İçeriğe geç

Rüya Yorumları – I Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Rüya Yorumları – I kitap alıntıları sizlerle…

Rüya Yorumları – I Kitap Alıntıları

&“&”

Bilinçdışı daha büyük evren olup daha küçük olan bilinçlilik evrenini kapsar. Bilinçli olan her şeyin, bilinçdışı bir ön evresi vardır.
“amaca yönelik bilinçli düşünceler bırakıldığında, amaca yönelik gizli düşünceler düşünce akışına hâkim olur.”
Rüyanın harika bir şiirselliği, mükemmel bir alegorisi, emsalsiz bir mizah anlayışı ve leziz bir ironisi vardır… Zaman zaman uyandıktan sonra, bu izlenimlerden bazıları içimizi hâlâ o kadar fazla kaplar ki gerçek dünyada eşi benzerini henüz hiçbir zaman görmemiş olduğumuz fikrine kapılırız.
… Ruh uyku esnasında dahi, bedenin dışında kalan dünya ile sürekli bir bağlantı hâlindedir."
… Zira tuhaf olan şudur ki rüya, unsurlarını normalde önemli ve derine işleyen olaylardan, geçmişin güçlü ve tahrik edici menfaatlerinden almaz. Aksine tåli ilavelerden, sözüm ona yakın geçmişin ya da uzak geçmişin değersiz kırıntılarından alır. Ailemiz içinde yaşanacak sarsıcı bir ölüm olayının izlenimlerinden dolayı geç saatlere kadar uyuyamayız. Bu olay, hafızamızda hiç yer almaz. Ta ki uyanık olduğumuz ilk an, söz konusu olayı hafızamızda yeniden bunaltıcı bir şiddetle tesis edinceye kadar. Oysa yolda karşılaştığımız ve yanından geçip gittikten sonra artık hiç mi hiç düşüncelerimizi meşgul etmeyen bir yabancının alnındaki siğil, rüyamızda rol almaktadır."
Rüya, Robert’e göre bedensel bir boşaltım süreci" dir. " Bu süreç, manevi tepki görünümüyle dile gelir. Rüyalar, henüz birer tohumken boğulmuş olan düşüncelerin boşaltılmalıdır."
Rüyalarımızın karakteri, genel durumumuzun dürüst bir aynasıdır. Hatta uyanık olduğumuzda kendimizi gözlemleyerek tespit edebildiğimizden çok daha dürüsttür."
Pfaff ise ünlü bir özdeyişi biraz değiştirircesine der: Bana bir müddet rüyalarını anlat, sana içyüzünü anlatayım.
… plato bunun aksine der ki başkalarının uyanıkken yaptıklarını sadece rüyalarında yapanlar, en iyi insanlardır.
Rüyaların unutulması konusunda son olarak dile getirmemiz gereken hızlandırıcı etken ise insanların çoğunun, rüyalarına fazla önem vermiyor olmalarıdır. Örneğin birer araştırmacı olarak bir süreliğine rüya konusuna eğilenler, bu süre boyunca normalden daha sık rüya görürler. Bu demektir ki bu kişiler rüyalarını daha kolay ve daha fazla hatirlarlar.
Rüyanın harika bir şiirselliği, mükemmel bir alegorisi, emsalsiz bir mizah anlayışı ve leziz bir ironisi vardır… Zaman zaman uyandıktan sonra, bu izlenimlerden bazıları içimizi hâlâ o kadar fazla kaplar ki gerçek dünyada eşi benzerini henüz hiçbir zaman görmemiş olduğumuz fikrine kapılırız.
Rüyanın harika bir şiirselliği, mükemmel bir alegorisi, emsalsiz bir mizah anlayışı ve leziz bir ironisi vardır… Zaman zaman uyandıktan sonra, bu izlenimlerden bazıları içimizi hâlâ o kadar fazla kaplar ki gerçek dünyada eşi benzerini henüz hiçbir zaman görmemiş olduğumuz fikrine kapılırız.
Rüyanın harika bir şiirselliği, mükemmel bir alegorisi, emsalsiz bir mizah anlayışı ve leziz bir ironisi vardır… Zaman zaman uyandıktan sonra, bu izlenimlerden bazıları içimizi hâlâ o kadar fazla kaplar ki gerçek dünyada eşi benzerini henüz hiçbir zaman görmemiş olduğumuz fikrine kapılırız.
Her ne zaman bir şey doğru yapmadığımızdan ve bir şeyi gereken şekilde meydana getirmediğimizden dolayı, başarısız olacağımız endişesine kapılarsak, her ne zaman bir sorumluluğun baskısını hissedersek, mezuniyet sınavını ya da doktora sınavını görürüz rüyamızda.
Tüm rüyalar mutlak bir şekilde bencildir. Kılık değiştirmiş de olsa, hepsinde sevgili Ben" kavramı mevcuttur. Rüyalarda tatmin edilen arzular her zaman bu "Ben" kavramının arzularıdır. Başka birisine yönelik bir ilgiden dolayı bir rüyanın oluşturulmuş olması, sadece yanıltıcı bir görüntüden ibarettir.
Ölümden önceki ıstıraplı sahneleri görmeyen çocuk açısından ölmek, bir yere gitmek" ve hayatta olanları rahatsız etmemek anlamına geliyor. Söz konusu yokluğun nasıl meydana geldiği önemli değil. İster seyahate çıkmak şeklinde olsun, ister ayrılık, yabancılaşma ya da ölüm şeklinde.
Eğer bir kişi rüyasında ağrı dışavurumları arasında, babasının, annesinin, erkek ya da kız kardeşinin öldüğünü görürse, bu rüyayı hiçbir zaman, rüyayı gören kişinin söz konusu kişileri şimdi ölü olarak görmek istediğinin kanıtı şeklinde yorumlamam. Rüya teorisi bunu gerektirmez. Tersine, rüyayı gören kişinin yakınlarını herhangi bir dönemde -çocukluk döneminin bir aşamasında- ölü olarak görmeyi arzulamış olduğu sonucuna varmakla yetinir.
Rüyalardaki korku, psiko-nevrotik bir korku olabilir, psiko-seksüel heyecanlardan kaynaklanabilir ve bu arada korku, bastırılmış olan libidoyu temsil eder. Bu durumda hem korku, hem de bir bütün olarak kabus, nevrotik bir belirtinin önemine sahip olurlar.
Rüyalar, bir çalgı aletinin çıkardığı düzensiz seslere benzetilmez! Bunlar anlamsız da, saçma da değildir; fikirlerimizin bir bölümü uyurken diğer bölümünün uyanık olduğunu göstermez. Tersine, bunlar tam geçerliliği olan ruhsal olgulardır, yani arzuların gerçekleşmesidir!"
Çoğu kez rüya, küçümsediklerimizin bir intikamı veya terk ettiklerimizin bir sistemidir!"
Düşünmek ve yaşamak aynı şey sanki."
Bana hiçbir zaman bir rüya, bir insan hakkında ne düşünmem gerektiğini tebliğ etmedi. Ancak bu insan hakkında ne düşündüğümü ve ona yönelik bakış açımın ne olduğunu rüyalarımdan birkaç defa öğrenmiş oldum ve bu durum beni de şaşırttı."
Rüyaların analizinde ne kadar ilerlesek, çocukluk yaşantıların izlerine o kadar sık rastlarız. Bunlar görünmeyen rüya içeriği bağlamında, rüya kaynakları rolünü üstlenirler.
Görünen rüya içeriğinden, sadece analiz yardımıyla ortaya çıkarılabilen rüya düşüncelerine yöneldiğimizde, şaşırırız. Zira çocukluk dönemi yaşantıları öyle bazı rüyalarda da etkindir ki, bunların içeriklerine bakıldığı zaman bunu hiç ummayız.
Çok erken bir dönemde, tutkuların kolayca acılara sebebiyet verebileceğini de öğrendim tabii.
Rüya, (bastırılmış ve frenlenmiş) bir arzunun, (kılık değiştirmiş) tatminidir.
Rüyanın biçimleniş sebepleri olarak, bireyde iki tane psişik iktidarın (akımın, sistemin) var olduğunu kabul edebiliriz. Bunların bir tanesi, rüya tarafından ifade edilen arzuyu oluşturur. Diğeri ise, bu arzu rüyasına yönelik sansürü gerçekleştirip, bu sansür nedeniyle dış görünüşünün deforme edilmesini sağlar.
İki tane psişik iktidarla ilgili kabulümüze referans vererek, artık şunu da söyleyebiliriz: Utanç verici rüyalar, gerçekten de ikinci iktidarı mahcup eden bir şeyler içerirler. Ama bu şeyler, aynı zamanda birinci iktidarın arzularını tatmin ederler. Her rüya birinci iktidardan kaynaklandığına göre, bu rüyalar arzu tatmini rüyalarıdır. İkinci iktidar rüyaya yönelik yaratıcılığa sahip değildir. O sadece mücadele eder. Eğer sadece ikinci iktidarın rüyaya yönelik katkılarını dikkate alacak olursak, rüyayı hiçbir zaman anlayamayız. O zaman yazarlar tarafından rüya konusunda tespit edilen, hiçbir bulmaca çözülemez.
Bariz arzu tatminleri olan rüyalar vardır: Oysa arzu tatmini her nerede kamufle edilmişse, tanınması mümkün değilse, orada bu arzuya karşı koyma eğilimi söz konusu demektir. Zaten bu karşı koyma eğilimi nedeniyle arzu sadece deformasyona tabi tutularak dile getirebilmiştir.
Rüya anlamsız değil. Saçma değil. Hayal gücü hazinemizin bir kısmı uyanırken, diğer bir kısmı uyuyor olmasını gerektirmez. Rüya tam değerli psişik bir olgu olup, üstelik bir arzunun yerine getirilmesi konumundadır.
Bir rüya, patolojik bir fikirden başlayarak, hafıza içinde geriye doğru izlenen, psişik zincire dahil edilebilir. Bu durumda rüyanın bizzat kendisini bir belirti olarak ele almak ve patolojik fikir için meydana getirilmiş olan yorumlama yöntemini rüyaya uygulamak, akla yakın bir davranıştı.
Bir rüyayı yorumlamak" demek, onun "anlamını vermek, rüyanın yerine, eşit ağırlıklı ve tam değerli bir halka olarak ruhsal faaliyetlerimizin zincirine oturan bir şey koymaktır. Ancak gördüğümüz üzere, rüya konusundaki bilimsel teoriler, rüya konusuna yer ayırmazlar. Zira rüya onlara göre bir ruhsal edim değildir. Somatik bir süreçtir.
Rüyanın ruhsal hastalıklarla olan ilişkisinden söz eden kişi, üç şeyden birini kastediyor demektir:

1) Kökensel ve klinik ilişkiler, örneğin bir rüya bir psikoz durumunu temsil ediyorsa, bu durumu hazırlıyorsa ya da bu durumdan sonra ortaya çıkıyorsa.
2) Ruhsal hastalık durumunda rüya yaşan tısının uğradığı değişimler.
3) Rüya ve psikozlar arasındaki içsel ilişkiler, yapısal akrabalığa işaret eden paralellikler.

Rüya görme yeteneği alınmış olan bir insan, kısa zaman içinde ruh sağlığını yitirir, zira beyninde, bitmemiş ve sonuçlandırılmamış fikirlerden ve izlenimlerden meydana gelen devasa bir kitle birikir. Bu kitlenin ağırlığının altında ise, bitmiş birer bütün olarak hafızaya dahil edilmesi gereken hususlar ezilirler.
Robert, mutlak bir doğru olarak, şu iddiada bulunur: Hiçbir zaman düşünceler vasıtasıyla sonuna kadar işlenmiş olan konular, rüya kaynakları haline gelmezler. Rüyanın kaynakları daima, bitmemiş bir biçimde aklımızda kalan ya da ruhumuza teğet geçen hususlardır. Bu nedenle rüyayı açıklamak genelde mümkün olmaz. Zira rüyanın sebepleri, rüyayı gören kişi tarafından yeterince idrak edilmemiş olan geçmiş günün duyusal izlenimleridir.
Rüya’nın harika bir şiirselliği, mükemmel bir alegorisi, emsalsiz bir mizah anlayışı ve leziz bir ironisi vardır. Dünyayı tuhaf, idealleştirici bir bakış açısıyla görür. Kendi görünümlerinin etkisini, çoğunlukla baz aldığı yapıyla en anlamlı şekilde uyuşacak tarzda arttırır. Bize dünyevi güzellikleri, gerçek uhrevi bir ışıltı içinde sunar.
Rüya bağlamsızdır, hiç rahatsız olmadan, en aşırı çelişkileri birleştirir, imkansız olan şeylere müsade eder, gün içindeki etkili bilgimizi devre dışı bırakır, ahlak ve karakter bakımından anlayışımızın zayıf olduğunu gösterir.
Rüyalarda genelde (istisnalar ayrıca açıklanmalıdır) düşünmediğimizi, birtakım şeyler yaşadığımızı sanırız. Yani halüsinasyonlara tamamıyla inanırız. Hiçbir şey yaşamamış olduğumuza ve sadece özel bir biçimde düşünmüş (rüya görmüş) olduğumuza yönelik eleştiri, ancak uyandığımızda gündeme gelir. İşte bu özellik, gerçek uyku rüyasını gündüz düşlerinden ayırır ki, gündüz düşlerini hiçbir zaman gerçeklikle karıştırmayız.
Belli bir bağlam içindeki bir rüya, hafızamızda olduğu kadar net bir bağlama, aslında çok nadiren ulaşmış ve belki de hiçbir zaman sahip olmamıştır. Gerçeklere önem veren insanlar da, gördükleri tuhaf rüyaları, herhangi bir eklenti ve süsleme yapmaksızın anlatamazlar pek. Beşeri ruh, her şeyi bir bağlam içinde görmek ister. Bu arzu o kadar güçlüdür ki, söz konusu beşeri ruh, az çok bir bağlam içinde bulunan bir rüyayı hatırladığında, bağlamdaki eksiklikleri kasıtsız olarak telafi eder.
Yatakta çaprazlamasına yatıp, ayaklarımızı dışarıya sarkıttığımızda, korkunç bir uçurumun kenarında durduğumuzu veya dik bir yamaçtan düştüğümüzü görebiliriz.
Uyanık yaşantının derin duyguları ve asıl özgür zihinsel enerjimizi yönelttiğimiz sorular ve sorunlar, genel olarak rüya yaşantısında karşımıza çıkan sorular ve sorunlarla özdeş değildirler. Yakın geçmiş söz konusu olduğunda, rüyalarımızda tekrar gündeme gelen hususlar, genelde günlük hayatın önemsiz, tesadüfi, &‘unutulmuş’ izlenimleridir. Uyanıkken en yoğun olan psişik faaliyetler, aynı zamanda en derin uykuya dalan faaliyetlerdir."
Rüya, uyanık durumdaki kişilerin ulaşamayacağı anılara sahiptir.
Rüyada gördüğümüz bir malzemeyi, uyanıkken bilgi ve yaşantılarımıza dahil saymayız. Gerçi söz konusu malzemeyi rüyada gördüğümüzü hatırlarız, ama böyle bir şeyin daha önce başımızdan geçip geçmemiş olduğunu ya da ne zaman başımızdan geçmiş olabileceğini anımsamayız.
Düş görenin sevilen bir akrabanın öldüğünü
imgelediği ve aynı zamanda acı duyduğu düşler çok farklıdır. Bu tür düşlerin anlamı, içeriklerinin gösterdiği gibi, söz konusu kişinin ölmesi isteğidir.
&”Bana düşlerini söyle sana içsel benliğin hakkında bir şeyler söyleyeyim.&”
İnsan bir düşü ne denli derinlemesine çözümlerse, o düşün gizli içeriğinin kaynakları arasında bir rolü olan çocukluk yaşantılarının izlerine o denli sık rastlar.
Gündüz boyunca ketvurularak ve baskılanarak depolanmış ruhsal enerji, geceleyin düşlerin itici gücü olur. Baskılanmış ruhsal malzeme düşlerde gün ışığına çıkar.
Platon, en iyi insanların, başkalarının uyanıkken yaptıklarını yalnızca düşünde görenler olduğunu düşünür.
Bir düş, ruhsal, duygusal ve zihinsel bir anarşidir, başıboş ve kontrolsüz ya da
amansız davranan işlevlerin bir oyunudur, düşlerde ruh, ruhsal bir otomata dönüşür.
Herhangi bir kişi düşlerdeki koşullarda gösterilen davranışları uyanıkken gösterse deli olarak kabul edilirdi.
Düşlerin sabahleyin eriyip gittiği herkesçe bilinir. Kuşkusuz anımsanabilirler; çünkü biz düşleri ancak uyandıktan sonra belleğimizde kalanlardan biliriz.
En şiddetli biçimde uyanık olan ruhsal etkinlikler en derin biçimde uyuyan etkinliklerdir.
Yürekte uyuklayan tüm bedensel arzu ya da itilmişlikler, eğer bir şeyler onları harekete geçirirse, kendilerine eşlik eden düşüncelerden doğan bir düşe neden olur ya da zaten var olan bir düşe bu düşüncelerin karışmasına yol açarlar.
Deneyimler, en sık olarak en sıcak tutkularımızın odaklandığı şeyleri düşümüzde gördüğümüzü söyler
Jessen (1855, 553), şöyle yazıyor: “Uykuda ne daha iyi, ne daha dürüstüz. Tersine vicdan, düşlerde sessiz gibidir; çünkü düş içinde acımasızızdır ve en kötü suçları — hırsızlık, saldırı ve cinayet— tam bir kayıtsızlık ve sonrasında hiçbir pişmanlık duymaksızın işleyebiliriz.”
Eğer kısa bir şiir dizesi kendisini oluşturan sözcüklere bölünür ve bunlar karıştırılırsa anımsanması çok güç bir hal alır. “Eğer sözcükler uygun biçimde düzenlenir ve uygun bir sıraya sokulursa bir sözcük diğerine yardım eder ve anlamla yüklenmiş olan bütün, bellek tarafından kolayca alınıp uzun süre saklanabilir. Genelde anlamsızı saklamak, karışık ve düzensiz olanı saklamak kadar zor ve olağandışıdır.” [Strümpell, 1877, 83.]
İç organların belirgin hastalıkları pek çok olguda kesin olarak düşlerin başlatıcısı olmaktadır. Kalp ve akciğer hastalıklarında anksiyete düşlerinin sıklığı genellikle bilinmektedir.
“Eğer bir kişi kırlık alanda yürüyüş yapar ve uzaktaki bir nesneye ilişkin belirsiz bir şey­ler algılarsa ilk önce onun bir at olduğuna inanabilir.” Daha yakından bakışta görüntü onu yere uzanmış bir inek olarak yorumlamaya yol açabilir ve sonunda imge kendisini toprağa oturmuş bir grup insan olduğu çözümlemesine yöneltebilir. Aklın, uyku sırasında, dış uyaranlardan aldığı izlenimler de aynı biçimde belirsiz bir doğadadır ve onların temelinde akıl, yanılsamalar oluşturur; çünkü izlenim az ya da çok sayıda bellek imgesini uyarır ve onların arasından ruhsal değerini kazanır.
Çok yakın geçmiş söz konusu olduğunda en çok günlük yaşamın
önemsiz, rastlantısal ‘unutulmuş’ izlenimleri düşlerimizde yeniden
ortaya çıkar. En şiddetli biçimde uyanık olan ruhsal etkinlikler en derin biçimde uyuyan etkinliklerdir."
Bizi derinden etkilemiş ve üzerimizde gölgesiyle gecenin geç saatlerinde uyuyakaldığımız bir aile yası, ilk uyanıklık anında altüst edici dehşetiyle geri dönene dek belleğimizden silinip atılır. Öte yandan, sokakta karşılaştığımız ve yanından geçtikten sonra aklımızdan silinivermiş bir yabancının alnındaki et beni düşümüzde yer alabilir…"
Volkelt (1875, 119): Çocukluk ve gençlik anılarının düşlere kolayca girebilmesi özellikle dikkat çekicidir. Düşler üzerinde düşünmekten vazgeçtiğimiz ve uzun süredir bizim için önem taşımaz hale gelmiş şeyleri durmadan bize anımsatırlar."
Hildebrandt (1875, 23): «Düşlerin bazan en erken yaşlarımızın çok uzak hattâ unutulmuş olaylarını hem de olağanüstü bir yeniden üretme gücüyle aklımıza geri getirdiklerini kesin olarak kabul etmiş bulunuyorum.»
Düşlerin, uyanıklık yaşamında ulaşılamayan anılan emirlerinde bulundurmaları olgusu öylesine olağanüstü ve kuramsal açıdan öylesine önemlidir ki bazı başka «hipermnezik»2 düş örnekleriyle bağlantılı olarak bu olguya biraz daha dikkat çekmek istiyorum. Maury [1878,142] bir zamanlar gün boyu Mussidan" sözcüğünün nasıl da durmadan aklına geldiğini anlatır. Onun Fransa’da bir kent adı olduğundan
başka hiçbir şey bilmemektedir. Bir gece düşünde Mussidan’dan geldiğini söyleyen ve kendisine oranın neresi olduğu sorulduğunda Dordogne iline bağlı küçük bir kasaba olduğunu söyleyen bir adamla konuşur. Maury uyandığında kendisine düşünde verilen bilgiye hiç inanmamıştır; ancak bir coğrafya sözlüğünden bilginin son derece doğru olduğunu öğrenir. Bu örnekte düşün üst düzeydeki bilgisi desteklenmiştir ancak bu bilginin unutulmuş kaynağı ortaya çıkarılamamıştır.
Bir düşün içeriği, değişmez bir biçimde düş görenin bireysel kişiliğine, yaşına, cinsiyetine, sınıfına, eğitim standardına ve alışılmış yaşam biçimi ile geçmiş tüm yaşamının olay ve deneyimlerine az ya da çok bağımlıdır."
Aristoteles’in düşlerle ilgili iki çalışmasında, düşler ruhbilimsel
inceleme konusu yapılmıştı. Bize düşlerin tanrılar tarafından gönderilmediğini ve İlâhi özellikleri bulunmadığını, şeytani" olduğunu,
çünkü doğanın İlâhi değil "şeytani" olduğunu söylemiştir. Yani düşler, doğaüstü oluşumlardan doğmaz; her ne kadar insan ruhunun İlâhi
olana akraba olduğu doğru ise de düşler insan ruhunun yasalarına
uyar. Düşler, düş görenin uyuduğu sürece süren zihinsel etkinliği olarak tanımlanır.
Bir düş baskılanmış ya da bastırılmış bir isteğin kılık değiştirilmiş doyurulmasıdır.
…ve en başarılı yorumcu çarpık resimlerden gerçeği keşfedebilen kişidir.
Deli, uyanıkken rüya görendir."
Akıl yanılgı içindedir çünkü kendi düşlerinin içeriğine, nedensellik ilkesini uygulayamaz.
Ancak, hiç kimse ne kadar iyi veya kötü olduğu konusunda o kadar güvenli değil.
Rüyalarda, dünyaya karşı giydiğimiz bütün maskelere rağmen kendimizi olduğumuz gibi tanımayı öğreniriz…
Rüyayı gören kişi, kendi iradesiyle delilerin ve felsefecilerin, cellatların ve kurbanların, cücelerin ve devlerin, şeytanların ve meleklerin rollerini oynayan bir aktördür.
Tıpkı yıldızların parlaklığının güneşin ilk ışıklarına yenik düşmesi gibi, rüyalar da yeni günün izlenimlerinin önünde yenik düşer.
Belirsiz biçimde algılanmış her gürültü kendine uyan bir düş im­gesini uyarır. Bir gökgürültüsü bizi bir savaşın ortasına götürebilir; bir horozun ötüşü bir adamın dehşet çığlığına dönüşebilir; bir kapı gıcırtısı hırsızlara ilişkin bir düşü üretebilir. Gece üstümüz açılırsa, belki de, çıplak dolaşma ya da suya düşme düşleri görebiliriz. Eğer yatakta çarprazlama yatıyor ve ayağımızla yatağın kenarını itiyorsak kendimizi korkunç bir uçurumun kıyısında dikiliyor ya da bir kaya­lıktan düşüyor olarak görebiliriz. Eğer başımız yastığın altına gir­mişse düşümüzde ağırlığıyla bizi ezecek bir noktada asılı duran ko­caman bir kayanın altında görebiliriz kendimizi."

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir