İçeriğe geç

Ötekinin Rüyası Kitap Alıntıları – Julio Cortazar

Julio Cortazar kitaplarından Ötekinin Rüyası kitap alıntıları sizlerle…

Ötekinin Rüyası Kitap Alıntıları

&“&”

Ölümü mü kaçışıydı yoksa kaçışı mı ölümüydü, bilmiyoruz.
Yine de, bu anlamsız insanların aradında olmama rağmen iyi dayanıyorum ve çok fazla çaresizliğe kapılmıyorum.
Kendimi gülümseyen ve aniden dönüp aynada kendi yüz ifadesine bakan biri gibi hissediyorum.
Bu zaman konusu karmaşık, beni her taraftan yakalıyor. Zamanın, içi doldurulan bir torba gibi olmadığını yavaş yavaş fark etmeye başlıyorum. Demek istediğim içine doldurulan şey değişse de, torbaya belli bir miktardan fazlası sığmıyor ve bitti.
Sonra gün ağarıyor ve içine neşe, anılar, siz ve belki de daha onca şeyin sığdığı bir yalnızlık başlıyor.
Şimdi sen benim umutsuzluğa kapıldığımı zannediyorsun, oysa mevzu şu ki burada bütün gün bir şey yapmadan yatmaya dayanamıyorum. Lanet olası kış geceleri ne kadar da uzun.

Yoksulun umutlu bekleyişinden bile daha uzunlar.
Bir tarhın hemen kıyısındaydı, alelade bir sarı çiçek. Bir sigara yakmak için durmuştum ve ona bakıp daldım. Sanki çiçek de bana bakıyormuş gibi geldi, şu temaslar bazen olur ya… Bilirsiniz işte, herkes onları hisseder, şu güzellik dedikleri şey. Tam olarak oydu, çiçek güzeldi, çok güzel bir çiçekti. Ve ben hükümlüydüm, bir gün sonsuza dek ölecektim. Çiçek çok güzeldi, geleceğin insanları için her zaman çiçekler olacaktı. Hiçlik birden kafama dank etti; huzur ve zincirin sonu zannettiğim şey aslında hiçlikti. Ben ölecektim ve Luc çoktan ölmüştü,, bizim gibi biri için bir daha asla çiçek olmayacaktı, hiçbir şey olmayacaktı, kesinlikle hiçbir şey olmayacaktı ve hiçlik işte buydu, bir daha asla bir çiçek olmamasıydı.
…Hafıza neyi tamamen saklaması gerektiğini biliyor."
Bütün akşam gece çökene kadar, çiçeği ve Luc’ü düşünerek, yolcuların arasında Luc’e benzeyen birini, bir kez daha ben olabilecek birini, ben olduğunu bilerek seyredecek ve sonra ona bir şey söylemeden, zavallı sersem yaşamına, bir ıskalanmış sersem yaşamdan başka bir ıskalanmış sersem yaşama devam etmesi için, onu neredeyse koruyarak, bırakayım gitsin diyeceğim birini arayarak otobüslere binip indim..
Sınıf arkadaşımın kız kardeşine âşık oldum ve insanla dalga geçen bir kızın gözlerine bakmaktan âciz birinin çektiği gibi acı çektim.
Bir mektubun ya da bir kitabın musveddesi gibi geçmiş de yırtılıp atılabilseydi keşke. Ama daima orada durup esas nüshayı kirletiyor ve sanıyorum ki gerçek gelecek bu.
Olabilir . Artık o kadar kötü şartlarda yolculuk yapılıyor ki. Hiç metroya bindiniz mi ? "
"İnanılmaz bir şey. İnsan çalıştığı işten ziyade yolda gelip giderken yoruluyor."
Sonra gün ağarıyor ve içine neşe, anılar siz ve belki de daha onca şeyin sığdığı soğuk bir yalnızlık başlıyor.
Yorgunum" diyor kendi kendine." O kadar çok düşünmek, o kadar çok arzulamak zorunda kaldım ki…"
Hepsinden önemlisi senin Tanrını kabul etmiyorum," diye mırıldanıyor Johnny. Bana onunla gelme, buna müsaade etmiyorum. Eğer gerçekten kapının öbür tarafında olsa bile zerre kadar umrumda değil. Bu durumda öbür tarafa geçmenin hiçbir kıymeti kalmıyor çünkü sana kapıyı o açıyor.

Güzel olan kapıyı tekmeleyerek kırmak. Onu yumruklarla parçalamak, kapının üzerine boşalmak, bir gün boyunca kapıya işemek.

O seferinde New York’ta kapıyı sanırım müziğimle açtım, ben durmak zorunda kalınca, lanet olası kapıyı yüzüme kapattı ve bunu yapmasının yegane sebebi ona asla ibadet etmemiş olmam, asla ibadet etmeyecek olmam, çünkü bu üniformalı kapıcı, bu bahşiş karşılığı kapı açıcı hakkında hiçbir şey bilmek istemiyorum…"

Sanırım su olmadan yüzmeye kalktım.
Bruno, şuram yanıyor," dedi Johnny bir süre sonra, kalbin bildik yerine dokunarak.

"Bruno, o benim avucumda beyaz bir taş gibiydi. Bense soluk renkli zavallı bir attan başka bir şey değilim ve kimse, hiç kimse gözlerimdeki yaşları silemeyecek."

Dün gece şu küçük aynada kendine bakayım dedim ve seni temin ederim, bu öylesine zor bir şeydi ki az daha yataktan düşüyordum.
Kendi kendine baktığını düşünsene; karşındaki adam o kadar yalnız ki yarım saat boyunca buz kesiyorsun. Gerçekten, o herif ben değildim, ben olmadığımı daha ilk bakışta çok net bir biçimde hissettim. Göz ucuyla bakarak onu gafil avladım ve ben olmadığımı anladım. Bunu hissediyordum bir şey hissedilince…
Ama bu Palm Beach’teki gibi, üzerine düşen bir dalganın ardından bir ikincisi ve sonra bir tane daha… Diğerinin geldiğini, sözcüklerin geldiğini ancak hissediyorsun…
Hayır, sözcükler değil, sözcüklerde olan şey şu tutkal, şu salya. Ve salya gelip senin üzerini örtüyor ve aynadakinin sen olduğuna seni ikna ediyor.
Tamam da bu nasıl fark edilmez ki?
Peki ama ya ben bensem, saçımla, bu yara iziyle.
Ve insanlar kabul ettikleri yegane şeyin salya olduğunun farkında değiller ve işte bu yüzden aynada kendilerine bakmak onlara çok kolay geliyor. Ya da bıçakla bir parça ekmek kesmek. Sen hiç bıçakla bir parça ekmek kestin mi?
Bir buçuk dakikada nasıl bir çeyrek saat düşünülebilir?
Müzik beni zamanın dışına çıkarıyordu.
Ve o zaman gördüm, ama gördüğüm kendim değildi. Demek istediğim kendimi aynada görmedim. Aynanın karşısında benden eser yoktu .
Artık senin için tanımadığın biri… Bir yabancımıyım?"
Acıya gerekli bir sarılış gibi sığınarak hiç gizlemeden aglamalıydı.
Hayatta her zaman olduğu gibi sözcükler eylemlerin yönünü belirlediler.
Hiçlikle mücadele etmenin birçok yolu arasında en iyilerinden biri fotoğraf çekmektir ve bu etkinliğin çocuklara çok erken yaşta öğretilmesi gerekir, zira disiplin, estetik eğitimi, iyi bir göz ve kendinden emin parmaklar ister.
Sen kendini bir fotoğrafta hiç görmedin mi?
Hiçbir şey olmuyor, artık biliyorum :İşte korkunç olan da bu. Hiçbir şey olmamasının korkunçluğunun farkında mısın?
Etraftaki her şeyin sallandığını ve delikleri fark etmek için biraz dikkat etmenin, biraz hissetmenin, biraz susmanın yettiğini hissetmeye yetecek bilincim vardı. Kapıda, yatakta: delikler. Elde, gazetede, zamanda, havada: Her şey deliklerle dolu…
Ama en alçakgönüllüsü bile kendini güvende hissediyordu. Beni en çok sinirlendiren işte buydu, Bruno, kendilerini güvende hissetmeleri. Neyin güveni bu…
Açıklaması kolay, ama kolay olmasının sebebi gerçekte bunun gerçek bir açıklama olmaması. Gerçek açıklama öyle oturup açıklanamaz.
Bunun içinde hiçbir şey yok, Bruno, artık hiçbir şey ne demekse. Bu kafa ne bir şey düşünüyor ne de bir şey anlıyor. Sana doğruyu söyleyeyim, ona hiç gereksinim duymadım."
Bir mektubun ya da bir kitabın müsveddesi gibi geçmiş de yırtılıp atılabilseydi keşke. Ama daima orada durup esas nüshayı kirletiyor ve sanıyorum ki gerçek gelecek bu.
Nora ışığı söndürmeden, hayhuy içinde, kız kardeşinin yarı giyinik bir halde ısrarla anlattığı hikayeleri dinlerken uyuyakaldığını söylüyor.
Ne büyük mutluluk, bense ışıkları ve elleri söndürüyorum, gündüze ve harekete dair her şeyden, haykırışlarla soyunuyorum, uyumak istiyorum ama çınlayan korkunç bir çan, ya da bir dalga, ya da Rex’in kurtbağırlarına doğru bütün gece çekiştirdiği zincir oluyorum.
Şimdi uzanıyorum uyumak için.."
.. Dizeler tekrarlamam gerekiyor…
Alışkanlıklar, Andrée, ritmin somut biçimleridir, yaşamımızı kolaylaştıransa ritim kotamızdır.
Evren, ne büyük saçmalık! Metafiziğin uyduruk birimi. Tek bir evren yok, iç içe geçmiş ve her birinin içinde beş, on, on dört değişik, bambaşka evrenin bulunduğu milyonlarca, milyarlarca evren var.

Herhangi bir şeyden bir parçacık ama daima küçük bir parçacık alıyorsun ve büyüklük denen şey insanda neredeyse acıma hissi uyandıran bir yanılsamaya dönüşüyor.
Bir uyanışın ilk anlarında, uyanıklıkla uyku halinin ayrılmayı reddederek nasıl birbirlerine sımsıkı tutundukları açıklanamaz bir şey.
Ve o zaman gördüm, ama gördüğüm kendim değildi. Demek istediğim kendimi aynada görmedim. Aynanın karşısında benden eser yoktu.
Çocukluğunun kekelemeler ve beklentiler arasında geçip gitmesine izin verdi; gençliğinin, kararsız eller tarafından havaya asılmış, mücevherleri yavaş yavaş dökülen hüzünlü bir taç gibi geçişini seyretmekte.
Siz herşeyi o kadar temiz bir biçimde halletmişsiniz ki, hiç kimse, ölümün kendisi bile, sizi cinayetle suçlayamaz.
İnsan uyuyakalır, hepsi bu. Uykunun kapısından tam olarak ne zaman geçildiğini kimse söyleyemez.
İnsanlar özünde kötü değiller ve birçok nezaketsizliğin sebebi insanların ne yaptıklarının farkında olmamaları; otobüslerde, mağazalarda ve bürolarda sürekli yaşanan aslında bu.
İnsanlar özünde kötü değiller ve birçok nezaketsizliğin sebebi insanların ne yaptıklarının farkında olmamaları;otobüslerde,mağazalarda ve bürolarda sürekli yaşanan aslında bu.
O Julio Cortazar’la arkadaş olmak mümkün, samimiyet kurmak ise imkansızdı. Arkadaşlığını sürdürmek için uyulması gereken bir nezaket ve kurallar sistemi sayesinde dayatmayı bildiği aradaki mesafe, kişiliğini çekici kılan özelliklerden biriydi: Onu belli bir gizemle taçlandırıyor ve yaşamına, en hınzır ve en komikleri de dahil olmak üzere metinlerinde bazen kendini gösteren o endişe verici, akıldışı ve şiddetli fonun kaynağı gibi görünen gizli bir boyut katıyordu. Bir sanat eseri gibi inşa edilmiş, korunaklı, içine muhtemelen sadece Aurora’nın girebildiği bir iç dünyaya sahip, son derece mahrem bir adamdı ve karşısındakinde, edebiyat dışında onun için hayatta hiçbir şeyin önem taşımadığı, hatta var olmadığı izlenimi bırakıyordu.

Bütün bunlar onun, mesela çok dürüstçe, Çok şey okudum, az şey yaşadım, " diyen Borges tarzında bir kitap kurdu, allame, entelektüel biri olduğu anlamına gelmiyor. Julio’da edebiyat günlük deneyimden süzülüp tüm hayatı – onu dirimden, içgüdüden ve kendiliğindenlikten mahrum etmeden çok özel bir ışıltıyla canlandırarak ve zenginleştirerek – sarmalıyormuş gibi görünüyordu. Oyuna Cortazar kadar itibar kazandıran, onu böylesine esnek ve kullanışlı bir sanatsal yaratıcılık ve keşif unsuruna dönüştüren başka yazar herhalde olmamıştır.

Sürekli olarak bu olanları düşünmememiz gerektiğini düşünüyoruz
O zaman acı olarak anladığı şey şimdi ona başka bir şey olarak görünüyordu, içinde gücenik bir güvensizliğin yanı sıra, kendisinden kurtulmak isteyen sahibi tarafından eve uzak boş bir arazide terk edileceğini hisseden hayvanın burukluğu vardı.
çünkü bir genç kız ya evlenir ya da günlük yazar, ikisi birden yürümez –
Evlenelim ve beni Budapeşte’ye götür, üstünde birisinin olduğu karlı bir köprüye."
bu biraz kişisel, kendimle benim aramda bir şey…
gerçek şu ki değişen hiçbir şey olmuyor.
– (…) Hafıza, neyi tamamen saklaması gerektiğini biliyor…"
Hiçbir şekilde hissetmiyor, sadece insanın aklından geçen onca düşünceden biri işte. Kaldı ki, düşünüp düşünmediğini kim biliyor ki?
artık affın hiçbir değeri yok… İnsan hala biraz sevdiklerini affeder…
.
Bellek, skandal bir şekilde yalan söyleyen bir aynadır.

.

.
Bazen benim gibi yaşına tam olarak uyum sağlamayan birini özlüyordum ve böyle bir insanı bulmak zordu; ama çok geçmeden, benimki gibi bir durumu hayal edebileceğim kedileri ve sık sık bulduğum kitapları keşfettim.

.

Bir aşk kalabalığında tek başıma yürüyorum..
İnsan uyuyakalır; hepsi bu.
Siz her şeyi o kadar temiz bir biçimde halletmişsiniz ki, hiç kimse, ölünün kendisi bile, sizi cinayetle suçlayamazdı."
Hafıza neyi tamamen saklaması gerektiğini biliyor.
Hiçbir şey bir yastığı paylaşmak kadar iyi gelemez, fikirler tamamen berraklaşır; bazen iş onları kafandan boşaltmaya kadar gider ki, huzur dediğimiz şey budur.
Önemli olan sadece insanın elinden gelenin en iyisini yapması.
Sanırım bu yüzden ona daha da çok hayranlık besliyorum çünkü o gerçekten okumayı öğrenmek isteyen bir şempanze, duvara toslayan ama pes etmeyip yeniden başlayan zavallı bir adam.
Bu, sırtımda bir yük gibi taşımak zorunda olduğum, nasıl bir dünya?
Şu örtünün üzerinde duran ekmeğe bak," diyor Johnny bakışlarını boşluğa dikerek. "Elle tutulur bir şey, bu inkar edilemez, çok güzel bir rengi ve kokusu var. O ben değilim, o benim dışımda, farklı bir şey. Ama eğer ona dokunursam, eğer parmaklarımı uzatır ve onu yakalarsam, bu durumda bir şeyler değişiyor, sence de öyle değil mi? Ekmek benim dışımda, ama parmaklarımla ona dokunuyorum, onu hissediyorum, onun dünya olduğunu hissediyorum, ama eğer ben ona dokunabiliyorsam ve onu hissedebiliyorsam, bu durumda onun başka bir şey olduğu gerçek anlamda söylenemez, yoksa sence söylenebilir mi?"
"Sevgili dostum, bir sürü sakallı bu problemi çözmek için binlerce yıldır kafa patlatıyor."
Gerçekten zor şeyler bambaşkadır ve insanın her an layıkıyla yapabildiğini sandığı her şey bu kategoriye girer. Mesela, bir köpeğe ya da bir kediye bakmak ya da onu anlamak zor, çok zor bir şeydir.
Bir aşk kalabalığında tek başıma yürüyorum.
Eğer bildiğim bir şey varsa bunun bakmak" olduğuna inanıyorum ve her bakış tıpkı koklamak gibi sahtelik kaynağıdır, çünkü en küçük bir garanti vermeden, bizi kendimizden en çok dışarıya atan şeydir. Her halükârda, eğer olası sahtelik baştan öngörülürse, bakmak mümkün hale geliyor; belki de bakmakla bakılan arasında iyi bir seçim yapmak ve onca yabancı elbiseyi nesnelerin üzerinden çıkarmak yetiyor.
Hiçlikle mücadele etmenin birçok yolu arasında en iyilerden biri fotoğraf çekmektir ve bu etkinliğin çocuklara çok erken yaşta öğretilmesi gerekir, zira disiplin, estetik eğitimi, iyi bir göz ve kendinden emin parmaklar ister.
İnsan yaptığı her şeyi neden yaptığını sormaya başlarsa işin içinden çıkamaz.
İnsana zor gelen ilk içkidir…
İnsanlar özünde kötü değiller ve birçok nezaketsizliğin sebebi insanların ne yaptıklarının farkında olmamaları; otobüslerde, mağazalarda ve bürolarda sürekli yaşanan aslında bu.
Bir tarhın hemen kıyısındaydı, alelade bir sarı çiçek. Bir sigara yakmak için durmuştum ve ona bakıp daldım. Sanki çiçek de bana bakıyormuş gibi geldi, şu temaslar, bazen olur ya… Bilirsiniz işte, herkes onları hisseder, şu güzellik dedikleri şey. Tam olarak oydu, çiçek güzeldi, çok güzel bir çiçekti. Ve ben hükümlüydüm, bir gün sonsuza dek ölecektim. Çiçek çok güzeldi, geleceğin insanları için her zaman çiçekler olacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir