İçeriğe geç

Kısa Dünya Tarihi Kitap Alıntıları – Ali Çimen

Ali Çimen kitaplarından Kısa Dünya Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Kısa Dünya Tarihi Kitap Alıntıları

&“&”

Yahudilere göre burası eski kralları Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın şehri ve ünlü Süleyman Tapınağı’nın beşiğiydi. Hristiyanlara göreyse Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği, mezarının olduğu ve aynı zamanda göğe yükseldiği şehir… Müslümanlar içinse Hz. Muhammed’in miraca yükseldiği mekan…
Savaş kazanmasında Hz. İsa’nın yardımını aldığına inandığı için, 317’de yayınladığı Milan Fermanıyla, o güne kadar yasaklı olan tüm dini inanışların, özellikle de Hristiyanlığın önündeki engelleri kaldırdı.
Her başarı, kendi yıkımının tohumlarını da içinde taşır.
Dünyanın dilini yuttuğu gün: 11 Eylül 2001
Enola Gay isimli Amerikan B-29 bombardıman uçağı, Japonya saatiyle saat sabah 8.16’da, dünyanın resmi ilk atom bombasını Japonya’nın askeri merkezlerinden biri olan Hiroşima şehri üzerinde bırakarak tarihi değiştirdi. Patlamasıyla bir anda 80 bin kişi adeta küle döndü, 35 bin kişi yaralandı. İnsanoğlu daha önce hiç şahit olmadığı bir güçle tanışmıştı: Atom gücüyle."
Kum fırtınası çıktığında cinayet bile helaldir."
Bugüne kadar ezilen kitleler yeni bir iktidar yaratacaktır."
İnsan çoktu ve önemi yoktu."
Demir, çelik ve barut genç bedenleri ekin gibi biçiyordu. Getirdiği kolaylıkları sivil alanla sınırlı tutmayan Bilimsel Devrim, insanlığı daha geniş bir alanda, daha hızlı ve aynı anda daha çok kişiyi öldürebilen canavarlara dönüştürmüştü."
Ortaçağ’dan beri yaygın olan ve İncil’e dayandırılan "Siyahların rengi günahlarından dolayı kararmıştır. O yüzden Hristiyanlara köle olmalıdırlar" şeklindeki çıkarımın, modernizmle birlikte ırkçı teori ve düşünceleri beslemesiydi."
…hayat sınıfların mücadelesinden ibaretti."
İlk borsa 1773’te Londra’da açıldı. İkincisini yirmi yıl sonra New York’ta görecektik."
Liberte, egalite, fraternite
Neden kendi kendimizi yönetmiyoruz ki?"
Rüzgarlar artık en çok İngiliz yelkenlerini şişirecekti."
Kolomb’un kıtaya ilk ayak bastığında toplam yerli sayısı 80 milyonken; bir asır sonra 1600’de bu rakam 10 milyona kadar indi. Bu kıyımın cellatlarıysa barut, kölelik ve çiçek gibi Avrupa kökenli salgın hastalıklar olmuştu. Servete karşılık ölüm hiç de adil bir ticaret sayılmazdı."
Geniş bir coğrafyaya yayıldıkları için kendi içinde oldukça farklılıklar barındıran Mayalar, 1 için tek nokta, 5 için bir çizgi ve 0 için de deniz kabuğu kullandıkları numerik bir sistem geliştirmişlerdi."
Futbolun beşiği İngiltere mi demiştiniz?"
İnsanoğlu, eski dünyayla olan köprüleri atıp, akıl ve sanatın ışığında, her alanda bilinmez sulara yelken açmıştı. Ancak elbette her görkemli yolculuk gibi bunun da bir maliyeti vardı."
Din ve bilim çelişmez."
Ortaçağ’da Avrupa şehirlerinin yükünü genelde kadınlar çekiyordu."
Kral da dahil olmak üzere hiç kimse hukukun üzerinde değildir ve hiç kimse adil bir şekilde yargılanmadan tutuklanamaz."
Tecavüz, devlete karşı işlenmiş bir suçtur."
… Aleviler bir daha çocuklarına Yavuz ismini vermeyeceklerdi."
Hiçbir kral, İsa’nın vekiline (Papalık) kendini adayarak hizmet etmediği sürece, meşru bir şekilde hüküm süremez."
…her karanlık gecenin bir sabahı vardı."
Tanrıların Yolu manasına gelen Şinto bir tür tabiat tapınmacılığıydı."
Kaynaklarımızı eşit şekilde dağıtmak, İleriye Doğru Büyük Adım’ı mahvetmekten başka bir işe yaramaz. Yiyecek olmayınca insanlar açlıktan ölür. O halde en iyisi bırakalım yarısı ölsün. Ölsün ki kalanlar paylarını yiyebilsinler."
Mao bu süreçte, tek adamlığın bir ülkeyi nasıl mahvedebileceğinin eşsiz bir örneğini sergilerken, aynı zamanda doğaya karşı da savaş açmıştı. Tahılları yedikleri için serçelerin imha edilmesini emretti. Böylelikle besin zincirini bozmuş; aynı zamanda topraktaki zararlı canlıları da yiyen serçelerin sayısının azalmasıyla, beklediğinin aksine tarımdaki yıllık ürünün daha da düşmesine neden olmuştu.
1949 Ekim’ inde Mao, başkent Pekin’den tüm dünyaya, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ediyordu. Dünya artık kendisini Başkan Mao olarak çağıracaktı."
1911 yılına gelinmişti ve havada ağır bir devrim kokusu vardı."
Her kuşun eti asimile edilmez."
At sırtında fethedebilir ancak at sırtından yönetemezsin."
Tarihin bilinen en eski basılı kitabı; bir Budist yazması olan Diamond Sutra (868)’ dır."
Göklerden gelen bir karar vardır."
Çinli general Sun Tzu’nun MÖ 500 civarında yazdığı Savaş Sanatı adlı savaş stratejileri kitabıyla askerlik bir bilim dalına dönüşmüştü."
Savaş başta olmak üzere her türlü temas, milletler ve kültürler arasında karşılıklı bir etkileşim yaratıyor. Keza İslam İmparatorluğu’nun yayılması ve yıkılmasında da böyle oldu."
Kilden yapılma bir Roma aldım, mermer bir Roma bırakıyorum."
Hiç kimse cumhuriyetten büyük değildir."
Her başarı, kendi yıkımının tohumlarını da içinde taşır."
Tiranlara başkaldırın hayatınızın kontrolünü ellerinize alın…"
Mükemmel bir ilk izlenim bırakmak için asla ikinci bir şansın olmayacak."
Mor, zor elde edildiği için tarih boyunca kraliyet rengi olarak kabul edilmiştir."
Bu savaş(Birinci Dünya savaşı) ne yazık ki insanoğluna, daha geniş bir alanda çok sayıda insanı çok daha hızlı bir şekilde nasıl öldürebileceğini öğretmişti. Her açıdan felaketti ve dünyayı temelinden değiştirdiği için de bir o kadar da devrimci… Titanic gibi transatlantiklerle okyanusları aşan, uçaklarla kanatlanan, tıp alanında heyecan verici buluşlara imza atmaya çalışan Aydınlanma ve Rönesans’in çocukları, daha fazla güç adına birbirlerini katletmişlerdi. Kan, çelik ve barut gerçek anlamda Modern Çağ’ı başlatmişti.
İnsanlığa büyük ufuklar açan Bilimsel Devrim, Afrika söz konusu olduğunda ilkel bir sömürü aracına dönüşmüştü. Bilim insanları Afrikalıların kafataslarını ölçüyor, beyinlerinin Avrupalılarınkinden daha küçük olduğu gibi sonuçlar çı kartarak, hükümetlerinin kıtadaki insanlık dışı uygulamalarına haklılık payı kazandırmaya çalışıyorlardı.
Aydınlanma gelirken yalnız gelmemişti. Bir de çocuk getirmişti. Bu çocuk, ilk olarak İngiltere’de doğan, Rönesans İtalya’sında konuşmaya başlayan ve şimdi de ayaklanan kapitalizmdi.(Yıl 1500’ler için)
İhtirası aklına geçen Hitler, Dünya’ya hakim olmaya kalkışmış ama sonuçta Almanya ikiye bölünmüştü!
Lanetli Afrika’ya medeniyeti ve Hristiyanlığı götürüyoruz. Bu kadar önemli misyonun yanında köleliğin ya da toplu ölümlerin lafı mı olur?
Dünya küçük, kaynaklar sınırlı, arzular sınırsızdı.
Artık bu kalabalıklar, devlet tekeline dayalı bir ekonomi altında ucuza çalışıp pahalıya tüketmek istemiyorlardı. Rekabete dayalı bir piyasada, kendi tüketecekleri ürünlere, tercih ettikleri fiyattan ve kaliteli bir şekilde ulaşmak istiyorlardı. Üretici, satıcı, devlet kadar halk da kazanmalıydı!
“Bizi his, mantık ve zekayla donatan Tanrı’yla, bunları kullanmaktan bizi vazgeçirmeye niyetlenenin aynı Tanrı olduğuna inanmıyorum”
Papa V.Nicholas 18 Haziran 1452’de yayınladığı fermanla (Dum Diveras), “Müslümanlar, putperestler ya da diğer her türlü inançsızlar daimi olarak köleleştirilebilir” demişti.
İyilerin en iyisini sistemine entegre etmeyi başaran Osmanlılar,bu yönüyle özünde Türk ve Müslüman ama uygulamada enternasyonel bir imparatorluktu.Sıradışı mimarı Mimar Sinan’ın Ermeni,gözde devlet adamı olmayı başarmış Pargalı İbrahim Paşa’nın Yunan asıllı olduğunu söylemek işin bu boyutunu özetlemek açısından yeterli olacaktır sanırım.
“Papa,Tanrı’nın altında ama insanların üzerindedir.Onu hiç kimse yargılayamaz.Prensler yeryüzünün,din adamlarıysa ruhun patronudur.Ruh,bedenden daha değerli olduğu için de din adamlığı monarşiden daha değerlidir.Hiçbir kral,İsa’nın vekiline(Papalık) kendini adayarak hizmet etmediği sürece,meşru bir şekilde hüküm süremez.”
Acıdan kurtulmak için dünyevi arzu ve iştahlarınızdan vazgeçmeyi bileceksiniz"
Osmanlı bir imparatorluk haline gelirken, Roma İmparatorluğu’nun son parçası olan bin yıllık Doğu Roma İnparatorluğu tarih olmuştu.
Haçlı Seferleri Tarihçisi Prof.Jonathan Phillips’in tabiriyle, “yaşlı ve hasta bir ihtiyarın damarlarında yayılan virüs gibi” bu kadim şehri zehirlemişlerdi. Güzide İstanbulumuz resmen enkaz haline gelmişti.
Söz gelimi Türklerin bugün en çok sevildiği ülkelerin başında güney Kore gelir. İlginçtir, hiç sevilmediginiz ülkelerden biriyse kuzey Kore’dir!
Bugün insanoğlunun geliştirdiği ideale yakın en iyi sistem olarak bildiğimiz demokrasi, azimli Yunan askerlerinin o uzun koşusuyla kurtulmuştu. İşte bu yüzden her 4 yılda bir Olimpiyat Oyunları’nda koşulan maratonla bu zaferi kutluyoruz.
Piramitlerle göğe yükseliyor, ölümsüzlüğü arıyoruz…
Yakındoğu’da ayaklanan halklara karşı acımasızlığıyla tanınan söz konusu Kral, MÖ 587’de, Kudüs’ü yağmalayıp Filistin’deki İsrailoğullarını Kenan diyarından Babil’e köle olarak sürerek, meşhur Yahudi sürgününü başlatmıştı. Persler tarafından özgürleştirilene kadar İsrailoğullarının bu esareti sürecekti.
Her başarı, kendi yıkımının tohumlarını da içinde taşır" cümlesinin ima ettiği gerçeği Romalılar da anlayacaktı…
Kanun koruyucu Bilge Kral’ın ölümünden sonra krallık fazla yaşamadı. Genel inanışa göre devlet;devasa sulama kanalları,yollar, tapınaklar ve benzeri projeler için hesapsız harcamalar yaparak hazineyi boşaltmış; maaş ödeyemez hale gelmişti. Maaş alamayan memurlar ayaklanınca devlet çarkı tıkanmış; hesapsız kamu harcamalarının yarattığı istikrarsızlık, medeniyeti çökme noktasına getirmişti. Ne yazık ki insanoğlu olarak bundan ders almayacak ve asırlar boyu aynı hayatı ısrarla tekrar etmeye devam edecektir.
Her başarı, kendi yıkımının tohumlarını da içinde taşır.
Tarih yaşamın ta kendisiydi. Dahası tarih, asla tarih olmuyordu."
Marcel Proust’un da dediği gibi, gerçek bir keşif yolculuğu sadece yeni topraklar aramak değil, aynı zamanda yeni bir bakış açısı kazanmaktı da…
Güneşin aydınlattığı her toprağı fethetmeyi kendisine misyon edinen Attila, 453’te Konstantinopol’ü bu kez tarihten silmeye hazırlandığı bir seferin arifesinde ölünce, Roma’nın her iki yakası da rahat bir nefes almıştı.
“ İşledikleri günahlardan dolayı kendilerini cezalandırmak isteyen Tanrı tarafından gönderildiğine inandıkları için Avrupalıların Tanrı’nın Kırbacı olarak isimlendirdiği” Attila’nın ölümüyle Hun İmparatorluğu dağıldı.
Hunlar sadece toprak kazanmaya ağırlık verip sağlam bir devlet altyapısı kurmamanın bedelini kısa ömürlü olmakla ödeyeceklerdi. Attila’nın geride güçlü bir varis ve sağlam bir devlet geleneği bırakmamasından dolayı kısa sürede tarihten silinmişlerdi ancak Roma, yoluna bir süre daha devam edecekti.
Roma İmparatorluğu’na en büyük tehdidi yönelten güç, Orta Asya kökenli olduklarına inanılan ve uçsuz bucaksız Macar ovalarını kendilerine mesken edinen Hunlar olmuştu. …
MS 430’ların başından itibaren sahneye çıkan Attila adındaki cengaver bir Hun savaşçısının hepsini tek bir çatı altında toplamasıyla ciddi bir güce dönüştüler. Attila’nın yönetim becerisi, dirayeti, cesareti ve tabii ki bunlara eşlik eden acımasızlığıyla kısa sürede hatırı sayılır bir imparatorluk halini alan Hunlar, hem Doğu hem de Batı Roma’ya soğuk terler döktürecekti…
İmparatorluğu 284-306 arasında yöneten Diokletian, genel olarak tek başlılığı sağlasa da, sorunların temelinde imparatorluğun tek bir kişi tarafından yönetilemeyecek kadar büyümesini görüyordu. Çözüm olarak, bugün iş dünyasında delegasyon olarak bildiğimiz iş bölümü yöntemine başvurdu ve imparatorluğu Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayırdı. Buna göre; her iki tarafı ayrı imparator yönetecek ve öldüklerinde taht kavgası olmaması adına, onlara Sezar unvanıyla birer stajyer imparator eşlik edecekti. Böylelikle Tetrarşi ( Dörtlü Yönetim ) olarak bilinen sistem başlamış oldu.
..Zapt etmek her zaman yönetebilmek anlamına gelmiyordu. Tarih bize bunu göstermişti. Romalılar burada farklarını gösterdi ve ele geçirdikleri topraklardaki insanlara Roma vatandaşlığı verdi. Böylelikle orduya asker verme ve benzeri vatandaşlık yükümlülükleri karşılığında, baskıdan uzak bir yaşam ve belli hakları garanti eden bir kimlik ediniyorlardı. Belli bir sürede gerçekleşen bu vatandaşlık sürecine, MS 212’de Roma İmparatoru Caracalla, imparatorluk sınırları içinde doğan her vatandaşa otomatik olarak Roma vatandaşlığı verilmesini emrederek son şeklini verecekti. Günümüzün süper gücü ABD’nin vatandaşlık prosedürünün de bu şekilde olduğunu belirterek devam edelim..
Döneminin en güçlü imparatorluğu olan Roma’nın iki kudretli ismini; önce Jül Sezar’ı ardından da Sezar’ın has adamlarından, Roma’nın imparatorluğa geçişinde önemli bir isim olan Mark Antony’yi kendisine aşık edip, ülkesini Roma’nın koruması altına sokmayı başararak…
Daha da ilginci, sanılanın aksine büyüleyici bir güzelliğe sahip olmadığı halde bunu yapabilmesiydi. Zira erkeklerin kalbine giden yolun midelerinden ya da fiziki güzellikten değil, bilakis bir kadının bütün özelliklerinin bileşimiyle ortaya çıkan iksirden geçtiğini bilecek kadar zekiydi. Entellektüelliğini kendisini olduğundan daha alımlı gösterecek yöntemlerle birleştirip gönülleri çeldi. Kendisini bir halıya sardırıp Sezar’ın ayaklarının dibine kadar yuvarlanarak birden karşısına çıkmış; Antony’yi ise ipek bir elbise , göz alıcı mücevherler, eşsiz bir makyaj ve kokular eşliğinde karşısına çıkarak cezbetmişti…
… “ Şanlı Baba’dan gelen “ anlamı taşıyan Kleopatra da adı değil, bir tür asalet unvanıydı. Kendisinden önce gelen altı Kleopatra akıllarda yer edecek işler yapamadıkları için yedincisi, yani o, kısaca Kleopatra olarak hatırlanacaktı.
Ülkesinin ayakta zor durduğu bir dönemde, MÖ 51’de iktidara gelip yirmi bir yıl boyunca kadınlığını, aklını ve kurnazlığını kullanarak geliştirdiği bir stratejiyle Mısır’ı büyük güçlere yem olmaktan kurtaran Kleopatra aslen Mısırlı bile değildi. Ancak Mısır’ın son Helenistik kraliçesi olarak tarihte yer etmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir