İçeriğe geç

Über Psychoanalyse Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Über Psychoanalyse kitap alıntıları sizlerle…

Über Psychoanalyse Kitap Alıntıları

&“&”

İnsan gerçekle acı karşılaşmayı önlemek için ömrü boyunca bükülmüş durduğu halde yaşlılığında yeni olgular önünde eğilen bir belkemiğini koruyamaz.
İnsan türü hiç bir zaman yalnız o günde yaşamaz’
Psikanalizin amaçlarından biri de, çoçukluğun ilk yıllarını kaplayan amnezi örtüsünü kaldırmak, bilinçli anıya, çoçukluğun cinsel yaşamının gösterilerini ve deneyimlerini çağırmaktır.
her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar, giderildiği zaman insan yatışır.
daha doğrusu rüyalar, isteklerin yerine getirilmesinin gizli ifadesidir
“Bir insanın hemen hemen bütün ruh durumları, yüz kaslarının gerilim ve gevşemelerinde, bakışlarında, cildinin kanlanmasında, sesinde, kol ve bacaklarının, en başta ellerinin duruşunda açığa vurur kendini.Ruh durumlarına eşlik neden bu belirtiler,söz konusu kimselere çok vakit hiçbir yarar sağlamadığı gibi,içlerinden geçenleri başkalarından gizlemek istiyorlarsa, bu isteklerine aykırı düşer.”
Psikanalizin amaçlarından biri de, çocukluğn ilk yıllarını kaplayan amnezi örtüsünü kaldırmak, bilinçli anıya, çocukluğun cinsel yaşamının gösterilerini ve deneyimlerini çağırmaktır. Oysa, bu ilk cinsel olgular şu acı izlenimlerle birleşmişlerdir: korku, yasak duygusu, hayal kırıklığı, ceza.
Ön yargıların her zaman lanetlenmediğini ama bazen makul ve kestirme bir yol olduklarını çünkü bizi gereksiz bir çabadan kurtardıklarını anlıyoruz. Aslında bunlar iyi oluşturulmuş diğer yargılarla mukayeseye dayanan sonuçlardır.
Nihayetinde ruh, çalınması hiç de kolay sayılmayacak bir çalgıdır.
Hatalı olduğunu anlamak ve özür dilemek sadece beynini kullanabilen insanlara özgüdür.
Süper-ego, bizim için her türlü ahlaki kısıtlamanın temsilcisi, mükemmeliyete ulaşma mücadelesinin savunucusudur, kısaca bu insan yaşamında en üst standart olarak tanımlanan şeylerin psikolojik açıdan elde edilmesidir.
…fakat insanların büyük çoğunluğunun sadece çok cüzi ya da bahsetmeye bile neredeyse değmeyecek kadar az bir miktarda vicdanı bulunmaktadır.
Süper-ego, kendi insafına kalmış zavallı egoya en katı ahlak kurallarını uygular, genellikle ahlak beyanlarında bulunur ve ahlaki suçluluk duygumuzun ego ile süper-ego arasındaki gerilimin ifadesi olduğunu anlarız.
Kristali yere atarsak kırılır ama gelişigüzel parçalara ayrılmaz. Her ne kadar görünmez olsa da sınırları kristalin yapısıyla önceden belirlenen parçalara yarık hattı boyunca ayrılır. Akıl hastaları aynı bu şekilde ayrılıp kırılan yapılardır. Geçmişteki insanların deliler için hissettiği saygın hürmeti biz bile onlardan esirgeyemeyiz. Bu kişiler dış gerçekliğe sırt çevirmişlerdir ancak tam da bu sebepten dolayı içsel psişik gerçeklik hakkında çok fazla şey biliyorlar ve aksi halde ulaşamayacağımız çok sayıdaki şeyi bize sunabiliyorlar.
Eros’un bir güç olarak dışavurumunu ise, psikanalizde libido diye nitelemekteyiz.
Kendi içine dal! Ruhunun derinliklerine in! İlkin kendini tanı! Ancak o zaman niçin ille de hastalığa yakalanman gerektiğini öğrenir ve belki kendini kollayıp hastalığa tutulmazsın.
Bilimsel varsayımlar öne sürer ve sonunda Ben’e şöyle diyebilecek duruma gelir: Senin içine giren yabancı bir nesne yok; kendi ruhsal yaşamının bir parçası senin bilinç alanından çıkmış, senin egemenliğinden yakasını kurtarmıştır, o kadar. Kendini savunmada böylesine çaresiz kalman da buradan kaynaklanıyor. Elindeki gücün bir parçasıyla aynı gücün öbür parçasına karşı bir savaşı sürdürüyor, dışarıdan gelen bir düşman karşısında yapacağın gibi bütün gücünü savaşa sokamıyorsun.
Ben’in libidoyu kendisinde saklı tuttuğu durumu, Yunan mitolojisinde sudaki hayaline gönlünü kaptıran &‘Narzissus’ adındaki delikanlıdan kinaye olarak narsizm(bensevi) diye nitelemekteyiz.
Yani kanımızca, birey ruhsal gelişiminde zamanla bir ilerleme kaydediyor ve bensevi durumundan obje seviyesine geçiyor. Ne var ki, bu ilerleme sonunda bütün libidonun da Ber’den dış objelere kayacağını sanmıyoruz. Libidonun belli bir parçası hep Ben’de kalmakta, obje sevisi ne denli gelişirse gelişsin, belli ölçüde bir bensevi bireyde varlığını sürdürmektedir. Ben’in oluşturduğu büyük depodan libido dış objelere akıp gitmekte ve yine dış objelerden gerisin geri bu depoya dönüp gelmekte, başlangıçta Ben libidosu olan obje libidosu zamanla yine Ben libidosuna dönüşebilmektedir. Kişinin gereği gibi sağlıklı kalabilmesi için, libidosunun devingenliğini bütünüyle koruması gerekiyor.
Yanlış yola saptırılmamak için dua edin!
Hanımefendiler ve beyefendiler, bugün dar bir yoldan ilerleyeceğiz fakat bu yol bizi engin denizlere çıkarabilir.
… Ve işte o zaman sıklıkla, biz hala uykudayken, uyanmamızı engelleyecek bir teselli buluruz :
Neticede hepsi sadece bir rüya!"
Çağrışım zinciri ne kadar uzun ve dolambaçlıysa direncin de o kadar güçlü olduğunu düşünmek kesinlikle doğrudur.
İnsanların psikolojiden beklentisi bilgide ilerleme kaydetmek değil, bir şekilde tatmin olmaktır, çözüme kavuşmamış her bir sorun, kabul edilen her bir belirsizlik suçlama olarak karşısına çıkmaktadır.
Önemli bir konu olan düş yorumunu 1900’de yayınlanmış bir kitabımda ele aldım ve psikanalizle uğraşan hemen bütün meslektaşlarımın bu kitapta savunulan görüşleri sonradan kendi yazılarıyla doğrulayıp geliştirdiklerini görerek memnunluk duydum.
İpnotize eden: Kollarınız kendiliğinden hareket ediyor, onların hareket etmesini önleyemeyeceksiniz!" dese, ipnotize edilenin kolları kendiliğinden devinmeye başlar ve ipnotize edilen kollarını hareketsiz durumda tutmak için boşuna çaba harcar. İpnotizmacının, ipnotize edilene söz aracılığıyla ilettiği telkin, ipnotize edilende telkinin içeriğine tıpatıp uyan ruhsal-bedensel bir tavrın doğmasını sağlamıştır. İlgili tavrın ortaya çıkışında bir yandan deneğin uysallığı rol oynamışsa, öte yandan düşüncelerin bedeni etkileme gücündeki artışın rolü olmuştur, burada, sözün yine gerçekten büyüye dönüştüğü görülmektedir.
İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız..
İnsan türü hiçbir zaman yalnız o günde yaşamaz.
Bir çocuk sevilmediğini fark ederse kendini kötü hisseder, bir yetişkin için de aynı şey geçerlidir.
Çünkü bilinçli istem gücünün(irade) etkisi, ancak bilinçli ruhsal olayların sınırına kadar gelip dayanır ve her ruhsal baskının nedenini bilinçdışında aramak gerekir.
Psikanaliz tedavisi, bilinçdışı düşüncelerin, daha doğrusu bazı ruhsal olaylardaki bilinçsizlik özelliğinin hastalık belirtilerine yol açan başlıca neden olduğu görüşüne dayanmaktadır.
Akıl, elimizden birçok olası hazzı alan düşmanımız olmaktadır.
Nevrozluların hastalık öyküleri şu ya da bu biçimde bir unutma olayını içerir. Belleğindeki boşlukları dikkatini zorlayarak doldurmaya çalışan hasta, ilgili boşluklara ilişkin çağrışımlarını her türlü eleştirel yola başvurarak geride tutmaya savaşmakta, boşlukları dolduracak yaşantıları gerçekten anımsaması durumunda ise kendini düpedüz bir hoşnutsuzluğa kaptırmaktadır. Freud, anımsamadaki boşlukların bilinçdışına itim" diye nitelediği bir olayın sonucu olduğunu saptamış buna neden olarak da elem duygularını görmüştür.
Eğer kişi cezasına razıysa o yasağı çiğneyebilir.
Bildiğiniz gibi tek bir gecede görülen rüyaların tamamı tek bir içeriğe sahiptir.
Kimliğin olduğu yerde ego olacak.
İhtiyatlı bir iyimserlikle eğer çocuklar bağımlılıklarını aşabilirlerse, o zaman insanlık olgunlaşmamış karmaşasını geride bırakmayı umabilir.
Duyuşsal hatırlama, nevrotik tekrarlamaya karşı panzehir olabilir.
Hayal kırıklığına uğrayacaksınız.
Çocuğun çözümlemek zorunda kaldığı en önemli çatışma, anne ve babasıyla ilişkisinin ortaya koyduğu durum, yani Ödipus kompleksidir. İleride nevroza yakalananlar, bu ödevin üstesinden gelemeyen kimselerdir."
… ünlü pek çok filozof psikanalize öncülük etmiştir. Bunların arasında, bilinçsiz istem deyimini psikanalizin ruhsal içgüdü deyimine eşdeğer görebileceğimiz Schopenhauer başta gelmektedir. Aynı düşünür, cinsel istekleri küçümsedikleri için alabildiğine sert sözlerle insanları uyarmıştır."
bu keşfin benimsenişiyledir ki, insanlardan ben sevgisi ilk evrensel darbeyi yedi."
Psikanaliz, sanata da giderilmemiş isteklerin doyurulmasını amaçlayan bir etkinlik gözüyle bakar…"
Psikanaliz, bilimsel gelişmelere ilgi duyan kişilerin sıcak ve umut dolu hüsnü kabulüyle karşılaşmak gibi bir talihe asla mazhar olmamıştır."
Düşte doğrudan gözükmeyerek kendilerini simgelerle açığa vuran, en başta genital organlar ve cinsel eylemlerdir."
…içteki çatışmaların giderilmesi amacıyla hastanın belli bir eğitimden geçirilmesi…"
Analitik sağaltım ise hastaya yeni bir şey yüklemez, işin içine daha önceden varolmayan yeni bir şey karıştırmaz; tersine hastadan atmak istediği, hastanın ruhundan kovup uzaklaştırmayı amaçladığı bir şey vardır."
Bilinçdışının kapısını bilince açmak, ki bu da hastadaki direnişlerin yenilmesiyle sağlanabilir."
Psikanaliz yönteminin başarmaya çalıştığı ödev, değişik biçimlerde tanımlanabilirse de, öz bakımdan bunların tümü birbirine eşdeğer nitelik gösterir. Örneğin, psikanaliz tedavisinin hastanın anımsamalarındaki boşlukları ortadan kaldırmak amacını güttüğü söylenebilir. Hastanın anımsama zincirindeki boşluklar doldurulur da ruhsal yaşamın bütün o bilmecemsi dışavurumları açıklığa kavuşturulursa, hastalığın sürüp gitmesinin, hele nüksetmesinin önüne geçilmiş olur.
İnsan ne yaşarsa yaşasın en çok kendi etkilenir. Üzgün olduğunuz zamanlarda birileri gelir ve sizi anladığını, en az sizin kadar üzüldüğünü söyler. Külliyen yalandır bu. Hiç kimse sizin acınıza sizin kadar üzülemez. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Mutlu olduğunuzda insanlar sizin için sevinir, tabii gerçekten iyiliğinizi istiyorlarsa. Fakat mutluluğun tadını sadece ve sadece siz çıkarırsınız.
Kendi içine dal ! Ruhunun derinliklerine in ! İlkin kendini tanı! Ancak o zaman niçin ille de hastalığa yakalanman gerektiğini öğrenir ve belki kendini kollayıp hastalığa tutulmazsın
Sanatçı kendini her şeyden önce özgür kılmaya uğraşan insandır ve eserini, kendi disinda bulunup kendisi gibi doyumdan yoksun bırakılmış isteklerin rahatsızlığını yaşayan daha başka kişilere sunarak onların da böyle bir özgürlüğe kavuşmasını sağlar .
Psikanaliz, sanata da giderilmemiş isteklerin doyurulmasini amaçlayan bir etkinlik gözüyle bakar
Özür dilemek senin haksız olduğun, karşı tarafın haklı olduğu manasına gelmez
Ona verdiğin değerin egondan yüksek olduğunu ifade eder.
Çocuksal kalıntı, yani işe yaramaz gözüyle bakılarak bilinçdışına itilmiş malzeme, insandaki bilinçdışının çekirdeğini oluşturur.
Çocuk cinselliği , bir sürü gelişim evresinden, birleşmeler, ayrılmalar, baskılanmalardan geçerek erişkinlerdeki cinsellige dönüşür
Söz konusu belirtiler, hastaların duygusal yaşamını kendilerinden habersiz egemenliği altında tutan ve hastalardaki baskılanmış isteklerin gerceklesimi anlamını taşıyan hayallerin öykünme ya da sanrı yoluyla dışavurumudur.
Düş oluşumu, düş düşünceleri tarafından ileri sürülen bir isteği, sanrı ( halüsinasyon ) yoluyla gerçekleşmiş göstererek görevini yerine getirir.
Düş oluşumunun görevi, uykunun sürekliliğini korumaktır.Düş uykunun bekçisidir
Hastalık durumu,asla ipnotizma için gerekli koşullardan biri sayılamaz; çünkü sağlıklı kişilerin özellikle daha kolay ipnotize edildiği genel olarak ileri sürülmektedir.
Nevrozlu kimselerde cinsel etkinliğe karşı duyulan tiksinti, sevmeye karşı güçsüzlük, kısaca benim bilinçdışına itim adını verdiğim özelliktir.
Nevrozların oluşumuna yol açan ilk çatışma, Ben’i ayakta tutan içgüdülerle cinsel içgüdüler arasında olup biter. Nevrozlar, cinselliği baskılama denemesinin başarısızlığa uğramasından sonra, Ben’in az ya da çok bu cinselliğin egemenliği altına girdiğini gösterir.
Nihayetinde ruh, çalınması hiç de kolay sayılmayacak bir çalgıdır.
İdeallerini gerçekleştirmek söz konusu olduğunda, başkalarının acılarına aldırmayan kanlı eylem adamları vardır.
Aynı topraklar üzerinde yaşayanlardan, yenenler efendi, yenilenler ise köle olmuşlar.
Herkes kendine ait bir çarpım tablosu, uzunluk ve ağırlık birimleri kullansaydı insan toplumunun ne olacağını bir gözümüzün önüne getirelim.
Deprem, sel, yangın, namuslu ve dindar olanları, kötü ve dinsiz olanlardan ayırmaz.
Gerçekten, birey bazı istisnalar dışında hep bir topluluğa bağlıdır. Tehlikeli durumlar arasında bir kısmı bazen geri çağlara kadar gider.
Pek çok insan sevgiyi yitirme korkusunu yenemez. Onlar için sevildiğini duyma alt edilmez bir gereksinimdir; bu bakımdan çocuklar gibi davranmakta diretirler.
İnsanlığın ilkel çağlarında hadımlaştırmanın bir delikanlı üzerinde kıskanç ve kıyıcı bir baba tarafından uygulanmış olduğunu sanıyoruz. Kimi ilkel uluslarda sünnet pek sık olarak erkeklik törenlerine katılır. İlk çıkışını büyük olasılıkla eski hadımlaştırmadan almaktadır.
Kaçmakla insan dış tehlikelerden kurtulabilir, ama iç tehlikeden kaçmaya çalışmak çok daha zordur.
Bunalım duygusal bir durumdur yani doyumsuzluk yaşanan birtakım duyguların, onlara uygun gelen boşalmaların birleşimidir.
İnsanlık yalnız şimdiki zamanda yaşamaz; geçmiş, dönemlerin ırklarının ve halkların geleneği benüstünün ideolojilerinde yaşarlar.
Ancak vicdanı yaratan Tanrı hiç eşit olmayan, pek özensiz bir iş yapmıştır, çünkü insanların çoğu pek zayıf bir vicdana sahiptirler. Hem bu öylesine zayıftır ki bazen sözü bile edilmeye değmez.
Filozof Kant bilindiği gibi Tanrı’nın büyüklüğünü yıldızlı gökten ve vicdanımızdan başka hiç bir şeyin daha iyi kanıtlayamayacağı görüşünü savunmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir