İçeriğe geç

Demokrat Parti Kitap Alıntıları – Cem Eroğul

Cem Eroğul kitaplarından Demokrat Parti kitap alıntıları sizlerle…

Demokrat Parti Kitap Alıntıları

&“&”

Türkiye’de büyük toprak sahiplerini ve ticaret burjuvazisini egemen kılan düzen kapitalizmdir. Yani bu sınıflar, toplumumuz kapitalist üretim ilişkilerine tabi olduğu için egemendirler.
Arkasından mecliste yine kavgalar oldu. Artık her vesilede milletvekilleri birbirlerini yumrukluyor, dövüyor ve küfrediyorlardı. Bu bakımdan T.B.M.M., tam anlamıyla, milletin aynası haline gelmişti. Basit vatandaştan yöneticiye kadar, kavga etme hususunda, o tarihlerde herkes birleşiyordu.
Hukuk devleti kavramı, gitgide yerini Tevrat’ın &‘kısasa kısas’ kanununa bırakıyordu.
Temsil ettiği sınıfların güvenliğini korumak endişesiyle D.P., sınıf kavramını daima şiddetle reddetmiştir. Özel girişime dayanan bir kalkınma felsefesinin sınıf mücadelesi fikrini reddetmesi, aslında son derece normaldir. Avrupa bu fikri ancak işçi sınıfının mücadeleleri ve baskısıyla kabullenmek zorunda kalmıştır.
Demokrat Parti’nin, büyük toprak sahipleri ve özellikle ağalar lehine aldığı diğer önemli bir tedbir, Köy Enstitüleri’ni tasfiye hareketini tamamlamak olmuştur. Bilindiği gibi, enstitülerin amaci, fakir köylü nüfusun okumasını ve kendine yarayacak belli konularda uzmanlaşmasını sağlamak suretiyle, bu topluluğun kalkınmasına hizmet etmekti. Ne var ki, fakir köylünün uyanması, sonuç itibariyle, onu ağalığa ve köydeki adaletsizliğe karşı bilinçli bir mücadeleye zorunlu olarak sürükleyecekti. Ne yapıp yapıp, bunun önlenmesi gerekti.
Demokrat Parti,II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’de, iktidara tamamen sahip olabilmek için bir halk hareketini araç edinen asalak egemen sınıfların siyasi örgütüdür.
Demokratların 7 Ocak 1947’de yani partinin kuruluşunun birinci yıldönümünde Ankara’da topladıkları birinci büyük kongreleri, Türk Siyasal tarihinde istinai bir yere sahiptir. Gerçekten de cumhuriyet kurulduğundan beri Türkiye’de ilk defa başarılı bir muhalefet partisi baştan sona hürriyetçi bir kongre topluyor ve iktidarı açıkça kafa tutarak aldığı kararların uygulanmaması halinde onu milletin yargısını terk edeceğini gür bir sesle ilan ediyordu.
Demokrat Parti, kendisine rağmen ilerici sonuçlar yaratmış, gerici bir harekettir.
D.P.’nin başarısının sırrı, bu partinin rejim içinde kalmasını bilmesi ve halkı seferber edebilmesidir. Rejim içinde kalmanın şartları, antikomünist ve lâik olmak, halkı seferber etmenin yolu ise, iktidara karşı ciddi bir muhalefet yürütmekti.
… yeni-emperyalizm çağında, azgelişmiş ülke burjuvaları artık dış sömürüye karşı çıkmak gereğini duymamaktadırlar. Yeni-emperyalizmin emperyalizmden farkı, girdiği ülke burjuvazisini tasfiye edeceğine, onunla ortaklık kurmayı tercih etmesidir. Dış sömürü ile iç sömürü artık tam bir işbirliği halindedir. Memleketimizde yabancı sermaye, örneğin tekstil alanını yerli sermayeye bağışlamayı kabul etmektedir. Gelişen kapitalizmin bu en dinamik sanayi dalının emperyalizmin ağır topunu teşkil etmiş olduğunu hatırlarsak, yeni-emperyalizm ile klasik emperyalizm arasındaki farkı daha kolay görürüz. Azgelişmiş ülke asalak hâkim sınıflarının, emperyalizmle bu şekilde ortaklık kurma şansını elde ettikten sonra, memleketi kalkındırmak gerekçesiyle, dış sömürücülere, yani ortaklarına karşı bayrak açabileceğini düşünmek anlamsızdır.
İktisadî zorlukların artması şikâyetlerin yoğunlaşmasına yol açar ve bunun sonucu olarak da, siyasi rejimler genellikle sertleşme temayülleri gösterirler.
… yirminci yüzyılın ikinci yarısında emperyalizmin sömürüsü altında bulunan bir ülkenin, kendisini bu sömürü düzenine sokan sınıfların eliyle kalkınabileceğini düşünmek safdillikten başka bir şey değildi.
Menderes’in uçağı, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir hava alanına indi. Kendisini karşılamaya gelenler içinde bir grup hava subayı da vardı. Subaylar saygı duruşuna geçtiler. Fakat tam Menderes aralarına gelince anîden Geriye dön!" diye bir emir işitildi ve bütün subaylar tek saf halinde başbakana arkalarını döndüler. Böylesine bir harekete, ancak hiç bir iktidarı kalmamış bir hükümete karşı cüret edilebilirdi.
Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ihtilâl behemehal olur."
Baskı idaresi kurmak isteyenler, tabii olarak kendilerini daimi bir ihtilâl tehlikesi altında görürler… Vaziyetin düğümlendiği esas nokta şudur: dürüst seçim teminatını verirseniz rahat edeceksiniz. Vermezseniz gene gideceksiniz. Hem çok fena gideceksiniz."
1959 yılının başında Kıbrıs meselesinde taraflar, nihayet, bağımsız bir cumhuriyet kurma hususunda prensip anlaşmasına varmışlardı. Önce Türk ve Yunan Hükümetleri 11 Şubat 1959’da Zürih’te bu konuda bir antlaşma imzalamışlar, bundan bir hafta sonra da Londra’da buluşup esas antlaşmayı imzalamayı kararlaştırılmışlardı. İşte bu imza töreni için İngiltere’ye giden Türk heyetinin uçağı önemli bir kazaya uğradı. Menderes’inde içinde bulunduğu uçak, 17 Şubat 1959’da, Londra’nın 25 mil güneyinde sis yüzünden yolunu kaybedip yere saplandı. Pilotlar ve hostes dahil olmak üzere 16 kişi öldü, geri kalanlar da yaralandılar. Basın-Yayın ve Turizm Bakanı Server Somuncuoğlu ile Eskişehir milletvekili Kemal Zeytinoğlu ölenler arasındaydı. Menderes hafif yaralarla kazayı atlatmıştı. Kıbrıs’la ilgili Londra antlaşmasını 19 Şubat 1959’da klinikte imzaladı. Kısa bir süre sonra da, 27 Şubat’ta, sağ salim olarak Türkiye’ye döndü.
Menderes, 24 Kasım 1958’de Lüleburgaz’da yaptığı bir konuşmada, Hürriyet Partisi ile Halk Partisi’nin birleşmesini kastederek: Onların Güçbirliği adı altında giriştikleri faaliyetin maksadı şudur: bir ehli salip cephesi ile karşımıza dikilecekler" demiş, yani muhaliflerini Haçlı Ordusu’na benzetmişti.
Bu memlekette herkes aynı fedakârlığı yaparsa bir kalkınma olabilir. Fakat bir tarafta halktan fedakârlık istenirken, diğer taraftan her gün 5-10 milyonerin doğuşu halka ızdırap vermektedir"
Yabancı Sermaye Kanunu dolayısıyla İnönü’nün yaptığı tenkitlere cevap veren Menderes şöyle diyor: Afrika kabilelerinin kovduğu yabancı sermayeyi gül gibi topraklarımıza sokmak istiyorlar, diyor. [İnönü kastediliyor]. Türk Devleti, Türk Cemiyeti Afrika kabilesi değildir. Türk Milleti Mau Mau değildir. Mau Mau’lara tatbik edilen usûller Türkiye’de yer bulamıyacağı için, biz, Mau Mau’ların istemediği yabancı sermayeye Türkiye’de taraftarız. Kendisi bu sözleriyle, bizzat kendi zihniyetinin Mau Mau’larınkine benzediğini açıkça ifade ediyor. Cenabı Hak bu memleketi, Mau Mau zihniyetine sahip olan insanların şerrinden korusun."
D.P.’nin dış politikası, bir kelimeyle özetlemek gerekirse, tam bir emperyalizm uyduculuğudur. 1950-1954 arasında D.P. iktidarı Kore’ye asker göndermiş, memleketimizi Atlantik ve Balkan Paktlarına sokmuş, Orta Doğu’da emperyalist bir askerî blokun temellerini atmış, milli kurtuluş savaşlarını cephe almış, kısacası, dünyanın dört bir yanında emperyalizme hizmet etmek için olağanüstü bir çaba harcamıştır. Amerikan menfaatlerini savunmak için ta Kore’ye asker göndermesi, D.P.’nin niteliğini göstermek bakımından tek başına yeterlidir.
Allah ü Ekber" ile "Tanrı Uludur" arasında, bir dil farkından öte bir şeyler vardır. Yüzyılların getirdiği ibadet alışkanlıklarının suç olmaktan çıkması, halkı manen gerçekten ferahlatıcı bir etki yapmıştır. Yasak kalkar kalkmaz, Türkçe ezanın tamamen terkedilmesi, bu zorlamanın ne kadar sunî olduğunu ispat etmiştir.
Demokrat Parti, memur sultasını kıran parti olarak tanınmıştır. 1950’den sonra, köylü grupların olduk olmadık sebeplerle vali odalarını doldurmaları, idarecileri küçük düşürmeye çalışmaları vs., çok bilinen, ancak yine de üzerinde durulmaya değer bir durumdur. Bu davranışları, yıllarca süren bürokratik baskıların yarattığı hıncın boşalması olarak anlamak herhalde hatalı olmaz. Halk, kendisini hor gören bir yönetim anlayışına, D.P.’nin aracılığıyla baş kaldırmıştır.
Seçimler yaklaştıkça ve beliren iktisadî zorluklardan şikâyetler arttıkça Demokratların huzuru bozuluyor, bunun bütün suçunu da muhalefete yüklüyorlardı.
Ekim 1951’de Mısır hükümeti Süveyş kanalında egemenliğin kendine devrini isteyince İngiltere bir kızılca kıyamet koparmış ve bölgeye derhal asker göndermekle bu isteğe mukabele etmişti. Biz bu buhranda İngiltere’nin tarafını tuttuk. Ocak 1952’de Süveyş’te, İsmailiye bölgesinde Mısırlılarla İngilizler çarpıştığında ve İngilizler Mısırlıları öldürüp, yaralayıp, esir ettiklerinde biz yine İngiltere’nin yanındaydık. Fas ve Tunus’ta Araplar ayaklanıp bağımsızlık için savaşa başlayınca biz bu sefer Fransızlara yakınlık gösterdik. Nitekim 13 Aralık 1952’de, Birleşmiş Milletler Siyasi Komisyonu’nda, Araplar, Tunus olayları dolayısıyla Fransa’nın kınanmasını istedikleri zaman, biz bu teklifin reddi için Fransa ile birlikte oy kullandık. Başbakan Musaddık İran’da petrol şirketlerine baş kaldırınca biz yine emperyalistlerin yanındaydık. Şah kovulunca üzüldük, şah dönünce sevindik ve basınımız Musaddık taraftarı kızıllar"ın tevkifini alkışladı. Bütün bu yüz kızartıcı hareketlerden sonra Mısır Hükümeti Ocak 1954’te büyük elçimizi kovunca da şaşırdık. Oysa biz artık ilk millî kurtuluş savaşını vermiş Türkiye değil, emperyalizmin dümen suyuna bağlanmış bir çeşit uydu olmuştuk.
Batı’ya sadakatimizi ispat etmek için girdiğimiz Kore Savaşı, 1951 yılının sonuna doğru tavsamaya başlamıştı. Fakat mütarekenin imzalanması daha iki yıl sürdü ve çarpışmalar kesin olarak ancak 27 Temmuz 1953’de son buldu. Hemen hemen üç yıl süren bu savaşlar Türkiye’ye yüzlerce şehide, yaralıya ve sakata mal oldu. Ama Demokrat Parti Hükümeti ödediği bu kan bedeli" sayesinde Türkiye’yi Atlantik Paktı’na sokmayı başardı.
Demokrat Parti, ll. Dünya Harbi’nden sonra, Türkiye’de, iktidara tamamen sahip olabilmek için bir halk hareketini araç edinen asalak hâkim sınıfların siyasî örgütüdür.
Bu memlekette muhalefet, ihtilâl demektir"
Demokrat Parti’nin doğuşuna yol açan en önemli sebep, Halk Partisi’ne duygulan muhalefetin çok yaygın ve köklü bir hale gelmiş olmasıydı. Bu muhalefet başlıca iki kaynaktan besleniyordu. Bunların birincisi, hâkim sınıfların artan iktidar arzusu; ikincisi ise, halkın yaygın bıkkınlığı idi.
Elbiseler, rütbeler hiç bir zaman cesaretin, hamiyetin, itidal, dirayet ve zekânın şaşmaz ölçüsü olmamıştır."
Bugünkü anti-demokratik hükümler ortada durdukça, Devlet Reisi, velevki fahri olsun, parti genel başkanı sıfatını taşıdıkça, idare amirleri kanunen imtiyazlı bir sınıf mahiyetinde kaldıkça, örfi idare usulüyle matbuat hürriyeti daimî bir tehdit altında bulunduruldukça bugünkü emniyetsizlik havasının kalkması asla kabil olmayacaktır."
Türkiye, İkinci Dünya Harbi’ne girmemekle beraber, etrafını saran büyük kargaşalığın etkilerinden de kendini tamamen koruyamamıştır. Bir yandan, her an seferber olmaya hazır büyük bir ordu beslemiş, öte yandan da, memleket içinde sıkı bir polis rejimi kurulmuştur. Bunun sonucu olarak, vesikalı, sıkıyönetimli ve millî şefli bir irade kurulmuş, halk ezilmiş ve karaborsadan yararlanan yeni bir zenginler zümresi türemiştir. Ezilen halk, iktidara düşman olmuştur. Türedi zenginler ise artık idarede doğrudan doğruya söz sahibi olmayı arzulamaktaydılar.
Demokrat Parti iktidarının on yılda işlediği en büyük suçlardan biri Kore Savaşı’na katılmaktır. Demokratlar,Amerika’ya bağlı olan kendi sınıf çıkarlarını savunmak için,kendi vatandaşlarını Türkiye’nin çıkarına olmayan bir savaşa sokup kırdırmayı gönül rahatlığı ile göze almışlardır."
Türkiye’yi yönetenler ne pahasına olursa olsun ABD’nin dostluğunu kazanmaya karar verdiler.
Demokrat Parti’nin muhalefette iken yarattığı bütün büyük hayaller on yıllık iktidarının sonucunda tamamen kırılmıştı. İktisadi refah enflasyon duvarına çarpmış, demokrasi vaatleri bir baskı ve zorbalık düzenine dönüşmüştü. Nihayet haysiyetli dış politika sloganı, zamanla maskesini yüzünden düşürmüş ve son derece haysiyetsiz bir emperyalizm uyduculuğu biçiminde sonuçlanmıştı.
Oysa biz artık ilk millî kurtuluş savaşını vermiş Türkiye değil emperyalizmin dümen suyuna bağlanmış bir çeşit uydu olmuştuk.
Bu demokrasi öyle bir demokrasi idi ki, İzmir Fuarı’ndaki Çek pavyonunda Çekoslavakya’da İşsizlik Yok", "İşçiler Eğleniyor" gibi levhalar asıldı diye, Çekoslavakya’lı pavyon müdürü komünizmden sanık olarak mahkemeye verilebiliyordu.
Daha sonra elde edilecek verilerle sınanmak şartıyla, muhalefet döneminde D.P hakkında ileri sürülebilecek en geçerli varsayım herhalde şudur: Demokrat Parti, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’de, iktidara tamamen sahip olabilmek için bir halk hareketini araç edinen asalak egemen sınıfların siyasi örgütüdür.
Demokrat Parti’nin muhalefette iken yarattığı bütün büyük hayaller on yıllık iktidarının sonucunda tamamen kırılmıştı. İktisadi refah enflasyon duvarına çarpmış, demokrasi vaatleri bir baskı ve zorbalık düzenine dönüşmüştü. Nihayet haysiyetli dış politika sloganı, zamanla maskesini yüzünden düşürmüş ve son derece haysiyetsiz bir emperyalizm uyduculuğu biçiminde sonuçlanmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir