzerine bana dedi ki kıraat öğrenmek için dersimize gelmiyor
muydun? Dedim ki evet, geliyordum. Bu cevap üzerine suyu geri çevirdi ve
içmedi.”
İlim öğrettiği hâlde bildiklerini uygulamayan kimse, başkasına faydalı
olduğu hâlde ilimden nasibi olmayan kitaba; başkasını bileyip keskinleştirdiği hâlde kesmeyen bileytaşına; başkasını giydirdiği halde
kendisi çıplak olan iğneye ve başkasını aydınlattığı hâlde kendisi yanan
kandil fitiline benzer.
Bil ki yakınlığını elde etmek amacıyla yüce Allah’a koşup yönelen beden
değil, kalptir. Burada kalp demekle gözle görülen et parçasını
kastetmiyoruz. Aksine, bizim kastettiğimiz kalp yüce Allah’ın sırlarından
biri olup duyularla idrak edilmez ve onun latifelerinden biridir. Bazen ona
“ruh”, bazen de “nefs-i mutmeinne” denilir. Şeriat ona kalp demiştir. Çünkü
o ilk binektir (matıyye). Sır da böyledir. Onun vasıtasıyla bütün beden söz
konusu latifenin bineği ve aleti olmuştur. O, hac yolundaki insanın devesi
gibidir.
Öğrencinin öncelikli maksadı bâtınını süslemek ve onu
erdemlerle güzelleştirmektir. Son maksadı ise yüce Allah’a yakın olmak ve
O’na yakın olanların (mukarrebler) komşuluğuna yükselmektir. Öğrendiği
ilimle lider olmayı, para kazanmayı veya akranlarına karşı övünmeyi amaç
edinmemelidir. Bu niyeti samimî olursa sadece âhiret ilmini talep eder.
Âhiret ilmi, diğer ilimlerin yanında mücahidin yüce Allah’ın rızasını
amaçlaması gibidir. Böylesi dünyada ganimet, âhirette ise ecir elde eder.
Kuşkusuz cihada yardımcı olan, savaşçılara su veren ve bineklerini
bekleyen kimselere de sevap vardır. Fakat derecesi en yüksek olan kişi
cihadında samimî olandır.
Kibirlenerek sürekli ilerlemeye önem vermeyip yeni şeyler öğrenmekten
uzak duran kimse cahildir. Çünkü “Hikmet (bilgi) müminin yitiğidir. Onu
nerede bulursa alır.”
Selef-i salihin ilmi her şeye tercih ederlerdi.
Çünkü ilim kalbin ibadeti, sırrın namazı ve bâtının yüce Allah’a yakınlaşmasıdır
Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olanlar ilimleri
kendilerine fayda vermeyen âlimlerdir.”
Münazara yapan kimse riyâdan da güvende olamaz. Çünkü bu devirde
münazara edenlerin çoğunun maksadı insanların onun galip geldiğini
bilmeleri, ona teşekkür edip övgü yağdırmalarıdır. Böyleleri ömürlerini,
güzel konuşma ve nükteli hikâyeleri ezberleme gibi münazarada onlara
yardımcı olacak ve âhirete hiçbir faydası olmayan ilimler için harcarlar.
Münazara eden kişi sözlerinin övgüyle karşılanmasından dolayı nefsini
tezkiye etmekten ve rakibinin kötü duruma düşmesine sevinmekten de emin
olamaz. Öyleyse âlimler arasında ilimle akdedilmiş olan kardeşlik nerede
kaldı? İmam Şâfiî rahimehullah şöyle diyor: “İlim, akıllı kimseler arasında
sılası yapılan bir akrabalık bağıdır.”
Bil ki galip gelmek ve başkalarına karşı övünmek maksadıyla yapılan
münazara yerilmiş çirkin huyların membaıdır.
Eğer âhireti istiyor ve kurtulmayı talep ediyorsan iç âlemindeki
hastalıklara bir göz at …
Sakın nefsini ıslah
etmeden başkalarını ıslah edecek şeylerle meşgul olma!
Bil ki peygamberler doktorlara benzer. Onlar hangi ilacın hangi insana
daha faydalı olacağını en iyi bilen kişilerdir. Doktora gidip şikâyetini
anlatan nice hasta vardır ki sağ eli hasta olduğu hâlde doktor ona sol elini
tedavi etmesi için reçete yazmış, oysa hasta sinirlerin dallara ayrıldığını ve
bulundukları yerleri bilmediği için o reçeteyle iyileşeceğine ihtimal
vermemiştir. Akaid ve âhiretle ilgili işler de böyledir. Bunlarda aklın ihata
edemeyeceği incelikler vardır. Tıpkı birtakım özel taşlarda zanaat erbabının
bile bilemediği birtakım gizli özelliklerin bulunması gibi. Hatta zanaat
erbabından hiçbiri mıknatısın demiri neden çektiğini bilmez. O hâlde aklın
sana Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellemin doğru söylediğini
göstermesi ve onun yaptığı işaretlerin hedeflerini göstermesi menfaat olarak
senin için yeterlidir. Sonra onun tasarruf görevini elinden al, Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve selleme tâbi ol da selamet bul!
2- Yıldızlara dair bilgiler tamamen bir tahmindir. Bunlara bakarak bir şey
hakkında hüküm vermek bilgisizce hüküm vermek demektir. Sadece bazı
durumlarda verilen hüküm tesadüfen isabetli olabilir.
Lokmân aleyhisselâm oğluna şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Âlimlerin
meclisinde bulun ve iki dizinle onlarla kaynaş! Çünkü Allah, toprağı gökten
inen yağmurla dirilttiği gibi kalpleri de hikmet nuruyla diriltir.
Kim İslam’ı ihya etmek amacıyla ilim öğrenirken ölürse cennette onunla
peygamberler arasında sadece bir derece vardır."
İbnü’l-Cevzî hazretleri Minhâc adlı kitabını allâme ve hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid el-Gazâlî hazretlerinin ihyâu Ulûm’d-Dîn adlı kitabından özetlemiştir.
Hasenü’l-Basrî şöyle derdi: “İki gün ve gece vardır ki yaratılmışlar onlar gibisini asla işitmemişlerdir: Birinci gece kabirdekilerin yanında geçirdiğin gece olup ondan önce öyle bir gece geçirmedin. İkinci gece ise kıyamet sabahının gecesidir. Birinci gün, yüce Allah tarafından cennete veya cehenneme gideceğine dair habercinin sana geldiği gündür. İkinci gün ise kitabının sağından veya solundan verildiği gündür.”
Beşşâr b. Gâlib el-Bahrânî şöyle anlatıyor: Rüyamda Râbiatü’l Adeviyye’yi gördüm -onun için çok dua ederdim-. Bana dedi ki ey Beşşar gönderdiğin hediyeler nurdan tabaklar üzerinde ve ipek mendilierle Örtülmüş olarak bize geliyor. Dedim ki, bu nasıl oluyor? Dedi ki, hayatta olan müminlerin duaları bu şekilde bize ulaşır. Onlar ölüler için dua ettikleri zaman duaları kabul edilir. Sonra o dua nurdan tabaklara konulur ve üzerleri ipek mendillerle örtülür. Sonra da kendisi için dua edilen ölüye getirilir ve denilir ki bu, filancanın sana gönderdiği hediyedir. ”
Bil ki cenazeler gafiller için değil, basiret sahipleri için ibrettir. Çünkü basiret sahibi kendisini cenazesinin yerine koyup ağlamaya başlar. Gafil ise onu başkasının cenazesi olarak görür. Gafilin en iyi hâli, ölen kimse için ağlamasıdır.
İbnü’l-Cevzî hazretleri Minhâc adlı kitabını allâme ve hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid el-Gazâlî hazretlerinin ihyâu Ulûm’d-Dîn adlı kitabından özetlemiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir